Lebid Bin Rebia

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Peygamberimize suikast olarak sihir yapan Yahudi için Lebid İbnul A'sam sayfasına gidin

Lebid Bin Rebia Araplar arasında meşhur en güzel şiirlerin (muallekat-ı seb'a) şairlerinden biri kabul edilen, cahiliye döneminde putperest ama Kur’an’ın belâgatı karşısında hayran kalarak müslüman olan bir şairdir. Peygamberimizin kalplerini İslâm’a ısındırmak amacıyla zekât verdiği kimseler (müellefe-i kulûb) arasında bulunan Lebîd kuvvetli görüşe göre 9 (631) yılında müslüman olmuştur. Müslüman olduktan sonra Peygamberimizi görmemiştir (hem Câhiliye devrinde hem İslâmî dönemde yaşamış, müslüman olmuş ama Peygamberimizi görmemiş kişilere muhadram denilir). Muallaka şairleri arasında yegâne müslüman şairdir. Kur'an nazil olunca belagatı karşısında kızı “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı" diyerek babasının kasidesini Kâbe’den indirmiştir. Müslüman olduktan sonra şiir söylemediği ya da az miktarda sözlediği rivayet edilir. Peygamberimiz, Lebîd’in, “İyi biliniz ki Allah’tan başka her şey bâtıldır, her nimet de şüphesiz zevâle mahkûmdur” beytini takdir ederek, “Hiçbir şairin ağzından bundan daha doğru bir söz çıkmadı” demiştir.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri:

Doğum Yeri ve Tarihi: 550-570 yılları arasında[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Kûfe, 40 veya 41/660 veya 661[1]

Kabrinin Yeri: Benî Ca‘fer b. Kilâb sahrası, Kufe

Harita Konumu:

Eserleri ve Risale-i Nur'da Eserlerinden Alıntılar[değiştir]

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

Meali: Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, Mele-i Âlâdan sana gönderilmiş mektuplardır.

Geçtiği yerler:

İşte her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esma dahi daimî ve sermedî oldukları için daimî bir surette Zat-ı Akdes hesabına tezahür isterler, yani nakışlarını görmek isterler; yani kendi nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini ve in’ikas-ı kemallerini görmek ve göstermek isterler, yani kâinat kitab-ı kebirini ve mevcudatın muhtelif mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek, yani yeniden yeniye manidar yazmak, yani bir tek sahifede ayrı ayrı binler mektubatı yazmak ve her bir mektubu, Zat-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes’in nazar-ı şuhuduna izhar etmekle beraber bütün zîşuurun nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. Bu hakikate işaret eden şu hakikatli şiire bak:

Kitab-ı âlemin yaprakları enva-ı nâma’dud

Huruf ile kelimatı dahi efrad-ı nâmahdud

Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-u hakikatte

Mücessem lafz-ı manidardır âlemde her mevcud.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

(24. Mektup)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Bir zerre, kocaman şemsi tecelli ile yani in’ikas itibarıyla istiab eder, içine alır. Fakat küçücük iki zerreyi bizzat yani hacimleri itibarıyla içine alamaz. Binaenaleyh yağmurun şemsin timsaline ma’kes olan katreleri gibi kâinatın zerrat ve mürekkebatı, ilim ve iradeye müstenid kudret-i nuraniye-i ezeliyenin –tecelli ve in’ikas itibarıyla– lem’alarına mazhar olabilirler. Fakat gözün içindeki bir hüceyre zerresi “âsab, evride, şerayin”de tesirleri görünen bir kudret, şuur ve iradeye menba olamaz. Bu acib sanat, muntazam nakış, ince hikmetin iktizasına göre kâinatın her bir zerresi, her bir mürekkebatı, uluhiyete mahsus muhit ve mutlak sıfatlara menba ve masdar olması lâzım gelir. Veya o sıfatlar ile muttasıf Şems-i Ezelî’nin tecelliyat lem’alarına ma’kes olmaları lâzımdır.

Birinci şıkta kâinatın zerratı adedince muhalat vardır. Binaenaleyh her bir zerre o büyük yükün tahammülünden âciz olduğunu ikrar ile “Mûcid, Hâlık, Rab, Mâlik, Kayyum ancak Allah’tır.” diye şehadetini ilan eder. Ve keza her bir zerre, her bir mürekkebat, muhtelif lisan ve delâletleriyle şu beyti terennüm ediyorlar:

عِبَارَاتُنَا شَتّٰى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلٰى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشٖيرُ

Evet, her bir harf kendi vücuduna bir vecihle delâlet eder. Amma kâtibinin, sâni’inin vücuduna çok vecihlerle delâlet eder. Evet

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا § مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

(Habbe, Mesnevi-i N.)


S: Neden aklıyla herkes göremiyor?

C: Kemal-i zuhurundan ve zıddın ademinden…

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا § مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

Yani “Sahife-i âlemin eb’ad-ı vâsiasında Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan uzanan şu selâsil-i resail, seni a’lâ-yı illiyyîn-i tevhide çıkarsın.”

Şu kitabın heyet-i mecmuasında öyle parlak bir nizam var ki nazzamı güneş gibi içinde tecelli ediyor. Her kelimesi, her harfi birer mu’cize-i kudret olan bu kitab-ı kâinatın telifinde öyle bir i’caz var ki bütün esbab-ı tabiiye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ لَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ diyeceklerdir.

Her bir kelimesi bütün kelimatıyla münasebettardır. Ve her harfi, bâhusus zîhayat bir harfi, bütün cümlelere karşı müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü var olan bu kitabın öyle bir muzaaf iştibak-ı tesanüd-ü nazmı vardır ki bir noktayı yerinde icad etmek için bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Demek sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. Sünuhat’ın dokuzuncu sahifesinde مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sırrına müracaat et.

(Nokta, Mesnevi-i N.)

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kur’an, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin “Muallakat-ı Seb’a” namıyla şöhret-şiar kasidelerini o dereceye indirdi ki Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.”

(7. Şuâ)


Kur’an’ın mutaassıp münekkidi ve mütercimi George Sale diyor ki:

Kur’an, Arapçanın en mükemmel ve pek mevsuk bir eseridir. Müslümanların itikadı vechile bir insan kalemi, bu i’cazkâr eseri vücuda getiremez. Kur’an bizatihî daimî bir mu’cizedir hem öyle bir mu’cize ki ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu ispata kâfidir. Muhammed (asm) bu mu’cizeye istinaden, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şair ve hatiplere meydan okuyan Kur’an, bir âyetine bir nazire istemiş; hiçbir kimse bu tahaddîye karşı gelememişti. Burada yalnız bir misal îrad ederek bütün büyük adamların, Kur’an’ın belâgatına baş eğdiklerini göstermek isterim:

Hazret-i Muhammed’in (asm) zamanında, Arabistan şairlerinin şehriyarı Şair Lebid idi. Lebid, muallakattan birinin nâzımıdır. O zaman putperest olan Lebid; Kur’an’ın belâgatı karşısında lâl kalmış, bu belâgatı en güzel sözlerle ifade etmişti. Kur’an’ın belâgatı karşısında hayran kalan Lebid, Müslümanlığı kabul etmiş, Kur’an’ın ancak bir peygamber lisanından duyulacağını söylemiştir.

Kur’an’ın lisanı beliğ ve hârikulâde seyyaldir. Cenab-ı Hakk’ın şan ve celaletini, azamet sıfatlarını ifade eden âyetlerin ekserisi, müstesna bir güzelliği haizdir. Kur’an’ı bîtarafane tercümeye gayret ettim ise de kārilerim, Kur’an’ın metnini sadakatkârane bir ifadeye muvaffak olamadığımı göreceklerdir. Bu kusuruma rağmen kāriler tercümemde bahis mevzuu ettiğim muhteşem âyetlerin birçoklarını okuyacaklardır.

George Sale

(Ecnebi Feylesofların Kur’an Hakkındaki Beyanatları)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]