On Altıncı Söz
Önceki Risale: On Beşinci Söz ← Sözler → On Yedinci Söz: Sonraki Risale
Bu risaleyi okumak için On Altıncı Söz okuma sayfasına ve Kur'an hattı ile okumak için On Altıncı Söz (Kur'an Hattı) sayfasına gidin
On Altıncı Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği risalelerdendir ve Sözler kitabının 16. risalesidir. Cenab-ı Allah'ın tek olmakla birlikte her yerde icraatta bulunması, mekandan münezzeh olmakla birlikte her yerde olması, her şeyin O'na çok uzak olmasıyla birlikte O'nun her şeye çok yakın olması, bütün kâinatı bir tek mevcud gibi icad ve tedbir etmesi, aynı anda her yerde kudret ve ilmiyle tasarruf etmesi, Allah'ın bazı icadının birden, bazı icadının ince bir sanatla tedrici olması gibi iman hakikatlarının tılsımları misaller yardımıyla keşfedip aklı inkârdan ve tereddütlerden kurtaran bir risaledir. Ayrıca namazdaki ve hacdaki ubudiyet sırlarını ve Allah'ın adetullah kanunlarını ve bunlarda istisnalarda bulunduğunu ders verir.
Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti
- Bir tek zat-ı müşahhas, muhtelif âyineler vasıtasıyla külliyet kesbeder. Bir cüz’î-yi hakiki iken şuunat-ı kesîreye mâlik bir küllî hükmüne geçer.
- Bir zat nuraniyet sırrıyla, bir dakikada binler yerde bulunup milyonlar adamlarla görüşebilir.
- Her adam hacda bir derece veliler gibi Cenab-ı Hakk’ı رَبُّ الْاَرَضِ وَ رَبُّ الْعَالَمٖينَ (Yer yüzünün ve alemleri rabbi) unvanı ile tanımaya başlar
- Risale-i Nur'da iman hakikatlarının yüzlerde tılsımı izah edilerek aklı inkârdan ve tereddütlerden kurtarmıştır. Buna bir örnek On Altıncı Söz'dür.
İsimleri, Telifi, Neşri ve Basımıyla İlgili Bilgiler
Diğer İsimleri:
Telif Dili: Türkçe
Telifiyle İlgili Bilgiler: 16. Söz'ün de içinde olduğu Sözler 1927-1929 yılları arasında Barla'da telif edilmiştir.[1]
Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler: Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Latin harfleriyle basılan Sözler kitabının içinde yer almıştır.
İçeriği:
- Şua: Allah'ın tek olmakla birlikte her yerde icraatta bulunması, mekandan münezzeh olmakla birlikte her yerde olması ve temessülün çeşitleri
- Şua: Allah'ın bazı icadının birden, bazı icadının ince bir sanatla tedrici olması
- Şua: Her şeyin O'na çok uzak olmasıyla birlikte O'nun her şeye çok yakın olması
- Şua: Namazdaki ve hacdaki ubudiyet sırları
- Zeyli: Allah'ın adetullah kanunları ve bunlarda istisnalarda bulunması
Uzunluğu: 9 büyük boy sayfa
Ekleri:
Bu Risaledeki Tevafuklar:
Bu Risaleye Gaybi İşaretler:
Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
Bu Risalenin Telifi ve Adı Hakkındaki Bahisler
Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler
Bu Risaleye Atıflar
Hem nasıl ki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi öyle de nurani bir zat, bir anda çok yerlerde aynen bulunması –On Altıncı Söz’de ispat edildiği gibi– mesela, Hazret-i Cebrail aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem arşta hem huzur-u Nebevîde hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması hem Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rüyada bazen bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalp, ruh, hayal cihetiyle bir anda pek çok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan…
Elbette nurani, kayıtsız, geniş ve ebedî olan cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal süratinde olan ehl-i cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde bulunup yüz bin hurilerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak; o ebedî cennete, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık’ın (asm) haber verdiği gibi hak ve hakikattir. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatler tartılmaz.
(28. Söz)
Hem mesela bir nefer, kumandan-ı a’zamın şahs-ı manevîsinden çok uzaktır. O nefer, kumandanını onbaşılıkta gördüğü küçük bir numune ile gayet uzak bir mesafede, manevî çok perdeler arkasında ona bakar. Hakiki onun şahs-ı manevîsiyle kurbiyet ise mülazımlık, yüzbaşılık, binbaşılık gibi çok meratib-i külliyeden geçmek lâzım geliyor. Halbuki kumandan-ı a’zam; emriyle, kanunuyla, nazarıyla, hükmüyle, ilmiyle –sureten olduğu gibi manen de kumandan ise– bizzat zatıyla o neferin yanında bulunur, görür. Şu hakikat On Altıncı Söz’de gayet kat’î bir surette ispat edildiğinden ona iktifaen burada kısa kesiyoruz.
(31. Söz)
Birinci Temsil: Şöyle ki On Altıncı Söz’de ispat edildiği gibi bir tek zat-ı müşahhas, muhtelif âyineler vasıtasıyla külliyet kesbeder. Bir cüz’î-yi hakiki iken şuunat-ı kesîreye mâlik bir küllî hükmüne geçer.
…
On Altıncı Söz’de ispat ve izah edildiği gibi deriz ki madem güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnular ve şu çınar ağacının manevî nuru, ruhu hükmünde olan ukde-i hayatiyesi ve merkez-i tasarrufu olan emrî kanunlar ve iradevî cilveler, nuraniyet sırrıyla bir yerde iken ve bir tek müşahhas cüz’î oldukları halde, pek çok yerlerde ve pek çok işlerde bilmüşahede bulunabilirler. Ve madde ile mukayyed bir cüz’î oldukları halde, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Ve bir anda bir cüz-i ihtiyarî ile pek çok muhtelif işleri bilmüşahede kesbederler. Sen de görüyorsun ve inkâr edemezsin.
(32. Söz)
Hem sırr-ı ehadiyet ile şeriksiz vahdet-i rububiyeti hem nihayetsiz kurbiyet-i İlahiye ile nihayetsiz bu’diyetimiz olan hayret-engiz hakikatleri kemal-i vuzuh ile On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi olduğunu ve haşr-i a’zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hilkat-i kâinatta müdahalesi imtina derecesinde akıldan uzak olduğunu kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektup’taki وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ kelimesi beyanında ve üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
Beş altı suali tazammun eden birinci sualinizde: “Meydan-ı haşre cem’ ve keyfiyet nasıl ve üryan mı olacak? Ve dostlarla görüşmek için ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla bir tek zat nasıl görüşecek? Ehl-i cennet ve cehennemin libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?” diyorsunuz.
…
Sâlisen: Görüşmek ise On Altıncı Söz’de ve Otuz Bir ve Otuz İki’de kat’iyen ispat edilmiştir ki bir zat nuraniyet sırrıyla, bir dakikada binler yerde bulunup milyonlar adamlarla görüşebilir.
Evet, nasıl ki Dokuzuncu Söz’de, bu kelime iki arkadaşıyla bütün ibadatın fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrar ile namazın manasını takviye için سُبْحَانَ اللّٰهِ ۞ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ۞ اَللّٰهُ اَكْبَرُ üç muazzam hakikatlere ve insanın kâinatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran ve medar-ı azamet ve kibriya, acib ve güzel ve büyük, pek çok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş’et eden suallerine pek kuvvetli cevap verdiği gibi On Altıncı Söz’ün âhirinde izah edilen şu:
Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzur-u padişaha girer; sair vakitte zabitinin makamı ile onu tanır. Aynen öyle de her adam hacda bir derece veliler gibi Cenab-ı Hakk’ı رَبُّ الْاَرَضِ وَ رَبُّ الْعَالَمٖينَ unvanı ile tanımaya başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça ruhunu istila eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine اَللّٰهُ اَكْبَرُ tekrarıyla umumuna cevap verdiği misillü; On Üçüncü Lem’a’nın âhirinde izahı bulunan ki şeytanların en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat’î veren yine اَللّٰهُ اَكْبَرُ olduğu gibi bizim âhiret hakkındaki sualimize de kısa fakat kuvvetli cevap verdiği misillü اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi dahi haşri ihtar edip ister.
(11. Şua)
Amma sarahat-i Kur’aniyeyle, veraset-i nübüvvetin evliya-i azîmesi ve ehl-i sahv olan asfiyanın gördükleri mertebe-i uzma-yı tevhid ise hem çok yüksektir hem rububiyet ve hallakıyet-i İlahiyenin mertebe-i uzmasını hem bütün esma-i İlahiyenin hakiki olduklarını ifade ediyor. Ve esasatını muhafaza edip ve ahkâm-ı rububiyetin muvazenesini bozmuyor.
Çünkü derler ki: Cenab-ı Hak ehadiyet-i zatiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, her şey bütün şuunatıyla doğrudan doğruya ilmiyle ihata ve teşhis edilmiş ve iradesiyle tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle ispat ve icad edilmiştir. Bütün kâinatı bir tek mevcud gibi icad ve tedbir ediyor. Bir çiçeği kolaylıkla halk ettiği gibi koca baharı o suhuletle halk eder. Bir şey, bir şeye mani olmaz. Teveccühünde tecezzi yok, aynı anda her yerde kudret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. Tasarrufunda tevzi ve inkısam yok. On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Söz’ün İkinci Mevkıf’ının İkinci Maksad’ında bu sır tamamıyla izah ve ispat edilmiştir.
Evet, bu dehşetli kâinatın fırtınaları ve zeval ve tahribatları içinde ve bu boşluk nihayetsiz fezada her şey ile alâkadar olan insan için hakiki teselliyi ve istinad ve istimdad noktalarını yalnız Kur’an veriyor. En ziyade o teselliye muhtaç bu zamandır. Bu asırda en ziyade kuvvetli bir surette o teselliyi ispat eden, gösteren Risale-i Nur’dur. Çünkü zulümat ve evhamın menbaı olan tabiatı, o delmiş geçmiş, hakikat nuruna girmiş. On Altıncı Söz gibi ekser parçalarında, hakaik-i imaniyenin yüzer tılsımlarını keşif ve izah edip aklı inkârdan ve tereddütlerden kurtarmış.
Bu Risaledeki Tevafuklar
Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler
Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım
اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
فَسُبْحَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
âyetlerinin mealindeki çok âyâtın ifade ettiği: “Ehadiyet-i zatiyesi ile külliyet-i ef’al ve vahdet-i şahsiyesiyle muînsiz umumiyet-i rububiyet ve ferdaniyetiyle şeriksiz şümul-ü tasarrufat ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması ve nihayetsiz ulviyetiyle her şeye yakın olması ve bir tek zat-ı ehadî olmakla her şeyi bizzat elinde tutmak” olan hakaik-i âliye-i Kur’aniyenin dört şuâ namıyla gayet mühim bir sırrını tefsir ediyor. Ve o hakaiki müstakim akıllara ve selim kalplere teslim ettiriyor.
Diğer Bahisler
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler
Bu Risaledeki Temsiller/Misaller
Bir tek zat, muhtelif meraya vasıtasıyla külliyet kesbeder. Cüz’î-yi hakiki iken umumî şuunata mâlik bir küllî hükmüne geçer. Mesela, şems bir cüz’î-yi müşahhas iken eşya-yı şeffafe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneşin harareti ve ziyası ve ziyanın içinde olan yedi renkli elvan-ı seb’ası, her birisi mukabilindeki eşyaya muhit, âmm ve şâmil oldukları halde; her bir şeffaf şey dahi güneşin timsaliyle beraber harareti hem ziyayı hem elvan-ı seb’ayı göz bebeğinde saklıyor. Ve safi kalbini ona bir taht yapıyor. Demek şems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eşyaya muhit olduğu gibi ehadiyet cihetiyle her bir şeyde güneş çok vasıflarıyla beraber bir nevi cilve-i zatıyla bulunur.
Mesela, şems dünyaya girdi. Her bir âyinede aksini gösterdi. O akislerin her birinde, güneşin hâssaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb’a bulunuyor. Eğer faraza güneş zîşuur olsa idi, harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvan-ı seb’ası sıfât-ı seb’ası olsa idi; o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda her bir âyinede bulunur, her birisini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mani olmazdı. Her birimizle âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken o bize bizden daha yakın olurdu.
Evet, nasıl güneş kayıtsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla sana, senin göz bebeğinden daha yakın olduğu halde sen mukayyed olduğun için ondan gayet uzaksın. Ona yanaşmak için çok kayıtlardan tecerrüd etmek, çok meratib-i külliyeden geçmek lâzım gelir. Âdeta manen yer kadar büyüyüp, kamer kadar yükselip sonra doğrudan doğruya güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin.
Mesela, nasıl ki terzi gibi bir sanatçı; birçok külfetler, maharetlerle musanna bir şeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini külfetsiz çabuk yapabilir. Hattâ bazen öyle bir derece suhulet peyda eder ki güya emreder, yapılır ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder, saat gibi güya bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.
Nasıl ki güneş, kayıtsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan göz bebeğinden daha yakın olduğu halde; sen, mukayyed ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecellileriyle görüşebilirsin ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şuâlarına ve mazharlarına yanaşabilirsin. Eğer, güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzat doğrudan doğruya güneşin zatı ile görüşmek istersen o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzım gelir. Âdeta sen, manen tecerrüd cihetiyle küre-i arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp bir derece yanaşmak dava edebilirsin.
Bir padişahın çok isimleri içinde “kumandan” ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, tâ yüzbaşı tâ onbaşıya kadar geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardır. Şimdi bir nefer, hizmet-i askeriyesinde onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı a’zamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o unvan ile görüşmek istese onbaşılıktan tâ serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir. Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah, evliya-i ebdaliyeden nurani olsa bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mani olup hâil olamaz. Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicablar fâsıldır. Fakat bazen merhamet eder, hilaf-ı âdet bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder.
Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur.
Bu Risalede Geçen Ayetler
Bkz. 16. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
Bu Risalede Geçen Hadisler
- Risalede Nasıl Geçtiği: Cebrail (A.S.) bir anda hem huzur-u Nebevide, hem huzur-u İlahide, hem bin yıldızda bulunduğu...
Kaynağı: Sahih-i Buharı 1/140; Sahih-i Müslim 1/190; İhya-u Ulum-id Din 1/101
Kaynaklarda geçen şekli: Birçok hadiste Cebrail'in (A.S.) Dıhye (RA.) suretinde Peygamber'in yanında görüldüğü gibi hadiseleri anlatılır. - Risalede Nasıl Geçtiği: Cenab-ı Hak, yetmiş bin hicab arkasındadır.
Kaynağı: Sahih-i Müslim hadis no: 291 ve 294
Kaynaklarda geçen şekli: Allah ile mahlukat arasında, nurdan yetmişbin hicab vardır.
Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı
- Alîm
- Basîr
- Celil-i pür-kemal
- Celil-i Zülcemal
- Cemil-i bîmisal
- Cemil-i Zülkemal
- Cenab-ı Hak
- Cenab-ı Mün’im-i Muhyî
- Ehadiyet
- Ferdaniyet
- Hakîm
- Hakk
- Hâlık
- Kadîr
- Kadîr-i Alîm
- Kadîr-i Mutlak
- Kadîr-i Mutlak
- Mabud-u Cemil-i Zülcelal
- Mûcid-i külli mevcud
- Müsebbibü’l-esbab
- Nakkaş-ı Alîm
- Nakkaş-ı Ezelî
- Nur
- Rab
- Rabb-i Azîm
- Rahîm
- Rahman
- Rububiyet
- Sâni’-i Hakîm
- Sultan-ı ezel ve ebed
- Şems-i sermed
- Vâcibü’l-vücud
- Vahdet-i şahsiye
- Zat-ı Akdes
- Zat-ı Celil-i Zülcemal
- Zat-ı İlahiye
- Zat-ı Zülcelal
- رَبُّ الْاَرَضِ وَ رَبُّ الْعَالَمٖينَ
Meali: Yer yüzünün ve alemleri rabbi
Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Hazret-i Peygamber
- Nebi
Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Kur’an
- Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan
Bu Risalede Geçen Salavatlar
- وَصَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى رَسُولِكَ الْاَكْرَمِ مَظْهَرِ اِسْمِكَ الْاَعْظَمِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَصْحَابِهٖ وَ اِخْوَانِهٖ وَ اَتْبَاعِهٖ اٰمٖينَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمٖينَ
Meali: İsm-i Âzamının mazharı olan Resul-i Ekremine, âl ve ashabına, ihvânına ve Ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun. Âmin, ey Erhamürrâhimîn.
Bu Risalede Geçen Dualar
- رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا
Meali: Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme. - رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
Meali: Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.
Bu Risalede Geçen Zikirler
Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler
Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler
Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler
- Hakîm akıl kabul etmeyen şeyleri akla yüklemez
Aslı: Hakîm ise akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez - Temsil, i’caz-ı Kur’an’ın en parlak bir âynasıdır.
Aslı: Temsil, i’caz-ı Kur’an’ın en parlak bir âyinesi olduğundan - Kesif, maddî şeylerin aynadaki yansımaları o şeyin başkasıdır
Aslı: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil - Maddi nuranilerin aynadaki yansımaları aynısı da başkası da değildir.
Aslı: Maddî nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil fakat gayr da değil. - Nurani ruhların aynadaki yansımaları hem aynısıdır hem de canlıdır
Aslı: Nurani ruhların aksidir. Şu akis hem haydır hem ayndır. - Adetullah kudret ve iradeyi içerir
Aslı: Emr-i tekvinîsi, kudret ve iradeyi tazammun ettiğini - Allah her şeye çok yakındır ama her şey O'ndan çok uzaktır
Aslı: Zat-ı Zülcelal, her şeye her şeyden daha ziyade yakın olduğu halde, her şey ondan nihayetsiz uzaktır. - Namazdaki her bir Allahu Ekber güya bir miraç basamağına karşılık gelir
Aslı: Güya her bir “Allahu ekber” bir basamak-ı mi’raciyeyi kat’ına işarettir. - Hacc-ı şerif bi’l-asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir.
- Ağaçlar sebepsiz bir sene meyve verir bir sene vermez
Aslı: Ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir, yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir. Öbür sene, bütün esbab-ı zahiriye hazırken meyveyi alıp vermiyor. - En yüksek varlık mertebesi hayat ve rahmettir
Aslı: Çünkü vücudda en mühim mevki, hayat ve rahmetindir. - Allah adetullah kanunlarıyla kudret ve hikmetini, kanunlardaki istisnalarıyla iradesini gösterir.
Aslı: Kadîr-i Alîm ve Sâni’-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şüzuzat-ı kanuniye ile âdetinin hârikalarıyla, tagayyürat-ı suriye ile teşahhusatın ihtilafatıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve her şey, her anda her şe’nde her şeyinde ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu i’lam etmekle gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü’l-esbab’a çevirir. Kur’an’ın beyanatı şu esasa bakıyor.
Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler
Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler
- Acaba, maddeden mücerred ve muallâ ve tahdid-i kayıt ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra ve şu umum envar ve bütün nuraniyat onun envar-ı kudsiye-i esmasının bir kesif zılali ve umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal, nim-şeffaf bir âyine-i cemali ve sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir Zat-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahsiyet külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?
Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar
- İmam-ı Rabbani: Akla vâzıh, kalbe nurani olacak temsil yolunu ihtiyar ile İmam-ı Rabbanî (ra) gibi deriz: نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ § غُلَامِ شَمْسَمْ اَزْ شَمْسْ مٖى گُويَمْ خَبَرْ
Meali: Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hâdimiyim ki, size ondan haber getiriyorum." (el-Mektûbât 1:124 (130. Mektup)) - Cebrail (as): Mesela, Hazret-i Cebrail aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u İlahîde haşmetli kanatlarıyla arş-ı a’zamın önünde secdeye gider.
- Dıhyet-ül Kelbi: Mesela, Hazret-i Cebrail aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u İlahîde haşmetli kanatlarıyla arş-ı a’zamın önünde secdeye gider.
İlgili Resimler/Fotoğraflar
İlgili Maddeler/Kategoriler
- Sözler: 16. Söz'ün içinde olduğu büyük kitap
- 16. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
Önceki Risale: On Beşinci Söz ← Sözler → On Yedinci Söz: Sonraki Risale