Maide 54

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Maide 53Maide SuresiMaide 55: Sonraki Ayet

Meali: 54- Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.

{İslâm'a hiç girmemiş kâfirler ile müslümanların içinde bulunan münafıklardan başka bir de mürtedler vardır; bunlar, evvelce müslüman oldukları halde sonradan dinden dönen, İslâm'ı terkeden bedbaht kişilerdir. Hz. Peygamber (s.a.) zamanından beri İslâm dünyasında az da olsa irtidat olayları olmuş, bazı şahıs veya gruplar İslâm'ı terketmişlerdir. Ancak bunların, İslâm'ın yayılmasına ve yaşamasına hiçbir zararı olmamış, Allah'ın, cihanı aydınlatmak için yaktığı meş'ale her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek yanmış ve ışıklarını beş kıtaya ulaştırmıştır. Tarih boyunca birçok toplum İslâm'ın bayraktarlığını yapmış, onun bayrağı hiç yere düşmemiştir. İnsanlar yeryüzünde yaşadıkları müddetçe de İslâm ümmetinden bir topluluk daima hakkı ayakta tutacak ve bayrağı taşıyacaktır.}

Kur'an'daki Yeri: 6. Cüz, 116. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

İstikbale ait ihbarat-ı gaybiyesidir.

Şu kısım ihbaratın çok envaı var. Birinci kısım, hususidir. Bir kısım ehl-i keşif ve velayete mahsustur.

Mesela, Muhyiddin-i Arabî

الٓمٓ

غُلِبَتِ الرُّومُ

Suresi’nde pek çok ihbarat-ı gaybiyeyi bulmuştur. İmam-ı Rabbanî, surelerin başındaki mukattaat-ı huruf ile çok muamelat-ı gaybiyenin işaretlerini ve ihbaratını görmüştür ve hâkeza… Ulema-yı bâtın için Kur’an, baştan başa ihbarat-ı gaybiye nevindendir. Biz ise umuma ait olacak bir kısmına işaret edeceğiz. Bunun da pek çok tabakatı var. Yalnız bir tabakadan bahsedeceğiz.

İşte Kur’an-ı Hakîm, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma der: (Hâşiye[1])

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ

لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِنٖينَ مُحَلِّقٖينَ رُؤُسَكُمْ وَ مُقَصِّرٖينَ لَا تَخَافُونَ

هُوَ الَّذٖٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدٖينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ

وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ

فٖى بِضْعِ سِنٖينَ لِلّٰهِ الْاَمْرُ

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ

بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهٖ رَيْبَ الْمَنُونِ

قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّٖى مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصٖينَ

وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَ لَنْ تَفْعَلُوا

وَ لَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا

سَنُرٖيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى الْاٰفَاقِ وَفٖٓى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَ يُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍ

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُرٖيكُمْ اٰيَاتِهٖ فَتَعْرِفُونَهَا

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِهٖ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ

وَعَدَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دٖينَهُمُ الَّذِى ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا

gibi çok âyâtın ifade ettiği ihbarat-ı gaybiyedir ki aynen doğru olarak çıkmıştır. İşte pek çok itirazat ve tenkidata maruz ve en küçük bir hatasından dolayı davasını kaybedecek bir zatın lisanından böyle tereddütsüz, kemal-i ciddiyet ve emniyetle ve kuvvetli bir vüsuku ihsas eden bir tarzda böyle ihbarat-ı gaybiye, kat’iyen gösterir ki o zat, Üstad-ı Ezelî’sinden ders alıyor, sonra söylüyor.

(25. Söz)


Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder; uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.

Şu müsbet fikr-i milliyet İslâmiyet’e hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var, âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek; aynı kalenin taşlarını, kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup o elmasları dışarı atmak nevinden ahmakane bir cinayettir.

İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları! Altı yüz sene değil belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’an’a ve İslâmiyet’e kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’ettiniz, tâ

يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَ يُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ

âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve Frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!

Cây-ı dikkat bir hal: Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslüman’dır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.

Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyet’le imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!

(26. Mektup)


Adalet-i İlahiye, İslâmiyet’e ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azab-ı manevî vermiş ki bedevîliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngiliz’in yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadî korku ve dehşet ve telaş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.

İşte böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife imanı kurtarmak olduğundan bu zamana ve bu seneye bakan beşaret-i Kur’aniye ve

فَضْلًا كَبٖيرًا

فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتٖيهِ مَنْ يَشَٓاءُ

âyetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risaletü’n-Nur’un manevî fütuhat-ı imaniyesini gösteriyor.

Evet bir adamın imanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarı ve nurudur. Öyle ise imanı tehlikeye maruz her adama, bütün küre-i arzın saltanatından daha faydalı bir saltanat, bir fütuhat kazandıran Risaletü’n-Nur; elbette bu âyetlerin, bu asırda, bu beşaretlerinin kasdî bir medar-ı nazarlarıdır.

(Kastamonu Lahikası)


Evet, Hazret-i Alî radıyallâhü anhın bu zâhir kerâmât-ı gaybiyesi Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın irşâdıyla olduğu için, başka şekilde bir mu‘cize-i Peygamberiye olduğu münâsebetiyle; aynı kerâmet-i Gavsiye ve işârât-ı hârika-i Aleviye gibi beşinci asırla on dördüncü asrın fitnelerine işaret eden ve gizli kalıp ma‘nâsı anlaşılma­yan bir mu‘cize-i gaybiye-i Nebeviyeyi beyân etmeye münâsebet geldi. Şöyle ki: Hadîs-i sahîhte vardır ki, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: اِنِ اسْتَقَامَتْ اُمَّت۪ي فَلَهُمْ يَوْمٌ وَاِلَّا فَنِصْفُ يَوْمٍ -ev kemâ kāl- Bu hadîs-i şerîfe her nasılsa, “Kıyâmete işaret ediyor” sûretinde ma‘nâ verilmiş, mu‘cize-i Nebeviye gizlenmiş, anlaşılmamış. Hem Şeyh-i Geylânî’nin, hem Hazret-i Alî radıyallâhü anhın irşâd-ı Nebevî ile beşinci ve altıncı ve on dördüncü asırların fitnelerinden kerâmetkârâne bahisleri gösteriyor ki, bu hadîs-i şerîf onların bu zamana bakmak için bir teleskoplarıdır ki, bu iki asra bakıyorlar. Evet, hadîste يَوْمٌ ta‘bîri, اِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّاتَعُدُّونَ âyetinin delâletiyle bin seneden ibârettir. Hilâfet-i İslâmiyeye ve hükûmet-i Arabiyeye, hadîs mûcibince tam istikametle gitmediği için, tam nısf-ı yevm olan beş yüz küsûr senede (Hâşiye[2]) Hülâgū hücumuyla hâtime verildi. Üç-dört asır zaman-ı fetretten sonra يَاْتِ اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ âyetinin sırrına mazhar olan Osmanlı âdil padişahları, hadîs-i şerîfteki istikameti yerine getirmeye çalıştıklarından, hadîsin hükmüyle ümmet için bin sene hilâfet-i İslâmiyeye ve şer‘-i şerîf üzerinde giden hükûmetin idâmesine vâsıta oldular. Hadîsin ikinci ciheti ki,فَلَهُمْ يَوْمٌ de tahakkuk ediyor. Ve İstanbul’un fethinden takrîben yirmi sene evvel, yine hilâfet-i İslâmiyeye zemin ihzâr edildi. Ve tam umum âlem-i İslâm’ın merkez-i hükûmeti olacak bir vaz‘iyet almaya başladı. Ve müjde ve senâ-yı Peygamberîye mazhar olan Fâtih’in vâsıtasıyla İstanbul’un fethi tarihinden fetret zamanını tayyedip, Abbâsîler nereden bırakmışlar ise oradan başlayarak Osmanlılar bil’istihkāk âlem-i İslâm’ın başına geçtiler. Yine hadîs-i şerîfin hükmüyle, “Eğer istikametle gitse, hilâfet bin seneden ibâret olan bir gün devam edecek. Yoksa yarım gün devam edecek.” İşte aynen Abbâsîler gibi Osmanlılar da yarım gün devam etti. Yani beş yüz sene devam etti. Bu mu‘cize-i Nebeviye pek parlak bir sûrette tezâhür etti.

İşte hilâfet-i Arabiye tam istikamete mazhar olmadığından, yalnız yarım gün olan beş yüz seneyi aldı. Osmanlı Devleti dahi, tek başıyla âhirlerinde ecnebîlerin ve münâ­fıkların müdâhaleleri yüzünden tam istikameti muhâfaza edemediği için, o da yarım gün olan beş yüz seneyi aldı. Bu iki kardeş olan iki unsurun ittihâdından tam istikamete mazhariyet sırrı vardır ki, bin sene olan bir günü tamam aldılar.

(18. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Bu gaybdan haber veren âyetler, pek çok tefsirlerde izah edilmesinden ve eski harfle tabetmek niyeti müellifine verdiği acelelik hatasından burada izahsız ve o kıymettar hazineler kapalı kaldılar.
  2. Hadîsin hükmüyle, hükûmet-i Arabiye beş yüz sene yaşayacak. Halbuki beş yüzden bir mikdar geçer. Bunun sırrı şudur ki: Yezîd, Velîd, Haccâc-ı Zâlim gibi zalemenin ve Ebû Müslim-i Horâsânî’nin tahakkümü ve Emevîlerin inkırâzından sonra Abbâsîlerin tam takarruruna kadar olan zaman hükûmet-i Arabiyenin fetret zamanı sayıldığından, bu fetret zamanı tayyedilmekle tam beş yüz kalır.