Ka'b El-Ahbar

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Ka'b El-Ahbar Yemenli bir yahudi alimin oğlu olup Peygamberimizin vasıflarını Yahudi kitaplarında görüp imana gelmiştir. Tabiindendir. Benî İsrâil’e dair rivayetleriyle (İsrailiyat) tanınır. Engin bilgisi olduğuna ve dindar kişiliğine işaret edilmiştir. Bazı sahâbîlerden hadis rivayet etmiş, Resûl-i Ekrem’den mürsel olarak rivayette bulunmuştur. Bizanslılar’la yapılan savaşlara katılmıştır. Rivayetlerde güvenilir kişiliğine işaret edilmiş, Ehl-i kitap’tan rivayette bulunanların en güveniliri olduğunu söylenmiş ancak rivayetlerinin, içinde bulunması muhtemel gerçek dışı şeyler açısından incelenmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bediüzzaman Ka'b-ül Ahbar ve Vehb İbni Münebbih'in rivayet ettiği İsrailiyatın Araplar içine yayılıp zaman içinde çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiğinden bahseder.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Kâ‘b el-Hibr[1]

Doğum Yeri ve Tarihi: Milâdî 551 yılı civarı[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Dımaşk, Suriye, 32, 34 veya 35 (652-53?)[1]

Kabrinin Yeri: Bâbüssağir Kabristanı, Şam[1]

Eserleri[değiştir]

Nasıl ve Ne Zaman Müslüman Olduğu[değiştir]

4 farklı rivayet vardır. (1) Yemen’deyken Resûl-i Ekrem zamanında oraya giden Hz. Ali ile görüşerek müslüman olmuştur veya (2) Hz. Ebû Bekir devrinde müslüman olmuştur veya (3) Hz. Ömer döneminde Medine’ye gelmiş, halifenin Kudüs’te bulunduğunu öğrenince oraya giderek kendisiyle görüşüp onun huzurunda müslüman olmuştur veya (4) Bir yahudi âlimi olan babası Tevrat’ın bir kısmını yazıp kendisine vererek onunla yetinmesini tavsiye etmiş, diğer kitaplarını bir dolaba kilitleyip onları okumaması için kendisinden söz almıştır. Ancak İslâm’ın her tarafa yayılması üzerine babasının sakladığı kitapları okuyan Kâ‘b bunlarda Resûlullah ile ümmetinin özelliklerini görünce İslâmiyet’i kabul etmiş, Abbas da onu himayesine almıştır. Bediüzzaman, Peygamberimizin vasıflarını Yahudi kitaplarında görüp imana geldiğini belirtir.[1]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem ulema-i Yehud’dan İbn-i Bünyamin ve Muhayrık ve Kâ’bü’l-Ahbar gibi çok ulema-i Yehud, evsaf-ı Nebeviyeyi kitaplarında gördüklerinden imana gelmişler; sair imana gelmeyenleri de ilzam etmişler.

(Mektubat, 19. Mektup, 16. İşaret)


Hem Abâdile-i Seb’adan ve kütüb-ü sâbıkada çok tetkikat yapan Abdullah İbn-i Amr İbni’l-Âs ve meşhur ulema-i Yehud’dan en evvel İslâm’a gelen Abdullah İbn-i Selâm ve meşhur Kâ’bü’l-Ahbar denilen Benî-İsrail’in allâmelerinden, o zamanda daha çok tahrifata uğramayan Tevrat’ta aynen şu gelecek âyeti ilan ederek göstermişler. Âyetin bir parçası şudur ki: Hz. Musa ile hitaptan sonra, gelecek peygambere hitaben şöyle diyor:

يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذٖيرًا وَحِرْزًا لِلْاُمِّيّٖينَ اَنْتَ عَبْدٖى سَمَّيْتُكَ الْمُتَوَكِّلَ لَيْسَ بِفَظٍّ وَلَا غَلٖيظٍ وَلَا صَخَّابٍ فِى الْاَسْوَاقِ وَلَا يَدْفَعُ بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ بَلْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ وَلَنْ يَقْبِضَهُ اللّٰهُ حَتّٰى يُقٖيمَ بِهِ الْمِلَّةَ الْعَوْجَاءَ بِاَنْ يَقُولُوا لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

(Mektubat, 19. Mektup, 16. İşaret)


İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilale verdiler. Şöyle ki:

O necip kavm-i Arap, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktâ ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil belki istitraden yalnız istidlal için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasip olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur’an idi.

Bundan sonra kavm-i Arap sair akvamı bel’ ettiği gibi milel-i sairenin malûmatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise Vehb, Kâ’b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arapların hazain-i hayalatına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitaptan İslâmiyet’e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden malûmat-ı muzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünkü İslâmiyet’in usûlüne müsadim olmadığından hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ, sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.

Hem de vaktâ ki şu İsrailiyat, Kitap ve Sünnetin bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me’haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; sû-i ihtiyarlarıyla başka bir me’hazi bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahir-perestler, bazı âyât ve ehadîsi o hikâyat-ı İsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler.

Halbuki Kur’an’ı tefsir edecek, yine Kur’an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet, mâsadak ile mana ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.

(Muhakemat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]