Yunus (as)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(Hazret-i Yunus sayfasından yönlendirildi)

Bu isimdeki sure için Yunus Suresi sayfasına ve Yunus Emre için Yunus Emre sayfasına gidin

Hz. Yunus (as) Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen bir peygamberdir. Kur'an'da ismi Yunus, Zünnun (Balık sahibi) ve Sahib-ül Hut (Balığın sahibi/arkadaşı) olarak anılır. Kendisine vahiy indiği ve doğru yola sevkedilenlerden, âlemlere üstün kılınanlardan, sâlihlerden ve peygamberlerden olduğu bildirilir. Kur’an’ın adını taşıyan Yûnus suresinde kavminin kendilerine azap geleceği bildirilince iman etmeleri sayesinde azaptan kurtulan yegâne kavim olduğu beyan edilir. Putperest olan Hz. Yûnus kavmi (Nineva veya Ninova kenti halkı) kendisine inanmayınca öfkeyle onlardan uzaklaşmış, yüklü bir gemiye binmiş, çekilen kura neticesinde kaybedenlerden olmuş ve kendisini bir balık yutmuştur. Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı insanların tekrar dirileceği güne kadar o balığın karnında kalabilecek olan Hz. Yunus “Senden başka ilâh yoktur, şüphesiz ben zalimlerden oldum” (لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ) demiş, ardından duası kabul edilerek Allah’ın rahmetiyle güçsüz bir halde balığın karnından çıkarılmış, kendisine gölge yapması için yanında kabak cinsinden geniş yapraklı yaktîn bitkisi yaratılmış, daha sonra 100.000 veya daha fazla insana peygamber olarak gönderilmiştir. Yûnus’un kavmi iman etmiş, başlarına geleceği bildirilen azaptan kurtulmuş, bir süre daha nimetlerden faydalanarak yaşatılmıştır. Bir hadiste Peygamberimiz "Yûnus b. Mettâ’dan daha hayırlı olduğunu iddia eden kimse yalan söylemiştir" buyurur.[1]

Bediüzzaman, bu konuya ayırdığı 1. Lem'a risalesinde Hz. Yunus'un balığın karnında yaptığı ve kurtulmasına vesile olan münacatın en azîm bir münâcat olduğunu ve en mühim bir vesile-i icabe-i dua olduğunu beyan eder. Denize atılıp büyük bir balık onu yuttuğunda, deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette ve onu kurtaracak sebepler tamamen ortadan kaybolduğunda onu ancak hükmü hem balığa hem denize hem geceye hem cevv-i semaya geçebilecek olan Allah'ın kurtarabileceğini belirtir ve Hz. Yunus Allah'tan başka sığınılacak olmadığını görüp münacatında bunu ifade ettiğinden kurtulmuştur. Bediüzzaman Hz. Yunus'un balığın karnındaki vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyette olduğumuzu; onun karanlık gecesine karşılık gelen istikbalimiz, onun denizine karşılık gelen dünyamız ve onun balığına karşılık gelen nefsimizin hevası karşısında tüm sebeplerden yüz çevirip onun münacatını tekrarlamamız gerektiğini söyler.

Bediüzzaman akşam ve yatsı arasında bu münacatı 33'er defa zikretmiştir.

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Zünnun (Balık sahibi anlamındadır), Sahib-ül Hut (Balığın sahibi/arkadaşı anlamındadır), Jonah (Batı dünyasında)

Doğum Yeri ve Tarihi: -

Annesi: -

Babası: Metta

Kardeşleri: -

Soyu: Hz. Bünyamin'in soyundandır.

Vefat Yeri ve Tarihi: -

Kabrinin Yeri: Kabri muhtemelen doğduğu yer olan Gathefer’dedir (Bugün İsrail sınırları içinde). Bugün türbesi mevcut değildir.

Harita Konumu: [1]

Hanımları: -

Çocukları: -

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: -

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: Musul'daki Ninova şehri

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. Yunus'un ismi Kur'an'da Yunus olarak 4 ayette, Zünnun olarak 1 ayette (Enbiya 87) ve Sahib-ül Hut olarak 1 ayette (Kalem 48) olmak üzere toplam 6 defa geçer.

Yunus Peygamberin (AS) İsmi Geçen Ayetler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hz. Yunus'un münacatından bahseden 1. Lem'a namında ayrı bir risale vardır

Hazret-i Yunus İbn-i Metta alâ nebiyyina ve aleyhissalâtü vesselâmın münâcatı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.

Hazret-i Yunus aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ münâcatı, ona süraten vasıta-i necat olmuştur.

Şu münâcatın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab bi’l-külliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir zat lâzım ki hükmü hem balığa hem denize hem geceye hem cevv-i semaya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde “gece, deniz ve hut” ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faydaları olmazdı. Demek, esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-esbab’dan başka bir melce olamadığını aynelyakîn gördüğünden sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münâcat birdenbire geceyi, denizi ve hutu musahhar etmiştir.

O nur-u tevhid ile hutun karnını bir tahte’l-bahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvari emvac dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.

İşte Hazret-i Yunus aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor, onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

Madem hakiki vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbibü’l-esbab olan Rabb’imize iltica edip لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o zat olabilir ki istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.

Acaba Hâlık-ı semavat ve arz’dan başka hangi sebep var ki en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvacından kurtaracak? Hâşâ, Zat-ı Vâcibü’l-vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdat edemez ve halâskâr olamaz.

Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus aleyhisselâma o münâcatın neticesinde hutu ona bir merkûb, bir tahte’l-bahir ve denizi bir güzel sahra ve gece mehtaplı bir latîf suret aldı. Biz dahi o münâcatın sırrıyla لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeliyiz. لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz.

Tâ ki nur-u iman ile ve Kur’an’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılab etsin.

Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvacı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’an-ı Hakîm’in tezgâhında yapılan bir sefine-i maneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın.

Hem o sırr-ı Kur’an’la, o terbiye-i Furkaniye ile nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla sıtmadan müteellim olduğu gibi arzın zelzele ve ihtizazatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebînî bir mikroptan korkar, ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever, öyle de hadsiz ebedî cenneti dahi müştakane sever.

Elbette böyle bir insanın Mabud’u, Rabb’i, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir zat olabilir ki umum kâinat onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvari (as) لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeye muhtaçtır.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

(1. Lem'a)


Kıymettar Üstadım!

Bugün Süleyman Efendi kardeşimle irsal buyurulan; biri dünyanın ömrünü izah eden bir mektupla, diğeri Hazret-i Yunus aleyhisselâmın duasının fezailini gösteren Otuz Birinci Mektup’un Otuz Bir Lem’a’dan On Birinci Kısmının Birinci Kısmı’nı aldık ve okuduk.

Sevgili Üstadım! Bu kısım bizi o kadar mesrur etti ki tarifine muktedir değilim. Cenab-ı Hak sizden ebeden razı olsun.

Bu risale kat’î bir varlıkla bu ümmete necat kapılarını açıyor. Ve bu zulümatlı günlerin avdet etmemek üzere veda etmekte olduğunu ihbar etmekle beraber, şakirdlerini hep birden ve bir ağızdan münâcata davet ediyor.

Sevgili Üstadım! İstikbalimizi, nur deryasından fışkıran nücum-misal nurlarla aydınlatan ve bu kasvetli ve karanlıklı ve kâbuslu günlerimizde kat’î bir ümitle yaşatan ve her bir risalede lemean eden yeni bir başka nurla yüzümüzü güldüren Cenab-ı Vâcibü’l-vücud Hazretlerine bîhisab şükrümüzü takdim ederken, sevincimizi katlayan Üstadımızın vürûduna sabırsızlıkla intizarımızı arz ederim efendim.

Ahmed Hüsrev

(Barla L.)


Şu âyetleri okurken şeytan dedi ki: “Kur’an’ın en mühim fesahatini, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor? Sekerattan tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i Sûr’dan muhasebenin hitamına intikal ediyor ve ondan cehenneme idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selaset kalır? Kur’an’ın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak meseleleri birleştiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetle selaset, fesahat nerede kalır?”

Elcevap: Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın esas-ı i’cazı, en mühimlerinden belâgatından sonra îcazdır. Îcaz, i’caz-ı Kur’an’ın en metin ve en mühim bir esasıdır. Kur’an-ı Hakîm’de şu mu’cizane îcaz, o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki ehl-i tetkik, karşısında hayrettedirler.

...

Hem mesela

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ

İşte اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ cümlesinden فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler; fehmi ihlâl etmiyor, selasete zarar vermiyor. Hazret-i Yunus aleyhisselâmın kıssasından mühim esasları zikreder. Mütebâkisini akla havale eder.

(26. Mektup)


Ol nurdan için Yunus’u hıfzeyledi ol hut

Ol nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lût

...

Hasan Feyzi

(Emirdağ L. 1)


Sırr-ı tesbihatı telkin eyleyen,

Misl-i Yunus gavvas-ı hakikattir sözün.

...

Ahmed Galib

(Barla L.)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Hz. Yunus'a ait olduğu düşünülen ve bugün mevcut olmayan/kalıntıları olan türbenin eski haline dair bir çizim.

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Yunus Suresi: Hz. Yunus'un kavminden de bahsedilen Kur'an'ın 10. suresi.
  • 1. Lem'a: Hz. Yunus'un münacatından bahseden risale.
  • Yaktin: Hz. Yunus'un kıssasında bahsi geçen ve balıktan çıktıktan sonra altında gölgelendiği bitki.
  • Hut: Hz. Yunus'un kıssasında bahsi geçen onu yutan büyük balık.

Kaynakça[değiştir]