Hüma

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(Huma Kuşu sayfasından yönlendirildi)

Cennet Kuşu ile ilgili tüm maddeler için Cennet Kuşu (Tavzih) sayfasına gidin

Hüma Kuşu Doğu kültüründe ve divan şiirinde üstün özellikleriyle yer alan, Kafdağı’nda ve dâimî karlar bölgesinde yaşadığı kabul edilen, boz renkli, kanatları zümrüt yeşili, gölgesinin bir kimsenin üzerine düşmesi o kimsenin başına devlet kuşu konacağına alâmet sayılan, çok büyük, yırtıcı bir efsanevî kuştur. Yaşadığı mekân aklın alamayacağı, gözün göremeyeceği kadar yükseklerde ve sınırsız bir genişlikte tasavvur edilmiştir. Görünmeyecek şekilde çok yükseklerde dinlenmeksizin sürekli uçar ve asla yere değmez. Çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılır. Bazı Türk lehçelerinde Umay kuşu olarak geçer. Aynı kökten gelen "hümayun" ise kutlu, saâdetli manasında Pâdişâha âit sıfatı olarak kullanılır.[1][2]

Bediüzzaman 19. Mektup'ta Peygamberimiz için "Cennetin Tayr-ı Hümayunu" ifadesi kullanır. Kur'an'ın gönderilmesiyle ekser insanların küfre girmesinin rahmete aykırı olmaması izah edilirken verilen hüma kuşu misalinde kuşun üzerine yattığı yüz yumurtadan sekseninin bozulması ama yirmisinden yavru çıkmasının istenmeyen bir durum olmadığı kemiyetin (sayı çokluğunun) keyfiyete (kalite) göre öneminin olmadığına delil olarak verilir.

Diğer İsimleri[değiştir]

Devlet Kuşu, Saadet Kuşu, Talih Kuşu, Uğur Kuşu, Mutluluk Kuşu

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Peygamberimizin Şahsiyet-i Maneviyesini Anlamak için Verilen Misal[değiştir]

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ahval ve evsafı, siyer ve tarih suretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsaf ve ahval-i galibi, beşeriyetine bakar. Halbuki o Zat-ı Mübarek’in şahs-ı manevîsi ve mahiyet-i kudsiyesi o derece yüksek ve nuranidir ki siyer ve tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor, o yüksek kıymete muvafık düşmüyor.

Çünkü اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca her gün, hattâ şimdi de bütün ümmetinin ibadetleri kadar bir azîm ibadet sahife-i kemalâtına ilâve oluyor. Nihayetsiz rahmet-i İlahiyeye, nihayetsiz bir surette, nihayetsiz bir istidat ile mazhar olduğu gibi her gün hadsiz ümmetinin hadsiz duasına mazhar oluyor. Ve şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı kâinat’ın tercümanı ve sevgilisi olan o Zat-ı Mübarek’in tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemalâtı, siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve etvara sığışmaz.

Mesela Hazret-i Cebrail ve Mikâil, iki muhafız yaver hükmünde Gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir Zat-ı Mübarek; çarşı içinde, bedevî bir Arapla at mübayaasında münazaa etmek, bir tek şahit olan Huzeyme’yi şahit göstermekle görünen etvarı içinde sığışmaz.

İşte yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsaf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nurani şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer. Şu sırrı izah için şu temsili dinle:

Mesela, bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür. Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir. Şimdi o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da o çekirdek ve yumurtanın âdi küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten, büyük ve âlî sıfatları ve keyfiyetleri var.

Şimdi o çekirdek ve o yumurtanın evsafını, ağaç ve kuşun evsafıyla rabtedip bahsetmekte lâzım gelir ki her vakit akl-ı beşer, başını çekirdekten ağaca kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin. Tâ işittiği evsafı onun aklı kabul edebilsin. Yoksa “Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım.” ve “Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır.” dese tekzip ve inkâra sapacak.

İşte bunun gibi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın beşeriyeti; o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise Şecere-i Tûba gibi ve cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir.

Onun için çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zatı düşündüğü vakit, Refref’e binip Cebrail’i arkada bırakıp Kab-ı Kavseyn’e koşup giden Zat-ı Nuranisine, hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmaresi inanmayacak.

(19. Mektup)


اِعْلَمْ Ey aziz kardeşim bil ki! Nasıl ki birisi görse ki, bir yumurtanın kabuğu yarılıp inkişa' ederek bir Hümâ kuşunun (devlet kuşu) civcivi ondan çıktı. Ve o civciv, büyüyüp tekemmül ederek bir kuş oldu. Ve cevv-i asumanda tayarana başladı. Bunları gördükten sonra o adam, feza-yı âlemde tayaran eden o kuşun kemalâtını işittiğinde, gidip o kuru kabuklar içerisinde, işittiği o kemalâtı taharri ederse, elbette onun nefsi ya mugalataya veya tekzibe sapmış olması lâzımdır.

Ve keza bir adam baksa ki; bir çekirdeğin iki falkası (kapağı) açıldı ve bir ağaç ondan inkişaf etti. Hem o ağaç gittikçe tekemmül ederek semeredar bir vaziyete geldi. Ve cevv-i semada dal, budak açarak yayıldı. Sonra o adam ağacın azametine ve semereleri ve çiçeklerinin vaziyetine dair kulağına gelen tavsifatı, eğer toprak içinde terkedilen o kabuklar içerisinde araştırırsa; elbette ya belahete düşmüş veya inkâra sapmış olması lazımdır.

Aynen bunun gibi; Peygamberimiz'in (A.S.M.) mebadi-i zuhuruna dair tarihlerin naklettiği evsafın suretine maddî ve sathî ve surî bir nazarla bakan bir adam, elbette mahiyet-i nebeviyenin derki ve kıymetinin takdiri ve şahsiyet-i maneviyesinin marifeti ona müyesser olamaz. Belki tevarih ve siyerin naklettikleri evsafa, ince bir kışır nazarıyla bakması lâzımdır ki; o kışır ve kabuk, feza-yı melekûtta kamer gibi cevelan eden bir kumrunun üstünden inşikak etmiş olduğunu bilsin.

(Habab, Mesnevi N. (Badıllı))

Şeriatın Rahmet Olması Meselesinin İzahında Verilen Hüma Misali[değiştir]

Bundan da mülzem oldu.. O şeytan döndü, dedi: "Dersiniz; Kur'ân beşere rahmet.. Halbuki ekseriyet, elim zahmete düştü, sebeb küfür ile küfran."

Yine o insan dedi: "Zeminde yüz çekirdek, ma' ve ziya gelmezse, sağlam kalıyor fakat, çekirdek kıymeti de beş para.. Eğer şems ve asuman,

Mâ ve ziya verirse; sekseni su-i mizaçları için eğer çürüse, yirmisi her biri bir şecer-i meyvadar, bir ağac-ı sayedar. Ger verilse bir lisan,

Her çekirdek diyecek: Ey ab-ı hayatımız, ey ziya-ı ruhumuz, siz mahza rahmetsiniz, pek şefkatli bir elden bize süzülmüşsünüz.. Sizi bize gönderen o Rahim, hem Rahman."

Yahut mehd-i zeminde, yüz yumurta bulunur, fakat "Hüma" tayrının.. Eğer tayr oturmazsa, onlar sağlam kalır. Fakat birer âdi yumurta; ne kıymetdar, ne mizan.

O kuş eğer otursa, şefkatli harareti onlara da verirse; çendan seksen bozulsa, lâkin yirmisi herbiri birer piliç çıkacak, o nev'e gelse lisan;

Mutlak böyle diyecek: "Ey şefkatli valide, ey hürmetli mürebbî! Sen bir latif rahmetsin" diyecek, ayağına kapanıp şükran ile öpecek. O "Hüma"-misal Hüda-yı Kur'ân.

Kaçtı o şeytan, dedi: "Seninle işim yoktur... Korkarım senden, beni yolumdan şaşırtırsın, ey insan-ı bîeman."

(Lemeat, Asar-ı Bediiyye)

Padişah İçin Kullanılan Hümayun Kelimesi[değiştir]

Evet nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şaşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki hususi ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne mazhar eder.

Öyle de ezel ve ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal’i; o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur’an-ı Hakîm’i ramazan-ı şerifte inzal eylemiş. Elbette o ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşâgilden insanları çekmek için oruca emredilecek.

(29. Mektup)

Mecazi Kullanım[değiştir]

Said Nur’a

...

Biz aldık nur hidayette

Hüdasından Said Nur’un

Bed olduk biz ve nîk olduk

Saadette şerik olduk

Emir olduk, melik olduk

Hümasından Said Nur’un

Hâfız Ali (Avrupa’da Bulunan Mühim Bir Âlim)

(Konferans)


HAZRET-İ ÜSTADA

Ne cevlândır, senin şahâ bu kevn içre kamer-vârî,

Menâzil-i melekûtta; ne teyrandır Hûma-vâri,

...

Abdülkadir Badıllı

(Mesnevi N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]