Sekkaki

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
07.35, 27 Haziran 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 44507 numaralı sürüm

Sekkakî ya da Ebu Yakup Sekkaki (Arapça: أبو يعقوب السكّاكي) ya da tam adıyla Ebû Ya‘kūb Sirâcüddîn Yûsuf b. Ebî Bekr (b.) Muhammed b. Alî el-Hârizmî es-Sekkâkî Türk asıllı büyük bir Arapça alimi olup Arapça belağatında yeni bir çığır açmıştır. Kelâm, felsefe, dil felsefesi, mantık, fıkıh ve usulü, Arap dili, belâgat, edebiyat ve şiir alanlarında uzman idi. Miftâḥu’l-ʿulûm adlı eserinde birbiriyle bağlantılı gördüğü on iki ilimden (sarf, iştikak, nahiv, istidlâl (mantık), had (mantık), meânî, beyan, bedî‘, aruz, kafiye, nazım ve nesir) söz etmiş, bunlar daha sonra âlimler ve edipler arasında alet ilimleri diye tanınmıştır. Daha önce edebî zevke ve duyguya dayalı bir sanat olarak kabul edilen belâgata ilk defa Sekkâkî kelâm, felsefe ve mantığın akılcı yöntemini ve bilimsel üslûbu uygulayarak onu ilmî bir disiplin haline getirmiştir.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri:

Doğum Yeri ve Tarihi: Hârizm, 554 veya 555 (1159 veya 1160)[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Receb 626 (Haziran 1229)[1]

Kabrinin Yeri:

Eserleri[değiştir]

Miftahu'l-ulum: Arap belağatında yeni bir çığır açmış eseridir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edibler icma ve ittifakla karar vermişler ki: “Kur’an’ın belâgatı, tâkat-i beşerin fevkindedir, yetişilmez.”

(Şualar, 7. Şua, 17. Mertebe, 3. Nokta)


Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın heyet-i mecmuasında raik bir selaset, faik bir selâmet, metin bir tesanüd, muhkem bir tenasüp, cümleleri ve heyetleri mabeyninde kavî bir teavün; ve âyetler ve maksatları mabeyninde ulvi bir tecavüb olduğunu ilm-i beyan ve fenn-i maânî ve beyanînin Zemahşerî, Sekkakî, Abdülkahir-i Cürcanî gibi binlerle dâhî imamların şehadetiyle sabit olduğu halde; o tecavüb ve teavün ve tesanüdü ve selaset ve selâmeti kıracak, bozacak sekiz dokuz mühim esbab bulunurken o esbab bozmaya değil belki selasetine, selâmetine, tesanüdüne kuvvet vermiştir. Yalnız, o esbab bir derece hükmünü icra edip başlarını perde-i nizam ve selasetten çıkarmışlar. Fakat nasıl ki yeknesak, düz bir ağacın gövdesinden bir kısım çıkıntılar, sivricikler çıkar. Lâkin ağacın tenasübünü bozmak için çıkmıyorlar. Belki o ağacın ziynetli tekemmülüne ve cemaline medar olan meyveyi vermek için çıkıyorlar. Aynen bunun gibi şu esbab dahi Kur’an’ın selaset-i nazmına kıymettar manaları ifade için sivri başlarını çıkarıyorlar.

(Sözler, 25. Söz, 2. Şule, 1. Nur)


Lâkin i’cazının en yüksek vechi, nazmındaki belâgattan doğmuştur. Evet, Kur’an’ın bu nevi i’cazı, beşerin tâkatinden hariç bir derecededir. Bu hakikati tafsilen anlayıp kanaat hasıl etmek isteyen, bu tefsiri ve emsali eserleri ve “Yirmi Beşinci Söz”ü zeylleriyle beraber mütalaa etsin. Fakat icmalî bir malûmatı elde etmek isteyenler de belâgatın imamları bulunan Abdülkahir-i Cürcanî, Zemahşerî, Sekkakî, Cahız’ın bu kısım i’caz hakkında –üç tarîk ile– beyan ettikleri malûmattan, miktar-ı kâfi malûmat elde edebilir.

(İşaratül İcaz, 23-24. Ayetler)


Sual: Kur’an-ı Kerîm hakkında şek ve şüpheleri olanlar, Kur’an’ın bazı terkip ve kelimeleri güya nahiv ilminin kaidelerine muhalefet etmiş gibi şüphe îka etmişlerdir?

Cevap: Bu gibi heriflerin, ilm-i nahvin kaidelerinden haberleri yoktur. Sekkakî’nin dediği gibi; efsah-ı füseha olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, Kur’an-ı Kerîm’i uzun uzun zamanlarda tekrar be-tekrar okuduğu halde o hataların farkında olmamış da bu cahil herifler mi farkında olmuşlardır? Bu, hangi akla girer ve hangi kafaya sığar? Sekkakî “Miftah”ının sonunda, bu gibi cahilleri iyi taşlamıştır.

(İşaratül İcaz, 23-24. Ayetler)


Arkadaş! Kur’an-ı Kerîm’den en kısa bir sureye muaraza etmekten beşerin aczi, mezkûr izahat ile sabit oldu. Amma i’cazın limmiyet ciheti kaldı. Yani beşerin aczini intac eden illet ve sebep nedir? Evet, Kur’an ile muaraza ve mübarezeye çıkan insanların kuvveti Cenab-ı Hak tarafından körleştirilerek, muarazayı yapabilecek kabiliyetten sukut ettirilmiştir. Fakat Abdülkahir-i Cürcanî, Zemahşerî, Sekkakî gibi belâgat imamlarınca beşerin kuvveti Kur’an’ın yüksek üslup ve nazmına yetişemediğinden, aczi tezahür etmiştir.

Bir de Sekkakî demiştir ki: “İ’caz zevkîdir, tarif ve tabir edilemez.” مَنْ لَمْ يَذُقْ لَمْ يَدْرِ Yani fikri ile i’cazı zevk etmeyen, tarif ile vâkıf olamaz; bal gibidir. Lâkin Abdülkahir’in iltizam ettiği veche göre, i’cazı tarif ve tabir etmek mümkündür. Biz de bu vechi kabul ediyoruz.

(İşaratül İcaz, 23-24. Ayetler)


Zira üslubun esasları üçtür:

Birincisi: Üslub-u mücerreddir. Seyyid Şerif’in ve Nasîruddin-i Tûsî’nin sade olan ma’rez-i kelâmları gibi…

İkincisi: Üslub-u müzeyyendir. Abdülkahir’in “Delailü’l-İ’caz” ve “Esrarü’l-Belâgat”taki müşa’şa ve parlak kelâmı gibi…

Üçüncüsü: Üslub-u âlîdir. Sekkakî ve Zemahşerî ve İbn-i Sina’nın bazı muhteşem kelâmları gibi…

(Muhakemat, 2. Makale, 12. Mesele)


Şimdi o yedi menabi'den yalnız birinci menba'dan ikinci cüz'ü olan belağat-ı nazm noktasında dühat-ı belâğat olan Abdulkâhir-i Cürcanî, Zemahşerî, Sekkâkî, Câhız üç tarik ile i'cazın vücûduna katiyyen hükmetmişlerdir.

(Şuaat-ü_Marifet-ün_Nebiyy, 6. Şua, 7. Menba)


Sual: Avam-ı nâstan hakaik-i diniyeyi tabir eden ancak yüzde birdir?

Cevap: Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden âciz olduğu gibi kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hattâ belâgat dâhîlerinden Sekkakî gibi bir zat; İmruu’l-Kays veya başka bir bedevînin ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır.

(İşaratül İcaz, 1-3. Ayetler)


“Miftah-ı Sekkakî”de beyan olunduğu gibi pek çok yerlerde sanat-ı beyaniyeden olan kalb-i hayali, esrar-ı beyaniye için istimal etmektedirler.

(Muhakemat, 1. Makale, 8. Mesele)


Sonra, bunuda bilmiş ol ki: Kur'anın -az evvel bahsi geçen- i'caz nev'lerinin tafsilen bilinmesi için, ancak üstte zikri geçmiş Tefsir-i İbn-i Abbas veya bu İşarat-ül İ'caz tefsirleri mütalaa etmekle elde edilebildiği gibi; bu meselenin bir icmalinin ma'rifeti de, ilm-i belagat üstadlarından Abdülkahir-i Cürcanî'nin, Zemahşerî, Sekkakî ve Cahîz'in[2] tahkik eylemiş oldukları gibi (üç yolla) elde edilebilir.

(İşaratül İcaz (Badıllı), 23-24. Ayetler)


Eğer Desen: Şekci mürtabların birçok itiraz ve teşkikleri Kur'anın bazı terkiblerine ve bir kısım kelimelerine müteveccih vaki' olmuş ve olmaktadır. Misal olarak: اِنْ هٰذَانِ ve اَلصَّابِؤُنَ ve اَلَّذٖي اسْتَوْ قَدَ نَاراً ve benzeri nahvî itirazlar. (Yani, zahirî nahv kaidelerine uymuyor diye olan itirazlar.)

Cevaben sana denilir ki: Git, İmam-ı Sekkâkînin "Miftahül-ulum" eserinin hatimesine müracaat eyle cevabını alırsın. İşte imam, bu mevzu'da demiştir ki: "O şübheciler hiç düşünmezler mi ki; uzun zamanda kelamı tekrarlanmış ve o kelamın fesahatı bilittifak kabul edilmiş olmakla beraber, hiç yanlışı hissedilmemiş olduğu halde; şimdi acaba ne oldu da, bu kelamda yanlış varmışda, şimdi ancak bu ahmakların nazarına görünmüş oldu?!" diyerek ağızlarına taşla vurmuştur.

(İşaratül İcaz (Badıllı), 23-24. Ayetler)


Sonra, bunu da bil ki: Beşerin Kur'ana karşı en kısa bir sûresine de muaraza etmekten aciz kalmalarının sebebi ve "bürhan-ı innî"si gayet açıktır. (Yani, Ayetin mevzu' ile alakalı kısmının başından buraya kadar yapılmış tahkikat ve mukayeselerle, ne için muaraza edemediklerinin sebeb ve delili açıkca beyan ve isbat edilmiştir) Amma bu meselenin "limmî"lik bürhanı, yani nasıllığı ise, şöyle ifade ve izah edilebilir: Cenab-ı Hak Teala beşeri Kur'ana karşı muaraza etmekten kuvvelerini (düşünce, inşa, idrak ve konuşma gibi ihtiyarî fiillerini işleten kuvvelerini) men eylemiş, durdurmuştur. Bu meselenin "limmiyyet"inde en sahih mezheb, Abdülkahir-i Cürcanî, Zemahşerî ve Sekkakî'nin ittifak ettikleri mezhebtir ki; beşerin gücü, Kur'an'ın âlî nazmının derecesine ulaşamaz." Sonra, İmam-ı Sekkakî: "İ'caz, zevk ile bilinip ta'bir ve ifadeye gelemeyen, şerhedilemeyen, belki tadılabilen birşeydir" diye olan mesleği seçmiştir. Lakin, "Delail-ül İ'caz" sahibi Abdülkahir-i Cürcanî: "İ'cazın tabire gelebileceği" mesleğini ihtiyar eylemiş.. Biz dahi bu mevzu'da Abdülkahir'in mezhebi üzereyiz.

-Bediüzzaman-

(İşaratül İcaz (Badıllı), 23-24. Ayetler)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Miftahu'l-ulum: Arap belağatında yeni bir çığır açmış eseridir.

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 İslam Ansiklopedisi, Sekkakî maddesi
  2. Câhız'ın asıl ismi Ömer bin Bahr'dır. Basrada M. 775 de doğmuş, 868 de aynı yerde vefat etmiştir. 350 kadar eser bırakmıştır. Abdülkahir-i Cürcanî ise, asıl ismi Ebu Bekr bin Abdurrahman'dır. Nahvcılığı galib birçok eserleri vardır. "İ'caz-ül-Kur'an" en meşhur eseridir. Vefatı H. 471 dir. Sekkakî ise, ismi Ebu Ya'kub Yusuf bin Ebi Bekr el Harzemîdir. Te'lifatından "Miftahül-ulûm" gayet mu'teber bir kitaptır.h. 555'de Harzem de doğmuş 626 da vefat eylemiştir. Rahmetullahi aleyhim. Mütercim