Kinin

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

İnorganik kimyada sülfürik asit'in bir tuzu için Sülfat sayfasına gidin

Kinin Amazon'da yetişen bir ağacın kabuğundan elde edilen ve özellikle sıtmaya karşı kullanılan bir maddedir. Acı bir tadı vardır. Bazı içeceklere de katılır. Bir ilaç olarak nasıl işe yaradığı henüz tıbben tam olarak bilinmemektedir. Kininin bir tuzu olan kinin sülfat da bu amaçla kullanıldığından eskiden kinin yerine sülfato veya sulfata kelimeleri de kullanılmıştır. Bediüzzaman talebelerine küçücük sıkıntıları kinin gibi bir acı ilaç bilip sabır ve şükretmek gerektiği dersini verir. Yine kulun rabbisine dua ettiğinde Cenab-ı Hakk'ın kulunun âh ü fîzarını dinleyip işitip cevap verdiğini, her zaman kulun istediğini aynen vermediğini bazen başka surette daha evlasını verdiğini anlatırken doktorun hastasının talebine karşılık ona sıtması için acı kinin ilacını vermesini misal olarak verir.[1]

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Sulfata, sulfato

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: اَلْخَيْرُ فٖى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ sırrıyla, inşâallah mahkememizin tehirinde ve tahliye olan kardeşlerimizin yine mahkeme gününde burada bulunmalarında büyük hayırlar var.

Evet Risale-i Nur’un meselesi, âlem-i İslâm’da hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunduğundan böyle heyecanlı toplamalar ile umumun nazar-ı dikkatini Nur hakikatlerine celbetmek lâzımdır ki ümidimizin ve ihtiyatımızın ve gizlememizin ve muarızların küçültmelerinin fevkinde ve ihtiyarımızın haricinde böyle şaşaa ile Risale-i Nur kendi derslerini dost ve düşmana aşikâren veriyor. En mahrem sırlarını en nâmahremlere çekinmeyerek gösteriyor.

Madem hakikat budur, biz küçücük sıkıntılarımızı kinin gibi bir acı ilaç bilip sabır ve şükretmeliyiz “Yahu bu da geçer.” demeliyiz.

(14. Şua)


Dua-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir. Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahut daha evlâsı verilir.

Mesela, birisi kendine bir erkek evlat ister. Cenab-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evladını veriyor. “Duası kabul olunmadı.” denilmez. “Daha evlâ bir surette kabul edildi.” denilir. Hem bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. “Duası reddedildi.” denilmez, belki “Daha enfa’ bir surette kabul edildi.” denilir. Ve hâkeza…

Madem Cenab-ı Hak Hakîm’dir; biz ondan isteriz, o da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta, bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. “Tabip beni dinlemedi.” denilmez. Belki âh ü fîzarını dinledi, işitti, cevap da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi.

(24. Mektup)


Ey heyet-i hâkime! Risale-i Nur’un hedefi dünya olsaydı veya bir maksad-ı dünyevî, içinde niyet edilseydi yüz yirmi risale içinde, nazarınızda on binler medar-ı tenkit noktalar bulunacaktı. Böyle yüz yirmi bin tatlı meyveler içinde, sizce sulfato gibi acı gelmiş yalnız on beş meyveler bulunmasıyla, o mübarek bahçeyi yasak etmek ve bahçe sahibini mes’ul etmek caiz olabilir mi? Adalet-perver olan vicdanınıza havale ediyorum.

(Eskişehir Hayatı, Tarihçe-i H.)


Bir zaman cerbezeli bir padişah, adalet niyetiyle çok zulüm ediyormuş. Bir muhakkik âlim ona demiş: “Ey hâkim! Sen raiyetine adalet namıyla zulüm ediyorsun. Çünkü tenkitkârane cerbezeli nazarın, zamanen müteferrik kusuratı birden toplar; bir zamanda tasavvur edip sahibini şiddetli bir cezaya çarpıyorsun. Hem bir kavmin müteferrik efradından vücuda gelen kusuratı, o tenkitkâr cerbezeli nazarında topluyorsun. Sonra o perde ile o taifenin her bir ferdine karşı bir nefret, bir hiddet size gelir; haksız olarak onlara vurursun. Evet, senin bir sene zarfında attığın tükürük, bir günde senden çıkmış bulunsa içinde boğulacaksın. Müteferrik zamanda istimal ettiğin sulfato gibi acı ilaçları, bir günde birkaç kişi istimal etse hepsini de öldürebilir. İşte aynen bunun gibi; mehasinin ortalarında bulunmasıyla, ara sıra vuku bulan kusuratı setretmek lâzım gelirken sen, raiyetine karşı kusuratı izale eden mehasini düşünmeden, cerbezeli nazarınla müteferrik kusuratı toplayıp ağır ceza veriyorsun.” İşte o padişah, o muhakkik âlimin ikazatıyla, adalet namına yaptığı zulümden kurtuldu.

(Eskişehir Hayatı, Tarihçe-i H.)


Sonra bir inayet-i İlahiye imdadıma yetişip gafleti dağıttığı bir zamanda, Hazret-i Şeyh’in “Fütuhu’l-Gayb” namındaki kitabı hüsn-ü tesadüfle elime geçmiş. Yirmi Sekizinci Mektup’ta beyan edildiği gibi Hazret-i Şeyh’in himmet ve irşadıyla Eski Said (ra) Yeni Said’e inkılab etmiş. O Fütuhu’l-Gayb’ın tefe’ülünde en evvel şu fıkra çıktı:

اَنْتَ فٖى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبٖيبًا يُدَاوٖى قَلْبَكَ Yani “Ey bîçare! Sen Dârülhikmeti’l-İslâmiyede bir aza olmak cihetiyle güya bir hekimsin, ehl-i İslâm’ın manevî hastalıklarını tedavi ediyorsun. Halbuki en ziyade hasta sensin. Sen evvel kendine tabip ara, şifa bul; sonra başkasının şifasına çalış.”

İşte o vakit, o tefe’ül sırrıyla, maddî hastalığım gibi manevî hastalığımı da kat’iyen anladım. O Şeyhime dedim: “Sen tabibim ol.” Elhak, o tabibim oldu. Fakat pek şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. “Fütuhu’l-Gayb” kitabında “Yâ gulam!” tabir ettiği bir talebesine pek müthiş ameliyat-ı cerrahiye yapıyor. Ben kendimi o gulam yerine vaz’ettim. Fakat pek şiddetli hitap ediyordu. “Eyyühe’l-münafık!” “Ey dinini dünyaya satan riyakâr!” diye diye yarısını ancak okuyabildim. Sonra o risaleyi terk ettim. Bir hafta bakamadım. Fakat ameliyat-ı cerrahiyenin arkasından bir lezzet geldi; iştiyak ile o mübarek eseri acı tiryak gibi veya sulfato gibi içtim. Elhamdülillah kabahatlerimi anladım, yaralarımı hissettim, gurur bir derece kırıldı.

(8. Lema)


Amma bizzarûre hükûmet-i İslâmiyenin hedef-i maksadı olan Meşrutiyet-i meşrû'anın timsalini isterseniz; farzediniz ben bir hekîmim. Şu çadır dahi eczahanedir, içindeyim. Umum köylerde veyahud evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis etmiş, reçetesini yazmış bir müntehap adam yanıma geliyor. Reçetesini ibraz ediyor ki; "Dâ'-ül cehil ile baş ağrısı var" yazılıdır. Ben dahi fen afyonunu ibtida onların lisanlarının zarfında sonra da lisan-ı resmiye ifrağ ederek veriyorum. Bir başkasının reçetesini gösteriyor ki; kalb hastalığı olan za'f-ı diyanet var. Ben de fünûnu, maarif-i İslâmiye ile meczedererek bir macun yapıyorum, müderrislerin ellerine veriyorum, gönderiyorum. Diğerinde da'-ül husûmet ile ihtilâl sıtması var. Ben de fikr-i milliyeti uyandırarak, ışıklandırarak, tiryak misal adalet ve muhabbeti o nur ile mezcettirerek sulfato misal bir ilaç veriyorum. İşte böyle bir hekîmdir ki, vatan hastahanesinde bîçare etfali helaktan halas eder.

(Münazarat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]