Lokman 25

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Lokman 24Lokman SuresiLokman 26: Sonraki Ayet

Meali: 25- Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah..." derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.

Kur'an'daki Yeri: 21. Cüz, 412. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Bir yıldızın tokadıyla yere sukut eden ehl-i şirk ve dalaletin vekili, zerrelerden yıldızlara kadar hiçbir yerde zerre miktar şirke yer bulamadığından, o tarzdaki davadan vazgeçip fakat şeytan gibi vahdete dair teşkikat yapmak için üç mühim sual ile ehadiyete ve vahdete dair ehl-i tevhide vesvese yapmak istedi.

Birinci sual: Zındıka lisanıyla diyor ki: “Ey ehl-i tevhid! Ben, kendi müekkillerim namına bir şey bulamadım, mevcudatta bir hisse çıkaramadım, mesleğimi ispat edemedim. Fakat siz ne ile nihayetsiz bir kudret sahibi bir Vâhid-i Ehad’i ispat ediyorsunuz? Neden onun kudretiyle beraber başka eller karışmasını kabil görmüyorsunuz?”

Elcevap: Yirmi İkinci Söz’de kat’î ispat edilmiş ki bütün mevcudat, bütün zerrat, bütün yıldızlar, her biri Vâcibü’l-vücud’un ve Kadîr-i Mutlak’ın vücub-u vücuduna birer bürhan-ı neyyirdir. Bütün kâinattaki silsilelerin her biri, onun vahdaniyetine birer delil-i kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm hadsiz bürhanlarında ispat ettiği gibi umumun nazarına en zahir bürhanları daha ziyade zikreder. Ezcümle:

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ

وَمِنْ اٰيَاتِهٖ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ

gibi pek çok âyâtla Kur’an-ı Hakîm; hilkat-i arz ve semavatı, vahdaniyete bedahet derecesinde bir bürhan gösteriyor ki ister istemez zîşuur olan her adam, hilkat-i arz ve semavatta bizzarure Hâlık-ı Zülcelal’ini tasdik etmeye mecburdur ki لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ der.

(32. Söz)


Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni’-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup o mevcudun Sâni’-i Ehad ve Samed’in mülkü ve eser-i sanatı olduğuna şehadet ediyorlar. Evet, gayr-ı mütenahî ehadiyet sikkelerinden ve Samedaniyet hâtemlerinden, yalnız bahar mevsiminde sahife-i arza darbedilen sikkeye bak ki şu zikredilecek müteselsil fıkralar, cümleler o sikkeyi güneş gibi gösteriyorlar ve izhar ediyorlar.

Evet, sahife-i arzda pek garib, hakîmane bir icad görünüyor. Bu görünen icadın gösterdiği kuvvet ve faaliyeti görmek istersen şu gelen fıkralara dikkat et:

1- O icad fiili, pek azîm ve geniş bir sehavet-i mutlakadan geliyor.

2- Bir suhulet-i mutlaka ile bir kuvvet-i mutlakadan çıkıyor.

3- Mutlak bir intizamla, sürat-i mutlakada meydana geliyor.

4- Mevzun ve mizanlı olarak bir vüs’at-i mutlakada bulunuyor.

5- Güzel bir eser-i sanat olmakla beraber, mutlak bir ucuzlukta görünüyor.

6- Taalluk ettiği şeyler pek karışık olmakla beraber, büyük bir imtiyaz-ı mutlak ve adem-i iltibas ile yapılıyor.

7- Mahall-i taalluku gayr-ı mütenahî olmakla beraber, eserlerinde çirkinlik görünmez, ahsen şekilde husule gelir.

8- Efrad ve enva arasında, bu’d-u mutlak ile beraber, tevafuk-u mutlak var.

Arkadaş! Bu fıkraların her birisi tek başına da o sikkeyi izhar etmeye kâfidir. Bakınız, en hârika bir sehavetle en hârika bir hüsn-ü sanat, muhit bir kudretin hâssasıdır.

Ve intizamla beraber hârika bir suhulet, hiçbir şeyden âciz olmayan muhit bir ilim sahibine mahsustur.

Tartılmış gibi gayet mizanlı olmakla beraber, mu’cizane bir sürat-i mutlaka, her şeyi emrine ve kudretine teshir eden zata mahsustur.

Nevilerin pek dağınık bulunmasından, pek geniş bir tasarruf ile hârika bir hüsn-ü sanat, ilim ve kudretiyle her şeyin yanında bulunan zata hastır.

Kesret ve mebzuliyet ile beraber her ferdin sanat itibarıyla kıymettar olması, sonsuz bir zenginlikle gayr-ı mütenahî hazinelere mâlik olan zata mahsustur.

Efradın ziyadesiyle karışık olmasıyla beraber iltibassız ve fevkalâde imtiyaz ve teşahhuslara mazhar olmaları, her şeye basîr ve her şeye şehîd ve her bir fiili kendisini diğer bir fiilden men’etmeyen zata mahsustur.

Ve keza arzda dağınık bulunan efrad arasındaki uzaklıkla beraber suretçe, vücudca, teşkilatça aralarında husule gelen tevafuk; küre-i arz yed-i tasarrufunda, ilminde, hükmünde, hikmetinde bulunan zata mahsustur.

Ve keza nev’in kesret-i efradıyla beraber her ferdin hârikulâde bir hüsn-ü hilkate mâlik olması, Kadîr-i Mutlak’a hastır ki az çok, küçük ve büyük her şey ona nisbeten birdir.

Geçen fıkraların her birisinde, her şeyin tek bir Sâni’in sun’u ve sanatı olduğuna delâlet eden başka bir âyet daha vardır. Evet, sehavet ile kuvve-i iktisadiye arasında ve sürat ile mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz bulunmak arasında tezat vardır. Bu zıtları bir fiilinde cem etmek ancak kudreti hadsiz bir Sâni’-i Kadîr’e mahsustur.

Hülâsa: Her bir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zahir bir tarîk-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ âyet-i kerîmesinin sırrı zahir oldu. Yani o inatlı münkire “Hâlık-ı semavat ve arz kimdir?” diye sorulduğu zaman çâr ü nâçâr “Allah’tır.” diyecektir.

(Lasiyyemalar, Mesnevi-i Nuriye)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]