Maide 3

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
17.46, 13 Ağustos 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 47572 numaralı sürüm

Önceki Ayet: Maide 2Maide SuresiMaide 4: Sonraki Ayet

Meali: 3- Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

{Her dinde ve sistemde haramlar, yasaklar vardır. Önemli olan bunların, fert ve toplumun menfaatine, ebedî mutluluğuna yönelik bulunması, bir hikmet ve mana taşımasıdır. İslâm'da yasaklanan yiyecek ve içecekler genellikle sıhhate zararlı olduğu, bazı şekillerde hayvanlara eziyet olduğu, İslâm'ın getirdiği iman ve ahlâk nizamına ters düştüğü için yasaklanmıştır. Bunlardan bir kısmının zararlı olduğu öteden beri bilinmektedir. Diğerlerinin zararı ise insanlığın ilmî seviyesi yükseldikçe anlaşılmaktadır ve anlaşılacaktır.}

Kur'an'daki Yeri: 6. Cüz, 105. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş:

كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ وَكُلُّ ضَلَالَةٍ فِى النَّارِ

Yani اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ sırrı ile kavaid-i şeriat-ı garra ve desatir-i sünnet-i seniye, tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalalettir, ateştir.

Sünnet-i seniyenin meratibi var. Bir kısmı vâcibdir, terk edilmez. O kısım, şeriat-ı garrada tafsilatıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevafil nevindendir. Nevafil kısmı da iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tabi sünnet-i seniye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı “âdab” tabir ediliyor ki siyer-i seniye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid’a denilmez. Fakat âdab-ı Nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edepten istifade etmemektir. Bu kısım ise örf ve âdât ve muamelat-ı fıtriyede Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına ittiba etmektir.

Mesela, söylemek âdabını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdabının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taalluk eden çok sünnet-i seniyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdab” tabir edilir. Fakat o âdaba ittiba eden, âdâtını ibadete çevirir, o âdabdan mühim bir feyz alır. En küçük bir âdabın müraatı, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.

Sünnet-i seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeair, âdeta hukuk-u umumiye nevinden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez ve ilan edilir. Nâfile nevinden de olsa şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.

...

Dokuzuncu Nükte

Sünnet-i seniyenin her bir nevine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da bi’n-niyet, bi’l-kasd taraftarane ve iltizamkârane talip olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcib kısımlara zaten ittibaa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehab olan sünnet-i seniyenin terkinde günah olmasa dahi büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise büyük hata vardır. Âdât ve muamelattaki sünnet-i seniye ise ittiba ettikçe o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah’ın âdab-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır.

Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır. Bid’atlar ise اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ sırrına münafî olduğu için merduddur. Fakat, tarîkatta evrad ve ezkâr ve meşrepler nevinden olsa ve asılları Kitap ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usûl ve esasat-ı sünnet-i seniyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dâhil edip fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş.

İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sânî (ra) diyor ki: “Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, sünnet-i seniye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki sünnet-i seniyenin şuâı, bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.”

İşte böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zatın bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i seniye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.

اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ

رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدٖينَ

(11. Lem'a)


Vazifenizin bitmediğine dair düşünebildiğim bürhanlar:

...

Sâlisen: Madem bu hizmet münhasıran reyinizle değil, istihdam olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kur’an, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdan sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri bir gün اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ ferman-ı celilini tebliğ buyurmakla aynı zamanda vazife-i risaletinin hitamına remzen işaret eylemişti. Muhterem Üstadın da hizmeti kâfi görülürse bildirilir kanaatindeyim.

(Barla Lahikası)


اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ

Suresi'nin çok esrar-ı mühimmesinden tevafukatla münasebettar bir sırrından bahseder.

Mukaddime[değiştir]

Evvela: Münasebat-ı tevafukiye, eğer taaddüd etse ve ayrı ayrı cihetten bir hâdiseye muvafık gelse, hem bilhassa makama mutabık, hem bilhassa kelâmın manasına muvafık ve müeyyid olsa o muvafakat, o vakit işaret derecesine çıkar ve o tevafukla "Şu âyet işaret eder." denilebilir.

Evet muzaaf münasebet, işarettir. Muzaaf işaret, delâlettir.

İşte sair remizlerde beyan edilen sair surelerin tevafukatı gibi şu Sure-i Nasr'ın bir hâdiseye dair tevafukat-ı harfiyesi dahi hem müteaddiddir, hem surenin manasına müeyyiddir, hem makama mutabıktır, hem işaret ettiği aynı hâdiseye Sure-i Kevser ve Fatiha ve Alak gibi sureler ve âyet-i اِنَّٓا فَتَحْنَالَكَ gibi âyetler aynı hâdiseye tevafukla işaret ediyorlar. Ve böyle bir işaret ise delâlet derecesinde kuvvetlidir denilebilir.

Sâniyen: Madem şu kudsî sure, Allâmü'l-guyub'un kelâmıdır.

Ve madem sebeb-i nüzulü, feth-i Mekke ve nusret-i İlahiyedir.

Ve madem sebeb-i nüzul ne kadar has olursa olsun, mana-yı maksud küllî hükmüne geçip Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâma ihsan edilen bütün fütuhat ve nusretlerine şâmildir.

Ve madem bu mana-yı maksudun cüz'iyatına işaretle müjde vermek, mu'ciz bir kelâmın şe'nindendir.

Ve madem bir rivayette Hazret-i Ebu Bekri's-Sıddık (radıyallahu anh) gibi bir Sıddık-i âlîşan ve bir rivayette Hazret-i Abbas (radıyallahu anh) şu sureden sahabelerin fevkinde işarî bir mana-yı âher fehmedip herkesin süruruna mukabil ağlamışlar. Evet, bu sure nâzil olduğu vakit sahabeler müjde ve beşaret-i İlahiyeye karşı kemal-i süruru hissettikleri vakit, Hazret-i Ebu Bekri's-Sıddık ve Hazret-i Abbas (radıyallahu anhüma) ağlamışlar. Demişler ki:

-Şu surenin âhiri ve bu surenin iki hakikatine muvafık-

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتٖى وَرَضٖيتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ دٖينًا

âyeti vefat-ı Peygamberîye işaret eder, onun için ağlıyorum.

Hem madem beliğ, âlî bir kelâmın i'caz-ı Kur'an risalesinde beyan edildiği gibi, o kelâmın hurufatı ve hey'atı dahi o kelâmın manasına kuvvet verip teyid etmekle o kelâmın derece-i ulviyeti ve belâgatı ziyadeleşir.

Ve madem şu surede müteaddid vecihle harfleri tevafuk münasebetiyle fütuhat-ı Ahmediye'ye (asm) ve nusret-i Muhammediyeye (asm) parmak basar bir tarzda işaret eder.

Elbette bu mezkûr altı esaslara göre, bahsedeceğimiz işarat-ı gaybiye ve tevafukat-ı harfiye, yalnız münasebat-ı belâgatiye ve letaif-i kelâmiye değildir. Belki lemaat-ı belâgat ve reşehat-ı fesahat olmakla beraber işarat-ı Kur'aniye ve ihbarat-ı gaybiye nevindendir.

(Rumuzat-ı Semaniye)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]