Kelebek

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Kelebek kurtların gelişmiş şekli olan, vücutları ve kanatları genellikle rengârenk çok ince pullarla kaplı, dört kanatlı böceklere verilen ortak isimdir. Bilinen 180.000 kadar türü vardır. Güve ve ipek böceği kelebek türleridir, pervane ise geceleri ışık etrâfında dönerek uçan küçük kelebeklere denir. Gece ve gündüz kelebekleri olarak iki gruba ayrılırlar. Yumurta ile çoğalır. Yumurtadan çıkan larvalar (tırtıl) normal iriliğe ulaşınca ipek salgısı ile kendilerine koza örer, kozada Cenab-ı Allah onu pupaya dönüştürür, bir müddet sonra pupa kabuğunu yırtar ve kozadan genç ergin yeni kelebek ortaya çıkar. Türlerine bağlı olarak bir haftadan bir yıla kadar yaşayabilirler.[1][2] Kelebeklerin ve pervanelerin özellikle ışık etrafında uçma ve ışığının cazibesine kapılıp ateşe atılma özeliklerinden dolayı Risale-i Nur'da çeşitli meselelerde misali geçer.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Tevhid ve Kelebek (Pervane)[değiştir]

“Bir kelebeğin midesini tanzim eden, manzume-i şemsi dahi o tanzim etmiştir.” (Başka bir nüshada "pirenin midesi" olarak geçer)

...

Ve hâkeza binler vecizeler var.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Üniversite Nurcuları namına, duanıza çok muhtaç

Mustafa Ramazanoğlu

(Konferans)


Hem meselâ, mütekellimînin kelâmları, felsefî mes'elelere ve kâinata ait ilimlerine ancak tebaî bir mana-yı harfi ile ve istitradî bir şekilde ve yalnız istidlal için nazar ettiği görülür. Hattâ mütekellimînce (güneşin bir lamba, küre-i arzın bir beşik, gecenin bir örtü, gündüzün bir maişet meydanı, kamerin bir nur, dağların birer direk ve kazık olması, yani dağların havaya meşata (tarak), su ve meadine mahzen, toprağı denizin istilasından muhafaza eden birer hami ve zelzeleden mütevellid arzın gazab ve hiddetini dağların menfeziyle teneffüsüne medar birer bacalık vazifesini görmeleri) onlarca kâfidir.

Fakat bir felsefeciye göre ise, güneşin kendi âlem-i manzumesine bir merkez olarak, öyle bir nâr-ı azimdir ki; seyyarat, arzımızla birlikte onun etrafında birer pervane kelebek gibi uçuşan dehşetli ve azametli bir sultan olması suretinde ancak kâfi gelebilir ve hakeza...

(Şule, Mesnevi N. (Badıllı))


İşte bak, ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaiki gösterir ve mesaili ispat eder.

Bilirsin ki en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen Kamer’den ve Müşteri’den biri gelir, Kamer’de ve Müşteri’de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek.” Merakın varsa vereceksin.

Halbuki şu zat, öyle bir Sultan’ın ahbarını söylüyor ki memleketinde kamer bir sinek gibi bir pervane etrafında döner. O arz olan o pervane ise bir lamba etrafında pervaz eder. Ve o güneş olan lamba ise o Sultan’ın binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lambasıdır.

Hem öyle acayip bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılabdan haber veriyor ki binler küre-i arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak, onun lisanında

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ

اَلْقَارِعَةُ

gibi sureleri işit.

Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.

(19. Söz)


Evet beşer, kamerdeki hali anlamak için ne kadar merak eder ki biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârlık gösterir. Eğer anlasa ne kadar hayret ve meraka düşer. Halbuki kamer, öyle bir Mâlikü’l-mülk’ün memleketinde geziyor ki kamer, bir sinek gibi küre-i arzın etrafında pervaz eder. Küre-i arz, pervane gibi şemsin etrafında uçar. Şems, binler lambalar içinde bir lambadır ki o Mâlikü’l-mülki Zülcelal’in bir misafirhanesinde mumdarlık eder.

İşte Zat-ı Ahmediye (asm) öyle bir Zat-ı Zülcelal’in şuunatını ve acayib-i sanatını ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş. İşte beşer, bu zatı kemal-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmetle hareket ettiğini anlarsın.

(31. Söz)


Ey kardeş bil ki! Kalbinde hayat bulunan bir insan, kâinata teveccühü hengâmında, elbette aklının ihata edemediği ve idrakinden âciz kaldığı ve mahiyetinden mütehayyir bulunduğu büyük işleri, hâdiseleri görecektir. İşte o hayret eleminden kurtulmak ve teşeffı etmek için, susuzluktan ciğeri yanmış bir adamın bir mâ-i zülale son derece susayıp müştak olduğu gibi, o da سُبْحَانَ اللهِ demeye müştak olur.

Hem aynı o adam, ni'metlerin ve lezzetli taamların letaiflerini gördükçe, hamd unvanıyla ni'met içinde in'amı ve in'am içinde mün'imi görmekle; onu daimî surette telezzüzünü izhar etmeye ve tezyid-i lezzet etmeye ve lezzetini arttırmaya icbar etmektedir. İşte böyle bir adam اَلْحَمْدُ لِلَّهِ demekle, harbden muzaffer olup, selâmet ve ganimetle dönmeye muvaffak olmuş olan bir adamın teneffüs ettiği gibi teneffüs edebilir.

Hem dahi aynı o adam, aklının mikyaslarıyla tartamadığı ve muhakemelerinden de zihni dar geldiği ve fakat hakikati tecessüs eden hissi onu onlarla meşgul ettiği acaib ve garaib mahlukları gördüğü zaman اَللهُ اَكْبَرُ diye bağırıp istirahat eder. Yani bunların Hâlıkları daha büyük, daha azimdir. Bunların halk ve tedbirleri, ona bir ağırlık vermez.

Evet nasılki birisi görse ki; Kamer onun etrafında pervane olmuş dönüyor. Elbette taaccüb ve hayret elemi onu gaşyedecek... veyahut zelzele ile bir dağın yerden hurucunu görse, elbette tedehhüş ile tekbire başlayacaktır. Yani o adam, belindeki taaccüb ve tedehhüş ağırlıklarını bir Kadir-i Kavi ve Metîn'in sefinesine atıp rahat ediyor.(C.C)

(Mesnevi N. (Badıllı))

Peygamberimiz ve Kelebek (Pervane) Misali[değiştir]

Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– Aşere-i Mübeşşere’den, İran fatihi Sa’d İbn-i Ebî Vakkas haber veriyor ki: “Gazve-i Uhud’da, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın iki tarafında, iki beyaz libaslı, ona nöbettar gibi muhafız suretinde gördük. İkisi de anlaşıldı ki meleklerdir. Ve Hazret-i Cebrail ile Mikâil olduğunu anladık.” Acaba böyle bir kahraman-ı İslâm gördük dese görmemek mümkün müdür?

Hem Ebu Süfyan İbn-i Hâris İbn-i Abdülmuttalib (ammizâde-i Nebevî) nakl-i sahih ile haber veriyor ki: “Gazve-i Bedir’de, gök ile yer arasında, beyaz libaslı atlı zatları gördük.”

Hem Hazret-i Hamza, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan niyaz etti ki: “Ben Cebrail’i görmek istiyorum.” Kâbe’de ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü.

Bu çeşit melaikeleri görmek vukuatı çoktur. Bütün bu vukuat, bir nevi mu’cize-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmı gösteriyor ve delâlet ediyor ki onun misbah-ı nübüvvetine melaikeler dahi pervanelerdir.

(19. Mektup)

Kur'an ve Kelebek (Pervane) Misali[değiştir]

Hem nev-i insanın humsu, belki kısm-ı a’zamı, göz önünde ona müncezibane ve dindarane irtibatı ve hakikat-perestane ve müştakane kulak vermesi; ve çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin ve melek ve ruhanîlerin dahi tilaveti vaktinde pervane gibi hakperestane etrafında toplanması, Kur’an’ın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.

(7. Şua)


Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş’et eden bir hads ve kanaatle, Kur’an hem ins hem cin hem meleğin makbulü ve mergubudur ki okunduğu vakit onlar, iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.

(19. Mektup)

Risale-i Nur ve Kelebek (Pervane) Misali[değiştir]

Evet kardeşlerim! Risale-i Nur, öyle bir ziya-i hakikat, öyle bir bürhan-ı hak ve bir sirac-ı hakikat neşrediyor ve iki cihanın saadetini temin edecek, Kur’an ve iman hakikatlerini ders veriyor ve öyle bir lütf-u İlahîdir ki yirmi beş seneden beri, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek, muallimi, feylesofu, talebesi, âlimi, mutasavvıfı gibi her bir tabaka-i insaniye, bu Nur’un âşığı, bu Nur’un pervanesi, bu Nur’un meclubu, bu Nur’un muhibbi olmuşlar; bu Nur’a koşmuşlar, bu Nur’un sinesine atılmışlar, bu Nur’dan meded istemişler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir kitle, bu Nur’la nurlanıp bu Nur’la kurtulmuşlardır.

(Konferans)


Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır ki küçük bir meselede “Gücendin mi?” diye istifsar münasebetiyle yazılmıştır

Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!

Hayatımın her safhasından kıymetli ve o hayatı, pervane-misal, bir emrinin infazına ateşte yakmaya her an hazır olduğum kıymetli Üstadım!

Evet, değil böyle hakikat uğrunda, hattâ bir kıymetli hediyeyi ihsan eden Padişah-ı Zîşan için o hediyeyi sarf etmekte tereddüt edilemez. Öyle de Üstadım, bize emanet olarak ve ne zaman alınacağı meçhul olan hayatın ve her zaman emrine âmâde ve hazır olduğum Cenab-ı Mün’im’in, o emanet üzerine ne gibi emri vaki olsa inşâallah bilâ-tereddüt emanetini iadeye hazırız. Madem siz, o Padişah-ı Bîzeval’in kurbiyet-i İlahiyesinde, aynı emrini tebliğe memur bulunuyorsunuz; öyle ise her mübarek sözünüz hak ve aynı rahmettir.

(Barla L.)


Biz bîçareler bu şem’in pervanesi oldukça, hizbü’l-Kur’an namına Hazret-i Gavs’ın himmet ve duasına ve cedd-i zîşanı Peygamberimiz (sallallahu teâlâ aleyhi vesellem) Efendimiz Hazretlerinin şefaatine, iltimasına ve nihayet Münzilü’l-Kur’an’ın affına, himayesine mazhar olacağımıza da şüphe edilmemek lâzımdır.

...

Hulusi

(Barla L.)


Çok şahs-ı veli, nur ile hem etti kanaat

Çok şahs-ı denî, nur ile hem buldu keramet

Her hepsi de pervanesi, üftadesi nurun

Her hepsi muamma, gücü yetmez bu şuurun

...

Âciz, bîçare talebeniz

Hasan Feyzi (rahmetullahi aleyh)

(Emirdağ L. 1)


Evet, Bedîüzzaman’a yapılan o tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler altında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyfü’l-İslâm’dır. Risale-i Nur ruhların sevgilisi, kalplerin mahbubu, âşıkların maşuku, canların cananı olmuş; icabında bu canan için canlar feda edilmiştir. Risale-i Nur, beşerin sertâcı ve halâskârı mevki-i muallâsında hizmet yapmış ve yapmaktadır. Risale-i Nur, Kur’an’ın son asırlarda beklenen bir mu’cize-i maneviyesi olarak tulû etmiş ve başta müellifi Bedîüzzaman Said Nursî olarak milyonlarla talebeleri ve kardeşleri, bu hakikat-i Kur’aniye etrafında pervaneler gibi dönerek onun nuruyla nurlanmışlar, ondaki Kur’an ve iman hakikatlerini massetmişler (emmişler), imanlarını kuvvetlendirmişler ve bu hakikat-i kübrayı bütün dünyaya ilan etmek ve ölünceye kadar onu okumak ve ona hizmet etmek gayesini azmetmişlerdir.

(Tarihçe-i H.)


Bedîüzzaman, eserlerinde hemen bütün büyük müellif ve ediblerden farklı olarak lafızdan ziyade manaya ehemmiyet vermiştir. Manayı lafza feda etmemiş, lafzı manaya feda etmiştir. Üslupta okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış, hakikati ve manayı esas tutmuştur. Vücuda elbiseyi yaparken vücuddan kesmemiş, elbiseden kesmiştir. Risale-i Nur’daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celbeden ve hakikate râm eden o İlahî cazibedendir ki çoluğu çocuğu, genci ihtiyarı, avamı havassı o Nur’a koşuyorlar ve o cazibedar Nur’un pervanesi oluyorlar. Bu hakikatin parlak bir misali olarak geniş bir talebe kitlesi, az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.

(Tarihçe-i H.)


“Bu acib zamanın en büyük tehlikesi, hadîs-i şerifle sabit olan âhir zamanda çok ehl-i sefahet ve gaflet dünyadan imansız çıkmak yarasını lisan-ı Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’la, kabre iman ile girmek ilacıyla tedavi eden Risaletü’n-Nur şakirdlerine bir hüccet-i kātıa bahşeden Risaletü’n-Nur’a hizmet, acaba âciz insanların cüz’î ve fazl-ı İlahî ile hizmetleri nasıl mukabele eder; belki her iki cihetle bir fazl-ı İlahîdir.” beyan buyurulduktan sonra, nasıl gecenin zulümatında yanan bir nur ve bir ziya lisan-ı hal-i şavkıyla bütün ruh sahiplerini, hattâ en küçük pervaneleri dahi zulümattan nura çağırıp çıkardığı gibi Risaletü’n-Nur dahi lisan-ı hal ve kāl ile şeriat kılıncıyla manen idam olmamış ve zulümatta boğulup ölmemiş ehl-i ilim ve ehl-i tarîkatı davet etmesi, onun Rahîm ismine mazhariyeti şe’nindendir.

...

Talebeniz

Hâfız Ali (rh)

(Sikke-i T. G.)


Acaba emsalsiz bir tarzda hem serçe kuşu acib bir surette hem kuddüs kuşu garib bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve masum çocuğun rüyası tam tamına çıkması hem Risale-i Nur’un Hâfız Ali gibi bir zatın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevafuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mı ki bir beşaret-i gaybiye olmasın? (Hâşiye: Hem bu kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarını teyid eden çok emareler var. Ezcümle: O kuşların alâkadarlığını gösteren mektup Milas’a gittiği aynı vakitte garib bir tarzda kuddüs kuşu o mektubun mealini vaziyetiyle teyid ettiği gibi; aynı mektup İnebolu’da geceleyin okunurken büyük bir gece kuşu hârika bir tarzda pencereye gelip kanadıyla vurup durup dinlemesi; aynı mektup Sava’da okunurken bir defa iki çekirge üstüne gelip durup neticeye kadar durmaları; bir defa da serçe ve bülbül kuşları aynı mektubun okunmasında pervane gibi uçup alâkadarlık göstermeleri ve Isparta’da Hüsrev’in evinde aynı mektup okunurken bülbül kuşu hilaf-ı âdet salona gelmesi, alâkadarlığını göstermesi gibi çok emareler, bu keramet-i Nuriyeyi teyid ediyor.)

(Sikke-i T. G.)


Öyle bir zaman gelecek ki milyonlarca kadınlar, Nur Risalelerinin dairesine, pervaneler gibi Risale-i Nur derslerine koşacaklar. Risale-i Nur’dan kudsî iman derslerini alacaklar, dinleyecekler. Nur semasında Nurlar teneffüs edecekler. Cennetü’l-firdevs’i kazandıran iman nimetine nâil olacaklardır.

(Hanımlar Rehberi)


Hattâ çekirgeler ve arı ve serçe kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu Sözlerin ve Nur’un okunurken pervane gibi etrafında dolaşıp sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevkyâb olduklarını, başlarını başlarımıza çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri, ne kadar garibdir. Ezcümle, Sava’da iki çekirge ve Emirdağı’nda iki güvercin ve iki kuş, İnebolu’da iki acib kuş, Isparta ve Sava’da bülbül ve hüdhüd bu kerameti gösterdiler.

(Konferans)

Milliyetçilik ve Kelebek (Pervane) Misali[değiştir]

Menfî milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki:

Evvela: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok muhaceretlere ve tebeddülata maruz olmakla beraber; merkez-i hükûmet-i İslâmiye bu vatanda teşkil olduktan sonra, akvam-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp tavattun etmişler. İşte bu halde Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakiki unsurlar birbirinden tefrik edilebilir.

Öyle ise hakiki unsuriyet fikrine, hareketi ve hamiyeti bina etmek, manasız ve hem pek zararlıdır. Onun içindir ki: Menfî milliyetçilerin ve unsuriyet-perverlerin reislerinden ve dine karşı pek lâkayt birisi, mecbur olmuş, demiş: “Dil, din bir ise millet birdir.” Madem öyledir. Hakiki unsuriyete değil; belki dil, din, vatan münasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise zaten kuvvetli bir millet, eğer biri noksan olursa tekrar milliyet dairesine dâhildir.

(26. Mektup)

Ahir Zaman Fitnesi ve Kelebek (Pervane) Misali[değiştir]

Rivayette var ki: “Fitne-i âhir zaman o kadar dehşetlidir ki kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ اٰخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.

اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ‌ bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla belki zevkle irtikâb ederler. Mesela, Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler. Ve kadın kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar. Ve fıtraten cemal-perest erkekler dahi nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar.

İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid’aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefis-perestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.

(5. Şua)


Hem nasıl ki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mestûre hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakiki vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki insanın ulvi latîfelerini ve kalp ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

(Kastamonu L.)


Evet Cenab-ı Hak (C.C.), bir abdini severse, dünyanın süs ve zinetlerini ona sevdirmez. Belki bela ve musibetlerle ona kerih gösterir.

Eyvah, vâ esefâ! Şu medeniyet-i sefihe gayet câlib hârikaları ve çok câzib oyuncakları izhar etmiş olmakla; insan saraylarının sakinleri olan latifeleri; ziya saçan lâmbaya müncelib olup, gelip çarparak yanıp kül olan pervaneler gibi düşüp yanmaktadırlar.

(Mesnevi N. (Badıllı))

Aşk ve Kelebek (Pervane) Misali[değiştir]

Nev-i insanda, hususan yüksek tabakasında, meslekleri ayrı ayrı hadsiz zatlarda, gayet esaslı bir surette bulunan şedit bir aşk-ı lahutî ve kuvvetli bir muhabbet-i Rabbaniye, bilbedahe misilsiz bir cemale işaret, belki şehadet eder.

Evet böyle bir aşk, öyle bir cemale bakar, iktiza eder. Ve öyle bir muhabbet, böyle bir hüsün ister. Belki bütün mevcudatta lisan-ı hal ve lisan-ı kāl ile edilen umum hamd ü senalar, o ezelî hüsne bakıyor, gidiyor. Belki Şems-i Tebrizî gibi bir kısım âşıkların nazarında bütün kâinatta bulunan umum incizablar, cezbeler, cazibeler, cazibedar hakikatler; ezelî ve ebedî bir hakikat-i cazibedara işaretlerdir. Ve ecramı ve mevcudatı mevlevî-misal pervane gibi raks u semâa kaldıran cezbedarane harekât ve deveran, o hakikat-i cazibedarın cemal-i kudsîsinin hükümdarane tezahüratı karşısında âşıkane ve vazifedarane bir mukabeledir.

(4. Şua)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • İpek Böceği: Cenab-ı Allah'ın rahmetiyle bize en güzel ve yumuşak bir libası eliyle giydirdiği kelebek ailesinden bir böcek.

Kaynakça[değiştir]