İbn-ül Seb'in

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

İbn'üs Seb'în ابن سبعين) Endülüs'te yetişmiş mutasavvıf ve feylesoftur. Bediüzzaman aşıklarla arifler arasındaki farkı anlatırken kendisinde aşk olmadığından hata ettiğinde sözlerinin ilhad olarak telakki edildiğinden bahseder. Soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yılları Endülüs’te geçti. Dil ve edebiyat, Eş‘arî kelâmı, Mâlikî fıkhı, mantık, felsefe okudu. Tıp ve gizli ilimlerle ve tasavvufla meşgul oldu. Meşhur olunca felsefî-tasavvufî fikirlerini yaymaya başladı. İsmi etrafında Seb‘îniyye olarak bilinen bir tarikat oluştu. Sorulan sorulara verdiği cevaplar Mağrib fukahasının tekfire kadar varan tepkilerine yol açtı. Sünnî geleneğin hâkim olduğu çevrelerde barınmakta zorlandı, zındıklıkla itham edildi ve çok defa yer değiştirmek zorunda kaldı.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: İbn Seb'în

Doğum Yeri ve Tarihi: Mürsiye (Murcia) yakınlarındaki Rakûta, İspanya, 1217 (h. 614)[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: 1270 (h. 669)[1]

Kabrinin Yeri:

Eserleri[değiştir]

Büddü’l-ʿârif başta olmak üzere muhtelif eserleri vardır.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Evliyadan Âşıkîn Ve Ârifîn Beynlerinde Mühim Bir Fark

Eğer hakikî âşık, yolunda fena gitse, ya tâbirde hata etse, ya tavsifte yanılsa, yine maşûka gider. Maşûktur onu çeker, yolunu da şaşırtmaz.

Zira aşk câzibedar bir cemale müncezib, cenânî bir cezbedir. Bazen netice haktır, hem de mütehakkıktır. Lâkin delil batıldır, vesile de hatadır, ona zarar veremez.

Eğer velî-yi ârif, yolunda fena gitse, ya sûret hata görse, ya sözde yanlış etse, matlubuna yetişmez, maksuduna ulaşmaz.

Zira bir yol bozuksa, hiç maksada götürmez. Eğer şartı olmazsa, meşrut hasıl olamaz. O aşıka benzemez, mukayyeddir hür olmaz.

Zira ârif kendisi, yukarıya çıkıyor, basamaklara basar. Lâzım dikkat-ı nazar. Fakat âşık, birisi onu yukarı çeker. Hür kalır mukayyed kalmaz.

Demek velî-yi âşık, muhtîse yine binefsihi hâdîdir. Ligayrihi mudilldir. Fakat ârif muhtîse, mudill hem dall olur. İktida da edilmez.

Bu sırdandır; bir kısmı gürûh-u ârifinden, i'dam ve idlâline, sebep olan rumûz ve şatahiyat, ki te'vili götürmez.

Zümre-i Aşıkîni, rumûzdan çıkardılar, işârat şatahiyatı; sarihan söylediler. Yine nazar-ı ümmet, onları ta'zim etti, onlara ilişilmez.

Bu sırdandır Muhyiddin, Câmî ve İbn-ül Fârid, İbn-ül Seb'în beraber, İşâret-i şatahatta, birbirine benziyor, telakkide benzemez.

Vakta ki Muhyiddin'in, irfanı galip çıktı aşkına, sebep oldu ki işârâtı yağdırdı ona dehşetli oklar, tâ Selim'e keşfoldu remz.

Fakat Câmî âşıktı, vâzıhan tasrih etti, hem hürmetle yaşadı, oklardan selîm kaldı, hem tenkid de edilmez.

İbn-ül Farid a'şak, o a'ref Muhyiddin'den, daha ileri gitti, ümmetin itabından, ondan geride kaldı, kusuruna bakılmaz.

İbn-ül Seb'în’in vakta, sözünde sâfi bir aşk, pek de görünmez oldu; nazarvâri kelamı, sebep oldu ki ona, isnad-ı ilhad oldu, kendini kurtaramaz.

Eğer desen: Muhyiddin, kelamında tehalüf, belki tenakuz vardır? Ben derim: Elbette, o zât görmüş de demiş. Görmezse hiç söylemez.

Lâkin nasıl görünse, bir şey nefsül-emirde, aynen öyle olması, her dem lâzım gelemez. Basar doğru görüyor, yanlış hükmediyor. Bazen basiret öyle, tamamını göremez.

Eğer Muhyiddin dese: "Gördüm" doğrudur görmüş. O rûh öyle âlidir; kasden yalan söylemek, ona hiç yanaşmaz, kat'an tenezzül etmez.

Şu sırra faysal budur: O bir seyyare-i ruh, gayr-i sabit tecellî, tecellîyat-ı seyyal, ona olmuş hakikat-ı sabite. Sevabit hakâik, tane sünbülsüz olmaz.

Fakat sabit hakikat, hem de seyyar tecellî; bir çekirdek bir çiçek.. Ne zatîdir ne gayri. Hakikat hak mizanı, Kur'ân'dır başka olmaz.

Ger desen: Muhyiddin'in, âsar-ı kelamlarında, öyle sözleri vardır; Şer'de hiç yeri yoktur. Belki ona küfür demiş, bazı imamlarımız.

Cevaben de derim: Bir kâide-i umumî, beyanı lazımgelir. Mesela: Şeriat, bir vasfa ya bir söze, dese ki: "Bu küfürdür, mü'min işi olamaz."

Murad ve mânâsı; o hâl imandan gelmez, sıfat'da kâfiredir. O söz de bir kâfirdir; o zat onunla küfretti demektir. Mutlak o zat, kâfirdir denilmez.

Zira imandan neşet eden, pek çok sıfatı vardır, imana delil-i azher. Bir tevile muhtemel, bir hâli de bir sözü, bunları hiç kıramaz.

Demek o zata "kâfir" demek, bir şart ile câizdir, ki yakinen bir kanaat gelse; o söz küfürden tereşşuh etmiş, sıfat ondan naşidir, başka sebepten gelmez.

Öyle sıfat, sözlerin pek çok sebepleri var.. Demek öyle vasıf ve kelâmın, delâletinde şekk var, küfre kat'î delâlet etmez.

Evsaf-ı sairenin, imana delâleti, hem düsturu: "Asıl bekadır" Onun da şehâdeti; tahakkuk-u imanı yakinen isbat eder, su-i zan asıl olamaz.

Şekk yakinin hükmünü, her dem zâil edemez. Nisyan veya sehiv ile, hata ve iltibasla, muhtemel bir söz ile, çabuk tekfir edilmez.

Eğer desen: Muhtelif tarikatlarda vardır; muhtelif âyinler, ibadet şekli giymiş? Derim: Üç şartı varsa, bir niyet-i hayr ile, belki de zarar veremez.

Birinci şartı şudur: O münafi olmamak, kat'an vekar-ı zikre, hem âdab-ı huzura. İkincisi: Menhî olan efalin, içinde bulunmamak, menhî olsa hiç olmaz.

O ef'al ve harekât, kasdî birer ibadet nazarıyla yapmamak... Evet hal ve harekât, ihtiyarî ve kasdîden daha ziyade olmalı. Şuursuz incizabî ıztırârî. Başka çeşit yakışmaz.

Zira asl-ı ibadet, bizzat nefs-i zikirdir. O ahval-i mübah'a, bir vesile-i müşevvik. Harekât tayininde, ihtiyar-i zakiri, âyet serbest bırakmış, mübahda takyid etmez.

O ef'al hiç benzemez, şer'an muayyen olan ibâdât efaline. Zira ef'al-i şer'î, bir ceviz-i Hind'e benzer, süt misal lübbü gibi. Beyaz kışrı da lübbdür, cevizimize benzemez.

Fakat âyine-i zikirde olan efal ve ahval, cevizimize benziyor. Kışrı bir gılaftır, hiçbir vakit yenilmez, ceviz-i Hinde benzemez, ona makis olamaz.

(Lemeat)


-Aşık-ı hakikî tarikde hata, ta'birde yanlış etse de, yine ma'şûk-u hakîkiye gider. Zîrâ aşk, cemâl-i cazibedâra müncezib bir cezbedir. Bazen netice hak ve mütehakkik; delil, vesile hatâ olabilir. (*[2])

Veli-yı ârif, tarîkte yanlış, surette hatâ etse, matlûb-u hakikiyi bulamaz. Zîrâ yol bozuksa, maksuda götüremez. Şart olmazsa, meşrut dahi hâsıl olmaz. Aşık-ı muhtî, binefsihi hâdî, ligayrihi müdilldir. Ârif-i muhtî, dâlldir. Guruh-u ârifinden bir kısmının idam ve idlâline sebeb olan işârat ve şatahât; âşıkîn kısmı tasrih ettiler, hürmete mazhar kaldılar. Mârifeti aşkına galip olan "Muhyiddin-i Arabî" işaret etti, kendini oklara hedef etti.. "Câmî-i Aşık" tasrih etti, hürmetle yaşadı. "İbn-ül Fârıd" Muhyiddin'den daha ileri gitti, ümmetin itabından ondan geri kaldı. Aşksız "İbn- Seb'în"in sözleri ilhad telakki edildi.

(Hakikat Çekirdekleri 2)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sebin
  2. Sual: Tarîkatlardaki muhtelif zikir ayinlerine ne dersin? Cevap: Ef'al ve harekata ibâdet nazarıyla bakılmamak.. hem vakâr-ı zikire münâfî olmamak... hem şer'an menhî harekat bulunmamak şartıyla zararsızdır. Harekat, kasdî-i ihtiyarîden ziyade; incizabî, ızdırarî olmalı. Zira asl-ı ibadet, nefs-i zikirdir. Harekatın tayini "ayet" ihtiyara bırakmıştır. Şer'an tayin edilen ef'ale benzemez. Şer'î olan; ceviz-i hindiye benzer, kışrı da (lübb) tür. Tasavvufî olan; cevizimize benzer, kışrı yenilmez. (Müellif)