Bakara 25

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
16.25, 28 Ekim 2023 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 39358 numaralı sürüm

Önceki Ayet: Bakara 24Bakara SuresiBakara 26: Sonraki Ayet

Meali: 25- İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.

{Bu âyette, dünyada müslüman olup güzel işler yapan ve gerçekten mümin olarak ahirete göçen kimselerin alacakları mükâfatlar anlatılmış, orada cennetliklere verilen nimetlerin dünyadakilere benzediğine işaret edilmiştir. Ancak, ahiret nimetlerinin dünyadakilerle aynı olduğu düşünülmemelidir. Nitekim, Buhârî'nin "Bedü'l-halk" bahsinde rivayet ettiği bir hadiste "Cennet ehline gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerden bile geçmeyen nimetler verilir" denilmiştir.}

Kur'an'daki Yeri: 1. Cüz, 4. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Şu söz, cennete dairdir.

Şu Söz’ün iki makamı var. Birinci Makam, cennetin bazı letaifine işaret eder. Fakat Onuncu Söz’de on iki hakikat-i kātıa ile gayet kat’î bir surette ve bu Söz’ün İkinci Makamı’nda Onuncu Söz’ün hülâsası ve esası, müteselsil gayet metin Arabî bir bürhan-ı kat’î ile gayet parlak bir tarzda vücudu ispat olunan cennetin ispat-ı vücudundan bahis değil belki şu makamda yalnız sual ve cevaba ve tenkide medar olan birkaç ahval-i cennetten bahseder. Eğer tevfik-i İlahî refik olsa sonra azîm bir söz, o muazzam hakikate dair yazılacaktır, inşâallah.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَ اُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَ لَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ

Cennet-i bâkiyeye dair bazı suallere kısa cevaplardır.

Cennete dair, cennetten daha güzel, hurilerinden daha latîf, selsebilinden daha tatlı olan beyanat-ı âyât-ı Kur’aniye kimseye söz bırakmamıştır ki fazla bir şey söylensin. Fakat o parlak, ezelî ve ebedî, yüksek ve güzel âyetleri fehme takrib için bazı basamakları hem o cennet-i Kur’aniyeden numune için bazı çiçeklerin numunesi nevinden bazı nükteleri söyleyeceğiz. Beş rumuzlu sual ve cevapla işaret edeceğiz. Evet, cennet bütün lezaiz-i maneviyeye medar olduğu gibi bütün lezaiz-i cismaniyeye de medardır.

(28. Söz)


İşte baştan buraya kadar beyanatımız, ism-i Hakîm’den istimdad ve feyz-i Kur’an’dan istifade suretinde kalbi kabule, nefsi teslime, aklı iknaya ihzar için dört esas söyledik. Fakat biz neyiz ki buna dair söz söyleyeceğiz. Asıl şu dünyanın sahibi, şu kâinatın Hâlık’ı, şu mevcudatın Mâlik’i ne söylüyor; onu dinlemeliyiz. Mülk sahibi söz söylerken başkalarının ne haddi var ki fuzuliyane karışsın.

İşte o Sâni’-i Hakîm, dünya mescidinde ve arz mektebinde, asırlar arkasında oturan taifelerin umum saflarına hitaben îrad ettiği hutbe-i ezeliyesinde, kâinatı zelzeleye veren

اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا

وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَا

وَ قَالَ الْاِنْسَانُ مَالَهَا

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا

بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتًا لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْ

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ

وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

ve bütün mahlukatı neşelendiren, şevke getiren

وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ

gibi binler fermanları, Mâlikü’l-mülk’ten, Sahib-i Dünya ve Âhiret’ten dinlemeliyiz. “Âmennâ ve Saddaknâ” demeliyiz.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى سَيِّدِنَا اِبْرَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا اِبْرَاهٖيمَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ

(29. Söz)


Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvakına baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri; yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner. Ve şöhret-perestlerin bir gaye-i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi altında sakîl bir riya, soğuk bir hodfüruşluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden anladım ki beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.

Yine tam uyanmak için Kur’an’ın semavî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camii’ndeki hâfızları dinlemeye başladım. O vakit o semavî dersten وَ بَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا … اِلٰى اٰخِرِ nevinden kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur’an’dan aldığım feyiz ile hariçten teselli aramak değil belki dehşet ve vahşet ve meyusiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun ki ayn-ı dert içinde dermanı buldum, ayn-ı zulmet içinde nuru buldum, ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum.

En evvel herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’an ile gördüm ki ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de fakat mü’min için asıl siması nuranidir, güzeldir gördüm. Ve çok risalelerde bu hakikati kat’î bir surette ispat etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektup gibi çok risalelerde izah ettiğimiz gibi ölüm; idam değil, firak değil belki hayat-ı ebediyenin mukaddimesidir, mebdeidir ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkeza bunlar gibi hakikatler ile ölümün hakiki güzel simasını gördüm. Korkarak değil belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarîkatça rabıta-i mevtin bir sırrını anladım.

(26. Lem'a)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünya, âlem-i âhirete bir fihriste hükmündedir. Bu fihristede âlem-i âhiretin mühim meselelerine olan işaretlerden biri, cismanî olan rızıklardaki lezzetlerdir. Bu fâni, rezil, zelil dünyada bu kadar nimetleri ihsas ve ifaza etmek için insanın vücudunda yaratılan havass, hissiyat, cihazat, aza gibi âlât ve edevatından anlaşılır ki âlem-i âhirette de تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ kasırların altında, ebediyete lâyık cismanî ziyafetler olacaktır.

(Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)


Sual: Îcaz ile i’caz sıfatlarını hâvi Kur’an-ı Azîmüşşan’da بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ ve فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا…الخ ve وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ…الخ gibi pek çok âyetler tekerrür etmektedir. Halbuki bu tekrarlar belâgata münafîdir, usanç veriyor?

Cevap: Ey arkadaş! Her parlayan şey, yakıcı ateş değildir. Evet, tekrar ve tekerrür bazen usanç veriyor fakat umumî değildir. Her yere, her kelâma ve her kitaba şâmil değildir. Usanç verici addedilen pek çok zahirî tekrarlar, belâgatça istihsan ve takdir edilmektedir.

Evet, insanın yediği yemekler; biri gıda diğeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki kısımdır. Birinci kısım tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat kat teşekkürlere sebep olur. İkinci kısmın tekerrüründe usanç, teceddüdünde lezzet vardır.

Kezalik kelâmlar da iki kısımdır. Bir kısmı ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlerdir ki tekerrür ettikçe güneşin ziyası gibi ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabîlinden iştihayı açan kısımda tekerrür makbul değildir, istihsan edilmez.

Buna binaen Kur’an, heyet-i mecmuasıyla kalplere kut ve kuvvet olup tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verdiği gibi; Kur’an’ın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır ki o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar. هُوَ الْمِسْكُ مَا كَرَّرْتَهُ يَتَضَوَّعُ

Ezcümle: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ gibi âyetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iştihaları açar; misk gibi karıştırıldıkça kokar. Demek tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür değildir. Ancak وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا kabîlinden, o ayrı ayrı hikmetleri, nükteleri, gayeleri ifade eden tekrarlı kelâmlar yalnız ibarece, lafızca birbirine benzedikleri için tekrar zannedilir.

Hattâ kıssa-i Musa çok meziyetleri ve hikmetleri müştemildir. Her makamda o makama münasip bir vecihle zikredilmesi, ayn-ı belâgattır. Evet Kur’an-ı Azîmüşşan, o kıssa-i meşhureyi, gümüş iken yed-i beyzasına alarak altın şekline ifrağıyla öyle bir nakş-ı belâgata mazhar etmiştir ki bütün ehl-i belâgat, onun belâgatına hayran olmuşlar, secdeye varmışlardır.

Ve keza teyemmün, teberrük ve istiane gibi çok vecihleri hâvi; ve tevhid, tenzih, sena, celal ve cemal ve ihsan gibi çok makamları tazammun; ve tevhid ve nübüvvet, haşir ve adalet gibi makasıd-ı erbaaya işaret eden Besmele, zikredilen yerlerin her birisinde bu vecihlerden, bu makamlardan biri itibarıyla zikredilmiş ve edilmektedir.

Maahâzâ hangi surede tekerrür varsa o surenin ruhuyla münasip olan bir vecih bizzat kasdedilmekle, öteki vecihlerin istitradî ve tebeî zikirleri, belâgata münafî değildir.

(Bakara 1.-3., İşarat-ül İ'caz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]