İsra 88

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: İsra 87İsra Suresiİsra 89: Sonraki Ayet

Meali: 88- De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.

Kur'an'daki Yeri: 15. Cüz, 290. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem mesela, hâtem-i divan-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı ve Hazret-i Âdem’e icmalen talim olunan bütün esmanın bütün meratibiyle tafsilen mazharı; yukarıya celal ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya cemal ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın mu’cize-i kübrası olan Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazının en parlaklarından olan hak ve hakikate dair beyanatındaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üsluplarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzarını, şu mu’cize-i ebediyenin vücuh-u i’cazından en zahir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip azîm bir teşvik ile şiddetli bir tergib ile dost ve düşmanları onu tanzire ve taklide, yani nazirini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor.

(20. Söz)


Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra-yı Ahmediye (asm) olan Kur’an-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyan’ın hadsiz vücuh-u i’cazından kırka yakın vücuh-u i’caziyeyi, Arabî risalelerimde ve Arabî Risaletü’n-Nur’da ve İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirimde ve geçen şu yirmi dört Sözlerde işaretler etmişiz. Şimdi onlardan yalnız beş vechini bir derece beyan ve sair vücuhu içlerinde icmalen dercederek ve bir mukaddime ile onun tarif ve mahiyetine işaret edeceğiz.

(25. Söz)


İstikbale ait ihbarat-ı gaybiyesidir.

Şu kısım ihbaratın çok envaı var. Birinci kısım, hususidir. Bir kısım ehl-i keşif ve velayete mahsustur.

Mesela, Muhyiddin-i Arabî

الٓمٓ

غُلِبَتِ الرُّومُ

Suresi’nde pek çok ihbarat-ı gaybiyeyi bulmuştur. İmam-ı Rabbanî, surelerin başındaki mukattaat-ı huruf ile çok muamelat-ı gaybiyenin işaretlerini ve ihbaratını görmüştür ve hâkeza… Ulema-yı bâtın için Kur’an, baştan başa ihbarat-ı gaybiye nevindendir. Biz ise umuma ait olacak bir kısmına işaret edeceğiz. Bunun da pek çok tabakatı var. Yalnız bir tabakadan bahsedeceğiz.

İşte Kur’an-ı Hakîm, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma der: (Hâşiye[1])

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ

لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِنٖينَ مُحَلِّقٖينَ رُؤُسَكُمْ وَ مُقَصِّرٖينَ لَا تَخَافُونَ

هُوَ الَّذٖٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدٖينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ

وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ

فٖى بِضْعِ سِنٖينَ لِلّٰهِ الْاَمْرُ

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ

بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهٖ رَيْبَ الْمَنُونِ

قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّٖى مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصٖينَ

وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَ لَنْ تَفْعَلُوا

وَ لَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا

سَنُرٖيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى الْاٰفَاقِ وَفٖٓى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَ يُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍ

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُرٖيكُمْ اٰيَاتِهٖ فَتَعْرِفُونَهَا

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِهٖ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ

وَعَدَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دٖينَهُمُ الَّذِى ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا

gibi çok âyâtın ifade ettiği ihbarat-ı gaybiyedir ki aynen doğru olarak çıkmıştır. İşte pek çok itirazat ve tenkidata maruz ve en küçük bir hatasından dolayı davasını kaybedecek bir zatın lisanından böyle tereddütsüz, kemal-i ciddiyet ve emniyetle ve kuvvetli bir vüsuku ihsas eden bir tarzda böyle ihbarat-ı gaybiye, kat’iyen gösterir ki o zat, Üstad-ı Ezelî’sinden ders alıyor, sonra söylüyor.

(25. Söz)


Mesela şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’an’a karşı; bütün nev-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur’an’a karşı muaraza vaziyetini almıştır. İ’caz-ı Kur’an’a karşı, sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müthiş yeni muarazacıya karşı i’caz-ı Kur’an’ı قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ âyetinin davasını ispat etmek için medeniyetin muaraza suretiyle vaz’ettiği esasatı ve desatirini, esasat-ı Kur’aniye ile karşılaştıracağız.

Birinci derecede: Birinci Söz’den tâ Yirmi Beşinci Söz’e kadar olan muvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kere iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’an’ın i’cazını ve galebesini ispat eder.

İkinci derecede: On İkinci Söz’de ispat edildiği gibi bir kısım düsturlarını hülâsa etmektir.

...

İşte قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا ifade ettiği azîm mana ve büyük hakikat, kāsıru’l-fehm olanlarca ve dikkatsizlikle mübalağalı bir belâgat için muhal bir suret zannediliyor. Hâşâ! Mübalağa değil, muhal bir suret değil, ayn-ı hakikat bir belâgat ve mümkün ve vaki bir surettedir.

O suretin bir vechi şudur ki yani, Kur’an’dan tereşşuh etmeyen ve Kur’an’ın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa Kur’an’ı tanzir edemez, demektir. Hem edememiş ki gösterilmiyor.

İkinci vecih şudur ki cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaileri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’an’ın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler, demektir. Nasıl da numunesini gösterdik.

(25. Söz)


Kur’an’ın lemaat-ı i’cazından iki lem’a-i i’caziye, On Dokuzuncu Söz’ün On Dördüncü Reşha’sında geçmiştir ki bir sebeb-i kusur zannedilen tekraratı ve ulûm-u kevniyede icmali, her biri birer lem’a-i i’cazın menbaıdır. Hem Kur’an’da mu’cizat-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’caz-ı Kur’an, Yirminci Söz’ün İkinci Makamı’nda vâzıhan gösterilmiştir. Daha bunlar gibi sair Sözlerde ve risale-i Arabiyemde çok lemaat-ı i’caziye zikredilip onlara iktifaen yalnız şunu deriz ki:

Bir mu’cize-i Kur’aniye daha şudur ki: Nasıl bütün mu’cizat-ı enbiya, Kur’an’ın bir nakş-ı i’cazını göstermiştir; öyle de Kur’an, bütün mu’cizatıyla bir mu’cize-i Ahmediye (asm) olur. Ve bütün mu’cizat-ı Ahmediye (asm) dahi Kur’an’ın bir mu’cizesidir ki Kur’an’ın Cenab-ı Hakk’a karşı nisbetini gösterir ve o nisbetin zuhuruyla her bir kelimesi bir mu’cize olur. Çünkü o vakit bir tek kelime, bir çekirdek gibi bir şecere-i hakaiki manen tazammun edebilir. Hem merkez-i kalp gibi hakikat-i uzmanın bütün azasına münasebettar olabilir. Hem bir ilm-i muhite ve nihayetsiz bir iradeye istinad ettiği için hurufuyla, heyetiyle, vaziyetiyle, mevkiiyle hadsiz eşyaya bakabilir. İşte şu sırdandır ki ulema-i ilm-i huruf, Kur’an’ın bir harfinden bir sahife kadar esrar bulduklarını iddia ederler ve davalarını o fennin ehline ispat ediyorlar.

Risalenin başından şuraya kadar bütün şuleleri, şuâları, lem’aları, nurları, ziyaları nazara topla; birden bak. Baştaki dava, şimdi kat’î netice olarak yani قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا yı yüksek bir sadâ ile okuyup ilan ediyorlar.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

رَبِّ اشْرَحْ لٖى صَدْرٖى

وَيَسِّرْلٖٓى اَمْرٖى

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانٖى

يَفْقَهُوا قَوْلٖى

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ اَفْضَلَ وَ اَجْمَلَ وَ اَنْبَلَ وَ اَظْهَرَ وَ اَطْهَرَ وَ اَحْسَنَ وَاَبَرَّ وَ اَكْرَمَ وَ اَعَزَّ وَ اَعْظَمَ وَ اَشْرَفَ وَ اَعْلٰى وَ اَزْكٰى وَ اَبْرَكَ وَ اَلْطَفَ صَلَوَاتِكَ وَ اَوْفٰى وَ اَكْثَرَ وَ اَزْيَدَ وَ اَرْقٰى وَ اَرْفَعَ وَ اَدْوَمَ سَلَامِكَ صَلَاةً وَ سَلَامًا وَ رَحْمَةً وَ رِضْوَانًا وَ عَفْوًا وَ غُفْرَانًا تَمْتَدُّ وَ تَزٖيدُ بِوَابِلِ سَحَائِبِ مَوَاهِبِ جُودِكَ وَ كَرَمِكَ وَ تَنْمُوا وَ تَزْكُوا بِنَفَائِسِ شَرَائِفِ لَطَائِفِ جُودِكَ وَ مِنَنِكَ اَزَلِيَّةً بِاَزَلِيَّتِكَ لَا تَزُولُ اَبَدِيَّةً بِاَبَدِيَّتِكَ لَا تَحُولُ عَلٰى عَبْدِكَ وَ حَبٖيبِكَ وَ رَسُولِكَ مُحَمَّدٍ خَيْرِ خَلْقِكَ النُّورِ الْبَاهِرِ اللَّامِعِ وَ الْبُرْهَانِ الظَّاهِرِ الْقَاطِعِ وَ الْبَحْرِ الذَّاخِرِ وَ النُّورِ الْغَامِرِ وَ الْجَمَالِ الزَّاهِرِ وَ الْجَلَالِ الْقَاهِرِ وَ الْكَمَالِ الْفَاخِرِ صَلَاتَكَ الَّتٖى صَلَّيْتَ بِعَظَمَةِ ذَاتِكَ عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ كَذٰلِكَ صَلَاةً تَغْفِرُ بِهَا ذُنُوبَنَا وَ تَشْرَحُ بِهَا صُدُورَنَا وَ تُطَهِّرُ بِهَا قُلُوبَنَا وَ تُرَوِّحُ بِهَا اَرْوَاحَنَا وَ تُقَدِّسُ بِهَا اَسْرَارَنَا وَ تُنَزِّهُ بِهَا خَوَاطِرَنَا وَ اَفْكَارَنَا وَ تُصَفّٖى بِهَا كُدُورَاتِ مَا فٖى اَسْرَارِنَا وَ تَشْفٖى بِهَا اَمْرَاضَنَا وَ تَفْتَحُ بِهَا اَقْفَالَ قُلُوبِنَا

رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

(25. Söz)


Hâşiye 2: Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın manevî bir sırr-ı i’cazı şudur ki: Kur’an, ism-i a’zama mazhar olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın pek büyük ve pek parlak derece-i imanını ifade ediyor.
Hem mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rububiyetin yüksek hakikatlerini beyan eden, gayet büyük ve geniş ve âlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifade ediyor, ders veriyor.
Hem Hâlık-ı kâinatın umum mevcudatın Rabb’i cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitabını ifade ediyor. Elbette bu suretteki ifade-i Furkan’a ve bu tarzdaki beyan-ı Kur’an’a karşı قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ sırrıyla bütün ukûl-ü beşeriye ittihat etse bir tek akıl olsa dahi karşısına çıkamaz, muaraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esas nokta-i nazarında, kat’iyen kabil-i taklit değildir ve tanzir edilmez!

(19. Mektup)


Evet, cevahir-i hidayetin asdafı ve hakaik-ı imaniyenin menabii ve esasat-ı İslâmiyenin madenleri bulunan hem ilim, kudret ve iradeyi, hem de hitab-ı ezelîyi tazammun ederek arş-ı Rahmandan nur saçarak gelen o elfaz-ı Kur'an nerede? Sonra insanların hevaî, hevesî, manasız lafızları nerede?

Evet, şu âlem-i İslâmîyi bütün maneviyatıyla, şeairiyle, kemalâtıyla, desatiriyle, asfiyası ve evliyasıyla bir şecere-i tuba gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve semere veren o Kur'an nerede?. (Hattâ öyle ki, o şecere-i tuba-i Kur'aniyenin birçok çekirdekleri ve nüveleri birer desatir-i ameliyeye ve semeredar birer şecereye inkılab etmiş olmasındandır ki, o Kur'an hakkında

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰي اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْآنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا

denilmiştir.) Evet, zira o Kur'an, cezalet-i nazmiyesi ile ve belâgat-ı meaniyesiyle ve bedaat-ı üslubuyla ve beraat-ı beyanıyla ve pek çok makbul vücûh-u maâniyi câmiiyet-i lafzında saklayan fesahat-ı lafziyesi, ile ve bütün müctehidînin me'hazlerini ve ezvak-ı ârifîn, meşarib-i vasilîn, mesalik-i kamilînin ve mezahib-i muhakkikînin hakikat ve tarikatlarını da mutazammın olan şu bahr-i şeriatı camiiyetinde toplamasıyla ve ona olan hüsn-ü delâletiyle, bütün bülega ve füseha ve üdebayı dize getirmiş, ilzam ve ifham etmiştir.

(14. Reşha, Mesnevi-i N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Bu gaybdan haber veren âyetler, pek çok tefsirlerde izah edilmesinden ve eski harfle tabetmek niyeti müellifine verdiği acelelik hatasından burada izahsız ve o kıymettar hazineler kapalı kaldılar.