Merdümgirizlik

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Merdümgirizlik insanlardan kaçma, çekinme, insanlar arasına karışmaktan, onlarla birlikte olmaktan hoşlanmama durumudur. Böyle kişilere merdümgiriz denilir. Bediüzzaman bu hastalığın esasının kendisinde eskiden beri var olduğunu, uzun yıllar tazyik altında bırakıldığından bu önemli ve müzmin hastalığın kendisinde ortaya çıktığını belirtmiştir. Eğer insanlardan nefret etme, ürkme veya sevmeme durumundan kaynaklanıyorsa buna mizantropi, böyle kişilere de mizantrop denilir. Eğer sosyal ortamlarda başkaları tarafından olumsuz değerlendirilmekten yoğun şekilde kaygı duyma ve korkulan durumlardan kaçınma eğiliminden kaynaklanıyorsa buna sosyal fobi veya sosyal anksiyete bozukluğu adı verilir. Dini vb. nedenlerle bir kişinin insan içine çıkmadan, topluma karışmama isteğiyle bulunduğu ortamı terk edip tek başına yaşamasına ise inziva, böyle bir kişiye münzevi denilir. İçe dönüklük (veya içe kapanıklık) ise dışa dönüklüğün aksine enerjisini kendi içine yöneltme, dışsal etkilere karşı dirençli olma, diğer insanlara göre kendisine daha az güvenme, çekingen ve utangaç olmak demektir. Tevahhuş ise ürkmek demektir. Bediüzzaman kendisinde insanlardan tevahhuş olduğunu da beyan etmiştir.[1][2][3][4]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Şimdi bir halimi size beyan etmek lâzım geliyor tâ başka sebepler sizi müteessir etmesin. O hal de şudur:

Bu yirmi sene tazyik neticesi, ehemmiyetli ve müzmin bir hastalık bana ârız olmuş. Zaten eskiden beri o hastalığın esası bende vardı ki ona merdüm-girizlik yani insanlardan çekinmek, temas etmemek, temastan müteessir olmak… Hattâ şimdi en hafif ruhlu bir kardeşim, bir şakirdimle görüşmeyi –fakat Risale-i Nur hizmetine ait olmamak şartıyla– ruhum kaldırmıyor. Hattâ dostane bakmaktan cidden müteessir oluyorum. Bu ehemmiyetli halde, insanların bana karşı zulüm ve cinayetleri bir vesile olduğu gibi; inayet-i İlahiye ve kaderin adaleti ve hizmet-i imaniyedeki ihlasın muhafazası en ehemmiyetli bir sebeptir ki hem zulm-ü cinayet-i beşeriyeyi hiçe indiriyor hem bu hastalığı tam bana sevdiriyor, sabır ve tahammül verir.

Nasıl ki insanlar evham yüzünden beni temastan men’ ede ede âsabıma dokundurdular; inayet-i İlahiye dahi hizmet-i imaniyedeki ihlası kırmamak ve tasannukârane hodfüruşluk vaziyetine girmeye mecbur etmemek ve ziyade hüsn-ü zan edenlerin karşısında beni tekellüflere ve gösterişlere mecbur etmemek ve bu zamanda çok tesir eden şahsıma karşı teveccüh, muhabbet ve hizmete zarar veren kendini makam sahibi göstermek vaziyetinden kurtarmak ve Kur’an’dan gelen Risale-i Nur’un elmas gibi hakikatlerini bana mal etmekle cam parçalarına indirmemek hikmetleriyle, Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn bana bu hastalığı vermiştir. Ben, Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum. Siz de müteessir olmayınız, memnun olunuz. Fakat fıtrî teellümlere karşı tahammülüm için duanıza muhtacım.

(Emirdağ Lahikası 1)


Amma benim ihtiyatsızlığım ise bu on üç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmişse hükûmetin nazar-ı dikkatini celbetmemek ve onunla uğraşmamak ve işlerine karışmamak için Isparta vilayetine malûm olan hârika bir surette münzeviyane ve merdümgirizane ve müşfikkârane ve siyasetten müctenibane yaşadığımı bu memleket bilir.

(Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Hayatı)


Hâmisen: Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar fakat maatteessüf âsabımda ve sinirlerimde ve hassasiyetimde, o zulümden öyle şiddetli bir teessür, bir heyecan, bir teellüm, bir teneffür gelmiş ki en samimi dostumu ve tam sadık bir kardeşimi bir saat yanımda tahammül edemiyorum, ruhum kaldırmıyor. Hattâ biri bana baksa da sıkılıyorum. Eskide bende biraz bulunan merdüm-girizlik hastalığı, o zalimlerin gaddarane sıkıntılarıyla ve tarassudlarıyla bende çok şiddetlenmiş. Güya ölmeden evvel hayat-ı içtimaiye cihetinde ölmüşüm ki bu hakikat ve bu sır için hakkımda, has kardeşlerim vefat mersiyelerini yazıyorlar.

Hem buranın havası, benim âsabıma pek çok dokunuyor. Bu kışın bir günü, Denizli hapsinin o geçirdiğimiz kış kadar bana ağır geliyor, beni üzüyor.

Evet nasıl göz, bir saçı kaldırmıyor; aynen öyle de şimdiki ruhum ve omuzum, bir saç kadar sıkletten, ağırlıktan müteessir olduğu halde, Risale-i Nur’un ve şakirdlerinin selâmetlerine, onların bedellerine ve yerlerinde dağ gibi ağır tazyikat ve sıkıntıları memnuniyetle o ruh, o omuz çeker, tahammül eder ve şâkirane sabreder diye size kat’iyen haber veriyorum.

Fakat madem acz ve zaafım ve teessüratım çok ziyadedir; has kardeşlerim beni medihlerle yüklerimi ağırlaştırmaya bedel, dualarıyla ve şefkatleriyle ve himmetleriyle ve acımalarıyla yardım edip yükümü hafifleştirmek lâzımdır. İnayet-i Rabbaniyenin bir cilvesidir ki bu şiddetli merdüm-girizlik hastalığıyla, zalimlerin tecrid-i mutlaklarını hiçe indiriyor.. beni tazip etmiyor, bir cihette memnun ediyor.

(Emirdağ Lahikası 1)


İşte bu komite, otuz sene belki kırk seneden beri hem tevessü etti hem benimle mücadelede her bir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi on dokuz defa oldu.) En son dehşetli planları, sâbık dâhiliye vekilini ve Afyon’un sâbık valisini, Emirdağı’nın sâbık kaymakam vekilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zayıf, ihtiyar, merdüm-giriz, fakir, garib, hizmete çok muhtaç bir bîçareye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki bir memur bana selâm etse haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için casusluktan başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm halde; inayet ve hıfz-ı İlahî bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehalete mecbur etmedi.

(Emirdağ Lahikası 1)


Hem şiddetli sû-i kasd eseri olarak zehirlenmeden hasta hem gayet zayıf, yetmiş bir yaşında ihtiyar hem kimsesiz, acınacak bir gurbette hem sako hem fanila ve pabucunu satmakla maişetini temin eden fakirü’l-hal hem yirmi beş sene münzevi olmasından, binden ancak tam sadık bir adam ile görüşebilen bir merdüm-giriz, mütevahhiş hem yirmi sene hayatını ve eserlerini üç mahkeme ve Ankara Ehl-i Vukufu inceden inceye tetkikten sonra bi’l-ittifak beraetine ve eserleri vatana, millete zararsız olarak menfaatli olmasına karar verilmiş bir masum hem Eski Harb-i Umumî’de ehemmiyetli hizmet etmiş bir evlad-ı vatan hem şimdi bu milleti, bu vatanı anarşilikten ve ecnebi ifsadlarından kurtarmak için meydandaki tesirli âsârıyla bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyet-perver ve mahkemede yetmiş şahitle ispat edildiği gibi yirmi beş senede bir gazeteyi okumayan, merak etmeyen ve yedi sene harb-i umumîye bakmayan, sormayan, bilmeyen ve eserlerinde kuvvetli delillerle siyasetten bütün bütün alâkasını kestiğini ispat eden ve dünyanıza karışmadığını adliyeleriniz resmen itiraf ettiği bir zararsız adam hem âhiretine ve ihlasına zarar gelmemek için şiddetle teveccüh-ü âmmeden kaçan ve kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarından ve medihlerinden çekinen, beğenmeyen bu bîçare Said’e; başta Dâhiliye Vekili olan sen, Afyon Valisini ve Emirdağ Zabıtasını musallat edip her gün bir ay haps-i münferid azabını çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek başıyla bir haps-i münferidde durmaya mecbur etmek, hangi maslahatınız iktiza eder? Hangi kanun bu dehşetli gadre müsaade eder diye hukuk-u umumiyeyi muhafaza eden adliyenin yüksek dairesi vasıtasıyla Dâhiliye Vekili’ne beyan ediyorum.

(Emirdağ Lahikası 1)


Hem camiye, cumaya gitmeye beni men’eden merdüm-girizlik hastalığı ile beraber, maddî birkaç hastalığa binaen, bir hafta rapor verip beni ifademi almaya sevk etmemek için doktorluk kanunu ile amel ettiğime binaen tâ Afyon’dan iki doktor gönderip onun raporunu bozmak, onu da mahkemeye vermek derecesinde keyfî kanunlara maruz olmuşuz.

(Emirdağ Lahikası 1)


Şimdi Risale-i Nur’un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İslâm’da dahi fevkalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olması hengâmında, düşmanlar dahi dostlara inkılab ettiği bir zamanda Risale-i Nur’un a’zamî ihlasını (ki rıza-yı İlahîden başka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek) muhafaza için dehşetli bir merdüm-giriz yani insanlardan tevahhuş ve sesi çıkmamak ve konuşmamak hastalığı ve elini öpmek, ona âdeta bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti, kat’iyen bize kanaat verdi ki bu, bir istihdam-ı Rabbanîdir.

(Emirdağ Lahikası 2)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Beni her şeyden ve temastan ve yardımcılardan men’etmek ile beraber aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaşlarımın kuvve-i maneviyelerini kırmak ve benden ve Risale-i Nur’dan soğutmak ve benim gibi ihtiyar, hasta, zayıf, garib, kimsesiz bir bîçareye, binler adamın göreceği vazifeyi başına yüklemek ve bu tecrit ve tazyiklerde maddî bir hastalık nevinde insanlar ile temas ve ihtilattan çekilmeye mecbur olmak hem o derece tesirli bir tarzda halkları ürküttürmek ile kuvve-i maneviyeyi kırmak cihetleriyle ve sebepleriyle, ihtiyarım haricinde ve bütün o manilere karşı Risale-i Nur şakirdlerinin kuvve-i maneviyelerinin takviyesine medar ikramat-ı İlahiyeyi beyan ederek Risale-i Nur etrafında manevî bir tahşidat yaptırmak ve Risale-i Nur kendi kendine, tek başıyla başkalarına muhtaç olmayarak bir ordu kadar kuvvetli olduğunu göstermek hikmetiyle bu çeşit şeyler bana yazdırılmış.

(Sikke-i Tasdik-i Gaybi)


Üçüncü faydası: Eski Said’i Yeni Said’e kalbeden eski bir hastalık gibi şimdi de Risale-i Nur’un parlak bir tarzda intişarı, Yeni Said’i de dünya ile bir derece alâkadar ettiği cihetle, o halin zararından kurtulmaya sebep oldu.

(Kastamonu Lahikası)


37, 38. Kimseyle görüşmediğini ileri sürdüğü halde, gizli olarak vilayet ve kaza ve köylerden gelenleri kabul edip görüşmüş.

C: Bu yazıda bir doğru varsa, yirmisi yanlış. Çünki yirmi ve otuz ziyaretçiden ancak bir tanesini kabul ettiğimi, mahallî zabıtası ve ahali bildiği halde böyle küllî ve daimî bir surette isnad etmek iftiradır.

(Şualar, Hata-Savab_Cedveli)


Üstad, Risale-i Nur kesretle intişar ettiğinden ve her yerde pek çok Nur talebeleri mevcud olduğundan halklarla konuşmayı tamamıyla terk etmiştir. “Risale-i Nur, benimle sohbetten on derece ziyade faydalıdır.” deyip ziyaretçi de kabul etmemektedir. Hattâ yanındaki talebeleriyle dahi zaruret halinde konuşmaktadır.

(Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Hayatı)


Hem Tarihçe-i Hayat’ta insanlarla görüşemediğime dair neşredilen yazı ki ziyaretçilerle görüşemiyorum. Nasıl ki hediyelerden men’etmek için Cenab-ı Hak hastalık verdiği gibi bu hürmetkârane ziyaret de bir nevi hediye-i maneviye olduğundan, sesim kesilip bir eser-i inayet olarak konuşmaktan menolunduğumdan kardeşimin evine dahi girmedim ki konuşmayayım.

(Emirdağ Lahikası 2)


Hattâ tezahüre bir riyakârlık, bir hodfüruşluk, bir enaniyet manasını verip halklarla görüşmeyi de terk ettiği ve rahmet-i İlahiyenin ihsanı ile sesi de kesilmiş ki dostlarla görüşmeye mecbur olmasın ve hatırları da kırılmasın.

(Emirdağ Lahikası 2)


Risale-i Nur’un Kur’an’dan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlas-ı hakiki ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakk’a şükür, o a’zamî ihlası kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ve şerefini en küçük bir mesele-i imaniyeye feda eden çoktur. Hattâ Nur’un bîçare bir şakirdinin düşmanları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek çoğaldığı için rahmet-i İlahiye cihetinde sesi kesilmiş. Hem de ona takdirle bakanlar, isabet-i nazar hükmüne geçip onu incitiyor. Hattâ musafaha etmek de tokat vurmak gibi sıkıntı veriyor.

(Emirdağ Lahikası 2)


82. Gizli cem'iyeti var ve Emirdağı'nda onunla meşgul olmuş.

C: Bu ittihamı hiçbir cihetle isbat edilemeyeceğine ve iftira olduğuna kat'î delili; şiddetli tarassud ve tam bir inziva ve dünya hâdisatına hiç kulak vermeyecek derecede bir tecerrüd ve ihtiyarlık ve za'fiyet ve hastalık içinde bulunmasıdır. Haftada yalnız bir tek mektub, bir tek yere göndermekten başka hiç muhabere etmeyen ve te'lifi dahi bırakan ve serbestiyet verildiği halde, hadsiz dostları ve onu dinleyecek hemşehrileri bulunan memleketine gitmeyen ve hizmeti için bir-iki terzi çırağından başka kimseyi istemeyen ve ziyaret için gelenlerden kırktan birisini birkaç dakikadan ziyade yanında durdurmayan bir garib ve kabir kapısında ve beraet etmiş ve otuz seneden beri siyaseti terketmiş bir bîçare hakkında, bu gizli cem'iyet isnadının ittihamı öyle büyük ve insafsızca ve zalimane bir hatadır ki, ona temas edenlerden zerre kadar aklı bulunan, bu yalandır ve asılsızdır der.

(Şualar, Hata-Savab_Cedveli)


Üstadın Ziyaretçilere Dair Bir Mektubu

Umum dostlarıma, hususan ziyaretçilere dair bir özrümü beyan etmeye mecbur oldum:

Ekser hayatım inzivada geçtiği gibi otuz kırk senedir tarassud ve taarruza maruz kaldığımdan, zaruretsiz sohbet etmekten çekinip tevahhuş ediyorum. Hem eskiden beri maddî ve manevî hediyeler bana ağır geliyordu. Hem şimdi ziyaretçiler, dostlar çoğalmış hem manevî mukabele lâzım gelmiş. Şimdi maddî bir lokma hediye beni hasta ettiği gibi manevî bir hediye olan ziyaret etmek, görüşmek, hususan başka yerlerden musafaha için zahmet edip gelmek ziyareti dahi ehemmiyetli bir hediye-i maneviyedir. Ona mukabele edemiyorum. Hem de ucuz değil, manen pahalıdır. Ben kendimi o hürmete lâyık görmüyorum. Manen mukabele de edemiyorum. Onun için şimdilik aynen maddî hediye gibi bir ihsan olarak bana manevî hediye gibi olan sohbetten zaruret olmadan men’edildim. Bazı beni hasta eder. Maddî hediyenin tam mukabilini vermediğim vakit beni hasta ettiği gibi. Onun için hatırınız kırılmasın, gücenmeyiniz.

Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zaten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur’an için ise Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hususan Tarihçe-i Hayat’taki mektuplar. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı kimseler için görüşmek istesem, o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez.

Bu noktayı bilmeyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki birkaç senedir ceridelerle ilan etmişim ki benimle görüşmek isteyenleri hususan uzak yerden gelerek görüşmeden gidenleri, hususi dualarıma dâhil ediyorum. Her sabah da dua ediyorum. Onun için de gücenmesinler…

Said Nursî

(Emirdağ Lahikası 2)


Hüsrev’le Feyzi’de benim gibi insanlardan tevahhuş ve sıkılmak var.

(Şualar, 14. Şua)


Afyon hapsinde on bir ay tecrid-i mutlakta bulunduğuma dair Mahkeme-i Temyize yazdığım istida bahanesiyle otuz beş sene inzivada, hususan gecelerde dünyayı unutmakta bulunan ve garazkârane tarassudlarla yirmi üç sene sıkıntı çekmesinden insanlardan tevahhuş edip yalnız tek başına kalarak, hizmetçisinden ve Nur dersini iştiyakla arzulayandan başka kimse ile bir saat beraber bir yerde bulunmasından çok sıkılan benim gibi bir bîçareyi, beşinci koğuşa cebren nakil ve kardeşlerimin yanıma gelmelerini yasak ettiler. O kalabalık içinde yaşayamayacağım diye çok telaş ederken birden bir alâmet-i hiddet ve gazap olarak soğuk o derece şiddetlendi ki eğer o eski yerimde kalsa idim hiç dayanamayacaktım. O zahmet, benim hakkımda rahmete döndü.

(Şualar, 15. Şua)


Bir zaman elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuş edip Barla Yaylası’nda Çam Dağı’nın tepesinde yalnız kaldım. Yalnızlıkta bir nur arıyordum.

(Lem'alar, 26. Lem'a, 6. Rica)


Bu halimle beraber bu senenin Kurban Bayramında fıtraten sohbetten hoşlanmadığım için hiç kimseyi kabul etmediğimi gösterir bir iki satırlık yazı ile kapımda yazdığım ve hiçbir kimse de gelmediği halde, bu mübarek bayramın dört gününde bir polis bulundurulmak suretiyle benim gibi garib, ihtiyar, hastalıklı bir adama şüphe isnad ederek tarassud ettirmek ve hareket-i şahsiyemi bilâ-sebep taht-ı nezarette bulundurmakla verilen tazyik ve sıkıntı kâfi gelmiyormuş gibi; bu senenin nisanının dördüncü günü, kış münasebetiyle ve mütemadiyen harekâtımın takip ve tarassud edilmesinden dolayı harice çıkmadığımdan sıkılmıştım.

(Barla L.)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]