Kullanıcı:Turker
Yapılacaklar (% tamamlanma):
- Kişiler %70
- Sahabeler %1
- Peygamberler %3
- Yerler %1
- Kuran okuma sayfaları %100
- Ayet sayfaları %10
- Esma %1
- Olaylar %1
- Risale okuma sayfaları %99
- Mefhum %1
- Eser %30
- Nesne %1
- Ayet-hadis mealleri %10
- Kuran'da bahse geçen konulara göre kategoriler %1
- Risalelerdeki arabi ibarelere {{Arabi |}} eklenmesi %5
- Evrad okuma sayfaları %99
- Yardım, açıklama vb. sayfaları %99
Hazırlanacak maddeler:
- Cevzi
- İbni Teymiye
- Şafii, hanefi, imamı azam, fıkhı ekber
- hâfız, hâfiz, hafiz, hafîz, hafız, hafız (tevzih), hâfız (kuran), hâfız (hadis), hafîz (esma), Hâfız (koruyucu), hafıza, hafiziyet, hıfz
- hafızı şirazi
- risalede adı geçen hafızlar, hafız ali, şamlı hafız, hafız halid, el hafız, hafız osman, kuvvei hafıza, hafız tevfik, muhacir hafız ahmedhafız zühdü küçük hafız zühdü, hfız ahmed, hafız mustafa, ...
- Kullanıcı:Turker/Risale-i Nur
- Kullanıcı:Turker/Kur'an
- Kullanıcı:Turker/Hz. Muhammed (sav)
- Kullanıcı:Turker/Bediüzzaman Said Nursi
- imam şuayb imam katade
- ibni furek şafii sani
- mizanı şarani
- haceri askalani
İkinci Şua
İkinci Şua, 1936 yılında Eskişehir Hapihanesinde te'lif edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
O Allah birdir.
(İhlâs Sûresi, 112:1)
O Allah birdir.
(İhlâs Sûresi, 112:1)
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Ancak Onun yardımını isteriz.
Bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.
(Muhammed Sûresi, 47:19)
Muhammed'in hayatı kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki..
(Bu yeminin yalnız Buhari'de, on beş ayrı hadîste zikri geçmektedir. bk. Tecrîd-i Sarîh Tercemesi Kılavuzu: s.180. Ayrıca bk. Müsned: 4:16)
Allah'ım, Efendimiz Muhammed'e
(a.s.m.) ve Efendimiz Muhammed'in
(a.s.m.) âline, bütün hastalıklar ve devâlar adedince salât eyle ve onu ve âlini çok çok mübarek kıl ve selâm et.
Bütün hastalıklar ve devâlar adedince.
Allahtan başka ilah yoktur.
"Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, Lâ ilâhe illâllah kelâmıdır."
Evliyaya tuzak olan hayaller, İlahî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.
Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.
(Fâtiha Sûresi, 1:5)
Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.
(Lokman Sûresi, 31:13)
Neredeyse öfkeden parçalanacak!
(Mülk Sûresi, 67:8)
Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.
(Lokman Sûresi, 31:13)
İmân nurundan dolayı, Allah'a hamd olsun.
(Dua)
Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan sadece Allah'tır.
(Zâriyat Sûresi, 51:58)
O birdir.
O'nun şeriki, ortağı yoktur.
Bu kâinattaki varlıkların ve eşyanın mevcud tarz ve şekillerinden daha güzelinin ve mükemmelinin tasavvuru mümkün değildir.
Mülk tamamen O'nundur. Bütün hamdler, övgüler, teşekkürler O'na aittir.
O hem Evveldir, hem Ahir'dir, hem Zahir'dir, hem Bâtın'dır.
(Hadid Sûresi, 57:3)
[Kıyametin kopması] yalnız tek bir ses ve emirledir...
(Yâsin Sûresi, 36:53.)
Kıyametin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadardır.
(Nahl Sûresi, 16:77)
Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
(A'râf Sûresi, 7:172.)
'Evet, Rabbimizsin' dediler.
(A'raf Sûresi: 172.)
Kıyametin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.
(Nahl Sûresi, 16:77)
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve hayrın da şerrin de Yüce Allah'tan olduğuna, öldükten sonra dirilişin hak olduğuna iman ettim. Şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed
(A.S.M.) Allah'ın resulüdür. Allah O'na, Âline, Ashabına ve ihvanına salât ve selâm etsin, âmin.
Allahım, göklerde dönen hiçbir yıldız ve hareket eden hiçbir gezegen, hava boşluğunda hiçbir tesbih edici bulut ve şimşek ve gök gürültüsü, yeryüzünü dolduran hayvanlardan ve şaşırtıcı san'at eserlerinden hiçbir fert, denizlerde hiçbir damla, balıklarından ve şaşırtıcı san'at eserlerinden hiçbirisi, dağlarda hiçbir taş, hiçbir bitki ve depolanmış madenlerden hiçbirisi, ağaçlarda hiçbir yaprak ve hiçbir süslenmiş çiçek ve meyve, hayvanların cisimlerinde âletler ve düzenli cihazlardan hiçbirisi, kalblerde hiçbir hatıralar ve ilhamlar ve nurlanmış itikad ve inançlar yoktur ki, hepsi Senin varlığının vâcib ve bir olduğuna şahitler olmasın. Yerleri ve gökleri emrine boyun eğdiren kudretinin hakkı için, nefsimi bana boyun eğdir ve isteklerimi bana nasip eyle. Kur'ân'a ve imana ve Risale-i Nur'a hizmet için, kullarının kalblerini ve yüksek ve alçak bütün ruhlu varlıklarının kalblerini bana ve iman ve Kur'ân hizmetkârlarına boyun eğdir, ey herşeyi işiten Semî', ey herşeye herşeyden daha yakın olan Karîb, ey bütün dualara cevap veren Mücîbe'd-Daavât! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve kikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.
(Bakara Sûresi, 2:32)
Üçüncü Şua - Münâcat Risalesi
Bu Şua, Kastamonu'da 1937'de telif edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah'ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.
(Bakara Sûresi, 2:164)
Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.
Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir.
(İsrâ Sûresi, 17:43)
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.
(Bakara Sûresi, 2:32)
Duâları ise şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."
(Yûnus Sûresi, 10:10)
Üçüncü Şua Osmanlıca
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.
(Bakara Sûresi, 2:163)
Ey her şeyin evveli ve âhiri, * Ey her şeyin ilâhı ve sanatkârı,
Ey her şeyin râzıkı ve hâlıkı, * Ey her şeyin yaratıcısı ve sultânı,
Ey her şeyi daraltan ve genişleten, * Ey her şeyi ilk defa yaratan ve öldükten sonra tekrar iâde eden,
Ey her şeye gerekli sebepleri yaratan ve bir ölçü takdir eden, *
Ey her şeyi terbiye ve idâre eden,
Ey her şeyi döndüren ve değiştiren, * Ey her şeyi dirilten ve öldüren,
Bütün kusurlardan münezzehsin, Senden başka ilâh yok! Emân ver bize. Bizi Cehennemden kurtar.
"İşte bu nümune gösteriyor ki; Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm marifetullahta, vahdaniyetin isbatında öyle bir mertebededir, hiç kimse yetişemez. Ve o vâdide imam-ı mutlak odur. Herkes onun arkasında o hazineye gidebilir. Malûmdur ki; mükemmel marifetler, ilimler, san'atlar efkârın telahukuyla ve fikirlerin terakkubuyla birbirine iltihak ederek, birbirinin eserini tekmil ede ede, tâ mükemmel bir suret alınır. Bunun içindir ki; şeşhane tüfengini icad eden usta, şimdi bir mitralyozun ustasından daha ziyade hünerlidir.
Halbuki dikkatle Cevşen-ül Kebir münacatını kalbin kulağıyla, hayalen huzur-u saadette bulunmasıyla, Resul-i Ümmi'den
(Aleyhissalâtü Vesselâm) dinleyen adam anlar ve görür ki; 1001 bürhanı ve tarifini tazammun eden ve herbirisi bir silsile-i efkârın neticesi ve tevhidin bir penceresi olan o 1001 kudsî hakikatları, bir ümmi zâtta
(Aleyhissalâtü Vesselâm) ve ümmi bir kavimde ve ümmi bir muhitte ve ehl-i fetret, kitabsız bir millette mucidane, muhteriane, kimseyi taklid etmeyerek, muamma-yı hilkati ve tılsım-ı kâinatı keşif suretiyle, tek başıyla o münacatta beyan ediyor. Bu zaman gibi, binler keşşafın muaveneti ve münacatları gibi taklidkârane değil; belki kubbe-i sema altında, ehl-i semavata işittiren ve kâinat mescidinde, o mescid-i ekberin cemaat-ı kübrasına dinlettiren, hadsiz rikkatten ve nihayetsiz şefkatten insanlara imdad ve meded ve merhamet ve necat istiyor ve diyor:"
İşte müfessir-i a'zam bu münacatıyla, o âyet-i azîmenin bir vechini tefsir ediyor.
Bir kısa meali ve tercümesi budur: Diyor ki:
Ey göklerde ve ecram-ı ulviyede azameti görünen Zât-ı Zülcelal! Ey zeminde ve zeminin her bir mevcudunda vahdaniyetin delilleri, âyetleri müşahede edilen Zât-ı Zülkemal! Ey her bir şeyde ve mahlukta vücub-u vücuduna delalet eden bürhanlar bulunan Zât-ı Vâcib-ül Vücud! Ey azametli denizlerde acibeleri yaratan Zât-ı Celil-i Zülkemal! Ey dağlarda zîhayatların hacetleri için iddihar edilen hazineleri halkeden Hallak-ı Kerim! Ey her bir şeyin yaratılışını güzel yapan, güzel tedbirini gören ve ona levazımatını güzel bir tarzda veren Zât-ı Cemil-i Zül'ikram! Ey her şeyi her bir hacetinde her bir emrinde ona müracaat eden ve her bir mevcud her bir keyfiyetinde ona dayanan ve her bir hak ve hakikat ve hüküm ve hâkimiyet ona raci' olan Zât-ı Kadîr ve Rabb-i Külli Şey! Ey her şeyde zahir bir surette lütfunun eserleri ve inayetinin cilveleri ve güzel san'atının latif nakışları ve rahmetinin letafetli hediyeleri müşahede edilen Zât-ı Latif-i Habir! Ey zîşuur mahlukatına kudretini göstermek için kâinatı bir meşher-i acaib yapan ve umum masnuatını kudret ve hikmet ve rahmet gibi kemalâtını teşhir etmek için birer dellâl, birer ilânname hükmüne getiren Zât-ı Kadîr-i Hakîm! Sen acizden ve şerikten, kusurdan münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilah yok ki, bize imdad etsin. El aman! El aman! Bizi azab ateşinden ve Cehennem'den kurtar.
Dördüncü Şua
Bu Ayet-i Hasbiye Risalesi, 1938 yılında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
Allah'ın bir şeye "ol" demesi ve anında olması anlamında "kün" emri.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
Bize yeter.
Biz.
Bize yeter.
Biz.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)
İmân nimeti için Allah'a hamdolsun.
İmân nimeti için Allah'a hamdolsun.
Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.
(Bakara Sûresi, 2:286)
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.
(Bakara Sûresi, 2:32)
Beşinci Bab
mertebelerine dair beş nüktedir.
BİRİNCİ NÜKTE:
Bu حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ kelâmı, acz-i beşer marazına ve fakr-ı insan hastalığına mücerrep bir devadır. Zira: O Mûcid ki, Mevcud-i Bâkî'dir; öyle ise mevcudatın bâkî meyveler vermek için bu beka-i dünyeviyenin kabuğunu bırakarak zeval bulmalarından müteessir olmamak gerektir. Çünkü Vacibü'l-Vücud olan Mûcid'in bekasıyla ve varlığıyla o sevimli mahlûkatın vücutları mahv ve ademden kurtulup devam eder.
O Sâni ki, Fâtır-ı Bâkî'dir; öyle ise masnuatın zevalinden mahzun olmamak gerektir. Çünkü medar-ı muhabbet olan bâkî isim ve sıfatların sahibi Sâni-i Zülcelâl'in varlığı ve bekasıyla masnuatın devam-ı vücutları tahakkuk eder.
O Melik ki, Malik-i Bâkî'dir; öyle ise mülkün teceddüdündeki zeval ve firaklardan teessüf etmemek gerektir. Çünkü Bâkî-i Sermedî'ye intisapla hadsiz bir mülke malikiyet gibi, manen istifade edilir.
O Şâhid ki, Âlim-i Bâkî'dir; öyle ise mahbubatın dünyadan kaybolup gitmelerinden tahassür etmemek gerektir. Çünkü o mahbubat, Şâhid-i Ezelî'nin bekası ve varlığıyla daire-i ilminde ve nazarında daimî bir vücut bulur.
O Sahib ki, Fâtır-ı Bâkî'dir; öyle ise güzel şeylerin zevalinden kederlenmemek gerektir. Çünkü onların hüsünlerinin menşei olan bâkî esmanın sahibi Fâtır-ı Mutlak'ın bekası ve varlığıyla eşya-i müstahsene beka bulur.
O Vâris ki, Bâis-i Bâkî'dir; öyle ise ahbabın firakından ahufizar etmemek gerektir. Çünkü her şeyi tekrar diriltecek olan ve bütün onlar kendisine dönen Bâkî-i Zülkemal'in bekası ve varlığıyla, umum ahbap idam-ı ebedîden kurtulup bir saadet-i sermediyeye mazhar olur.
O Cemîl ki, Celîl-i Bâkî'dir; öyle ise güzel şeylerin zevaliyle mahzun olmamak gerektir. Çünkü onlar öyle bir Zat-ı Zülcemal'in esmasının âyineleridir ki, kendilerinin zevalinden sonra da o güzel esmanın bekaları devam eder.
O Ma'bud ki, Mahbub-i Bâkî'dir; öyle ise mecazî mahbupların zevalinden elem çekmemek gerektir. Çünkü Mahbub-i Hakikî'nin bekası ve varlığıyla bütün o dostların vücutları beka bulur.
O Rahmanürrahîm ki, Vedûd ve Raûf-i Bâkî'dir; öyle ise zahirî mün'im ve müşfiklerin zevaline ehemmiyet vermemek, onlar için gam çekmemek ve me'yus olmamak gerektir. Çünkü rahmet ve şefkati her şeyi ihata eden Zat-ı Zülcelâl bâkîdir.
O Cemîl ki, Lâtif ve Atûf-i Bâkî'dir; öyle ise zahirî lütuf ve şefkat sahiplerinin zevalinden muazzep olmamak ve ehemmiyet vermemek gerektir. Çünkü onlara mukabil, hepsi Onun tecelliyatından bir tek tecellinin dahi yerini tutamayan Fâtır-ı Zülcelâl bâkîdir.
Keza, Onun bütün bu evsafıyla ve esmasıyla beraber bekası ve varlığı, dünyadaki her bir ferdin fenâ ve zeval bulan bütün enva-ı mahbubatına bedeldir.
Öyle ise حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ demeliyiz.
Evet, dünyanın ve içindekilerin devam ve bekası için, onun Malik'inin ve Sâniinin ve Fâtır'ının varlığı ve bekası yeter.
İKİNCİ NÜKTE:
Bekam için Allah bana yeter. Çünkü benim İlâh'ım bâkî,
Hâlık'ım bâkî, Mûcid'im bâkî, Fâtır'ım bâkî, Malik'im bâkî, Şâhid'im bâkî, Ma'bud'um bâkî ve Bâis'im bâkîdir.
Öyle ise, benim vücudumun zevalinde beis yok, hüzün yok, teessüf yok, tahassür yoktur. Zira Mûcid'imin bâkîliğiyle beraber, Onun esmasıyla icadı dahi bâkîdir.
Benim şahsımdaki sıfatlar ise, Onun esma-i bâkîsinden bir ismin bir şuaıdır. O sıfatlar, Hâlık'ının daire-i ilminde mevcut ve nazar-ı şuhudunda bâkî olduğundan, onlar zeval ve fenâya gitmekle idam olmuyorlar.
Keza, bâkî olan İlâh'ımın Bâkî isminin benim mahiyetimin aynasındaki şuaının bâkî olduğuna; benim mahiyetimin hakikatinin dahi o ismin bir gölgesinden başka bir şey olmadığına;
ve o ismin, benim mahiyetimin aynasında temessülü sırrıyla, benim hakikatim dahi bizzat mahbup değil, onda olan ve onda bâkî kalan şeylerin çeşit çeşit bekalar olması hasebiyle mahbup olduğuna dair ilmim ve iz'anım ve şuurum ve imanım, beka ve lezzet-i beka itibarıyla bana yeter.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ ile intisap peyda edilen Zat öyle bir Vacibü'l-Vücud'dur ki, bu mevcudat-ı seyyale Onun icat ve vücudunun daima teceddüt eden tecelliyatının ancak birer mazharıdır. Onunla ve Ona intisapla ve Onun marifetiyle, hadsiz envar-ı vücut hâsıl olur.
Ona iman ve intisap olmazsa, had ve hesaba gelmez zulümat-ı adem ve âlâm-ı firak ortaya çıkar.
Bu mevcudat-ı seyyale, Bâkî-i Sermedî'nin birer âyinesi olduğundan, zeval ve fenâ ve bekalarında taayyünat-ı itibariyelerinin tebeddülüyle teceddütleriyle beraber, altı cihetle bekaya mazhar olur:
Birincisi: Güzel manaları ve misalî hüviyetleri beka bulur.
İkincisi: Suretleri elvah-ı misaliyede bâkî kalır.
Üçüncüsü: Uhrevî semereleri beka kazanır.
Dördüncüsü: Onun için bir nevi vücut demek olan, elvah-ı mahfuzada temessül eden Rabbanî tesbihatı bâkî kalır.
Beşincisi: Meşahid-i ilmiye ve menazır-ı sermediyede bâkî kalır.
Altıncısı: Eğer zîruhlardan ise, ruhu beka bulur. Zira onun mevtinde, fenâsında, zevalinde, ademinde, zuhurunda ve sönüp gitmesindeki muhtelif keyfiyet ve vazifeleri, esma-i İlâhiyenin mukteziyatını izhar etmekten ibarettir. Bu vazife sırrıyladır ki, mevcudatı, gayet sür'atli bir tarzda mevt ve hayat, vücut ve adem dalgaları arasında gayet sür'atle cereyan eden bir sel hâline getirmiştir.
Kâinattaki faaliyet-i daimenin ve hallâkıyet-i müstemirrenin tezahürü, işte bu vazife sırrından neş'et eder.
Öyle ise, hep birlikte, حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ demeliyiz.
Yani, Vacibü'l-Vücud'un âsârından bir eser olmak, vücut olarak bana yeter. Sûrî ve akim bir vücutta milyonlar sene geçirmektense, böyle mazhar ve münevver bir vücutta bir an-ı seyyale bana kâfidir.
Evet, intisab-ı imanî sırrıyla bir dakikalık vücut, intisab-ı imanîden mahrum binlerce seneye mukabil gelir. Hatta o bir dakika, meratib-i vücut itibarıyla diğer binler seneden daha etem ve daha geniştir.
Keza, semada azameti ve arzda ayetleri görünen ve gökleri ve yeri altı günde yaratan Zatın sanatı olmam, bana vücut ve kıymet-i vücut itibarıyla yeter.
Keza, semayı kandillerle süsleyip nurlandıran ve zemini çiçeklerle göz kamaştırıcı bir şekilde tezyin eden Zatın masnuu olmam, bana vücut ve kemali vücut itibarıyla yeter.
Keza, kâinat bütün kemalât ve mehasiniyle Onun kemal ve cemaline nispetle bir zayıf gölgeden ve Onun âyât-ı kemalinden ve işarat-ı cemalinden ibaret olan Zatın mahlûku ve memlûkü ve abdi olmam, bana fahir ve şeref için yeter.
Keza, had ve hesaba gelmeyen nimetlerini kaf ve nun arasındaki lâtif sandukçalarda iddihar eden ve milyonlarla kantarı tohum ve çekirdek denilen bir avuç dolusu lâtif sandukçalarda kudretiyle toplayan Zat, her şey için bana yeter.
Keza, bütün cemal ve ihsan sahipleri yerine, bana o Cemîl ve Rahîm olan Zat yeter ki, bu güzel masnuat, mevsimlerin ve asırların ve dehirlerin müruruyla Onun envar-ı cemalini tazelendirmek için fenâya mazhar olan âyinelerden başka bir şey değildir; ve bu bahar ve yaz mevsimlerinde tekrarlanan nimetler ve birbirini takip eden meyveler, mahlûkatın ve günlerin ve senelerin gelip geçmesiyle Onun daimî nimetlerinin teceddüdü için mazharlardan ibarettir.
Keza, Hâlık-ı Mevt ve Hayat'ın esmasının cilvelerine bir harita ve fihriste ve fezleke ve mizan ve mikyas olmam, bana hayat ve mahiyet-i hayat itibarıyla yeter.
Keza, bütün Esma-i Hüsnanın müsemması olan Fâtır'ımın şuunat-ı zatiyesine hayatımın mazhariyeti sırrıyla, kalem-i kudretle yazılan ve o Kadîr-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum'un esmasını gösterip anlatan bir kelime olmam, hayat ve vazife-i hayat itibarıyla bana yeter.
Keza, beni, hedâyâ-i rahmetinin müzeyyenatını muhtevi vücut hullemin ve fıtrat kaftanımın ve muntazam hayat gerdanlığımın murassaatıyla tezyin eden Hâlık'ımın esmasının cilveleriyle süslenerek kardeşlerim olan mahlûkata ilân ve teşhirim ve Hâlık-ı Kâinat'ın nazar-ı şuhuduna ilân ve izharım, hayat ve hukuk-ı hayat itibarıyla bana yeter.
Keza, hukuk-ı hayatım itibarıyla, zîhayatların Vahib-i Hayat'a olan tahiyyatlarını fehmetmem ve onlara şahit olup şahitlik etmem bana yeter.
Keza, Sultan-ı Ezelî'nin nazar-ı şuhuduna arz olunmanın şuur ve imanında olarak Onun cevahir-i ihsanatının murassaatıyla süslenip güzelleşmem, hayatımın hukuku olarak bana yeter.
Keza, Onun abdi ve masnuu ve mahlûku olduğuma ve Ona muhtaç bulunduğuma ve Onun, hikmetine ve rahmetine lâyık bir surette beni terbiye eden ve bana lütufta bulunup nimetlerini ihsan eden Hâlık-ı Rahîm'im ve Rabb-i Kerîm'im olduğuna dair iz'anım ve şuurum ve imanım, hayat ve lezzet-i hayat itibarıyla bana yeter.
Keza, acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak ve zaaf-ı mutlakımın misaliyle o Kadîr-i Mutlak'ın meratib-i kudretine ve o Rahîm-i Mutlak'ın derecat-ı rahmetine ve o Kavi-i Mutlak'ın tabakat-ı kuvvetine mikyas teşkil etmem, hayat ve kıymet-i hayat itibarıyla bana yeter.
Keza, cüz'î ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarımın cüz'îliğinin ma'kesiyetiyle Hâlık'ımın muhit sıfatlarını fehmetmem bana yeter.
Nitekim benim cüz'î ilmimin mizanıyla Onun muhit ilmini fehmederim.
Hakeza, benim İlâh'ımın Kâmil-i Mutlak olduğuna ve kâinatta kemalât olarak ne varsa Onun kemalinin ayetlerinden bir ayet ve Onun kemalinin işaretlerinden bir işaret olduğuna dair ilmim, kemal olarak bana yeter.
Keza, nefsimde kemalât olarak iman-ı billâh bana yeter; çünkü beşer için iman bütün kemalâtın menbaıdır.
Keza, muhtelif cihazatımın lisanıyla istenilen enva-ı hacatımın hepsi için, bütün Esma-i Hüsnanın müsemması olan, beni yediren ve içiren ve terbiye ve tedbir eden ve benimle konuşan, celâli her şeyden nihayetsiz derecede yüce olan ve lütuf ve ihsanı her şeyi kuşatan İlâh'ım ve Rabbim ve Hâlık'ım ve Musavvir'im bana yeter.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE:
Benim suretimi ve emsalim olan zîhayatların suretlerini basit bir sudan lâtif sanatıyla ve her şeye nüfuz eden kudreti ve hikmetiyle ve her şeyi her şe'niyle ihata eden rububiyetiyle açan Zat, bütün metalibim için bana yeter.
Keza, beni inşa eden, kulağımı ve gözümü açan, cismime lisanımı ve kalbimi derç eden, vücuduma ve cihazatıma, rahmet hazinelerinin çeşit çeşit müddeharatını tartacak hesapsız mizanlar yerleştiren ve..
Keza lisanıma ve kalbime ve fıtratıma, esmasının çeşit çeşit definelerini anlamaya yarayacak hesapsız hassas aletler yerleştiren
Zat, benim bütün makasıdıma yeter.
Keza, bana bütün enva-ı nimetini ihsas etmek ve ekser tecelliyat-ı esmasını tattırmak için, celîl ulûhiyetiyle ve cemîl rahmetiyle ve kebir rububiyetiyle ve kerîm re'fetiyle ve azîm kudreti ve lâtif hikmetiyle benim küçük ve hakir şahsımda ve zayıf ve fakir vücudumda bu aza ve alâtı ve bu cevarih ve cihazatı ve bu havas ve hissiyatı ve bu letaif ve maneviyatı derc eden Zat bana yeter.
BEŞİNCİ NÜKTE
Ben ve her bir fert, hâlen ve kàlen, müteşekkir ve müftehir olarak, şöyle demeliyiz:
Beni halk eden ve adem zulmetinden çıkararak bana vücut nurunu in'am eden Zat bana yeter.
Keza, sahibine her şeyi veren ve onun elini her şeye uzatan hayat nimetini bana bağışlayarak beni hayat sahibi yapan Zat bana yeter.
Keza, insanı, âlem-i kebirden manen daha büyük bir küçük âlem yapan insaniyet nimetini bana bağışlayarak beni insan yapan Zat bana yeter.
Keza, dünya ve ahireti nimetlerle dolu iki sofra hâline getirerek iman eliyle mü'mine takdim eden iman nimetini bana bağışlayarak beni mü'min yapan Zat bana yeter.
Keza, beni habibi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmeti yaparak, imanda bulunan ve bütün kemalât-ı beşeriye meratibinin fevkinde olan muhabbet ve mahbubiyet-i İlâhiye nimetini bana bağışlayan ve bu muhabbet-i imaniye ile, mü'minin istifadesini imkân ve vücup dairelerinin nihayetsiz müştemilâtına kadar genişleten Zat bana yeter.
Keza, beni camit kılmayıp, hayvan yapmayıp, dalâlette bırakmayarak, cins ve nevi ve din ve iman itibarıyla mahlûkatının pek çoğundan üstün kılan Zat bana yeter; hamd da Ona, şükür de Ona mahsustur.
Keza,
(Ben ne arz, ne de semaya sığmam; fakat, mü'min bir kulumun kalbine sığarım.
(Hadis-i kudsî, Müsnedü'l-Firdevs, 3: 174; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:165.) hadis-i kudsîsinin sırrıyla, arz ve semanın istiap edemediği Zat-ı Zülcelâl, bir mü'min kulunun kalbine yerleşir.
Yani, bütün kâinatta tecelli eden esma-i İlâhiyenin bütün tecelliyatına insanın cami bir mazhar olması sırrıyla, kâinata sığmayan bir nimeti bana bağışlayarak beni esmasının tecelliyatına cami bir mazhar yapan Zat bana yeter.
Keza, bende bulunan mülkünü muhafaza etmek üzere benden satın alarak sonra bana iade eden ve karşılığında bize Cenneti veren Zat bana yeter. Vücudumun zerrelerinin zerrat-ı kâinatla darbı adedince Ona şükür ve hamd olsun.
Hasbî Rabbî Cellallah. * Nur Muhammed Sallallah. *
Lailahe illallah.
Hasbî Rabbî Cellallah. * Sirru kalbî zikrullah. * Zikrü Ahmed Sallallah. * Lailahe illallah.
Altıncı Şua
Altıncı Şua, 1937-43 yıllarında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah'a mahsustur.
(Buhari, Ezân: 148, 150, el-Amel Fi's-Salât: 4, İsti'zân: 3, 28, Da'avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta', Nidâ': 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409)
Bütün canlıların hayatları boyunca yaptıkları tesbihat ve fıtrî hediyeler Allah'a mahsustur.
Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah'a yakın meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah'a mahsustur.
(Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Darimî, Salât: 84, 92.)
Tesbihler, hayat hediyeleri, fıtrî ibadetlerin hepsi Allah'a mahsustur.
Tesbihler, hayat hediyeleri, fıtrî ibadetler.
Mübarek şeyler, tebrik ve berekete sebep olan yaratıklar.
Ruh sahiplerinin hususî ibadetleri.
Kâmil insanların ve Allah'a yakın meleklerin nurlu ve yüksek ibadetleri.
Selâm olsun sana ey Peygamber!
Bize ve Allah'ın salih kullarına selâm olsun.
Selâm olsun sana; sana da selâm olsun.
Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Ve Muhammed'in
(a.s.m.), Allah'ın elçisi olduğuna da şehadet ederim.
Tesbihler, hayat hediyeleri, fıtrî ibadetler.
Selâm olsun sana ey Peygamber!
Allah'ım, İbrahim'e
(a.s.) ve İbrahim'in
(a.s.) nesline rahmet ettiğin gibi, Muhammed'e
(a.s.m.) ve Muhammed'in
(a.s.m.) nesline de rahmet et.
(Buhari, Enbiyâ: 10)
Umulur ki Rabbin, seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına kavuşturur.
(İsrâ Sûresi, 17:79)
Muhammed'i
(a.s.m.) O'na va'dettiğin övülmüş bir makam olan şefaat makamına kavuştur.
(Buhari, Ezân: 8, 17. Sûrenin tefsiri: 11; Tirmizî, Mevâkît: 43; Salât: 42; Ebû Dâvud, Salât: 37; Nesâî, Ezân: 38; İbn-i Mâce, Ezân: 4; İkâme: 25; Müsned, 3:354)
Ümmetimin alimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.
(Bu hadîs, kaynaklarda haber-i meşhur olarak geçmektedir. bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:64; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 1:107
(Diyanet İşleri Yayınları)
Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna...
(Fâtiha Sûresi, 1:7)
Gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.
(Fâtiha Sûresi, 1:7)
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.
(Bakara Sûresi, 2:32)
Yedinci Şua - Ayet-ül Kübra Risalesi
Bu Âyet-ül Kübra Risalesi, 1941 yılında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.
Ayet-ül Kübra ile beni musibetten emin kıl.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Cinleri ve insanları ancak Beni tanısınlar ve Bana îman ve ibâdet etsinler diye yarattım.
(Zâriyat Sûresi, 51:56)
Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür.
Azamet gömleğim, Kibriyâ ise kaftanımdır.
(Müslim, Birr: 136; Ebû Dâvud, Libâs: 25; İbn-i Mâce, Zühd: 16; Müsned: 2:248, 376, 414, 427, 442, 4:416; İbn-i Hibban, Sahih, 1:272, 7:473; Alâuddin el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl: 3:534)
Ey mülkünden başka memleket bulunmayan Zât..
Ey kullarının senâlarıyla Onu övmekte âciz kaldıkları Zât,
Ey mahlûkatı Onun yüceliğini vasfedemeyen Zât..
Ey künhüne vehimler bile yetişemeyen Zât,
(yalnız bu cümle Cevşen'in 54. ukdesinde yer almaktadır.)
Ey kemâli gözle idrak edilemeyen Zât..
Ey sıfât-ı kudsiyesine fehimler ulaşamayan Zât,
Ey kibriyâsına fikirler erişemeyen Zât..
Ey evsâf-ı cemâliyesini insanların güzel gösteremediği Zât.
Ey hüküm ve kazâsı kullar tarafından geri çevrilemeyen Zât..
Ey herbir şeyde âyetleri zâhir olan Zât,
Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan Zat, Sen her türlü ku-surdan münezzehsin.
Allahtan başka ilah yoktur
O.. O.. O..
.. nın azametinin şehadetiyle
.. nın azametinin müşahedesiyle
Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu
(Allah'ı) tesbih eder.
(İsrâ Sûresi, 17:44)
Göklerin ve yerin yaratılmasında,....
(Bakara Sûresi, 2:164)
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Yedi gökle yer ve onların içindekileri Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O Halîmdir, cezâ vermekte acele etmez; Gafûrdur, günahları çokça bağışlar.
(İsrâ Sûresi, 17:44)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, vüs'at ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tedbir ve tedvir
(döndürme) ve tanzim ve tanzif ve tavzif hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, semâvât bütün içindekilerle beraber Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ve rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah'ın emrine boyun eğmiş bulutlarda...
(Bakara Sûresi, 2:164)
İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan da Odur.
(Şûrâ Sûresi, 42:28)
Gök gürültüsü Onu hamd ederek, tesbih eder.
(Ra'd Sûresi, 13:13)
Şimşeğin parıltısı ise neredeyse gözleri alıverir.
(Nûr Sûresi, 24:43)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, vüs'at ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tasrif ve tenzil ve tedbir hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, cevv-i semâ bütün içindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.
Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir.
(Rum Sûresi, 30:50)
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, umumiyet ve şümul ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen, bütün zevilhayatın iaşesi için tohumların teshir ve tedbir ve terbiye ve feth ve tevzi ve muhafaza ve idaresi ve Rahmâniyet ve Rahîmiyet hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, arz bütün içindekiler ve üzerindekilerle Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Daha yok mu?
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, genişlik ve intizamı gözle görünen teshir ve muhafaza ve iddihar ve idare hakikatlerindeki ihatanın büyüklüğünün şehadetiyle, denizler ve nehirler bütün içindekilerle beraber Onun birlik içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Dağları direk
(yapmadık mı?)
(Nebe Sûresi, 78:7)
Yeryüzünde sâbit dağlar diktik."
(Hicr Sûresi, 15:19)
Dağları sapa sağlam dikti.
(Nâziât Sûresi, 79:32)
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, Rabbânî ihtiyat maddelerinin bilmüşahede vâsi ve âmm ve muntazam ve mükemmel iddihar ve idare ve muhafaza ve tedbiri ve tohumların neşri hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, bütün dağlar ve sahrâlar bütün içindekiler ve üzerindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
İman nimeti için Allah'a hamdolsun
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, mizanlı ve fesahatli yapraklarının ve süslü ve cezaletli çiçeklerinin ve intizamlı ve belâğatli meyvelerinin kelimeleriyle konuşan ve tesbih eden bütün ağaç ve nebat nevilerinin icmâı, birbirinin misli ve benzeri olan mahdut çekirdek ve habbeciklerden süslü ve birbirinden farklı ve mütenevvi, gayr-ı mahdut suretlerinin hepsinin birden fethi hakikatinin kat'î delâletiyle beraber, kasdî ve rahmetli in'âm ve ikram ve ihsan hakikatinin ve iradeli ve hikmetli temyiz ve tezyin ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, icmâ ile Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, mevzun ve muntazam ve fasih hasselerinin ve kuvvelerinin ve hissiyat ve latîfelerinin kelimeleriyle ve mükemmel ve beliğ cihazat ve cevarih ve âlât ve âzâlarının kelimeleriyle hamd ve şehadet eden bütün hayvanat ve tuyur nevilerinin ittifakı, birbirinin misli ve benzeri, mahsur ve mahdut sayıda yumurta ve katrelerden muntazam, muhtelif, mütenevvi ve gayr-ı mahsur suretlerinin fethi hakikatinin kat'î delâletiyle beraber, iradeli icad ve sun' ve ibdâ' hakikatinin ve kasdî temyiz ve tezyin hakikatinin ve hikmetli takdir ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, bütün enbiyanın, tasdik edici ve tasdike mazhar mu'cizât-ı bâhirelerinin kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, bütün asfiyanın, muhakkak ve müttefik ve parlak burhanlarının kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, bütün evliyanın, muhakkak ve musaddak ve zahir keşif ve kerametlerinin icmâı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, insanların nazarına temessül eden ve beşerin havâs kısmıyla konuşan melâikenin ittifakı, birbirine tetabuk ve tevafuk eden ihbaratıyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, istidat ve mezheplerinin farklılığıyla beraber bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin birbirine tetabuk eden kanaat ve yakînleri, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, birbirine mütebayin meslek ve meşreplerine rağmen bütün selim ve nuranî kalb sahiplerinin birbirine tetabuk eden keşifleri ve birbirine tevafuk eden müşahedeleri de, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak, bir tenezzül-ü İlâhîdir.
(De ki:) Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi."
(Kehf Sûresi, 18:109)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, tenezzülât-ı İlâhiyeyi ve mükâlemât-ı Sübhâniyeyi ve taarrüfât-ı Rabbâniyeyi ve kullarının münâcâtına mukabelât-ı Rahmâniyeyi ve mahlûkatına vücudunu ihsas eden iş'ârât-ı Samedâniyeyi mutazammın bütün hak vahiylerin icmâı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, teveddüd-ü İlâhiyeyi ve mahlûkatının duâlarına icâbât-ı Rahmâniyeyi ve kullarının istiğaselerine imdadat-ı Rabbâniyeyi ve masnuatına vücudunu bildiren ihsasat-ı Sübhâniyeyi mutazammın sadık ilhamların ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ay yarıldı.
(Kamer Sûresi, 54:1)
Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı.
(Enfâl Sûresi, 8:17)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, Kur'ân'ının azamet-i saltanatı ve dininin haşmet-i vüs'ati ve kemâlâtının kesreti ve hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi ahlâkının ulviyetiyle, fahr-i âlem ve şeref-i nev-i benî Âdem olan Zât
(a.s.m.), Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, O Zât
(a.s.m.), zâhir ve bâhir ve musaddık ve musaddak yüzlerce mu'cizâtının kuvvetiyle ve dininin sâti' ve kàti' binlerce hakaik-i diniyesinin kuvvetiyle ve Ehl-i Beytinin icmâıyla ve basar sahibi Ashabının ittifakıyla ve ümmetinden burhan ve nuranî basiret sahibi muhakkiklerin tevafukuyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.
Artık emrolunduğun şey ile onları
(camın kırılıp dağılması gibi) parçala onlara açıkça anlat!
(Hicr Sûresi, 15:94)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih eder.
(Hadîd Sûresi, 57:1)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, melek ve ins ve cin ecnâsının makbulü ve mergubu olan, her dakikada bütün âyetleri nev-i insandan yüz milyonların lisanında kemâl-i ihtiramla okunan, saltanat-ı kudsiyesi arzın ve âlemlerin aktarında ve zamanın ve asırların yüzlerinde devam eden, nuranî hâkimiyet-i mâneviyesi arzın yarısında ve beşerin beşte birinde on dört asırdır kemâl-i ihtişamla cârî olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan,
Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, Kur'ân, müşahede ve ayân ile, kudsî ve semâvî sûrelerinin icmâı ve nurânî ve İlâhî âyetlerinin ittifakı ve esrar ve envârının tevafuku ve hakaik ve semerât ve âsârının tetabukuyla Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.
Amel defterleri açılıp yayınlandığında...
(Tekvîr Sûresi, 81:10)
Allah'tan başka ilâh yoktur. Nazîri mümteni ve Ondan başka herşey mümkin ve Vâhid-i Ehad olan o Vâcibü'l-Vücud ki, mücessem bir kitab-ı kebîr, muazzam bir kur'ân-ı cismânî, munazzam ve müzeyyen bir kasr ve muntazam ve muhteşem bir memleket olan bu kâinat, sûrelerinin ve âyetlerinin ve kelimelerinin ve harflerinin ve bablarının ve fasıllarının ve sayfalarının ve satırlarının icmâıyla ve erkânının ve envâının ve eczasının ve cüz'iyatının ve sekene ve müştemilâtının ve varidat ve masarifinin ittifakıyla, bütün ulema-i ilm-i kelâmın icmâına müstenit hudus ve tagayyür ve imkân hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle ve suret ve müştemilâtının hikmet ve intizamla tebdili ve huruf ve kelimatının nizam ve mizanla tecdidi hakikatinin şehadetiyle ve mevcudatında müşahede ve ayân ile görünen teâvün ve tecavüb ve tesanüd ve tedahül ve muvazene ve muhafaza hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
Yalnız Sana.
(Fâtiha Sûresi, 1:5)
Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.
(Kehf Sûresi, 18:109)
Bütün kâinatı adâletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şâhitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir."
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:18)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O öyle bir Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehaddir ki, bütün güzel isimler, bütün yüce sıfatlar ve en yüce vasıflar Ona aittir. İrade ve kudretle icad ve halk ve sun' ve ibdâ' fiillerini, ihtiyar ve hikmetle takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, kasd ve rahmetle ve kemâl-i intizam ve muvazene ile tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammun eden faaliyet-i müstevliyenin devamı içinde görünen tezahür-ü rububiyet ve onun içinde görünen tebarüz-ü ulûhiyet hakikatinin azametinin şehadetiyle; ve "Bütün kâinatı adaletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır"
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:18.) meâlindeki âyet-i kerimenin hakikat-i esrarının azamet-i ihatasının şehadetiyle; bütün kudsî ve muhît sıfatlarının ve kâinatta tecellî eden bütün Esmâ-i Hüsnâsının icmâı ve kâinatta tasarruf eden bütün şuunat ve ef'âlinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
... hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle.
... hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesiyle.
Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır.
(Fetih Sûresi, 48:7)
Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.
(Enbiyâ Sûresi, 21:22)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O tektir ve Onun ortağı yoktur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, tebarüz-ü ulûhiyet-i mutlaka hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ vahdeti iktiza eden tezahür-ü rububiyet-i mutlaka hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ vahdetten neş'et eden kemâlât hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ şirke mâni olan ve şirki nefyeden hâkimiyet-i mutlaka hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vahdâniyetine ve vücub-u vücuduna delâlet eder.
Ondan
(C.C) başka ilah yoktur.
Gökleri ve yeri altı günde yaratan Odur.
(Hadîd Sûresi, 57,4)
Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye katar.
(Lokman Sûresi, 31:29)
Muhakkak ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan başka günahları
(dilediği kimse için) bağışlar.
(Nisâ Sûresi, 4:48)
Rabbin balarısına ilhâm etti: 'Dağlardan, kendine evler edin.
(Nahl Sûresi, 16:68)
Ehlî hayvanlarda da sizin için birer ibret vardır. Onların karınlarında, kan ile fışkı arasından çıkan ve içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir sütle sizi besleriz.
(Nahl Sûresi, 16:66)
Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümden de hem sarhoş edici bir içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Akıllarını kullanan bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.
(Nahl Sûresi, 16:67)
O herşeye kàdirdir.
(Hûd Sûresi, 11:4; Rum Sûresi, 30:50; Şûrâ Sûresi, 42:9; Mülk Sûresi, 67:1)
Allah en büyüktür.
"Bütün ins ve cin, birtek sayha ve emirle yanımızda meydan-ı haşre hazır olurlar."
"Kıyamet ve haşrin işi ve yapılması, gözünü kapayıp hemen açmak kadardır, belki daha yakındır"
"Ey insanlar! Sizin icad ve ihyanız ve haşir ve neşriniz, birtek nefsin ihyası gibi kolaydır, kudretime ağır gelmez"
Bir baştan diğer başa herşey, her zaman Lâilâhe İllallah zikrini ilân ediyor ve Yâ Hak, Yâ Hay diye haykırıyorlar.
Evet, "Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır.
(İbnü'l-Mu'tez'ın bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm,1:24)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, kemâlli ve ihatalı kibriya ve azamet hakikatinin müşahedesi, kezâ ef'âlinin ıtlak ve nihayetsizlikle zuhurları ve Onun irade ve hikmetinden başka hiçbir şeyin bu fiilleri takyid edememesi hakikatinin müşahedesi, kezâ mevcudatın sür'at-i mutlaka içinde kesret-i mutlaka ile icadı ve mahlûkatın itkan-ı mutlak içinde suhulet-i mutlaka ile halk edilmesi ve masnuatın nihayet-i hüsn-ü san'at ve ülüvv-ü kıymet içinde mebzuliyet-i mutlaka ile ibdâı hakikatlerinin müşahedesi, kezâ mevcudatın bir küll ve küllî halinde ve beraberlik ve câmiiyet ve tedahül ve münasebet içinde vücut bulması hakikatinin müşahedesi, kezâ şirki nefyeden intizamat-ı âmme hakikatinin müşahedesi, kezâ Sâni-i Kâinatın bir olduğuna bedahetle delâlet eden ve kâinatın tedbirine medar olan şeylerdeki vahdetin müşahedesi, kezâ kâinatta tasarruf eden ve herşeyi muhît olan ef'âl ve esmânın birliği, kezâ yeryüzünde münteşir olan istilâ edici unsurların ve nevilerin birliği, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder.
Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.
(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 1:310; Gazâlî, İhyâu Ulûmü'd-Dîn: 4:409
(Kitâbu't-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid: 1:78)
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Fettah olan Allah'ın adıyla
Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. İşte Rabbiniz olan Allah Odur; bütün mülk Ona âittir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yüzünüz nasıl haktan çevrilir?
(Zümer Sûresi, 39:6)
Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir suret veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:5, 6)
Şüphesiz ki rızık veren, ancak mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır.
(Zâriyat Sûresi, 51:58)
Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a âit olmasın. Allah onların rahimlerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.
(Hûd Sûresi, 11:6)
Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir.
(Ankebût Sûresi, 29:60)
Nice alimler var ki geçim sıkıntısı içindedirler. Nice cahiller de vardır ki varlık içinde yüzüyorlar.
Rabbimin bu fazlından dolayı Allah'a hamdolsun.
Bizi bu saâdete eriştiren Allah'a hamd olsun. Yoksa Allah hidâyet etmeseydi biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.
(A'râf Sûresi, 7:43)
Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, fenn-i nebatat ve hayvanatın şehadetiyle, dört yüz bin nevi zîhayatın suretlerinin mükemmel ve kusursuz şekilde açılmasında görünen fettahiyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bilmüşahede ve açıkça görünen vüs'atli ve intizamlı Rahmâniyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bütün zîhayatlara şâmil, hatasız ve noksansız, muntazam idare-i muhîta hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ rızık isteyen herkesin birden her hâcet vaktinde sehivsiz ve nisyansız, şümullü bir şekilde rızıklandırılmasında görünen rahîmiyet ve iaşe-i şâmile hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder. Onun şânı herşeyden yücedir. Bütün onları rızıklandıran, o Rahmân-ı Rahîm, o Hannân-ı Mennândır. Onun in'âmı herşeyi muhît, ihsanı herşeye şâmildir. Ve Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.
(Bakara Sûresi, 2:32)
Yâ Rabbi! Bismillâhirrahmânirrahîm hakkı için, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm! Efendimiz Muhammed'e ve onun bütün âline ve ashabına, bütün Risale-i Nur hurufatının adedince, bu adedin dünya ve âhiretteki bütün ömrümüzün dakikalarının âşireleriyle darbı adedince, bütün bu adetlerin de benim ömrüm müddetince zerrât-ı vücudumun sayısıyla darbı adedince salât ve selâm et. Beni, Risale-i Nur'un neşrinde bana yardım edenleri, bu risalenin kâtibini, atalarımızı, üstadlarımızı, şeyhlerimizi, kız ve erkek kardeşlerimizi, Risale-i Nur'un sadık talebelerini ve bilhassa bu risaleyi yazan ve istinsah edenleri, bu salâvatlardan herbiri için bir sadaka ile mağfiret et, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn! Âmin.
Onların duâları, "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun" sözleriyle sona erer.
(Yûnus Sûresi, 10:10)
Dokuzuncu Şua
Bu Dokuzuncu Şua, 1937-43 yılları arasında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah'ı tesbih edip namaz kılın.
Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.
Yine Onun âyetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmıştır; sonra siz birer insan olarak yeryüzüne yayılırsınız.
Yine Onun âyetlerindendir ki, size hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratmış, aranıza muhabbet ve merhamet vermiştir. Düşünen bir topluluk için elbette bunda Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine deliller vardır.
Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve sîmâlarınızın farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır.
Gece ve gündüzde uyumanız ve Onun lûtfundan rızık aramanız da yine Onun âyetlerindendir. Kulak veren bir topluluk için bunda elbette deliller vardır.
Yine Onun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek için şimşeği gösterir; gökten bir su indirir ve ölümünden sonra yeryüzünü onunla diriltir. Akıl sahibi bir topluluk için elbette bunda deliller vardır.
Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.
Göklerde ve yerde kim varsa Onundur; hepsi de Ona boyun eğer.
Halkı önce yaratan, sonra tekrar diriltecek olan Odur; bu ise Onun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.
(Rum Sûresi, 30:17-27)
Öyle ise: Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O herşeye hakkıyla kadirdir.
(Rum Sûresi, 30:50)
Ve Resullerine..
(iman ettim)
Ve Kitaplarına..
(iman ettim)
Güneş dürülüp toplandığında...
(Tekvîr Sûresi, 81:1)
Ey insanlar, Rabbinizin azabından çekinin. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük birşeydir.
(Hac Sûresi, 22:1)
Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.
(Zilzal Sûresi, 99:1)
Gök yarıldığı zaman.
(İnfitar Sûresi, 82:1)