On Yedinci Söz: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Turker (mesaj | katkılar)
Turker (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
7. satır: 7. satır:
'''17.  Söz''' Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 17.  risalesidir.  
'''17.  Söz''' Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 17.  risalesidir.  


Kehf suresinin "Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık. (Bununla beraber) biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız." mealindeki [[Kehf 7|7.]] ve [[Kehf 8|8.]] ayetleri ile En'am suresinin [[En'am 32|32. ayetinde]] geçen "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir." mealindeki cümlesi ve ilgili ayetleri tefsir ederek Cenab-ı Allah'ın bu dünyayı kendileri için bir bayram suretinde yarattığı ruh sahiplerine Allah'ın hadsiz nimetlerinden istifade edebilecek bir ceset giydirip bu dünyaya gönderdiğini ders verir ve hayat ve kavuşmanın lezzetiyle beraber ölüm ve ayrılık eleminin bulunmasının rahmet ve hikmet yönünü izah eder. Dünyaya çok müptela olan insana Allah'ın dünyadan nefret ve ahirete gitmek için bir iştiyak verdiğini misallerle anlatır ve dünyanın Samedani bir kitap, bir tarla, arka arkaya gelip gider aynalar mecmuası, bir ticaret yeri, bir seyrangah ve bir misafirhane olduğunu izah eder. İkinci makamında şiire benzeyen fakat şiir olmayıp içerdikleri hakikatlerin intizamından dolayı manzum şeklini alan Türkçe ve Farsça parçalar mevcuttur.
Kehf suresinin "Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık. (Bununla beraber) biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız." mealindeki [[Kehf 7|7.]] ve [[Kehf 8|8.]] ayetleri, En'am suresinin [[En'am 32|32. ayetinde]] geçen "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir." mealindeki cümlesi ve hayatın lezzeti içinde ölüm elemi, kavuşmanın mutluluğu içinde zevalin elemi hakkındaki ayetleri tefsir ederek Kahhar ismine karşı Rahman isminin cilvesini gayet güzel bir suretle gösterir. Cenab-ı Allah'ın bu dünyayı kendileri için bir bayram suretinde yarattığı ruh sahiplerine Allah'ın hadsiz nimetlerinden istifade edebilecek bir ceset giydirip bu dünyaya gönderdiğini ders verir ve hayat ve kavuşmanın lezzetiyle beraber ölüm ve ayrılık eleminin bulunmasının rahmet ve hikmet yönünü izah eder. Dünyaya çok müptela olan insana Allah'ın dünyadan nefret ve ahirete gitmek için bir iştiyak verdiğini misallerle anlatır ve dünyanın Samedani bir kitap, bir tarla, arka arkaya gelip gider aynalar mecmuası, bir ticaret yeri, bir seyrangah ve bir misafirhane olduğunu izah eder. İkinci makamında şiire benzeyen fakat şiir olmayıp içerdikleri hakikatlerin intizamından dolayı manzum şeklini alan Türkçe ve Farsça parçalar mevcuttur.


==Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti==
==Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti==

06.23, 17 Ekim 2025 tarihindeki hâli

Önceki Risale: On Altıncı SözSözlerOn Sekizinci Söz: Sonraki Risale

Bu risaleyi okumak için On Yedinci Söz okuma sayfasına ve Kur'an hattı ile okumak için On Yedinci Söz (Kur'an Hattı) sayfasına gidin

17. Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 17. risalesidir.

Kehf suresinin "Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık. (Bununla beraber) biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız." mealindeki 7. ve 8. ayetleri, En'am suresinin 32. ayetinde geçen "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir." mealindeki cümlesi ve hayatın lezzeti içinde ölüm elemi, kavuşmanın mutluluğu içinde zevalin elemi hakkındaki ayetleri tefsir ederek Kahhar ismine karşı Rahman isminin cilvesini gayet güzel bir suretle gösterir. Cenab-ı Allah'ın bu dünyayı kendileri için bir bayram suretinde yarattığı ruh sahiplerine Allah'ın hadsiz nimetlerinden istifade edebilecek bir ceset giydirip bu dünyaya gönderdiğini ders verir ve hayat ve kavuşmanın lezzetiyle beraber ölüm ve ayrılık eleminin bulunmasının rahmet ve hikmet yönünü izah eder. Dünyaya çok müptela olan insana Allah'ın dünyadan nefret ve ahirete gitmek için bir iştiyak verdiğini misallerle anlatır ve dünyanın Samedani bir kitap, bir tarla, arka arkaya gelip gider aynalar mecmuası, bir ticaret yeri, bir seyrangah ve bir misafirhane olduğunu izah eder. İkinci makamında şiire benzeyen fakat şiir olmayıp içerdikleri hakikatlerin intizamından dolayı manzum şeklini alan Türkçe ve Farsça parçalar mevcuttur.

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti

  • Bediüzzaman kendi ifadesiyle Eski Said’in gülmelerinin Yeni Said’in ağlamalarına inkılab ettiği sıralarda Kurtuluş Savaşı esnasında hizmetlerinden istifade gerekçesiyle Mustafa Kemal'in daveti üzerine İstanbul'dan Ankara’ya gelir. Bir ara Ankara kalesine çıkar. Kendi ihtiyarlığı, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti’nin ihtiyarlığı ve Hilafet saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığının verdiği hazîn bir halet içinde bir münacat yazar. Bediüzzaman Farsça dili eğitimi hiç almadığı halde mükemmel bir Farsça ile 1922 yıllarında yazdığı münacatı o zamanki Afgan Sefiri Sultan Ahmed çok takdir etmiş ve Afgan Şahına bir adet bu münâcattan hediye göndermiştir. Bu münâcatın Türkçesi Yedinci Rica’da ve On Yedinci Söz’ün zeylinde mevcuttur.
  • Üstad Bediüzzaman eski Said'den Yeni Said'e geçiş aşamasında 1920 yılı civarında Seyid Şefik Efendi ile Yuşa Tepesi’nde inzivada iken Said Halim Paşa, Hazreti Üstad’a Van’da kurmak istediğin üniversiteyi İstanbul'da yapması için mal ve mülk vermek istediğinde Yuşa Tepesinde istihare etmiş ve 17. Söz'de geçen levhalar hutur etmiş ve Üstad teklifi reddetmiştir. Bediüzzaman'ın talebesi olan Asım Bey gafillerin bu levhalar yardımıyla gafletten kurtulmalarını temenni etmiştir.

İsimleri, Telifi, Neşri ve Basımıyla İlgili Bilgiler

Diğer İsimleri:

Telif Dili: Türkçe

Telifiyle İlgili Bilgiler: 17. Söz'ün de içinde olduğu Sözler 1927-1929 yılları arasında Barla'da telif edilmiştir[1]

Zeylinde yer alan Farsça münacat Ankara’da 1922 yılı civarında telif edilmiş ve bu tarihte basılmış Hubab risalesine alınmıştır.

Zeylinde geçen Levhalar İstanbul Boğazı’ndaki Yuşa Tepesi’nde Bediüzzaman, Eski Said'den Yeni Said'e geçerken 1920 yılı civarında yazılmıştır.

Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler: Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Latin harfleriyle basılan Sözler kitabının içinde yer almıştır. Zeylinde yer alan Farsça münacat Ankara’da 1922 yılı civarında basılmış Hubab risalesinde geçer.

İçeriği:

  1. Makam: Dünyada hayat ve kavuşmanın lezzetiyle beraber ölüm ve ayrılık eleminin bulunmasının rahmet ve hikmet yönü izah edilir.
  2. Makam ve zeyiller: Manzum parçalar içerir:
  • Dünyayı terk etmeye dair 18 mısralık bir parça
  • Siyah dutun bir meyvesi: Avrupa meftunlarına hitaben yazılmış 26 satırlık bir parça
  • Ankara’da basılmış olan ve Afgan Sefiri Sultan Ahmed'in çok beğenerek Afgan Şahına hediye gönderdiği 28-36 mısralık Farsça bir münacat ve açıklaması
  • Kur'an'da geçen ve Hz. İbrahim'in söylediği "Lâ uhibbul Âfilîn (Meali: Öyle batıp gidenleri sevmem)" ibaresinden ilhamen Bediüzzaman'ın yazdığı 20-22 mısralık Farça bir parça ve açıklaması
  • Bediüzzaman, Eski Said'den Yeni Said'e geçerken yazdığı ve ehli gafletin ve ehli hidayetin dünyalarını tasvir eden her bir 14 (veya 16) x 2 satırdan oluşan iki levha
  • Bediüzzaman'ın bir üstadı olan Abdülkadir Geylani'nin Esma-i Hüsna'sına nazire olarak yazdığı 9x2 satırdan oluşan bir münacat
  • Barla Yaylası Çam, Katran, Ardıç, Karakavağın Bir Meyvesi: Ahmed-i Cezerî’nin Kürtçe fıkrasından ilham alarak Bediüzzaman'ın yazdığı 26 mısradan oluşan Farsça bir münacat ve izahı
  • Yıldızları Konuşturan Bir Yıldızname: Bediüzzaman'ın Barla’da Çam Dağı’nda gece birden kalbine gelen 20 satırlık bir parça

Uzunluğu: Toplam 25,5 büyük sayfa

  • 17. Söz: 3 büyük sayfa
  • 2. Makamı: 2,5 büyük sayfa
  • Farisi münacat: 6 büyük sayfa
  • Lâ uhibbul âfilin: 4 büyük sayfa
  • Levhalar: 1,5 büyük sayfa
  • Esma münacatı: 1 büyük sayfa
  • Barla Yaylası Meyvesi: 6 büyük sayfa
  • Yıldızname: 1,5 büyük sayfa

Ekleri: Bediüzzaman bu sözün iki makam ve bir zeylden ibaret olduğunu belirtmiştir. 2. Makamın başında "Bırak bîçare feryadı, beladan gel tevekkül kıl!" ile başlayan manzume yer alır. Fakat devamındaki manzumelerden (24. Söz'de 2. Makamda olduğu belirtilen Lâ uhibbul Âfilîn kısmı ve Mesnevi-i Nuriye'de zeyl kısmında olduğu belirtilen Siyah dutun bir meyvesi kısmı dışında) hangisinin/hangilerinin 2. Makam, hangisinin/hangilerinin Zeyl olduğu tam belirtilmemiştir.

Kastamonu Lahikasında, şu an 26. Söz'ün ve 29. Mektup'un 9. Kısmının sonunda yer alan 4 Hatveden oluşan parçanın bir vakit 17. Söz'e zeyl olarak yazıldığı beyan edilmiştir ama şu an 17. Söz'de mevcut değildir.

Bu Risaledeki Tevafuklar:

Bu Risaleye Gaybi İşaretler:

Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler

  • Sözler adlı büyük kitapta tüm zeyilleriyle birlikte tamamen mevcuttur.
  • Birinci makamı, Kalbe Farisî Olarak Tahattur Eden Bir Münâcat, Lâ Uhibbu'l-Âfilîn kısmı ve Levhalar kısmı İman ve Küfür Muvazeneleri adlı orta boy kitapta mevcuttur.
  • "Bırak bîçare feryadı, beladan gel tevekkül kıl!" ile başlayan 17. Söz'ün 2. Makamının başındaki parça ile "Siyah Dutun Bir Meyvesi" başlıklı parça Gençlik Rehberi adlı küçük kitapta mevcuttur.
  • Kalbe Farisî Olarak Tahattur Eden Bir Münâcat ile Lâ Uhibbu'l-Âfilîn kısmı Mirkat-üs Sünnet adlı küçük kitapta mevcuttur.
  • Kalbe Farisî Olarak Tahattur Eden Bir Münâcat izahı olmadan sadece Farsça metniyle Mesnevi-i Nuriye'nin Hubab kısmında mevcuttur.
  • Yıldızları Konuşturan Bir Yıldızname adlı parça 4. Mektup'ta, Asa-yı Musa adlı büyük kitabın 2. Hüccet-i İmaniye adlı kısmında, Sözler kitabındaki 32. Söz'de ve Tarihçe-i Hayat'a alınan 4. Mektup'ta da yer alır.

  • Bediüzzaman "Kalbe Farisî Olarak Tahattur Eden Bir Münâcat"ın Türkçe tercümesinin 17. Söz'ün yanı sıra İhtiyarlar Risalesi’nde de (7. Rica) bulunduğunu söyler.
  • Bediüzzaman'ın bir üstadı olan Abdülkadir Geylani'nin Esma-i Hüsna'sına nazire olarak yazdığı 9x2 satırdan oluşan bir münacat ilk başta 33. Söz'e eklenmiş olup nihayetinde 17. Söz'e alınmıştır (şu an 33. Söz'de mevcut değildir).
  • Kastamonu Lahikasında, şu an 26. Söz'ün ve 29. Mektup'un 9. Kısmının sonunda yer alan 4 Hatveden oluşan parçanın bir vakit 17. Söz'e zeyl olarak yazıldığı beyan edilmiştir ama şu an 17. Söz'de mevcut değildir.
  • Barla Yaylası Çam, Katran, Ardıç, Karakavağın Bir Meyvesidir başlıklı kısım ilk başta 11. Mektubun 2. Meselesi olmuş fakat 17. Söz'e alındığı için 11. Mektup'a konulmamıştır.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

Bu Risalenin Telifi ve Adı Hakkındaki Bahisler

Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler

Farisî bir münâcatla başlar. Bu münâcatın Türkçesi Yedinci Rica’da ve On Yedinci Söz’ün zeylinde vardır.

Üstadımız hiç Farisî tahsil etmediği halde o kadar mükemmel Farisî bir lisan ile telif edilmiştir ki o zamanki Afgan Sefiri bu eseri takdir hisleri içerisinde Afganistan’a göndermiştir.

(Fihrist (Mesnevi-i Nuriye))


Aziz ve büyük Üstadım!

İki üç günlük sa’yimin mahsulünden doğan ve inayet-i Hak’la istinsaha muvaffak olduğum On Yedinci Söz’ü tashih için takdim ediyorum.

Ey yüce Üstadım, On Yedinci Söz ki mefhumu nâmütenahî yükselen hakikatlerdir. Yüzlerce teşekkür… Her söz beşeriyetin müptela olduğu mahfî emrazı gösteriyor ve nurlarıyla teşhis ederek tedavi ediyor. Pek a’lâ, pek rânâ anlıyorum ki benim gibi yaralı, manen zarardîde olmuş bir genç için muhtaç bulunduğum teselliyetkâr şeyler, hep Risale-i Nur’dandır. Kalbime teselli nurlarını serpen Hâlık-ı A’zam’a binlerce şükür…

Zekâi

(Barla Lahikası)


Hem kalbin bütün manevî yaralarına kudsî bir tiryak olan On Yedinci Söz ve emsali risaleler pek hârika bir tarzda imdadıma yetişti ve tedaviye başladı.

Çok kusurlu ve hasta talebeniz Mehmed Feyzi

(Emirdağ 2 Lahikası)


Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini arz ve ifadeden âciz bulunduğum şu Sözler’deki âlî ve azîm üslup ve gayeler, bu abd-i pür-kusuru ihya ve âdeta “ba’sü ba’de’l-mevt” haline getirdi ve “Siyah Dutun Bir Meyvesi” namıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen altın topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.

Sabri

(Barla Lahikası)

Bu Risaleye Atıflar

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i safilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakiki yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı’nın 219-220’nci sahifelerinde yazılan iki levha-i hakikate bak, sen de gör:

Birinci Levha: Ehl-i dalalet gibi fakat sarhoş olmadan gaflet perdesiyle eskiden gördüğüm ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder.

İkinci Levha: Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder. Eskiden ne tarzda yazılmış, o tarzda bıraktım. Şiire benzer fakat şiir değillerdir.

(23. Söz)


Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalp çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenaya, dünyaya bakan bir mahluktur. Ubudiyet ise onun yüzünü fenadan bekaya, halktan Hakk’a, kesretten vahdete, müntehadan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde ve münteha ortasında bir nokta-i ittisaldir.

Nasıl ki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi bir tek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa içindeki çekirdek, bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber ağacın bekasına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde bir tek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor.

Öyle de insan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena hem fâni hem ademe düşer. Hem manen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’an’dan kalp kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemalâta çıkabilir. Bâki bir insan olur.

Ey nefsim! Madem hakikat böyledir ve madem millet-i İbrahimiyedensin (as), İbrahimvari لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِلٖينَ de ve Mahbub-u Bâki’ye yüzünü çevir ve benim gibi şöyle ağla:

(Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı’nda yazılmakla burada yazılmamıştır.)

(24. Söz)


Bu Farisî münâcat, kısalığına rağmen çok uzun hakikatleri ihtiva etmektedir. Ankara’da otuz beş sene evvel tabedildiği vakit, Afgan Sefiri Sultan Ahmed çok beğenmiş ve Afgan Şahına bir adet bu münâcattan hediye göndermiştir. Türkçe tercümesi İhtiyarlar Risalesi’nde ve On Yedinci Söz’de olduğundan tercüme edilmedi.

(Hubab, Mesnevi-i Nuriye )


İnşâallah risalelerin tesiriyle bir gün olur da müstakim Lütfü Efendi gibi ehl-i takva kardeşlerimiz misillü biz dahi gayr-ı ihtiyarî ve istemeyerek işlediğimiz ahvalden Sözlerinizin irşadıyla kurtuluruz. Zekâi kardeşimizden On Yedinci Söz, On Sekizinci Mektup, Yirminci Mektup ve Otuz Üç Pencereli nurlarla parlayan kıymetli risaleleri aldık. Mütalaa ediyoruz. Hakiki üstadımız olan Hazret-i Kur’an elimizdedir.

Müzeyyene

(Barla Lahikası)


Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyoruz ki sizdeki fevkalâde gayret ve çalışmak, matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Bu defa gönderdiğiniz risaleler çok güzel, çok mükemmel, çok da lüzumlu. Fakat ben sehvetmiştim. On Birinci Lem’a ile Telvihat-ı Tis’a’yı yazmadığımız halde, yazmışım zannediyordum. Minhacü’s-Sünne bizde var. On bir nükteden ibaret olan On Birinci Lem’a Mirkatü’s-Sünne ve Telvihat-ı Tis’a ile ve ona zeyl olarak dört hatveden ibaret, Risale-i Kader’in zeyli iken On Yedinci Söz’ün zeyline giren parça dahi Telvihat’a zeyl olarak yazılsa münasip olur. اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ âyetinin tecellisine bakan bir seyahat-i kalbiye-i hayaliyeye dair iki üç sahifelik Yirmi Dokuzuncu Mektup’un âhir kısımlarındaki parça dahi içlerinde bulunsa güzel olur.

(Kastamonu Lahikası)


Diyebilirim ki bu Nur risale-i şerifeleri bir gülistan-ı cinandır. Bu gülistandan istifade edemeyen bed-mâyelere, nasibedar olamayanlara sad-hezar teessüf. İşte o gibilere ilham-ı Rabbanî erişsin de Yirmi Üçüncü Söz risale-i şerifesinin âhirindeki iki levhanın birincisi ki hicab-ı gafletten nihanı, ikinci levhadaki zeval-i gafletle ayâna tebdil edebilsinler.

(Barla Lahikası)

Bu Risaledeki Tevafuklar

Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler

Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ زٖينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا

وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعٖيدًا جُرُزًا

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ

âyetlerinin meallerinde: Lezzet-i hayat içinde elem-i mevt ve sürur-u visal içinde elem-i zeval hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını ve ism-i Kahhar’a karşı Rahman isminin cilvesini gayet güzel bir suretle gösterip tefsir ediyor. Ve ehl-i iman için dünyanın mahiyetini, seyyar bir ticaretgâh ve muvakkat bir misafirhane ve birkaç günlük bir teşhirgâh ve kısa bir müddet için işleyecek bir tezgâh ve ahz u i’ta için yol üstünde kurulmuş bir pazar olduğunu gösterip, dünyadan berzah ve âhiret tarafına insan seyahatini sevdirir ve dehşetini izale eder. Ve bu sözün âhirinde bazı nüshalarda “Siyah Dutun Meyvesi” namıyla kıymettar ve cazibedar ve şiir kıyafetinde birkaç hakikat var.

Kalbe Farisî Olarak Tahattur Eden Bir Münacât

Ehl-i Gaflet Dünyasının Hakikatını Tasvir Eden Birinci Levha

Ehl-i Hidayet ve Huzurun Hakikat-i Dünyalarına İşaret Eden İkinci Levha

Barla Yaylası, Çam, Katran, Ardıç, Karakavağın Bir Meyvesi

Yıldızları Konuşturan Bir Yıldızname

(Fihrist (Sözler))

Diğer Bahisler

Bir zaman ihtiyarlığımın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılab ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya, beni Eski Said zannedip oraya istediler; gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kalesinin başına çıktım. O kale, tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti’nin ihtiyarlığı ve Hilafet saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı; bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir halet içinde, o yüksek kalede geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım. Birbiri içinde beni ihata eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir halet-i ruhiye hissettiğimden (Hâşiye: O zaman bu halet-i ruhiye Farisî bir münâcat suretinde kalbe geldi, yazdım. Ankara’da Hubab Risalesi’nde tabedilmiştir.) bir nur, bir teselli, bir rica aradım.

Sağa, yani mazi olan geçmiş zamana bakıp teselli ararken bana mazi, pederimin ve ecdadımın ve nevimin bir mezar-ı ekberi suretinde göründü, teselli yerine vahşet verdi.

Sol tarafım olan istikbale derman ararken baktım. Gördüm ki benim ve emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlıklı bir kabri suretinde göründü, ünsiyet yerine dehşet verdi.

Sağ ile soldan tevahhuş edip hazır günüme baktım. O gafletli ve tarihvari nazarıma o hazır gün, yarım ölmekte ve hareket-i mezbuhanedeki ızdırap çeken cismimin cenazesini taşıyan bir tabut suretinde göründü.

Sonra bu cihetten dahi meyus olunca başımı kaldırıp ömrümün ağacının başına baktım. Gördüm ki o ağacın tek bir meyvesi var, o da benim cenazemdir; o ağaç üstünde duruyor, bana bakıyor.

O cihetten dahi tevahhuş edip başımı aşağıya eğdim, o ömür ağacının aşağısına, köküne baktım. Gördüm ki o aşağıda olan toprak, kemiklerimin toprağıyla, mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış bir surette ayaklar altında çiğneniyor gördüm. O da derman değil belki derdime dert kattı.

Sonra mecburiyetle arkama baktım. Gördüm ki esassız, fâni olan dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem ararken zehir ilâve etti.

O cihette dahi hayır göremediğimden ön tarafıma baktım, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki kabir kapısı tam yolumun üstünde açık görünüp ağzını açmış, bana bakıyor. Onun arkasında ebed tarafına giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uzağa nazara çarpıyor.

Ve bu altı cihetten gelen dehşetlere karşı bana nokta-i istinad ve silah-ı müdafaa olacak, cüz’î bir cüz-i ihtiyarîden başka bir şey elimde yok. O hadsiz a’da ve hesapsız muzır şeylere karşı tek bir silah-ı insanî olan o cüz-i ihtiyarî hem nâkıs hem kısa hem âciz hem icadsız olduğundan, kesbden başka bir şey elinden gelmez. Ne geçmiş zamana geçebilir, tâ ondan bana gelen hüzünleri sustursun ve ne de istikbale hulûl edebilir, tâ ondan gelen korkuları men’etsin. Geçmiş ve geleceklere ait emellerime ve elemlerime faydası olmadığını gördüm.

Bu altı cihetten gelen dehşet ve vahşet ve karanlık ve meyusiyet içinde çırpındığım hengâmda, birden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın semasında parlayan iman nurları imdada yetişti. O altı ciheti o kadar tenvir edip ışıklandırdı ki gördüğüm o vahşetler, o karanlıklar yüz derece tezauf etse idi yine o nur, onlara karşı kâfi ve vâfi idi. Bütün o dehşetleri birer birer teselliye ve o vahşetleri birer birer ünsiyete çevirdi. Şöyle ki:

İman, o vahşetli geçmiş zamanın mezar-ı ekber suretini yırtıp ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap olduğunu biaynelyakîn, bihakkalyakîn gösterdi.

Hem iman, bir kabr-i ekber suretinde nazar-ı gaflete görünen gelecek zamanı, sevimli saadet saraylarında bir ziyafet-i Rahmaniye meclisi suretinde biilmelyakîn gösterdi.

Hem iman, nazar-ı gaflete bir tabut vaziyetinde görünen hazır zamanı ve o hazır günün tabutiyet şeklini kırıp o hazır gün uhrevî bir ticaretgâh dükkânı ve şaşaalı bir misafirhane-i Rahmanî suretinde bilmüşahede gösterdi.

Hem iman, nazar-ı gafletle ömür ağacının başında cenaze şeklinde görünen tek meyvesi cenaze olmadığını, belki ebedî bir hayata mazhar ve ebedî bir saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını biilmelyakîn gösterdi.

Hem iman, kemiklerimle mebde-i hilkatimin toprağı, ayak altında ehemmiyetsiz mahvolmuş kemikler olmadığını; belki o toprak, rahmet kapısı ve cennet salonunun bir perdesi olduğunu sırr-ı iman ile gösterdi.

Hem iman, nazar-ı gafletle arkamda, hiçlikte, yokluk karanlığında yuvarlanan dünyanın vaziyetini sırr-ı Kur’an ile gösterdi ki o zahirî zulümatta yuvarlanan dünya ise vazifesi bitmiş, manasını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücudda bırakmış bir kısım mektubat-ı Samedaniye ve sahaif-i nukuş-u Sübhaniye olduğunu gösterdi. Dünyanın mahiyeti ne olduğunu biilmelyakîn bildirdi.

Hem iman, ileride gözünü açıp bana bakan kabri ve kabrin arkasında ebede giden caddeyi, nur-u Kur’an ile gösterdi ki o kabir, kuyu kapısı değil belki âlem-i nurun kapısıdır. Ve o yol ise hiçliğe ve ademistana değil belki vücuda, nuristana ve saadet-i ebediyeye giden yol olduğunu tam kanaat verecek bir derecede gösterdiğinden dertlerime hem derman hem merhem oldu.

Hem iman, o elinde pek cüz’î bir kesb bulunan cüz’î bir cüz-i ihtiyarî yerine, o hadsiz düşman ve zulmetlere karşı, gayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek ve hadsiz bir rahmete intisap etmek için o cüz-i ihtiyarînin eline bir vesika veriyor belki de iman, o cüz-i ihtiyarînin elinde bir vesika oluyor.

Hem o cüz-i ihtiyarî olan silah-ı insanî, gerçi zatında hem kısa hem âciz hem noksandır. Fakat nasıl ki bir asker, cüz’î kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler derece kuvvetinden fazla işler görür; öyle de sırr-ı imanla o cüz’î cüz-i ihtiyarî, Cenab-ı Hak namına onun yolunda istimal edilse beş yüz sene genişliğinde bir cenneti dahi kazanabilir.

Hem iman, geçmiş ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o cüz-i ihtiyarînin dizginini cismin elinden alıp kalbe ve ruha teslim eder. Ruh ve kalbin daire-i hayatı ise cisim gibi hazır zamana münhasır olmadığından pek çok seneler maziden, pek çok seneler istikbalden daire-i hayatına dâhil olduğundan o cüz-i ihtiyarî, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbeder. Zaman-ı mazinin en derin derelerine kuvvet-i iman ile girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini def’edebildiği gibi; nur-u iman ile istikbalin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izale eder.

İşte ey benim gibi ihtiyarlık zahmetini çeken ihtiyar ve hemşire ihtiyareler! Madem elhamdülillah biz ehl-i imanız ve madem imanda bu kadar nurlu, lezzetli, sevimli, şirin defineler var ve madem ihtiyarlığımız bizi bu definenin içine daha ziyade sevk ediyor elbette imanlı ihtiyarlıktan şekva değil belki binler teşekkür etmeliyiz.

26. Lem'a

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

Bu Risaledeki Temsiller/Misaller

Nasıl ki yıldız böceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Bal arısı, kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur. Bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.

Bu Risalede Geçen Ayetler

Bkz. 17. Söz'de Geçen Ayetler Listesi

Bu risalede geçen "Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor." cümlesi Tevbe suresinin 11. ayetinde geçen "Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır." mealindeki ibareden alıntıdır.

Bu risalede geçen "Rahmetim her şeyi kaplamıştır." mealindeki وَسِعَتْ رَحْمَت۪ى كُلَّ شَيْءٍ ibaresi A'raf suresinin 156. ayetinde geçen "Rahmetim ise her şeyi kuşatır." mealindeki ibareden alıntıdır.

Bu risalede ve daha pek çok risalede geçem geçen "Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez." mealindeki لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ ibaresi Neml suresinin 65. ayetinde geçen "Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." mealindeki ibareden alıntıdır.

Bu Risalede Geçen Hadisler

  1. Risalede Nasıl Geçtiği: Ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor.
    Kaynağı: Telhis-ül Habir - İbn-i Hacer 4/138; Kenz-ul Ummal hadis no: 12177; Cem'-ül Cevami' - Suyuti hadis no: 3017
    Kaynaklarda geçen şekli: Kurbanlarınızı iyi ve güzel seçiniz. Çünki o, Sırat Köprüsünde sizin bineğinizdir.

Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı

  1. Allah
  2. Bâki
  3. Cemil
  4. Cemil-i Zülcelal
  5. Cenab-ı Hak
  6. Fâtır
  7. Hakîm
  8. Hakîm-i Zülcelal
  9. Hakk
  10. Hâlık
  11. Hayy
  12. Kadîr-i Zülcelal
  13. Kadîr-i Zülkemal
  14. Kahhar
  15. Kayyum
  16. Kerîm
  17. Mahbub-u Hakiki
  18. Mahbub-u Lâyezal
  19. Mahbub-u Sermedî
  20. Mâlik-i Mülk
  21. Mevcud-u Hakiki
  22. Mihmandar-ı Kerîm
  23. Muhyî
  24. Mümît
  25. Rab
  26. Rahîm
  27. Rahman
  28. Rezzak
  29. Samed
  30. Sâni’
  31. Sâni’-i Zülcelal
  32. Yezdan

Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

  1. Furkan
  2. Kur’an

Bu Risalede Geçen Salavatlar

Bu Risalede Geçen Dualar

Bu Risalede Geçen Zikirler

Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler

  1. Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimatı nefislerine değil belki başkasının zat ve sıfât ve esmasına delâlet ediyorlar. Öyle ise manasını bil, al; nukuşunu bırak git. Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrefatını at, ehemmiyet verme. Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes. Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma. Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki’ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme. Hem bir misafirhanedir. Öyle ise onu yapan Mihmandar-ı Kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma; çık, git. Herzekârane fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma.
  2. Dünya-perestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı, Mahbub-u Hakiki yolunda feda et. Mevcudatın adem-nüma âkıbetlerini gör.
  3. Madem şu masnuat elfazdır, kelimat-ı kudrettir; manalarını oku, kalbine koy. Manasız kalan elfazı, bilâ-perva zevalin havasına at. Arkalarından alâkadarane bakıp meşgul olma.
  4. Cihan dolu bela başında varken ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl! Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler

  • Dava etmek
  • Kalp gözü ağlamak
  • Nazar gezdirmek

Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler

  1. İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.
  2. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır.
  3. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryattır.
  4. Nimetten in’ama geçsen Mün’im’i bulursun
  5. Nakıştan manaya geçsen esma yoluyla müsemmayı bulursun
  6. Eşya, tesbihat ile Sâni’-i Zülcelal’in tecelliyat-ı esmasına mukabele edip bir naz niyaz zemzemesidir
  7. (Dünyanın) Terki demek: Hudâ mülkü, onun izni, onun namıyla bakmakta.
  8. O çare ise şudur ki o cüz-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır.

Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler

  1. Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silah-ı insanî hem âciz hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez, kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez.

Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler

  1. Dünya ise bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir.
  2. Demek, değmez ki alınsa çürük maldır hep bu çarşıda. Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında.
  3. Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.
  4. Çünkü nefy-i nefiy, ispattır. Yani yok, yok ise o vardır. Yok, yok olsa var olur.
  5. Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç-ender hiçim fakat bu mevcudatı umumen isterim.

Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar

  1. Ziya Paşa: Bediüzzaman yazdığı manzumesinde "Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır." Der.
  2. İsrafil: 17. Söz'de "İsrafil’in ezanını fecr-i haşirde işitip Allahu ekber diyerek kalkacağım. Salât-ı kübradan çekilmem, mecma-ı ekberden çekinmem." cümleleri geçer.
  3. İbrahim (as): Bediüzzaman, "Nebiyy-i Peygamber olan bir Hakîm-i İlahî" olarak andığı Hz. İbrahim'in Kur'an içinde bulunan bir kelâmının (Lâ uhibbul âfilîn) bir nevi tefsiri olan bir parça yazmıştır.
  4. Mevlana Cami: 17. Söz'de alıntı olarak bir cümlesi geçer: يَكٖى خٰواهْ يَكٖى خٰوانْ يَكٖى جُوىْ يَكٖى بٖينْ يَكٖى دَانْ يَكٖى گُوىْ
  5. Abdülkadir-i Geylani: 17. Söz'de Bediüzzaman'ın Şeyh-i Geylanî’nin Esma-i Hüsna manzumesine nazire olarak yazdığı bir münâcat yer alır.
  6. Ahmed-i Cezeri: 17. Söz'de Ahmed-i Cezerî’nin Kürtçe fıkrasından (هَرْكَسْ بِتَمَاشَاگَهِ حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاىْ تَشْبٖيهِ نِگَارَانْ بِجَمَالَاتَه دِنَازِنْ) Bediüzzaman'ın ilham alarak yazdığı bir parça mevcuttur.
  7. Şehbaz-ı Kalender: Şeyh-i Geylanî’nin irşadıyla dergâh-ı İlahîye iltica edip mertebe-i velayete çıkmıştır meşhur bir kahraman olduğu belirtilmiştir.
  8. Şehnaz-ı Çelkezî: Bir parçada kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzeli olduğu belirtilen Şehnaz-ı Çelkezî'den bahis geçer.
  9. Gazneli Mahmud: Bir yerde Mahmudların, yani Sultan Mahmud gibi mahbubundan ayrılmış bütün âşıklardan bahis geçer. Gazneli Mahmud'un yanı sıra Mahmud adlı başkaları da kastediliyor olabilir.
  10. Mevlana Celaleddin-i Rumi: "Fikir, o neylerden başta Mevlana Celaleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârane teşekkiyat-ı firakı işitmiyor. " ibaresi geçer
  11. Sultan Ahmed (Afgan Sefiri): Bediüzzaman Farsça dili eğitimi hiç almadığı halde mükemmel bir Farsça ile 1922 yıllarında yazdığı münacatı o zamanki Afgan Sefiri Sultan Ahmed çok takdir etmiş ve Afgan Şahına bir adet bu münâcattan hediye göndermiştir.
  12. Emanullah Han: Afgan Sefiri Sultan Ahmed'in bu münacatı hediye olarak gönderdiği devri Afgan şahı

Bu Risalede Bahsi Geçen Yerler

  1. İstanbul Boğazı
  2. Yuşa Tepesi
  3. Barla Yaylası
  4. Karakavak
  5. Çam Dağı
  6. Tepelice

Bu Risalede Bahsi Geçen Hadiseler

İlgili Resimler/Fotoğraflar

İlgili Maddeler/Kategoriler

Önceki Risale: On Altıncı SözSözlerOn Sekizinci Söz: Sonraki Risale

Kaynakça