On Birinci Söz
Önceki Risale: Onuncu Söz ← Sözler → On İkinci Söz: Sonraki Risale
Bu risaleyi okumak için On Birinci Söz okuma sayfasına ve Kur'an hattı ile okumak için On Birinci Söz (Kur'an Hattı) sayfasına gidin

On Birinci Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 11. risalesidir. Şems Suresinin mu’cizeli şekilde işaret ettiği ve kâinatı muntazam bir saray ve şehir suretinde gösteren yüksek ve geniş bir temsili hikaye ve arkasından izah edilen hakikatıyla alemin hikmetinin tılsımını, insanın yaratılışının muammasını ve namazın hakikatının işaretlerini ders verir. Cenab-ı Allah'ın rububiyetine insanın ubudiyet vazifesiyle karşılık vermesini izah eder. Namazdaki zikirlerin ve namazın hareketlerinin işaret ettiği vazifeleri ayrıntılı şekilde ders verir. Ehl-i dalaletle ehl-i imanın hayat ve vazife cihetindeki mahiyetlerine işaret ederek risalenin son kısmında insanın hayatının gayelerini, mahiyetini, sureti ve tarz-ı vazifesini, sırr-ı hakikatini ve saadet içindeki kemalini mükemmel şekilde özetler ve insanın mahiyetinin ve mahiyetindeki enaniyetin mana-yı harfî cihetiyle ne kadar hassas bir ölçü, doğru bir mikyas, kapsamlı bir fihriste, mükemmel bir harita, câmi’ bir ayna ve kâinata güzel bir takvim olduğunu ders verir.
Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti
- Kur'an'ın ilahi ve kevni hakikatları gaybi şekilde ders verdikten sonra kalp ve nefis temizlenir, ruh terakki eder ve akıl tekemmül eder, sonra da insan bu hakikatları kabul eder. Bu mesele 11. Söz'de isbat ve izah edilmiştir.
- Birbiriyle karşılaştırıldığında felsefe hikmetinin aciz kaldığı ve Kur'an hikmetinin mucize olduğu 11. ve 12. Sözlerde ispat edilmiştir.
- Kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyetinden, kainatın yaratıcısının kendi rahmet hazinelerini tanıttırmak, isimlerinin tecellilerini bildirmek ve ihsanlarının her türünü tattırmak istediği anlaşılır. Bu mesele 11. Söz'de izah edilmiştir.
- İnsanın mahiyetinin ve mahiyetindeki enaniyetin mana-yı harfî cihetiyle ne kadar hassas bir ölçü, doğru bir mikyas, kapsamlı bir fihriste, mükemmel bir harita, câmi’ bir ayna ve kâinata güzel bir takvim olduğunu 11. Söz'de izah edilir.
- Tin suresinin 4.-6. Ayetlerinde (Meali: biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. İman edip sâlih amel işleyenler hariç…) ehl-i dalaletle ehl-i imanın mahiyetleri hayat ve vazife cihetinde karşılaştırılır. 11. Söz bu hakikatı tefsir eder.
- On Birinci Söz’de “İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki Cenab-ı Hak bütün esmasını, insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.” Hakikatı beyan edilmiştir.
- وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنٖٓى اٰدَمَ (Meali: Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık) âyetinin اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا (Meali: Doğrusu o (insan) çok zalim, çok cahildir.) ayetlerinin nasıl bağdaştırılacağının izahı 11. Söz'de de mevcuttur.
- Kâinatı muntazam bir saray ve şehir suretinde gösteren Şems Suresi ve ondaki yemin, 11. Söz'deki muhteşem temsile mu’cizeli şekilde işaret eder.
- Mesnevi-i Nuriye'deki 5. Ders, On Birinci Söz'ün bir çekirdeği ve hülasasıdır.
- Nurların birinci talebesi Hulusi Bey 17. Lema'nın 11. Notasının, Kur’an’dan fazlaca bahseden 11., 12., 13. ve 14. Söz gibi risalelere, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden 25. Söz’ün geleceğine îma ettiği kanaatindedir.
İsimleri, Telifi, Neşri ve Basımıyla İlgili Bilgiler
Diğer İsimleri:
Telif Dili: Türkçe
Telifiyle İlgili Bilgiler: 11. Söz'ün de içinde olduğu Sözler 1927-1929 yılları arasında Barla'da telif edilmiştir.[1]
Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler: Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Latin harfleriyle basılan Sözler kitabının içinde yer almıştır.
İçeriği: Şems Suresinin işaret ettiği ve kâinatı muntazam bir saray ve şehir şekliden gösteren bir temsil ve arkasından izah edilen hakikatıyla alemin hikmetinin tılsımını, insanın yaratılığının muammasını ve namazın hakikatının işaretlerini ders veren bir risaledir.
Uzunluğu: 10 büyük sayfa
Ekleri:
Bu Risaledeki Tevafuklar:
Bu Risaleye Gaybi İşaretler:
Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler
- Tılsımlar adlı büyük kitapta tamamı mevcuttur.
- Mesnevi-i Nuriye'de (Badıllı Tercümesi) 5. Ders kısmı 11. Söz'ün bir çekirdeği, bir hülasasıdır
- Nur'un İlk Kapısı risalesinin 10. Dersi içerik olarak 11. Söz'e çok benzer.
- Nur'un İlk Kapısı risalesinin 9. Dersinin sonunda listelenen ve insanın insan olmak için uğruna çalışması gereken gayeler hakkındaki izah 11. Söz'ün sonundaki kısımlara benzer.
- Mi'raca dair 31. Söz'ün 3. Esasında 11. Söz'deki temsile benzer (daha kısa) bir temsil geçer.
- 9. Söz'de namazın ve ibadetin manası ile namaz sırasında ve sonrasında tekrarlanan mukaddes kelimeler izah edilir.
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
Bu Risalenin Telifi ve Adı Hakkındaki Bahisler
Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler
Bu Risaleye Atıflar
Hakaik-i İlahiyeye ve hakaik-i kevniyeye ve umûr-u uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyesidir.
Evet, Kur’an’ın hakaik-i İlahiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammasını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbarat-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü o hakaik-i gaybiyeyi hadsiz dalalet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhî hükemaları o mesailin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur.
Hem Kur’an, gösterdiği o hakaik-i İlahiye ve o hakaik-i kevniyeyi beyandan sonra ve safa-yı kalp ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından ve aklın tekemmülünden sonra beşerin ukûlü “Sadakte” deyip o hakaiki kabul eder. Kur’an’a “Bârekellah” der. Bu kısmın, kısmen On Birinci Söz’de izah ve ispatı geçmiştir. Tekrara hâcet kalmamıştır.
(25. Söz)
Nasıl medeniyet-i hazıra, Kur’an’ın hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturlarına karşı mağlup olup Kur’an’ın i’caz-ı manevîsine karşı hakikat noktasında iflas eder. Öyle de medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i Kur’an’la yirmi beş adet Sözlerde mizanlarla iki hikmetin muvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’aniyenin mu’cize olduğu kat’iyetle ispat edilmiştir. Nasıl ki On Birinci ve On İkinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur’aniyenin i’cazı ve gınası ispat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
(25. Söz )
Madem şu kâinatın Sâni’i, şu kâinatla bütün hazain-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmasını bildirmek ve bütün enva-ı ihsanatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyetinden –On Birinci Söz’de ispat edildiği gibi– kat’î anlaşılıyor.
(28. Söz)
On Birinci Söz’de mahiyet-i insaniyenin ve mahiyet-i insaniyedeki enaniyetin –mana-yı harfî cihetiyle– ne kadar hassas bir mizan ve doğru bir mikyas ve muhit bir fihriste ve mükemmel bir harita ve câmi’ bir âyine ve kâinata güzel bir takvim, bir rûzname olduğu gayet kat’î bir surette tafsil edilmiştir. Ona müracaat edilsin. O Söz’deki tafsilata iktifaen kısa keserek mukaddimeye nihayet verdik.
(30. Söz)
On Birinci Söz’ün hikâye-i temsiliyesinde tafsilen beyan edildiği gibi nasıl ki bir sultan-ı zîşanın, pek çok hazineleri ve o hazinelerde pek çok cevahirlerin envaı bulunsa hem sanayi-i garibede çok mahareti olsa ve hesapsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası bulunsa, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılaı olsa; her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görüp ve göstermek istemesi sırrınca elbette o sultan-ı zîfünun dahi bir meşher açmak ister ki içinde sergiler dizsin, tâ nâsın enzarına saltanatının haşmetini hem servetinin şaşaasını hem kendi sanatının hârikalarını hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin; tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin. Bir vechi: Bizzat nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün. Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın. Ve şu hikmete binaen elbette cesîm, muhteşem, geniş bir saray yapmaya başlar. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim eder. Hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip kendi dest-i sanatının en güzel, en latîf sanatlarıyla ziynetlendirir. Fünun ve hikmetinin en incelikleriyle tanzim eder. Ve ulûmunun âsâr-ı mu’cizekâraneleriyle donatır, tekmil eder. Sonra nimetlerinin çeşitleriyle, taamlarının lezizleriyle, her taifeye lâyık sofraları serer. Bir ziyafet-i âmme ihzar eder. Sonra raiyetine kendi kemalâtını göstermek için onları seyre ve ziyafete davet eder.
Sonra birisini yaver-i ekrem yapar, aşağıki tabakat ve menzillerden yukarıya davet eder; daireden daireye, üst üstteki tabakalarda gezdirir. O acib sanatının makinelerini ve tezgâhlarını ve aşağıdan gelen mahsulatın mahzenlerini göstere göstere, tâ daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemalâtının madeni olan mübarek zatını ona göstermekle ve huzuruyla onu müşerref eder. Kasrın hakaikini ve kendi kemalâtını ona bildirir. Seyircilere rehber tayin eder, gönderir. Tâ o sarayın sâni’ini, o sarayın müştemilatıyla, nukuşuyla, acayibiyle, ahaliye tarif etsin. Ve sarayın nakışlarındaki rumuzunu bildirip ve içindeki sanatlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukuş nedir ve saray sahibinin kemalâtını ve hünerlerini nasıl gösterirler, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdabını ve seyrin merasimini bildirip ve görünmeyen sultan-ı zîfünun ve zîşuuna karşı, marziyatı ve arzuları dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin.
Aynen öyle de وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى ezel ebed Sultanı olan Sâni’-i Zülcelal, nihayetsiz kemalâtını ve nihayetsiz cemalini görmek ve göstermek istemiştir ki şu âlem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki her bir mevcud, pek çok dillerle onun kemalâtını zikreder. Pek çok işaretlerle cemalini gösterir. Esma-i hüsnasının her bir isminde ne kadar gizli manevî defineler ve her bir unvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letaif bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki bütün fünun, bütün desatiriyle şu kitab-ı kâinatı, zaman-ı Âdem’den beri mütalaa ediyor. Halbuki o kitap, esma ve kemalât-ı İlahiyeye dair ifade ettiği manaların ve gösterdiği âyetlerin öşr-i mi’şarını daha okuyamamış.
İşte şöyle bir saray-ı âlemi, kendi kemalât ve cemal-i manevîsini görmek ve göstermek için bir meşher hükmünde açan Celil-i Zülcemal, Cemil-i Zülcelal, Sâni’-i Zülkemal’in hikmeti iktiza ediyor ki şu âlem-i arzdaki zîşuurlara nisbeten abes ve faydasız olmamak için o sarayın âyetlerinin manasını birisine bildirsin. O saraydaki acayibin menbalarını ve netaicinin mahzenleri olan avâlim-i ulviyede birisini gezdirsin. Ve bütün onların fevkine çıkarsın ve kurb-u huzuruna müşerref etsin ve âhiret âlemlerinde gezdirsin, umum ibadına bir muallim ve saltanat-ı rububiyetine bir dellâl ve marziyat-ı İlahiyesine bir mübelliğ ve saray-ı âlemindeki âyât-ı tekviniyesine bir müfessir gibi çok vazifeler ile tavzif etsin. Mu’cizat nişanlarıyla imtiyazını göstersin. Kur’an gibi bir ferman ile o şahsı, Zat-ı Zülcelal’in has ve sadık bir tercümanı olduğunu bildirsin.
İşte mi’racın pek çok hikmetlerinden şu temsil dürbünüyle bir ikisini numune olarak gösterdik. Sairlerini kıyas edebilirsin.
(31. Söz)
İşte şu muvazene, ehl-i dalaletle ehl-i imanın hayat ve vazife cihetindeki mahiyetlerine işaret eden
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖٓى اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍ
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَ
اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
hem netice ve âkıbetlerine işaret eden
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَ الْاَرْضُ
olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvi, mu’cizane, beyan ettiğimiz muvazeneyi ifade ederler.
Birinci âyet, On Birinci Söz’de tafsilen o âyetin i’cazkârane ve îcazkârane ifade ettiği hakikati, o Söz’de beyan edildiğinden onu oraya havale ederiz.
(32. Söz)
On Birinci Söz’de beyan edildiği gibi: “İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki Cenab-ı Hak bütün esmasını, insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.” Tafsilatını başka Sözlere havale edip yalnız üç noktayı göstereceğiz.
(33 . Söz)
On İkinci Söz
وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا
وَ بِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَ بِالْحَقِّ نَزَلَ âyetlerinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin fazileti hakkında yüzer âyâtın mühim bir hakikatini, hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’aniyenin muvazenesi suretinde gayet parlak bir temsil ile tefsir etmekle Kur’an’ın bir mu’cizesini ve i’cazını ve onun karşısında hikmet-i felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette ispat eder, körlere de gösterir. Bu Söz, On Birinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنٖٓى اٰدَمَ âyetinin اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا âyetiyle vech-i tevfiki nedir?
Elcevap: On Birinci Söz’de ve Yirmi Üçüncü Söz’de ve Yirmi Dördüncü’nün Beşinci Dal’ının İkinci Meyvesi’nde izahı vardır. Sırr-ı icmalîsi budur ki:
Cenab-ı Hak, Kur’an’da çok şeylere kasem etmiş. Kasemat-ı Kur’aniyede çok büyük nükteler var, çok sırlar var.
Mesela وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا da kasem, On Birinci Söz’deki muhteşem temsilin esasına işaret eder. Kâinatı bir saray ve bir şehir suretinde gösterir.
(On Birinci Söz'ün bir çekirdeği, bir hülasasıdır (Haşiye: Nur'un İlk Kapısı'nda da naziri vardır. (A.B.)) eski talebelerine verdiği bir derstir)
(5. Ders, Mesnevi-i Nuriye (Badıllı))
On Birinci Sözün bir çekirdeği, bir hülasasıdır. Yalnız baştaki âyet
âyetidir. On Birinci Sözün başındaki âyet ise,
'dir. Fakat mevzu' itibariyle aynıdırlar. Yalnız bir icmâl ve tafsil farkı vardır. Cümlelerinde de bazı farkları vardır.
(Fihrist, Mesnevi-i Nuriye (Badıllı))
Zühre, Habbe, Katre ve Zeyli’nin Arabî bir nüshası bu fakire ihda buyurulmuş, bir gün tercümesinin de yapılacağına işaret olunmuştu. Demek, zamanı geldi ve benim gibi Arabî bilmeyen kardeşlerin manevî arzuları, Zühre’nin tercümesine vesile oldu. Çok muhtasar olarak duygularımı arz edeceğim:
…
On Birinci Nota: On Bir, On İki, On Üç, On Dördüncü Sözler gibi Kur’an’dan fazlaca bahseden Nur risalelerine, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden Yirmi Beşinci Söz’ün geleceğine îma eylediğini…
…
Hulusi
Bu Risaledeki Tevafuklar
Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler
Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَ تَقْوٰيهَا
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
âyetlerinin yüksek ve geniş bir hakikatini Sure-i Şems’in mu’cizane işaret ettiği ve kâinatı muntazam bir saray suretinde gösterdiği ulvi ve vüs’atli bir temsil ile tefsir etmekle beraber, mahiyet-i insaniyedeki vezaif-i ubudiyet ve cihazat-ı insaniyeyi ve rububiyet-i İlahiyenin enva-ı tecelliyatına karşı ubudiyet-i insaniyenin mukabelelerini o kadar güzel bir surette ispat ediyor ki Sure-i Ve’ş-şems’in mu’cizane olan işaretini hârika bir surette ve en azîm bir dairede a’zam bir rububiyeti, ekmel bir ubudiyetle karşılaştırıyor.
وَيُقِيمُونَ الصَّلَوةَ
Çok letaif-i mühimmesinden en mühim latifesini ve en güzel meyvesini ve en tatlı faydasını Dokuzuncu ve On Birinci Söz'ler ve Yirmi Birinci Söz'ün birinci kısmı ve Dördüncü Söz gayet güzel bir surette beyan etmiştir.
Diğer Bahisler
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler
Bu Risaledeki Temsiller/Misaller
Bir zaman bir sultan varmış. Servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli, pek acayip defineleri varmış. Hem kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mahareti varmış. Hem hesapsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılaı varmış. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca o sultan-ı zîşan dahi istedi ki bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzarında saltanatının haşmetini hem servetinin şaşaasını hem kendi sanatının hârikalarını hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi: Bizzat nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün. Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın. Bu hikmete binaen, cesîm ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmaya başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip kendi dest-i sanatının en latîf, en güzel eserleriyle ziynetlendirip fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mu’cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, her bir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi’ sofralar, o sarayda kurdu. Her bir taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, sanat-perverane bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki güya her bir sofra, yüz sanayi-i latîfenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilatının manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Tâ ki sarayın sâni’ini, sarayın müştemilatıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki sanatlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukuş nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdabını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin. İşte o muarrif üstadın her bir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki: “Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız. Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem şu görünen in’am ve ikramlar ile size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem şu kemalâtının âsârıyla manevî cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyakınızı gösteriniz. Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususi hâtem, birer taklit edilmez turra koymakla her şey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz bîhemta tanıyınız ve kabul ediniz.” Daha bunun gibi ona ve o makama münasip sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrıldılar: Birinci güruhu, kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için o sarayın içindeki acayiplere baktıkları zaman dediler: “Bunda büyük bir iş var.” Hem anladılar ki beyhude değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. “Acaba tılsımı nedir, içinde ne var?” deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki bütün esrarın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen gittiler ve dediler: “Esselâmü aleyke yâ eyyühe’l-üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.” Üstad ise evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edepli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir cevvad-ı meliğe lâyık ve öyle mutî ahaliye şayeste ve öyle edepli misafirlere münasip ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir surette ikram etti, daimî onları saadetlendirdi. İkinci güruh ise akılları bozulmuş, kalpleri sönmüş olduklarından saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlup olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşadatından ve şakirdlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni’-i zîşanın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar. Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki o hâkim-i zîşan bu kasrı, şu mezkûr maksatlar için bina etmiştir. Şu maksatların husulü ise iki şeye mütevakkıftır: Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünkü o bulunmazsa bütün maksatlar beyhude olur. Çünkü anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa manasız bir kâğıttan ibaret kalır. İkincisi: Ahali, o üstadın sözünü kabul edip dinlemesidir. Demek, vücud-u üstad vücud-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimaı, kasrın bekasına sebeptir. Öyle ise denilebilir ki şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki o üstadın talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasır tebdil ve tahvil edilecek.
Mesela, bir zat bir hizmetçisine yirmi altın verdi, tâ mahsus bir kumaştan kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın a’lâsından mükemmel bir libas aldı, giydi. Sonra gördü ki o zat, diğer bir hizmetkârına bin altın verip bir kâğıt içinde bazı şeyler yazılı olarak onun cebine koydu, ticarete gönderdi. Şimdi, her aklı başında olan bilir ki o sermaye, bir kat libas almak için değil. Çünkü evvelki hizmetkâr, yirmi altınla en a’lâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan elbette bu bin altın, bir kat libasa sarf edilmez. Şayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya bir kat libas için verip hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için şiddetle tazip ve hiddetle te’dib edilecektir.
Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları, resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun iltifatat-ı âsârını gösterdiği gibi sen dahi esma-i İlahiyenin cilvelerinin sana verdikleri letaif-i insaniye murassaatıyla bilerek süslenip o Şahid-i Ezelî’nin nazar-ı şuhud ve işhadına görünmektir.
Bu Risalede Geçen Ayetler
Bkz. 11. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
Bu risalede geçen "...Rabb-i Kerîm’i onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak Dârü’s-selâm’a davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti..." ibaresi Secde Suresinin 17. ayetine (Meali: "Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.") işaret eder.
Bu Risalede Geçen Hadisler
- Risalede Nasıl Geçtiği: مَنْ نَه گُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَات و زَمٖينْ § اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بَقَلْبِ مُؤْمِنٖينْ
Arapçası (Risalelerde başka yerde geçer): لَا يَسَعُنٖى اَرْضٖى وَلَا سَمَائٖى وَلٰكِنْ يَسَعُنٖى قَلْبُ عَبْدِ الْمُؤْمِنِ
Meali: Ben göklere ve yere sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım. (Kudsi hadis)
Kaynağı: Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2/165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmüddîn, 3/14.
Kaynaklarda geçen şekli:
Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı
- Alîm
- Cenab-ı Hakk
- Cenab-ı Mün’im-i Hakiki
- Cevvad-ı melik
- Ehadiyet
- Fâtır-ı Zülcelal
- Ganiyy-i Mutlak
- Hakîm
- Hâkim-i zîşan
- Hâlık
- Hâlık-ı Zülcelal
- Kadîr
- Kadîr-i Zülcelal
- Melik-i Kadîr
- Müdebbir
- Mün’im-i Hakiki
- Rab
- Rabb-i Kerîm
- Rabbü’l-âlemîn
- Rahman
- Samediyet
- Sâni
- Sâni’-i Hakîm
- Sâni’-i Zîşan
- Sâni’-i Zülcelal
- Sâni’-i Zülcemal
- Sultan-ı ezel ve ebed
- Sultan-ı Zîşan
- Şahid-i Ezelî
- Şems-i Ezelî
- Vâhibü’l-hayat
- Zat-ı Akdes
- Zat-ı Ehad-i Samed
- Zat-ı Mukaddes
Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Muarrif Üstad
- Resul
- Seyyidimiz
- Tarif edici
- Ümmetinin elçisi
- Yaver-i ekrem
- Zülcenaheyn Üstad
Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Kur’an
- Kur’an-ı Hakîm
Bu Risalede Geçen Salavatlar
- اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى شَمْسِ سَمَاءِ الرِّسَالَةِ وَ قَمَرِ بُرْجِ النُّبُوَّةِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَصْحَابِهٖ نُجُومِ الْهِدَايَةِ وَ ارْحَمْنَا وَ ارْحَمِ الْمُؤْمِنٖينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ
Meali: Allahım! Risalet semâsının güneşi ve nübüvvet burcunun ayına, hidayet yıldızları olan âl ve ashâbına salât ve selâm olsun. Bize ve erkek-kadın bütün mü'minlere rahmet et. Âmin, âmin, âmin
Bu Risalede Geçen Dualar
- İşte Kur’an şakirdlerinin âkıbetleri böyledir. Cenab-ı Hak bizleri onlardan eylesin, âmin!
Bu Risalede Geçen Zikirler
- سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ
Meali: Ey Rabbimiz! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Seni hakkıyla tanıyamadık. - سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ
Meali: Sana hamd ederek, Seni her türlü kusur ve noksandan tenzîh ederiz. - مَاشَاءَ اللّٰهُ
Meali: Allah'ın istediği gibi. Allah korusun, Allah saklasın - بَارَكَ اللّٰهُ
Meali: Allah mübarek etti. Allah mübarek etsin. Hayırlı ve bereketli olsun. - اٰمَنَّا
Meali: İnandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek yok - حَىَّ عَلَى الْفَلَاحِ
Meali: Haydi kurtuluşa gelin. - سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا
Meali: İşittik ve itaat ettik.
Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler
- (Şems) suresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et.
Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler
- Aklı başında olmak
- Kalbi sönmek
- Kendinden geçmek
Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler
- Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister.
Aslı: Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca… - Peygamberimiz olmasaydı Allah bu kainatı yaratmazdı.
Aslı: Şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan şu kasrı bina etmezdi.
Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler
- Âyâ zannediyor musunuz ki vazife-i hayatınız; yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefis etmek, ayıp olmasın, batn ve fercin hizmetine mi münhasırdır?
- Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni’-i zîşanın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular.
- Yoksa sermayece en a’lâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde en ednasından elli derece aşağı düşersiniz.
Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler
- Tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi: Bizzat nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün. Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın.
- ...güneş, ay, yıldızlar emrine musahhar zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.
- ...yümn-ü iman ile emn ü emanet ile mücehhez, emin bir halife-i arz oldular.
Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar
Bu Risalede Bahsi Geçen Yerler
Bu Risalede Bahsi Geçen Hadiseler
İlgili Resimler/Fotoğraflar
İlgili Maddeler/Kategoriler
- Sözler: On birinci sözün içinde olduğu büyük kitap
- 11. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
- Şems Suresi: 11. Söz'deki temsile işaret eden sure
Önceki Risale: Onuncu Söz ← Sözler → On İkinci Söz: Sonraki Risale