Taha 5

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
21.20, 17 Temmuz 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 45542 numaralı sürüm

Önceki Ayet: Taha 4Taha SuresiTaha 6: Sonraki Ayet

Meali: 5- Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir.

{Veya: Rahmân, Arş'ı hükmü altına almıştır." Bak. Â'râf 7/54.}

Kur'an'daki Yeri: 16. Cüz, 311. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Mesela اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى bir temsil ile rububiyet-i İlahiyeyi saltanat misalinde ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.

Evet Kur’an, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelal’inin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i a’zamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehim ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle manalarını ortaya saçmış olduğu halde kemal-i şebabetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek gayet taravette, nihayet letafette kalarak gayet suhuletli bir tarzda, sehl-i mümteni bir surette, her âmîye anlayışlı ders verdiği gibi; aynı derste, aynı sözlerle fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna eden, işbâ eden bir kitab-ı mu’ciz-nümanın hangi tarafına dikkat edilse elbette bir lem’a-i i’caz görülebilir.

Elhasıl: Nasıl “Elhamdülillah” gibi bir lafz-ı Kur’anî okunduğu zaman dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi aynı lafız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir. Aynen öyle de Kur’an’ın manaları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi sinek gibi küçücük basit akılları dahi aynı sözlerle talim eder, tatmin eder. Zira Kur’an, bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imana davet eder. Hem umumuna imanın ulûmunu talim eder, ispat eder. Öyle ise avamın en ümmisi havassın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’anîyi dinleyip istifade edecekler.

Demek Kur’an-ı Kerîm, öyle bir maide-i semaviyedir ki binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyatını alıyorlar. Arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. Şu makama misal istersen bütün Kur’an baştan nihayete kadar bu makamın misalleridir.

Evet, bütün müçtehidîn ve sıddıkîn ve hükema-i İslâmiye ve muhakkikîn ve ulema-i usûlü’l-fıkıh ve mütekellimîn ve evliya-i ârifîn ve aktab-ı âşıkîn ve müdakkikîn-i ulema ve avam-ı müslimîn gibi Kur’an’ın tilmizleri ve dersini dinleyenleri, müttefikan diyorlar ki: “Dersimizi güzelce anlıyoruz.”

Elhasıl, sair makamlar gibi ifham ve talim makamında dahi Kur’an’ın lemaat-ı i’cazı parlıyor.

(25. Söz)


Şöyle ki: Nasın ekseri cumhur-u avâmdır. Nazar-ı Şari'de ekall, eksere tabi'dir. Zîrâ avama müvecceh olan bir hitab, havass fehmeder ve istifade eder. Bilâkis olursa olamaz. Cumhur-u avam me'luf ve mütehayyalatından tecerrüd edip hakâik-ı mücerrede ve ma'kûlat-ı sırfeye temaşa edemezler. Meğer mütehayyalatlarını dürbin gibi tevsit etseler.

Meselâ, Kâinattaki tasarruf-u ilâhîyi, sultanın serîr-i saltanatında olan tasarrufunun suretinde temaşa edebilirler.

ﺍَﻟﺮَّﺣْﻤَﻦُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻌَﺮْﺵِ ﺍﺳْﺘَﻮَﻯ

gibi. İşte hissiyat-ı cumhur, şu merkezde olduklarından elbette irşad ve belâğat iktiza eder ki; onların hissiyatı riayet ve ihtiram edilsin. Ve efkârları dahi bir derece mümaşat ve riayet edilsin. İşte riayet ve ihtiram

ﺍَﻟﺘَّﻨَﺰُّﻟﺎَﺕُ ﺍﻟْﺎِﻟَﻬِﻴَّﺔُ ﺍِﻟَﻰ ﻋُﻘُﻮﻝِ ﺍﻟْﺒَﺸَﺮِ

ile tesmiye olunur. Evet o tenezzülât te'nis-i ezhân içindir. Bu sırdandır ki; hakaik-ı mücerredeye temaşa etmek için, hissiyat ve hayal-âlud cumhurun nazarlarını okşayan suver-i müteşabiheden birer dürbin vaz' edilmiştir.

Şu cevabı te'yid eden ma'ânî-i amika veya müteferrikayı bir sûret-i sehl ve basitede tasavvur veya tasvir etmek için nâsın kelamında kesretle istiârat bulunmasıdır. Demek müteşabihat dahi isti'arâtın en ağmaz kısmıdır. Zîrâ, en hâfi hakaikın suver-i misaliyesidir. Demek işkâl, mânânın dikkatindendir. Lâfzın iğlakından değildir.

Ey mu'teriz! İnsafla bak! Fikr-i beşerden, bâhusûs avamın fikrinden en uzak olan hakaiki şöyle bir tarik ile takrib etmek, aynı belâğat değil midir? Zîrâ belâğat, mukteza-yı hale mutabakat ve makamın tahammülü nisbetinde kemâl-i vuzûh ile ifade etmektir.

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy, Asar-ı Bediiyye)


Nâsın ekseri cumhur-u avamdır. Nazar-ı Şâri'de ekall, eksere tâbidir. Zîrâ avama müvecceh olan hitabı, havass fehm ve istifade ediyorlar. Bilakis olursa olamaz. İşte cumhur-u avam ise, me'luf ve mütehayyelatından tecerrüd edip hakâik-i mücerrede ve ma'kulat-ı sırfeyi temaşa edemezler. Meğer mütehayyelatlarını dûrbîn gibi tevsit etseler... Fakat mütehayyelatın suretlerine hasr ve vakf-ı nazar etmek, cismiyet ve cihet gibi muhal şeyleri istilzam eder. Lâkin nazar, o suretlerden geçerek hakâikı görüyor.

Meselâ: Kâinattaki tasarruf-u İlahîyi sultanın serir-i saltanatında olan tasarrufunun suretinde temaşa edebilirler.

اِنَّ اللّٰهَ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى

gibi... İşte hissiyat-ı cumhur şu merkezde olduklarından, elbette irşad ve belâgat iktiza eder ki: Onların hissiyâtı riayet ve ihtiram edilsin ve efkârları dahi bir derece mümaşat ve ihtiram edilsin. İşte riayet ve ihtiram; ukûl-ü beşere karşı olan tenezzülat-ı İlahiye ile tesmiye olunur. Evet o tenezzülat, te'nis-i ezhan içindir. Onuncu Mukaddeme'ye müracaat et.

İşte bunun içindir ki: hakâik-i mücerredeye temaşa etmek için hissiyât ve hayal-âlûd cumhurun nazarlarını okşayan suver-i müteşabiheden birer dûrbîn vaz' edilmiştir. İşte şu cevabı teyid eden maânî-i amîka veya müteferrikayı bir suret-i sehl ve basitada tasavvur veya tasvir etmek için nâsın kelâmında istiarât-ı kesîreyi irad ederler. Demek müteşabihat dahi, istiarâtın en ağmaz olan kısmıdır. Zîrâ en hafî hakâikın suver-i misaliyesidir.

Demek işkal ise; mânânın dikkatindendir, lafzın iğlakından değildir.

Ey mu'teriz! İnsafla nazar et ki; fikr-i beşerin, bahusus avamın fikirlerinden en uzak olan hakâiki, şöyle bir tarîk ile takrib etmek, acaba tarîk-i belâgat olan mukteza-yı halin mutabakatına muvafık ve makamın nisbetinde kemâl-i vuzûh ve ifadeye mütabık mıdır? Yahut tevehhüm ettiğin gibidir? Hakem sen ol!..

(Muhakemat)


Bil ey şüpheci efendi: Kur'an-ı Hakîmin irşadı Kâffe-i Nâs içindir. (insanların hepsinedir) İnsanların cumhur-u ekseri ise, avam halktır. İrşadın nazarında ekall eksere tabi'dir. Hem avama müteveccih olan hitapta, havas da istifade eder, hissesini alır. Kaziye aksiyle olsa, cumhur-u avam mahrum kalmış olur. Bununla beraber; cumhur-u avam me'lufat ve mütehayyelatlarından zihinlerini tecrid edemedikleri için, mücerred hakikatların ve sırf aklî mes'elelerin derkine muktedir olamazlar. Belki ancak o gibi hakikatlara mütehayyelatlarının dürbünü ile baktıkları vakit ve ülfet eyledikleri suretlerle tasviri yapıldığı zaman idrak edebiliyorlar. Lâkin avam halkın bu mütehayyelat ve me'lufatları vasıtasıyla idrak edebildikleri hakikatlar bir şartla kabul edilebilir ki; nazarları temsil ve teşbihin suretine takılıp kalmaması lazımdır. Ta ki muhaliyet, cismiyet, ya da cihet gibi akidenin hilafı şeyler lazım gelmiş olmasın! Belki nazarları mezkûr teşbihler vasıtasıyla hakaikin asliyetine geçsin.

Mesela: Cumhur-u nas, kâinattaki tasarruf-u ilahînin hakikatını, bir padişahın kendi serîr-i saltanatında oturup tasarruf etmesi suretiyle tasavvur edebilirler.

Bundandır ki; Kur'an-ı Hakîmde

اَلرَّحْمٰنُ عَلَي الْعَرْشِ اسْتَوَيٰ

(Taha/5) olan kinayeyi ihtiyar eylemiştir. (Yani, Rahman ve Sultan-ı Kâinat olan Allah, kâinatı tedbir, tedvir, ve idare etme işinde, arş-ı rububiyetinde istiva eylemiş oturmuştur.)

(İşaratül İ'caz (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]