Kullanıcı:Turker: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
5. satır: 5. satır:
#Yerler %1
#Yerler %1
#Kuran okuma sayfaları %100
#Kuran okuma sayfaları %100
#Ayet sayfaları %10
#Ayet sayfaları %25
#Esma %1
#Esma %1
#Olaylar %1
#Olaylar %1
#Risale okuma sayfaları %99
#Risale okuma sayfaları %100
#Mefhum %1
#Mefhum %1
#Eser %30
#Eser %30
#Nesne %1
#Nesne %1
#Ayet-hadis mealleri %10
#Ayet-hadis mealleri %40
#Kuran'da bahse geçen konulara göre kategoriler %1
#Kuran'da bahse geçen konulara göre kategoriler %1
#Risalelerdeki arabi ibarelere <nowiki>{{Arabi |}}</nowiki> eklenmesi %5
#Risalelerdeki arabi ibarelere <nowiki>{{Arabi |}}</nowiki> eklenmesi %15
#Evrad okuma sayfaları %99
#Evrad okuma sayfaları %99
#Yardım, açıklama vb. sayfaları %99
#Yardım, açıklama vb. sayfaları %99
1.942. satır: 1.942. satır:
Den, dan...
Den, dan...


<div id="">{{Arabi|شَرِّ
<div id="">{{Arabi|شَرِّ}}


Şer
Şer
2.148. satır: 2.148. satır:
Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.
Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.


<div id="">{{Arabi|لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ
<div id="">{{Arabi|لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ}}


Namaza yaklaşmayın
Namaza yaklaşmayın
4.914. satır: 4.914. satır:
Damla denize delâlet eder.
Damla denize delâlet eder.


<div id="">{{Arabi|الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
<div id="">{{Arabi|الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ}}


Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle zulümattan çıkarman; kudreti herşeye galip olan ve her türlü hamde lâyık Allah'ın yoluna kavuşturman için onu sana indirdik.
Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle zulümattan çıkarman; kudreti herşeye galip olan ve her türlü hamde lâyık Allah'ın yoluna kavuşturman için onu sana indirdik.
5.216. satır: 5.216. satır:
İzzet, Azamet, Celal ve Kibriya ve Raûf'un nuruyla..
İzzet, Azamet, Celal ve Kibriya ve Raûf'un nuruyla..


<div id="">{{Arabi|جَلَالٍ بَازِخٍ
<div id="">{{Arabi|جَلَالٍ بَازِخٍ}}


"İzzet, azamet ve celâl ve kibriya."
"İzzet, azamet ve celâl ve kibriya."
5.472. satır: 5.472. satır:
Âyetü'l-Kübrâ hakkı için..
Âyetü'l-Kübrâ hakkı için..


<div id="">{{Arabi|مُسْتتْبعاتُ التراكيب
<div id="">{{Arabi|مُسْتتْبعاتُ التراكيب}}


Sözdeki, birbirine bağlı, işaretli manalar. Kelimelerin kullanış ve tarzlarından hareketle onların zımnında bulunduğu anlaşılan manalar.
Sözdeki, birbirine bağlı, işaretli manalar. Kelimelerin kullanış ve tarzlarından hareketle onların zımnında bulunduğu anlaşılan manalar.

13.32, 5 Mayıs 2021 tarihindeki hâli

Yapılacaklar (% tamamlanma):

  1. Kişiler %70
  2. Sahabeler %1
  3. Peygamberler %3
  4. Yerler %1
  5. Kuran okuma sayfaları %100
  6. Ayet sayfaları %25
  7. Esma %1
  8. Olaylar %1
  9. Risale okuma sayfaları %100
  10. Mefhum %1
  11. Eser %30
  12. Nesne %1
  13. Ayet-hadis mealleri %40
  14. Kuran'da bahse geçen konulara göre kategoriler %1
  15. Risalelerdeki arabi ibarelere {{Arabi |}} eklenmesi %15
  16. Evrad okuma sayfaları %99
  17. Yardım, açıklama vb. sayfaları %99

Hazırlanacak maddeler:

  1. Cevzi
  2. İbni Teymiye
  3. Şafii, hanefi, imamı azam, fıkhı ekber
  4. hâfız, hâfiz, hafiz, hafîz, hafız, hafız (tevzih), hâfız (kuran), hâfız (hadis), hafîz (esma), Hâfız (koruyucu), hafıza, hafiziyet, hıfz
  5. hafızı şirazi
  6. risalede adı geçen hafızlar, hafız ali, şamlı hafız, hafız halid, el hafız, hafız osman, kuvvei hafıza, hafız tevfik, muhacir hafız ahmedhafız zühdü küçük hafız zühdü, hfız ahmed, hafız mustafa, ...
  7. Kullanıcı:Turker/Risale-i Nur
  8. Kullanıcı:Turker/Kur'an
  9. Kullanıcı:Turker/Hz. Muhammed (sav)
  10. Kullanıcı:Turker/Bediüzzaman Said Nursi
  11. imam şuayb imam katade
  12. ibni furek şafii sani
  13. mizanı şarani
  14. haceri askalani

İkinci Şua

İkinci Şua, 1936 yılında Eskişehir Hapihanesinde te'lif edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَللّٰه اَحَدْ

O Allah birdir.

(İhlâs Sûresi, 112:1)

اَللّٰه اَحَدْ

O Allah birdir.

(İhlâs Sûresi, 112:1)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَ بِه۪ نَسْتَع۪ينُ

Ancak Onun yardımını isteriz.

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.

(Muhammed Sûresi, 47:19)

وَالَّذ۪ى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِه۪

Muhammed'in hayatı kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki..

(Bu yeminin yalnız Buhari'de, on beş ayrı hadîste zikri geçmektedir. bk. Tecrîd-i Sarîh Tercemesi Kılavuzu: s.180. Ayrıca bk. Müsned: 4:16)

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ كُلِّ دَٓاءٍ وَدَوَٓاءٍ وَبَارِكْ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلَيْهِمْ كَث۪يرًا كَث۪يرًا

Allah'ım, Efendimiz Muhammed'e

(a.s.m.) ve Efendimiz Muhammed'in

(a.s.m.) âline, bütün hastalıklar ve devâlar adedince salât eyle ve onu ve âlini çok çok mübarek kıl ve selâm et.

بِعَدَدِ كُلِّ دَٓاءٍ وَ دَوَٓاءٍ

Bütün hastalıklar ve devâlar adedince.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Allahtan başka ilah yoktur.

اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْل۪ى لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

"Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, Lâ ilâhe illâllah kelâmıdır."

آنْ خَيَالَات۪ى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْتْ ٭ عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ

Evliyaya tuzak olan hayaller, İlahî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.

(Fâtiha Sûresi, 1:5)

اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ

Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.

(Lokman Sûresi, 31:13)

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

Neredeyse öfkeden parçalanacak!

(Mülk Sûresi, 67:8)

اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ

Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.

(Lokman Sûresi, 31:13)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى نُورِ الْاِيمَانِ

İmân nurundan dolayı, Allah'a hamd olsun.

(Dua)

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan sadece Allah'tır.

(Zâriyat Sûresi, 51:58)

وَحْدَهُ

O birdir.

لَا شَر۪يكَ لَهُ

O'nun şeriki, ortağı yoktur.

لَيْسَ فِى الْاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ

Bu kâinattaki varlıkların ve eşyanın mevcud tarz ve şekillerinden daha güzelinin ve mükemmelinin tasavvuru mümkün değildir.

لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ

Mülk tamamen O'nundur. Bütün hamdler, övgüler, teşekkürler O'na aittir.

هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ

O hem Evveldir, hem Ahir'dir, hem Zahir'dir, hem Bâtın'dır.

(Hadid Sûresi, 57:3)

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً

[Kıyametin kopması] yalnız tek bir ses ve emirledir...

(Yâsin Sûresi, 36:53.)

وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ

Kıyametin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadardır.

(Nahl Sûresi, 16:77)

اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

(A'râf Sûresi, 7:172.)

قَالُوا بَلٰى

'Evet, Rabbimizsin' dediler.

(A'raf Sûresi: 172.)

وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ

Kıyametin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.

(Nahl Sûresi, 16:77)

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِه۪ وَ كُتُبِه۪ وَ رُسُلِه۪ وَ بِالْيَومِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِه۪ وَ شَرِّه۪ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ اِخْوَانِه۪ وَ سَلَّمَ اٰم۪ينَ

Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve hayrın da şerrin de Yüce Allah'tan olduğuna, öldükten sonra dirilişin hak olduğuna iman ettim. Şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed

(A.S.M.) Allah'ın resulüdür. Allah O'na, Âline, Ashabına ve ihvanına salât ve selâm etsin, âmin.

اَللّٰهُمَّ اِنَّهُ لَيْسَ فِى السَّمٰوَاتِ دَوَرَاتٌ وَ نُجُومٌ مُحَرَّكَاتٌ سَيَّارَاتٌ وَ لَا فِى الْجَوِّ سَحَابَاتٌ وَ بُرُوقٌ مُسَبِّحَاتٌ وَ رَعَدَاتٌ وَ لَا فىِ الْاَرْضِ غَمَرَاتٌ وَ حَيَوَانَاتٌ وَ عَجَٓائِبُ مَصْنُوعَاتٍ. وَ لَا فِى الْبِحَارِ قَطَرَاتٌ وَ سَمَكَاتٌ وَ غَرَٓائِبُ مَخْلُوقَاتٍ. وَ لَا فِى الْجِبَالِ حَجَرَاتٌ وَ نَبَاتَاتٌ وَ مُدَّخَرَاتُ مَعْدَنِيَّاتٍ. وَ لَا فِى الْاَشْجَارِ وَرَقَاتٌ وَ زَهَرَاتٌ مُزَيَّنَاتٌ وَ ثَمَرَاتٌ. وَ لَا فِى الْاَجْسَامِ حَرَكَاتٌ وَ اٰلَاتٌ وَ مُنَظَّمَاتُ جِهَازَاتٍ. وَ لَا فِى الْقُلُوبِ خَطَرَاتٌ وَ اِلْهَامَاتٌ وَ مُنَوَّرَاتُ اِعْتِقَادَاتٍ اِلَّا وَ هِىَ كُلُّهَا عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ شَاهِدَاتٌ وَ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِكَ دَٓالَّاتٌ وَ فِى مُلْكِكَ مُسَخَّرَاتٌ فَبِالْقُدْرَةِ الَّت۪ى سَخَّرْتَ بِهَا الْاَرَض۪ينَ وَ السَّمٰوَاتِ سَخِّرْل۪ى نَفْس۪ى وَ سَخِّرْل۪ى مَطْلُوب۪ى وَ سَخِّرْ لِرَسَٓائِلِ النُّورِ لِخِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ وَ الْا۪يمَانِ قُلُوبَ عِبَادِكَ وَ قُلُوبَ الْمَخْلُوقَاتِ الرُّوحَانِيَّاتِ مِنَ الْعُلْوِيَّاتِ وَ السُّفْلِيَّاتِ يَا سَم۪يعُ يَا قَر۪يبُ يَا مُج۪يبَ الدَّعَوَاتِ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Allahım, göklerde dönen hiçbir yıldız ve hareket eden hiçbir gezegen, hava boşluğunda hiçbir tesbih edici bulut ve şimşek ve gök gürültüsü, yeryüzünü dolduran hayvanlardan ve şaşırtıcı san'at eserlerinden hiçbir fert, denizlerde hiçbir damla, balıklarından ve şaşırtıcı san'at eserlerinden hiçbirisi, dağlarda hiçbir taş, hiçbir bitki ve depolanmış madenlerden hiçbirisi, ağaçlarda hiçbir yaprak ve hiçbir süslenmiş çiçek ve meyve, hayvanların cisimlerinde âletler ve düzenli cihazlardan hiçbirisi, kalblerde hiçbir hatıralar ve ilhamlar ve nurlanmış itikad ve inançlar yoktur ki, hepsi Senin varlığının vâcib ve bir olduğuna şahitler olmasın. Yerleri ve gökleri emrine boyun eğdiren kudretinin hakkı için, nefsimi bana boyun eğdir ve isteklerimi bana nasip eyle. Kur'ân'a ve imana ve Risale-i Nur'a hizmet için, kullarının kalblerini ve yüksek ve alçak bütün ruhlu varlıklarının kalblerini bana ve iman ve Kur'ân hizmetkârlarına boyun eğdir, ey herşeyi işiten Semî', ey herşeye herşeyden daha yakın olan Karîb, ey bütün dualara cevap veren Mücîbe'd-Daavât! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve kikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.

(Bakara Sûresi, 2:32)

Üçüncü Şua - Münâcat Risalesi

Bu Şua, Kastamonu'da 1937'de telif edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اِنَّ ف۪ى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ى تَجْر۪ى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah'ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.

(Bakara Sûresi, 2:164)

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ جَعَلَ مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَىٍّ

Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.

سُبْحَانَهُ وَ تَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا

Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir.

(İsrâ Sûresi, 17:43)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.

(Bakara Sûresi, 2:32)

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Duâları ise şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."

(Yûnus Sûresi, 10:10)

Üçüncü Şua Osmanlıca

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَ اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّحِيمُ

Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.

(Bakara Sûresi, 2:163)

يَا اَوَّلَ كُلِّ شَيْءٍ وَ اٰخِرَهُ ٭ يَا اِلٰهَ كُلِّ شَيْءٍ وَ صَانِعَهُ
يَا رَازِقَ كُلِّ شَيْءٍ وَ خَالِقَهُ ٭ يَا فَاطِرَ كُلِّ شَيْءٍ وَ مَلِيكَهُ
يَا قَابِضَ كُلِّ شَيْءٍ وَ بَاسِطَهُ ٭ يَا مُبْدِئَ كُلِّ شَيْءٍ وَ مُعِيدَهُ
يَا مُسَبِّبَ كُلِّ شَيْءٍ وَ مُقَدِّرَهُ ٭ يَا مُرَبِّىَ كُلِّ شَيْءٍ وَ مُدَبِّرَهُ
يَا مُكَوِّرَ كُلِّ شَيْءٍ وَ مُحَوِّلَهُ ٭ يَا مُحْيِىَ كُلِّ شَيْءٍ وَ مُمِيتَهُ
سُبْحَانَكَ يَا لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْاَمَانُ الْاَمَانُ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ

Ey her şeyin evveli ve âhiri, * Ey her şeyin ilâhı ve sanatkârı,

Ey her şeyin râzıkı ve hâlıkı, * Ey her şeyin yaratıcısı ve sultânı,

Ey her şeyi daraltan ve genişleten, * Ey her şeyi ilk defa yaratan ve öldükten sonra tekrar iâde eden,

Ey her şeye gerekli sebepleri yaratan ve bir ölçü takdir eden, *

Ey her şeyi terbiye ve idâre eden,

Ey her şeyi döndüren ve değiştiren, * Ey her şeyi dirilten ve öldüren,

Bütün kusurlardan münezzehsin, Senden başka ilâh yok! Emân ver bize. Bizi Cehennemden kurtar.

"İşte bu nümune gösteriyor ki; Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm marifetullahta, vahdaniyetin isbatında öyle bir mertebededir, hiç kimse yetişemez. Ve o vâdide imam-ı mutlak odur. Herkes onun arkasında o hazineye gidebilir. Malûmdur ki; mükemmel marifetler, ilimler, san'atlar efkârın telahukuyla ve fikirlerin terakkubuyla birbirine iltihak ederek, birbirinin eserini tekmil ede ede, tâ mükemmel bir suret alınır. Bunun içindir ki; şeşhane tüfengini icad eden usta, şimdi bir mitralyozun ustasından daha ziyade hünerlidir.

Halbuki dikkatle Cevşen-ül Kebir münacatını kalbin kulağıyla, hayalen huzur-u saadette bulunmasıyla, Resul-i Ümmi'den

(Aleyhissalâtü Vesselâm) dinleyen adam anlar ve görür ki; 1001 bürhanı ve tarifini tazammun eden ve herbirisi bir silsile-i efkârın neticesi ve tevhidin bir penceresi olan o 1001 kudsî hakikatları, bir ümmi zâtta

(Aleyhissalâtü Vesselâm) ve ümmi bir kavimde ve ümmi bir muhitte ve ehl-i fetret, kitabsız bir millette mucidane, muhteriane, kimseyi taklid etmeyerek, muamma-yı hilkati ve tılsım-ı kâinatı keşif suretiyle, tek başıyla o münacatta beyan ediyor. Bu zaman gibi, binler keşşafın muaveneti ve münacatları gibi taklidkârane değil; belki kubbe-i sema altında, ehl-i semavata işittiren ve kâinat mescidinde, o mescid-i ekberin cemaat-ı kübrasına dinlettiren, hadsiz rikkatten ve nihayetsiz şefkatten insanlara imdad ve meded ve merhamet ve necat istiyor ve diyor:"

يَا مَنْ هُوَ فِى السَّمَاءِ عَظَمَتُهُ ٭ يَا مَنْ هُوَ فِى الْاَرْضِ اٰيَاتُهُ
يَا مَنْ هُوَ فِى كُلِّ شَيْءٍ دَلَائِلُهُ ٭ يَا مَنْ هُوَ فِى الْبِحَارِ عَجَائِبُهُ
يَا مَنْ يَبْدَؤُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ٭ يَا مَنْ هُوَ فِى الْجِبَالِ خَزَائِنُهُ
يَا مَنْ اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ٭ يَا مَنْ اِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ
يَا مَنْ ظَهَرَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لُطْفُهُ ٭ يَا مَنْ يُعَرِّفُ الْخَلَائِقَ قُدْرَتَهُ
سُبْحَانَكَ يَا لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْاَمَانُ الْاَمَانُ اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ

İşte müfessir-i a'zam bu münacatıyla, o âyet-i azîmenin bir vechini tefsir ediyor.

Bir kısa meali ve tercümesi budur: Diyor ki:

Ey göklerde ve ecram-ı ulviyede azameti görünen Zât-ı Zülcelal! Ey zeminde ve zeminin her bir mevcudunda vahdaniyetin delilleri, âyetleri müşahede edilen Zât-ı Zülkemal! Ey her bir şeyde ve mahlukta vücub-u vücuduna delalet eden bürhanlar bulunan Zât-ı Vâcib-ül Vücud! Ey azametli denizlerde acibeleri yaratan Zât-ı Celil-i Zülkemal! Ey dağlarda zîhayatların hacetleri için iddihar edilen hazineleri halkeden Hallak-ı Kerim! Ey her bir şeyin yaratılışını güzel yapan, güzel tedbirini gören ve ona levazımatını güzel bir tarzda veren Zât-ı Cemil-i Zül'ikram! Ey her şeyi her bir hacetinde her bir emrinde ona müracaat eden ve her bir mevcud her bir keyfiyetinde ona dayanan ve her bir hak ve hakikat ve hüküm ve hâkimiyet ona raci' olan Zât-ı Kadîr ve Rabb-i Külli Şey! Ey her şeyde zahir bir surette lütfunun eserleri ve inayetinin cilveleri ve güzel san'atının latif nakışları ve rahmetinin letafetli hediyeleri müşahede edilen Zât-ı Latif-i Habir! Ey zîşuur mahlukatına kudretini göstermek için kâinatı bir meşher-i acaib yapan ve umum masnuatını kudret ve hikmet ve rahmet gibi kemalâtını teşhir etmek için birer dellâl, birer ilânname hükmüne getiren Zât-ı Kadîr-i Hakîm! Sen acizden ve şerikten, kusurdan münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilah yok ki, bize imdad etsin. El aman! El aman! Bizi azab ateşinden ve Cehennem'den kurtar.

Dördüncü Şua

Bu Ayet-i Hasbiye Risalesi, 1938 yılında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

كَافْ ، نُونْ

Allah'ın bir şeye "ol" demesi ve anında olması anlamında "kün" emri.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبنَا

Bize yeter.

نَا

Biz.

حَسْبنَا

Bize yeter.

نَا

Biz.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نِعْمَةِ الْاِيمَانِ

İmân nimeti için Allah'a hamdolsun.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نِعْمَةِ الْاِيمَانِ

İmân nimeti için Allah'a hamdolsun.

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.

(Bakara Sûresi, 2:286)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.

(Bakara Sûresi, 2:32)

اَلْبَابُ الْخَامِسُ
فِى مَرَاتِبِ ـ﴿حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ‌ـ﴾ وَ هُوَ خَمْسُ نُكَتٍ
اَلنُّكْتَةُ الْاُولٰى : فَهٰذَا الْكَلَامُ دَوَاءٌ مُجَرَّبٌ لِمَرَضِ الْعَجْزِ الْبَشَرِىِّ وَ سَقَمِ الْفَقْرِ الْاِنْسَانِىِّ ٭ حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ اِذْ هُوَ الْمُوجِدُ الْمَوْجُودُ الْبَاقِى فَلَا بَاْسَ بِزَوَالِ الْمَوْجُودَاتِ لِدَوَامِ الْوُجُودِ الْمَحْبُوبِ بِبَقَاءِ مُوجِدِهِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ وَ هُوَ الصَّانِعُ الْفَاطِرُ الْبَاقِى فَلَا حُزْنَ عَلٰى زَوَالِ الْمَصْنُوعِ لِبَقَاءِ مَدَارِ الْمَحَبَّةِ فِى صَانِعِهِ وَ هُوَ الْمَلِكُ الْمَالِكُ الْبَاقِى ٭ فَلَا تَاَسُّفَ عَلٰى زَوَالِ الْمُلْكِ الْمُتَجَدِّدِ فِى زَوَالٍ وَ ذَهَابٍ ٭ وَ هُوَ الشَّاهِدُ الْعَالِمُ الْبَاقِى فَلَا تَحَسُّرَ عَلٰى غَيْبُوبَةِ الْمَحْبُوبَاتِ مِنَ الدُّنْيَا لِبَقَائِهَا فِى دَائِرَةِ عِلْمِ شَاهِدِهَا وَ فِى نَظَرِهِ ٭ وَ هُوَ الصَّاحِبُ الْفَاطِرُ الْبَاقِى فَلَا كَدَرَ عَلٰى زَوَالِ الْمُسْتَحْسَنَاتِ لِدَوَامِ مَنْشَاءِ مَحَاسِنِهَا فِى اَسْمَاءِ فَاطِرِهَا ٭ وَ هُوَ الْوَارِثُ الْبَاعِثُ الْبَاقِى فَلَا تَلَهُّفَ عَلٰى فِرَاقِ الْاَحْبَابِ لِبَقَاءِ مَنْ يَرِثُهُمْ وَ يَبْعَثُهُمْ وَ هُوَ الْجَمِيلُ الْجَلِيلُ الْبَاقِى فَلَا تَحَزُّنَ عَلٰى زَوَالِ الْجَمِيلَاتِ الَّتِى هِىَ مَرَايَا لِـْْلَاسْمَاءِ الْجَمِيلَاتِ لِبَقَاءِ الْاَسْمَاءِ
بِجَمَالِهَا بَعْدَ زَوَالِ الْمَرَايَا ٭ وَ هُوَ الْمَعْبُودُ الْمَحْبُوبُ الْبَاقِى فَلَا تَاَلُّمَ مِنْ زَوَالِ الْمَحْبُوبَاتِ الْمَجَازِيَّةِ لِبَقَاءِ الْمَحْبُوبِ الْحَقِيقِىِّ ٭ وَ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّحِيمُ الْوَدُودُ الرَّؤُفُ الْبَاقِى فَلَا غَمَّ وَ لَا مَاْيُوسِيَّةَ وَ لَا اَهَمِّيَّةَ مِنْ زَوَالِ الْمُنْعِمِينَ الْمُشْفِقِينَ الظَّاهِرِينَ لِبَقَاءِ مَنْ وَسِعَتْ رَحْمَتُهُ وَ شَفْقَتُهُ كُلَّ شَيْءٍ ٭ وَ هُوَ الْجَمِيلُ اللَّطِيفُ الْعَطُوفُ الْبَاقِى فَلَا حِرْقَةَ وَ لَا عِبْرَةَ بِزَوَالِ اللَّطِيفَاتِ الْمُشْفِقَاتِ لِبَقَاءِ مَنْ يَقُومُ مَقَامَ كُلِّهَا وَ لَا يَقُومُ الْكُلُّ مَقَامَ تَجَلٍّ وَاحِدٍ مِنْ تَجَلِّيَاتِهِ فَبَقَائُهُ بِهٰذِهِ الْاَوْصَافِ يَقُومُ مَقَامَ كُلِّ مَا فَنَى وَ زَالَ مِنْ اَنْوَاعِ مَحْبُوبَاتِ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ الدُّنْيَا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ
نَعَمْ حَسْبِى مِنْ بَقَاءِ الدُّنْيَا وَ مَا فِيهَا بَقَاءُ مَالِكِهَا وَ صَانِعِهَا وَ فَاطِرِهَا

Beşinci Bab

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ

mertebelerine dair beş nüktedir.

BİRİNCİ NÜKTE:

Bu حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ kelâmı, acz-i beşer marazına ve fakr-ı insan hastalığına mücerrep bir devadır. Zira: O Mûcid ki, Mevcud-i Bâkî'dir; öyle ise mevcudatın bâkî meyveler vermek için bu beka-i dünyeviyenin kabuğunu bırakarak zeval bulmalarından müteessir olmamak gerektir. Çünkü Vacibü'l-Vücud olan Mûcid'in bekasıyla ve varlığıyla o sevimli mahlûkatın vücutları mahv ve ademden kurtulup devam eder.

O Sâni ki, Fâtır-ı Bâkî'dir; öyle ise masnuatın zevalinden mahzun olmamak gerektir. Çünkü medar-ı muhabbet olan bâkî isim ve sıfatların sahibi Sâni-i Zülcelâl'in varlığı ve bekasıyla masnuatın devam-ı vücutları tahakkuk eder.

O Melik ki, Malik-i Bâkî'dir; öyle ise mülkün teceddüdündeki zeval ve firaklardan teessüf etmemek gerektir. Çünkü Bâkî-i Sermedî'ye intisapla hadsiz bir mülke malikiyet gibi, manen istifade edilir.

O Şâhid ki, Âlim-i Bâkî'dir; öyle ise mahbubatın dünyadan kaybolup gitmelerinden tahassür etmemek gerektir. Çünkü o mahbubat, Şâhid-i Ezelî'nin bekası ve varlığıyla daire-i ilminde ve nazarında daimî bir vücut bulur.

O Sahib ki, Fâtır-ı Bâkî'dir; öyle ise güzel şeylerin zevalinden kederlenmemek gerektir. Çünkü onların hüsünlerinin menşei olan bâkî esmanın sahibi Fâtır-ı Mutlak'ın bekası ve varlığıyla eşya-i müstahsene beka bulur.

O Vâris ki, Bâis-i Bâkî'dir; öyle ise ahbabın firakından ahufizar etmemek gerektir. Çünkü her şeyi tekrar diriltecek olan ve bütün onlar kendisine dönen Bâkî-i Zülkemal'in bekası ve varlığıyla, umum ahbap idam-ı ebedîden kurtulup bir saadet-i sermediyeye mazhar olur.

O Cemîl ki, Celîl-i Bâkî'dir; öyle ise güzel şeylerin zevaliyle mahzun olmamak gerektir. Çünkü onlar öyle bir Zat-ı Zülcemal'in esmasının âyineleridir ki, kendilerinin zevalinden sonra da o güzel esmanın bekaları devam eder.

O Ma'bud ki, Mahbub-i Bâkî'dir; öyle ise mecazî mahbupların zevalinden elem çekmemek gerektir. Çünkü Mahbub-i Hakikî'nin bekası ve varlığıyla bütün o dostların vücutları beka bulur.

O Rahmanürrahîm ki, Vedûd ve Raûf-i Bâkî'dir; öyle ise zahirî mün'im ve müşfiklerin zevaline ehemmiyet vermemek, onlar için gam çekmemek ve me'yus olmamak gerektir. Çünkü rahmet ve şefkati her şeyi ihata eden Zat-ı Zülcelâl bâkîdir.

O Cemîl ki, Lâtif ve Atûf-i Bâkî'dir; öyle ise zahirî lütuf ve şefkat sahiplerinin zevalinden muazzep olmamak ve ehemmiyet vermemek gerektir. Çünkü onlara mukabil, hepsi Onun tecelliyatından bir tek tecellinin dahi yerini tutamayan Fâtır-ı Zülcelâl bâkîdir.

Keza, Onun bütün bu evsafıyla ve esmasıyla beraber bekası ve varlığı, dünyadaki her bir ferdin fenâ ve zeval bulan bütün enva-ı mahbubatına bedeldir.

Öyle ise حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ demeliyiz.

Evet, dünyanın ve içindekilerin devam ve bekası için, onun Malik'inin ve Sâniinin ve Fâtır'ının varlığı ve bekası yeter.

اَلنُّكْتَةُ الثَّانِيَةُ
حَسْبِى مِنَ الْبَقَاءِ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ اِلٰهِىَ الْبَاقِى وَ خَالِقِىَ الْبَاقِى وَ مُوجِدِىَ الْبَاقِى وَ فَاطِرِىَ الْبَاقِى وَ مَالِكِىَ الْبَاقِى وَ شَاهِدِىَ الْبَاقِى وَ مَعْبُودِىَ الْبَاقِى وَ بَاعِثِىَ الْبَاقِى فَلَا بَاْسَ وَ لَا حُزْنَ وَ لَا تَأَسُّفَ وَ لَا تَحَسُّرَ عَلٰى زَوَالِ وُجُودِى لِبَقَاءِ مُوجِدِى وَ اِيجَادِهِ بِاَسْمَائِهِ وَ مَا فِى شَخْصِى مِنْ صِفَةٍ اِلَّا وَ هِىَ مِنْ شُعَاعِ اِسْمٍ مِنْ اَسْمَائِهِ الْبَاقِيَةِ فَزَوَالُ تِلْكَ الصِّفَةِ وَ فَنَائُهَا لَيْسَ اِعْدَامًا لَهَا ِلَانَّهَا مَوْجُودَةٌ فِى دَائِرَةِ الْعِلْمِ وَ بَاقِيَةٌ وَ مَشْهُودَةٌ لِخَالِقِهَا ٭ وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْبَقَاءِ وَ لَذَّتِهِ عِلْمِى وَ اِذْعَانِى وَ شُعُورِى وَ اِيمَانِى بِاَنَّهُ اِلٰهِىَ الْبَاقِى الْمُتَمَثِّلُ شُعَاعُ اِسْمِهِ الْبَاقِى فِى مِرْاٰةِ مَا هِيَّتِى وَ مَا حَقِيقَةُ مَا هِيَّتِى اِلَّا ظِلٌّ لِذٰلِكَ الْاِسْمِ فَبِسِرِّ تَمَثُّلِهِ فِى مِرْاٰةِ حَقِيقَتِى صَارَتْ نَفْسُ حَقِيقَتِى مَحْبُوبَةً لَا لِذَاتِهَا بَلْ بِسِرِّ مَا فِيهَا وَ بَقَاءُ مَا تَمَثَّلَ فِيهَا اَنْوَاعُ بَقَاءٍ لَهَا

İKİNCİ NÜKTE:

Bekam için Allah bana yeter. Çünkü benim İlâh'ım bâkî,

Hâlık'ım bâkî, Mûcid'im bâkî, Fâtır'ım bâkî, Malik'im bâkî, Şâhid'im bâkî, Ma'bud'um bâkî ve Bâis'im bâkîdir.

Öyle ise, benim vücudumun zevalinde beis yok, hüzün yok, teessüf yok, tahassür yoktur. Zira Mûcid'imin bâkîliğiyle beraber, Onun esmasıyla icadı dahi bâkîdir.

Benim şahsımdaki sıfatlar ise, Onun esma-i bâkîsinden bir ismin bir şuaıdır. O sıfatlar, Hâlık'ının daire-i ilminde mevcut ve nazar-ı şuhudunda bâkî olduğundan, onlar zeval ve fenâya gitmekle idam olmuyorlar.

Keza, bâkî olan İlâh'ımın Bâkî isminin benim mahiyetimin aynasındaki şuaının bâkî olduğuna; benim mahiyetimin hakikatinin dahi o ismin bir gölgesinden başka bir şey olmadığına;

ve o ismin, benim mahiyetimin aynasında temessülü sırrıyla, benim hakikatim dahi bizzat mahbup değil, onda olan ve onda bâkî kalan şeylerin çeşit çeşit bekalar olması hasebiyle mahbup olduğuna dair ilmim ve iz'anım ve şuurum ve imanım, beka ve lezzet-i beka itibarıyla bana yeter.

اَلنُّكْتَةُ الثَّالِثَةُ : حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ : اِذْ هُوَ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى مَا هٰذِهِ الْمَوْجُودَاتُ السَّيَّالَةُ اِلَّا مَظَاهِرَ لِتَجَدُّدِ تَجَلِّيَاتِ اِيجَادِهِ وَ وُجُودِهِ بِهِ وَ بِالْاِنْتِسَابِ اِلَيْهِ وَ بِمَعْرِفَتِهِ اَنْوَارُ الْوُجُودِ بِلَا حَدٍّ وَ بِدُونِهِ ظُلُمَاتُ الْعَدَمَاتِ وَ اٰلَامُ الْفِرَاقَاتِ الْغَيْرِ الْمَحْدُودَاتِ وَ مَا هٰذِهِ الْمَوْجُودَاتُ السَّيَّالَةُ اِلَّا وَ هِىَ مَرَايَا وَ هِىَ مُتَجَدِّدَةٌ بِتَبَدُّلِ التَّعَيُّنَاتِ الْاِعْتِبَارِيَّةِ فِى فَنَائِهَا وَ زَوَالِهَا وَ بَقَائِهَا بِسِتَّةِ وُجُوهٍ
الْاَوَّلُ : بَقَاءُ مَعَانِيهَا الْجَمِيلَةِ وَ هُوِيَّاتِهَا الْمِثَالِيَّةِ
وَ الثَّانِى : بَقَاءُ صُوَرِهَا فِى الْاَلْوَاحِ الْمِثَالِيَّةِ
وَالثَّالِثُ : بَقَاءُ ثَمَرَاتِهَا الْاُخْرَوِيَّةِ
وَ الرَّابِعُ : بَقَاءُ تَسْبِيحَاتِهَا الرَّبَّانِيَّةِ الْمُتَمَثِّلَةِ لَهَا الَّتِى هِىَ نَوْعُ وُجُودٍ لَهَا
وَ الْخَامِسُ : بَقَائُهَا فِى الْمَشَاهِدِ الْعِلْمِيَّةِ وَ الْمَنَاظِرِ السَّرْمَدِيَّةِ
وَ السَّادِسُ : بَقَاءُ اَرْوَاحِهَا اِنْ كَانَتْ مِنْ ذَوِى الْاَرْوَاحِ
وَ مَا وَظِيفَتُهَا فِى كَيْفِيَّاتِهَا الْمُتَخَالِفَةِ فِى مَوْتِهَا وَ فَنَائِهَا وَ زَوَالِهَا وَ عَدَمِهَا وَ ظُهُورِهَا وَ اِنْطِفَائِهَا اِلَّا اِظْهَارُ الْمُقْتَضِيَاتِ ِلَاسْمَاءٍ اِلٰهِيَّةٍ فَمِنْ سِرِّ هٰذِهِ الْوَظِيفَةِ صَارَتِ الْمَوْجُودَاتُ كَسَيْلٍ فِى غَايَةِ السُّرْعَةِ تَتَمَوَّجُ مَوْتًا وَ حَيَاةً وَ وُجُودًا وَ عَدَمًا ٭ وَ مِنْ هٰذِهِ الْوَظِيفَةِ تَتَظَاهَرُ الْفَعَّالِيَّةُ الدَّائِمَةُ وَ الْخَلَّاقِيَّةُ الْمُسْتَمِرَّةُ فَلَا بُدَّ لِى وَ لِكُلِّ اَحَدٍ اَنْ يَقُولَ : ـ﴿حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ
يَعْنِى حَسْبِى مِنَ الْوُجُودِ اَنِّى اَثَرٌ مِنْ اٰثَارِ وَاجِبِ الْوُجُودِ كَفَانِى اٰنٌ سَيَّالٌ مِنْ هٰذَا الْوُجُودِ الْمُنَوَّرِ الْمَظْهَرِ مِنْ مَلَايِينَ سَنَةٍ مِنَ الْوُجُودِ الْمُزَوَّرِ الْاَبْتَرِ ٭ نَعَمْ بِسِرِّ الْاِنْتِسَابِ الْاِيمَانِىِّ يَقُومُ دَقِيقَةٌ مِنَ الْوُجُودِ مَقَامَ اُلُوفِ سَنَةٍ بِلَا اِنْتِسَابٍ اِيمَانِىٍّ بَلْ تِلْكَ الدَّقِيقَةُ اَتَمُّ وَ اَوْسَعُ بِمَرَاتِبَ مِنْ تِلْكَ الْاٰلَافِ سَنَةٍ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْوُجُودِ وَ قِيْمَتِهِ اَنِّى صَنْعَةُ مَنْ هُوَ فِى السَّمَاءِ عَظَمَتُهُ وَ فِى الْاَرْضِ اٰيَاتُهُ وَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْوُجُودِ وَ كَمَالِهِ اَنِّى مَصْنُوعُ مَنْ زَيَّنَ وَ نَوَّرَ السَّمَاءَ بِمَصَابِيحَ وَ زَيَّنَ وَ بَهَّرَ الْاَرْضَ بِاَزَاهِيرَ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْفَخْرِ وَ الشَّرَفِ اَنِّى مَخْلُوقٌ وَ مَمْلُوكٌ وَ عَبْدٌ
لِمَنْ هٰذِهِ الْكَائِنَاتُ بِجَم۪يعِ كَمَالَاتِهَا وَ مَحَاسِنِهَا ظِلٌّ ضَعِيفٌ بِالنِّسْبَةِ اِلٰى كَمَالِهِ وَ جَمَالِهِ وَ مِنْ اٰيَاتِ كَمَالِهِ وَ اِشَارَاتِ جَمَالِهِ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَنْ يَدَّخِرُ مَا لَا يُعَدُّ وَ لَا يُحْصَى مِنْ نِعَمِهِ فِى صُنَيْدِقَاتٍ لَطِيفَةٍ هِىَ بَيْنَ الْكَافِ وَ النُّونِ فَيَدَّخِرُ بِقُدْرَتِهِ مَلَايِينَ قِنْطَارٍ فِى قَبْضَةٍ وَاحِدَةٍ فِيهَا صُنَيْدِقَاتٌ لَطِيفَةٌ تُسَمّٰى بُذُورًا وَ نَوَاةً
وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ كُلِّ ذِى جَمَالٍ وَ ذِى اِحْسَانٍ اَلْجَمِيلُ الرَّحِيمُ الَّذِى مَا هٰذِهِ الْمَصْنُوعَاتُ الْجَمِيلَاتُ اِلَّا مَرَايَا مُتَفَانِيَةٌ لِتَجَدُّدِ اَنْوَارِ جَمَالِهِ بِمَرِّ الْفُصُولِ وَ الْعُصُورِ وَ الدُّهُورِ وَ هٰذِهِ النِّعَمُ الْمُتَوَاتِرَةُ وَ الْاَثْمَارُ الْمُتَعَاقِبَةُ فِى الرَّبِيعِ وَ الصَّيْفِ مَظَاهِرُ لِتَجَدُّدِ مَرَاتِبِ اِنْعَامِهِ الدَّائِمِ عَلٰى مَرِّ الْاَنَامِ وَ الْاَيَّامِ وَ الْاَعْوَامِ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ مَاهِيَّتِهَا اَنِّى خَرِيطَةٌ وَ فِهْرِسْتَةٌ وَ فَذْلَكَةٌ وَ مِيزَانٌ وَ مِقْيَاسٌ لِجَلَوَاتِ اَسْمَاءِ خَالِقِ الْمَوْتِ وَ الْحَيَاةِ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ وَظِيفَتِهَا كَوْنِى كَكَلِمَةٍ مَكْتُوبَةٍ بِقَلَمِ الْقُدْرَةِ وَ مُفْهِمَةٍ دَالَّةٍ عَلٰى اَسْمَاءِ الْقَدِيرِ الْمُطْلَقِ الْحَىِّ الْقَيُّومِ بِمَظْهَرِيَّةِ حَيَاتِى للِشُّؤُنِ الذَّاتِيَّةِ لِفَاطِرِىَ الَّذِى لَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنٰى
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ حُقُوقِهَا اِعْلَانِى وَ تَشْهِيرِى بَيْنَ اِخْوَانِىَ الْمَخْلُوقَاتِ وَ اِعْلَانِى وَ اِظْهَارِى لِنَظَرِ شُهُودِ خَالِقِ الْكَائِنَاتِ بِتَزَيُّنِى بِجَلَوَاتِ اَسْمَاءِ خَالِقِىَ الَّذِى زَيَّنَنِى بِمُرَصَّعَاتِ حُلَّةِ وُجُودِى وَ خِلْعَةِ فِطْرَتِى وَ قِلَادَةِ حَيَاتِىَ الْمُنْتَظَمَةِ فِيهَا مُزَيَّنَاتُ هَدَايَا رَحْمَتِهِ
وَ كَذَا مِنْ حُقُوقِ حَيَاتِى فَهْمِى لِتَحِيَّاتِ ذَوِى الْحَيَاةِ لِوَاهِبِ الْحَيَاةِ وَ شُهُودِى لَهَا وَ شَهَادَاتِى عَلَيْهَا
وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ حُقُوقِ حَيَاتِى تَبَرُّجِى وَ تَزَيُّنِى بِمُرَصَّعَاتِ جَوَاهِرِ اِحْسَانِهِ بِشُعُورٍ اِيمَانِىٍّ لِلْعَرْضِ لِنَظَرِ شُهُودِ سُلْطَانِىَ الْاَزَلِىِّ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ لَذَّاتِهَا عِلْمِى وَ اِذْعَانِى وَ شُعُورِى وَ اِيمَانِى بِاَنِّى عَبْدُهُ وَ مَصْنُوعُهُ وَ مَخْلُوقُهُ وَ فَقِيرُهُ وَ مُحْتَاجٌ اِلَيْهِ وَ هُوَ خَالِقِى رَحِيمٌ بِى كَرِيمٌ لَطِيفٌ مُنْعِمٌ عَلَىَّ يُرَبِّينِى كَمَا يَلِيقُ بِحِكْمَتِهِ وَ رَحْمَتِهِ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ قِيْمَتِهَا مِقْيَاسِيَّتِى بِاَمْثَالِ عَجْزِىَ الْمُطْلَقِ وَ فَقْرِىَ الْمُطْلَقِ وَ ضَعْفِىَ الْمُطْلَقِ لِمَرَاتِبِ قُدْرَةِ الْقَدِيرِ الْمُطْلَقِ وَ دَرَجَاتِ رَحْمَةِ الرَّح۪يمِ الْمُطْلَقِ وَ طَبَقَاتِ قُوَّةِ الْقَوِىِّ الْمُطْلَقِ
وَ كَذَا بِمَعْكَسِيَّتِى بِجُزْئِيَّاتِ صِفَاتِى مِنَ الْعِلْمِ وَ الْاِرَادَةِ وَ الْقُدْرَةِ الْجُزْئِيَّةِ لِفَهْمِ الصِّفَاتِ الْمُحِيطَةِ لِخَالِقِى فَاَفْهَمُ عِلْمَهُ الْمُحِيطَ
بِمِيزَانِ عِلْمِىَ الْجُزْئِىِّ
وَ هٰكَذَا حَسْبِى مِنَ الْكَمَالِ عِلْمِى بِاَنَّ اِلٰهِى هُوَ الْكَامِلُ الْمُطْلَقُ فَكُلُّ مَا فِى الْكَوْنِ مِنَ الْكَمَالِ مِنْ اٰيَاتِ كَمَالِهِ وَ اِشَارَاتٌ اِلٰى كَمَالِهِ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْكَمَالِ فِى نَفْسِى الْاِيمَانُ بِاللّٰهِ اِذِ الْاِيمَانُ لِلْبَشَرِ مَنْبَعٌ لِكُلِّ كَمَالَاتِهِ
وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ كُلِّ شَيْءٍ ِلَانْوَاعِ حَاجَاتِىَ الْمَطْلُوبَةِ بِاَنْوَاعِ اَلْسِنَةِ جِهَازَاتِىَ الْمُخْتَلِفَةِ اِلٰهِى وَ رَبِّى وَ خَالِقِى وَ مُصَوِّرِىَ الَّذِى لَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنَى الَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَ يَسْقِينِى وَ يُرَبِّينِى وَ يُدَبِّرُنِى وَ يُكَلِّمُنِى جَلَّ جَلَالُهُ وَ عَمَّ نَوَالُهُ

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ ile intisap peyda edilen Zat öyle bir Vacibü'l-Vücud'dur ki, bu mevcudat-ı seyyale Onun icat ve vücudunun daima teceddüt eden tecelliyatının ancak birer mazharıdır. Onunla ve Ona intisapla ve Onun marifetiyle, hadsiz envar-ı vücut hâsıl olur.

Ona iman ve intisap olmazsa, had ve hesaba gelmez zulümat-ı adem ve âlâm-ı firak ortaya çıkar.

Bu mevcudat-ı seyyale, Bâkî-i Sermedî'nin birer âyinesi olduğundan, zeval ve fenâ ve bekalarında taayyünat-ı itibariyelerinin tebeddülüyle teceddütleriyle beraber, altı cihetle bekaya mazhar olur:

Birincisi: Güzel manaları ve misalî hüviyetleri beka bulur.

İkincisi: Suretleri elvah-ı misaliyede bâkî kalır.

Üçüncüsü: Uhrevî semereleri beka kazanır.

Dördüncüsü: Onun için bir nevi vücut demek olan, elvah-ı mahfuzada temessül eden Rabbanî tesbihatı bâkî kalır.

Beşincisi: Meşahid-i ilmiye ve menazır-ı sermediyede bâkî kalır.

Altıncısı: Eğer zîruhlardan ise, ruhu beka bulur. Zira onun mevtinde, fenâsında, zevalinde, ademinde, zuhurunda ve sönüp gitmesindeki muhtelif keyfiyet ve vazifeleri, esma-i İlâhiyenin mukteziyatını izhar etmekten ibarettir. Bu vazife sırrıyladır ki, mevcudatı, gayet sür'atli bir tarzda mevt ve hayat, vücut ve adem dalgaları arasında gayet sür'atle cereyan eden bir sel hâline getirmiştir.

Kâinattaki faaliyet-i daimenin ve hallâkıyet-i müstemirrenin tezahürü, işte bu vazife sırrından neş'et eder.

Öyle ise, hep birlikte, حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ demeliyiz.

Yani, Vacibü'l-Vücud'un âsârından bir eser olmak, vücut olarak bana yeter. Sûrî ve akim bir vücutta milyonlar sene geçirmektense, böyle mazhar ve münevver bir vücutta bir an-ı seyyale bana kâfidir.

Evet, intisab-ı imanî sırrıyla bir dakikalık vücut, intisab-ı imanîden mahrum binlerce seneye mukabil gelir. Hatta o bir dakika, meratib-i vücut itibarıyla diğer binler seneden daha etem ve daha geniştir.

Keza, semada azameti ve arzda ayetleri görünen ve gökleri ve yeri altı günde yaratan Zatın sanatı olmam, bana vücut ve kıymet-i vücut itibarıyla yeter.

Keza, semayı kandillerle süsleyip nurlandıran ve zemini çiçeklerle göz kamaştırıcı bir şekilde tezyin eden Zatın masnuu olmam, bana vücut ve kemali vücut itibarıyla yeter.

Keza, kâinat bütün kemalât ve mehasiniyle Onun kemal ve cemaline nispetle bir zayıf gölgeden ve Onun âyât-ı kemalinden ve işarat-ı cemalinden ibaret olan Zatın mahlûku ve memlûkü ve abdi olmam, bana fahir ve şeref için yeter.

Keza, had ve hesaba gelmeyen nimetlerini kaf ve nun arasındaki lâtif sandukçalarda iddihar eden ve milyonlarla kantarı tohum ve çekirdek denilen bir avuç dolusu lâtif sandukçalarda kudretiyle toplayan Zat, her şey için bana yeter.

Keza, bütün cemal ve ihsan sahipleri yerine, bana o Cemîl ve Rahîm olan Zat yeter ki, bu güzel masnuat, mevsimlerin ve asırların ve dehirlerin müruruyla Onun envar-ı cemalini tazelendirmek için fenâya mazhar olan âyinelerden başka bir şey değildir; ve bu bahar ve yaz mevsimlerinde tekrarlanan nimetler ve birbirini takip eden meyveler, mahlûkatın ve günlerin ve senelerin gelip geçmesiyle Onun daimî nimetlerinin teceddüdü için mazharlardan ibarettir.

Keza, Hâlık-ı Mevt ve Hayat'ın esmasının cilvelerine bir harita ve fihriste ve fezleke ve mizan ve mikyas olmam, bana hayat ve mahiyet-i hayat itibarıyla yeter.

Keza, bütün Esma-i Hüsnanın müsemması olan Fâtır'ımın şuunat-ı zatiyesine hayatımın mazhariyeti sırrıyla, kalem-i kudretle yazılan ve o Kadîr-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum'un esmasını gösterip anlatan bir kelime olmam, hayat ve vazife-i hayat itibarıyla bana yeter.

Keza, beni, hedâyâ-i rahmetinin müzeyyenatını muhtevi vücut hullemin ve fıtrat kaftanımın ve muntazam hayat gerdanlığımın murassaatıyla tezyin eden Hâlık'ımın esmasının cilveleriyle süslenerek kardeşlerim olan mahlûkata ilân ve teşhirim ve Hâlık-ı Kâinat'ın nazar-ı şuhuduna ilân ve izharım, hayat ve hukuk-ı hayat itibarıyla bana yeter.

Keza, hukuk-ı hayatım itibarıyla, zîhayatların Vahib-i Hayat'a olan tahiyyatlarını fehmetmem ve onlara şahit olup şahitlik etmem bana yeter.

Keza, Sultan-ı Ezelî'nin nazar-ı şuhuduna arz olunmanın şuur ve imanında olarak Onun cevahir-i ihsanatının murassaatıyla süslenip güzelleşmem, hayatımın hukuku olarak bana yeter.

Keza, Onun abdi ve masnuu ve mahlûku olduğuma ve Ona muhtaç bulunduğuma ve Onun, hikmetine ve rahmetine lâyık bir surette beni terbiye eden ve bana lütufta bulunup nimetlerini ihsan eden Hâlık-ı Rahîm'im ve Rabb-i Kerîm'im olduğuna dair iz'anım ve şuurum ve imanım, hayat ve lezzet-i hayat itibarıyla bana yeter.

Keza, acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak ve zaaf-ı mutlakımın misaliyle o Kadîr-i Mutlak'ın meratib-i kudretine ve o Rahîm-i Mutlak'ın derecat-ı rahmetine ve o Kavi-i Mutlak'ın tabakat-ı kuvvetine mikyas teşkil etmem, hayat ve kıymet-i hayat itibarıyla bana yeter.

Keza, cüz'î ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarımın cüz'îliğinin ma'kesiyetiyle Hâlık'ımın muhit sıfatlarını fehmetmem bana yeter.

Nitekim benim cüz'î ilmimin mizanıyla Onun muhit ilmini fehmederim.

Hakeza, benim İlâh'ımın Kâmil-i Mutlak olduğuna ve kâinatta kemalât olarak ne varsa Onun kemalinin ayetlerinden bir ayet ve Onun kemalinin işaretlerinden bir işaret olduğuna dair ilmim, kemal olarak bana yeter.

Keza, nefsimde kemalât olarak iman-ı billâh bana yeter; çünkü beşer için iman bütün kemalâtın menbaıdır.

Keza, muhtelif cihazatımın lisanıyla istenilen enva-ı hacatımın hepsi için, bütün Esma-i Hüsnanın müsemması olan, beni yediren ve içiren ve terbiye ve tedbir eden ve benimle konuşan, celâli her şeyden nihayetsiz derecede yüce olan ve lütuf ve ihsanı her şeyi kuşatan İlâh'ım ve Rabbim ve Hâlık'ım ve Musavvir'im bana yeter.

اَلنُّكْتَةُ الرَّابِعَةُ : حَسْبِى لِكُلِّ مَطَالِبِى مَنْ فَتَحَ صُورَتِى وَ صُورَةَ اَمْثَالِى مِنْ ذَوِى الْحَيَاةِ فِى الْمَاءِ بِلَطِيفِ صُنْعِهِ وَ لَطِيفِ قُدْرَتِهِ وَ حِكْمَتِهِ وَ لَطِيفِ رُبُوبِيَّتِهِ
وَ كَذَا حَسْبِى لِكُلِّ مَقَاصِدِى مَنْ اَنْشَأَنِى وَ شَقَّ سَمْعِى وَ بَصَرِى وَ اَدْرَجَ فِى جِسْمِى لِسَانًا وَ جَنَانًا وَ اَوْدَعَ فِيهَا وَ فِى جِهَازَاتِى مَوَازِينَ حَسَّاسَةً لَا تُعَدُّ لِوَزْنِ مُدَخَّرَاتِ اَنْوَاعِ خَزَائِنِ رَحْمَتِهِ
وَ كَذَا اَدْرَجَ فِى لِسَانِى وَ جَنَانِى وَ فِطْرَتِى اٰلَاتٍ حَسَّاسَةً
لَا تُحْصٰى لِفَهْمِ اَنْوَاعِ كُنُوزِ اَسْمَائِهِ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ اَدْرَجَ فِى شَخْصِىَ الصَّغِيرِ الْحَقِيرِ وَ اَدْرَجَ فِى وُجُودِىَ الضَّعِيفِ الْفَقِيرِ هٰذِهِ الْاَعْضَاءَ وَ الْاٰلَاتِ وَ هٰذِهِ الْجَوَارِحَ وَ الْجِهَازَاتِ وَ هٰذِهِ الْحَوَاسَّ وَ الْحِسِّيَّاتِ وَ هٰذِهِ اللَّطَائِفَ وَ الْمَعْنَوِيَّاتِ ِلِاحْسَاسِ جَمِيعِ اَنْوَاعِ نِعَمِهِ وَ ِلِاذَاقَةِ اَكْثَرِ تَجَلِّيَاتِ اَسْمَائِهِ بِجَلِيلِ اُلُوهِيَّتِهِ وَ جَمِيلِ رَحْمَتِهِ وَ بِكَبِيرِ رُبُوبِيَّتِهِ وَ كَرِيمِ رَاْفَتِهِ وَ بِعَظِيمِ قُدْرَتِهِ وَ لَطِيفِ حِكْمَتِهِ

DÖRDÜNCÜ NÜKTE:

Benim suretimi ve emsalim olan zîhayatların suretlerini basit bir sudan lâtif sanatıyla ve her şeye nüfuz eden kudreti ve hikmetiyle ve her şeyi her şe'niyle ihata eden rububiyetiyle açan Zat, bütün metalibim için bana yeter.

Keza, beni inşa eden, kulağımı ve gözümü açan, cismime lisanımı ve kalbimi derç eden, vücuduma ve cihazatıma, rahmet hazinelerinin çeşit çeşit müddeharatını tartacak hesapsız mizanlar yerleştiren ve..

Keza lisanıma ve kalbime ve fıtratıma, esmasının çeşit çeşit definelerini anlamaya yarayacak hesapsız hassas aletler yerleştiren

Zat, benim bütün makasıdıma yeter.

Keza, bana bütün enva-ı nimetini ihsas etmek ve ekser tecelliyat-ı esmasını tattırmak için, celîl ulûhiyetiyle ve cemîl rahmetiyle ve kebir rububiyetiyle ve kerîm re'fetiyle ve azîm kudreti ve lâtif hikmetiyle benim küçük ve hakir şahsımda ve zayıf ve fakir vücudumda bu aza ve alâtı ve bu cevarih ve cihazatı ve bu havas ve hissiyatı ve bu letaif ve maneviyatı derc eden Zat bana yeter.

اَلنُّكْتَةُ الْخَامِسَةُ : لَا بُدَّ لِى وَ لِكُلِّ اَحَدٍ اَنْ يَقُولَ حَالًا وَ قَالًا وَ مُتَشَكِّرًا وَ مُفْتَخِرًا : حَسْبِى مَنْ خَلَقَنِى وَ اَخْرَجَنِى مِنْ ظُلْمَةِ الْعَدَمِ وَ اَنْعَمَ عَلَىَّ بِنُورِ الْوُجُودِ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى حَيًّا فَاَنْعَمَ عَلَىَّ نِعْمَةَ الْحَيَاةِ الَّتِى تُعْطِى لِصَاحِبِهَا كُلَّ شَيْءٍ وَ تُمِدُّ يَدَ صَاحِبِهَا اِلٰى كُلِّ شَيْءٍ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى اِنْسَانًا فَاَنْعَمَ عَلَىَّ بِنِعْمَةِ الْاِنْسَانِيَّةِ الَّتِى صَيَّرَتِ الْاِنْسَانَ عَالَمًا صَغِيرًا اَكْبَرَ مَعْنًى مِنَ الْعَالَمِ الْكَبِيرِ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مُؤْمِنًا فَاَنْعَمَ عَلَىَّ نِعْمَةَ الْاِيمَانِ الَّذِى يُصَيِّرُ الدُّنْيَا وَ الْاَخِرَةَ كَسُفْرَتَيْنِ مَمْلُوئَتَيْنِ مِنَ النِّعَمِ يُقَدِّمُهَا
اِلَى الْمُؤْمِنِ بِيَدِ الْاِيمَانِ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مِنْ اُمَّةِ حَبِيبِهِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ فَاَنْعَمَ عَلَىَّ بِمَا فِى الْاِيمَانِ مِنَ الْمَحَبَّةِ وَ الْمَحْبُوبِيَّةِ الْاِلٰهِيَّةِ الَّتِى هِىَ مِنْ اَعْلٰى مَرَاتِبِ الْكَمَالَاتِ الْبَشَرِيَّةِ وَ بِتِلْكَ الْمَحَبَّةِ الْاِيمَانِيَّةِ تَمْتَدُّ اَيَادِى اِسْتِفَادَةِ الْمُؤْمِنِ اِلٰى مَا لَايَتَنَاهٰى مِنْ مُشْتَمِلَاتِ دَائِرَةِ الْاِمْكَانِ وَ الْوُجُوبِ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ فَضَّلَنِى جِنْسًا وَ نَوْعًا وَ دِينًا وَ اِيمَانًا عَلٰى كَثِيرٍ مِنْ مَخْلُوقَاتِهِ فَلَمْ يَجْعَلْنِى جَامِدًا وَ لَا حَيَوَانًا وَ لَا ضَالًّا فَلَهُ الْحَمْدُ وَ لَهُ الشُّكْرُ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مَظْهَرًا جَامِعًا لِتَجَلِّيَاتِ اَسْمَائِهِ وَ اَنْعَمَ عَلَىَّ بِنِعْمَةٍ لَا تَسَعُهَا الْكَائِنَاتُ بِسِرِّ حَادِيثِ ـ﴿لَا يَسَعُنِى اَرْضِى وَ لَا سَمَائِ وَ يَسَعُنِى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ‌ـ﴾ يَعْنِى اَنَّ الْمَاهِيَّةَ الْاِنْسَانِيَّةَ مَظْهَرٌ جَامِعٌ لِجَمِيعِ تَجَلِّيَاتِ الْاَسْمَاءِ الْمُتَجَلِّيَةِ فِى جَمِيعِ الْكَائِنَاتِ
وَ كَذَا حَسْبِى مَنِ اشْتَرٰى مُلْكَهُ الَّذِى عِنْدِى مِنِّى لِيَحْفَظَهُ لِى ثُمَّ يُعِيدَهُ اِلَىَّ وَ اَعْطَانَا ثَمَنَهُ الْجَنَّةَ فَلَهُ الشُّكْرُ وَ لَهُ الْحَمْدُ بِعَدَدِ ضَرْبِ ذَرَّاتِ وُجُودِى فِى ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ
حَسْب۪ى رَبّ۪ى جَلَّ اللّٰهُ ٭ نُورْ مُحَمَّدْ صَلَّى اللّٰهُ ٭ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ٭ حَسْب۪ى رَبّ۪ى جَلَّ اللّٰهُ ٭ سِرُّ قَلْب۪ى ذِكْرُ اللّٰهِ ٭ ذِكْرُ اَحْمَدْ صَلَّى اللّٰهُ ٭ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

BEŞİNCİ NÜKTE

Ben ve her bir fert, hâlen ve kàlen, müteşekkir ve müftehir olarak, şöyle demeliyiz:

Beni halk eden ve adem zulmetinden çıkararak bana vücut nurunu in'am eden Zat bana yeter.

Keza, sahibine her şeyi veren ve onun elini her şeye uzatan hayat nimetini bana bağışlayarak beni hayat sahibi yapan Zat bana yeter.

Keza, insanı, âlem-i kebirden manen daha büyük bir küçük âlem yapan insaniyet nimetini bana bağışlayarak beni insan yapan Zat bana yeter.

Keza, dünya ve ahireti nimetlerle dolu iki sofra hâline getirerek iman eliyle mü'mine takdim eden iman nimetini bana bağışlayarak beni mü'min yapan Zat bana yeter.

Keza, beni habibi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmeti yaparak, imanda bulunan ve bütün kemalât-ı beşeriye meratibinin fevkinde olan muhabbet ve mahbubiyet-i İlâhiye nimetini bana bağışlayan ve bu muhabbet-i imaniye ile, mü'minin istifadesini imkân ve vücup dairelerinin nihayetsiz müştemilâtına kadar genişleten Zat bana yeter.

Keza, beni camit kılmayıp, hayvan yapmayıp, dalâlette bırakmayarak, cins ve nevi ve din ve iman itibarıyla mahlûkatının pek çoğundan üstün kılan Zat bana yeter; hamd da Ona, şükür de Ona mahsustur.

Keza,

لَا يَسَعُنِى اَرْضِى وَ لَا سَمَائِ وَ يَسَعُنِى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ

(Ben ne arz, ne de semaya sığmam; fakat, mü'min bir kulumun kalbine sığarım.

(Hadis-i kudsî, Müsnedü'l-Firdevs, 3: 174; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:165.) hadis-i kudsîsinin sırrıyla, arz ve semanın istiap edemediği Zat-ı Zülcelâl, bir mü'min kulunun kalbine yerleşir.

Yani, bütün kâinatta tecelli eden esma-i İlâhiyenin bütün tecelliyatına insanın cami bir mazhar olması sırrıyla, kâinata sığmayan bir nimeti bana bağışlayarak beni esmasının tecelliyatına cami bir mazhar yapan Zat bana yeter.

Keza, bende bulunan mülkünü muhafaza etmek üzere benden satın alarak sonra bana iade eden ve karşılığında bize Cenneti veren Zat bana yeter. Vücudumun zerrelerinin zerrat-ı kâinatla darbı adedince Ona şükür ve hamd olsun.

Hasbî Rabbî Cellallah. * Nur Muhammed Sallallah. *

Lailahe illallah.

Hasbî Rabbî Cellallah. * Sirru kalbî zikrullah. * Zikrü Ahmed Sallallah. * Lailahe illallah.

Altıncı Şua

Altıncı Şua, 1937-43 yıllarında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah'a mahsustur.

(Buhari, Ezân: 148, 150, el-Amel Fi's-Salât: 4, İsti'zân: 3, 28, Da'avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta', Nidâ': 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409)

Bütün canlıların hayatları boyunca yaptıkları tesbihat ve fıtrî hediyeler Allah'a mahsustur.

Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah'a yakın meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah'a mahsustur.

(Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Darimî, Salât: 84, 92.)

اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ

Tesbihler, hayat hediyeleri, fıtrî ibadetlerin hepsi Allah'a mahsustur.

اَلتَّحِيَّاتُ

Tesbihler, hayat hediyeleri, fıtrî ibadetler.

اَلْمُبَارَكَاتُ

Mübarek şeyler, tebrik ve berekete sebep olan yaratıklar.

اَلصَّلَوَاتُ

Ruh sahiplerinin hususî ibadetleri.

اَلطَّيِّبَاتُ

Kâmil insanların ve Allah'a yakın meleklerin nurlu ve yüksek ibadetleri.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ

Selâm olsun sana ey Peygamber!

اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِح۪ينَ

Bize ve Allah'ın salih kullarına selâm olsun.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ وَ عَلَيْكَ السَّلَامُ

Selâm olsun sana; sana da selâm olsun.

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Ve Muhammed'in

(a.s.m.), Allah'ın elçisi olduğuna da şehadet ederim.

اَلتَّحِيَّاتُ

Tesbihler, hayat hediyeleri, fıtrî ibadetler.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ

Selâm olsun sana ey Peygamber!

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰٓى اِبْرَاه۪يمَ وَعَلٰٓى اٰلِ اِبْرَاه۪يمَ

Allah'ım, İbrahim'e

(a.s.) ve İbrahim'in

(a.s.) nesline rahmet ettiğin gibi, Muhammed'e

(a.s.m.) ve Muhammed'in

(a.s.m.) nesline de rahmet et.

(Buhari, Enbiyâ: 10)

عَسٰٓى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا

Umulur ki Rabbin, seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına kavuşturur.

(İsrâ Sûresi, 17:79)

وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا ۨالَّذ۪ى وَعَدْتَهُ

Muhammed'i

(a.s.m.) O'na va'dettiğin övülmüş bir makam olan şefaat makamına kavuştur.

(Buhari, Ezân: 8, 17. Sûrenin tefsiri: 11; Tirmizî, Mevâkît: 43; Salât: 42; Ebû Dâvud, Salât: 37; Nesâî, Ezân: 38; İbn-i Mâce, Ezân: 4; İkâme: 25; Müsned, 3:354)

عُلَمَٓاءُ اُمَّت۪ى كَاَنْبِيَٓاءِ بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ

Ümmetimin alimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.

(Bu hadîs, kaynaklarda haber-i meşhur olarak geçmektedir. bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:64; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 1:107

(Diyanet İşleri Yayınları)

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna...

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لَا الضَّٓالّ۪ينَ

Gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.

(Bakara Sûresi, 2:32)

Yedinci Şua - Ayet-ül Kübra Risalesi

Bu Âyet-ül Kübra Risalesi, 1941 yılında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّ۪ى مِنَ الْفَجَتْ

Ayet-ül Kübra ile beni musibetten emin kıl.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Cinleri ve insanları ancak Beni tanısınlar ve Bana îman ve ibâdet etsinler diye yarattım.

(Zâriyat Sûresi, 51:56)

اَللّٰهُ اَكْبَرُ ٭ اَللّٰهُ اَكْبَرُ ٭ اَللّٰهُ اَكْبَرُ ٭ اَللّٰهُ اَكْبَرُ

Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür.

اَلْعَظَمَةُ اِزَار۪ى وَ الْكِبْرِيَٓاءُ رِدَائ۪ى

Azamet gömleğim, Kibriyâ ise kaftanımdır.

(Müslim, Birr: 136; Ebû Dâvud, Libâs: 25; İbn-i Mâce, Zühd: 16; Müsned: 2:248, 376, 414, 427, 442, 4:416; İbn-i Hibban, Sahih, 1:272, 7:473; Alâuddin el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl: 3:534)

يَا مَنْ لَا مُلْكَ اِلَّا مُلْكَهُ ٭ يَا مَنْ لَا يُحْصِى الْعِبَادُ ثَنَٓائَهُ ٭ يَا مَنْ لَا تَصِفُ الْخَلَٓائِقُ جَلَالَهُ ٭ يَا مَنْ لَا تَنَالُ الْاَوْهَامُ كُنْهَهُ ٭ يَا مَنْ لَا يُدْرِكُ الْاَبْصَارُ كَمَالَهُ ٭ يَا مَنْ لَا يَبْلُغُ الْاَفْهَامُ صِفَاتَهُ ٭ يَا مَنْ لَا يَنَالُ الْاَفْكَارُ كِبْرِيَٓائَهُ ٭ يَا مَنْ لَا يُحْسِنُ الْاِنْسَانُ نُعُوتَهُ ٭ يَا مَنْ لَا يَرُدُّ الْعِبَادُ قَضَٓائَهُ ٭ يَا مَنْ ظَهَرَ ف۪ى كُلِّ شَىْءٍ اٰيَاتُهُ ٭ سُبْحَانَكَ يَا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْاَمَانُ الْاَمَانُ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ

Ey mülkünden başka memleket bulunmayan Zât..

Ey kullarının senâlarıyla Onu övmekte âciz kaldıkları Zât,

Ey mahlûkatı Onun yüceliğini vasfedemeyen Zât..

Ey künhüne vehimler bile yetişemeyen Zât,

(yalnız bu cümle Cevşen'in 54. ukdesinde yer almaktadır.)

Ey kemâli gözle idrak edilemeyen Zât..

Ey sıfât-ı kudsiyesine fehimler ulaşamayan Zât,

Ey kibriyâsına fikirler erişemeyen Zât..

Ey evsâf-ı cemâliyesini insanların güzel gösteremediği Zât.

Ey hüküm ve kazâsı kullar tarafından geri çevrilemeyen Zât..

Ey herbir şeyde âyetleri zâhir olan Zât,

Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar.

سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ الظُّهُورِ

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan Zat, Sen her türlü ku-surdan münezzehsin.

لَا اِلٰهَ اِلَّا اَللّٰه

Allahtan başka ilah yoktur

هو هو هو

O.. O.. O..

بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ الى آخره...

.. nın azametinin şehadetiyle

بِمُشَاهَدَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ الى آخره.

.. nın azametinin müşahedesiyle

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَ الْاَرْضُ وَ مَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu

(Allah'ı) tesbih eder.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ

Göklerin ve yerin yaratılmasında,....

(Bakara Sûresi, 2:164)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا

Yedi gökle yer ve onların içindekileri Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O Halîmdir, cezâ vermekte acele etmez; Gafûrdur, günahları çokça bağışlar.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ السَّمٰوَاتُ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ التَّدْب۪يرِ وَ التَّدْو۪يرِ وَ التَّنْظ۪يمِ وَ التَّنْظ۪يفِ وَ التَّوْظ۪يفِ الْوَاسِعَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, vüs'at ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tedbir ve tedvir

(döndürme) ve tanzim ve tanzif ve tavzif hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, semâvât bütün içindekilerle beraber Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ

Ve rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah'ın emrine boyun eğmiş bulutlarda...

(Bakara Sûresi, 2:164)

وَهُوَ الَّذ۪ى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ

İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan da Odur.

(Şûrâ Sûresi, 42:28)

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪

Gök gürültüsü Onu hamd ederek, tesbih eder.

(Ra'd Sûresi, 13:13)

يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِ

Şimşeğin parıltısı ise neredeyse gözleri alıverir.

(Nûr Sûresi, 24:43)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ الْجَوُّ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ التَّصْر۪يفِ وَ التَّنْز۪يلِ وَ التَّدْب۪يرِ الْوَاسِعَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, vüs'at ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tasrif ve tenzil ve tedbir hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, cevv-i semâ bütün içindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.

فَانْظُرْ اِلٰى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir.

(Rum Sûresi, 30:50)

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ الْاَرْضُ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا وَ مَا عَلَيْهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ التَّدْب۪يرِ وَ التَّرْبِيَةِ وَ الْفَتَّاحِيَّةِ وَ تَوْز۪يعِ الْبُذُورِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ الْاِدَارَةِ وَ الْاِعَاشَةِ لِجَم۪يعِ ذَوِى الْحَيَاةِ وَ الرَّحْمَانِيَّةِ وَ الرَّح۪يمِيَّةِ الْعَامَّةِ الشَّامِلَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, umumiyet ve şümul ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen, bütün zevilhayatın iaşesi için tohumların teshir ve tedbir ve terbiye ve feth ve tevzi ve muhafaza ve idaresi ve Rahmâniyet ve Rahîmiyet hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, arz bütün içindekiler ve üzerindekilerle Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ

Daha yok mu?

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ جَم۪يعُ الْبِحَارِ وَ الْاَنْهَارِ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ الْاِدِّخَارِ وَ الْاِدَارَةِ الْوَاسِعَةِ الْمُنْتَظَمَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, genişlik ve intizamı gözle görünen teshir ve muhafaza ve iddihar ve idare hakikatlerindeki ihatanın büyüklüğünün şehadetiyle, denizler ve nehirler bütün içindekilerle beraber Onun birlik içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

وَ الْجِبَالَ اَوْتَادًا

Dağları direk

(yapmadık mı?)

(Nebe Sûresi, 78:7)

وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِىَ

Yeryüzünde sâbit dağlar diktik."

(Hicr Sûresi, 15:19)

وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَا

Dağları sapa sağlam dikti.

(Nâziât Sûresi, 79:32)

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ جَم۪يعُ الْجِبَالِ وَ الصَّحَارٰى بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا وَ عَلَيْهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْاِدِّخَارِ وَ الْاِدَارَةِ وَ نَشْرِ الْبُذُورِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ التَّدْب۪يرِ الْاِحْتِيَاطِيَّةِ الرَّبَّانِيَّةِ الْوَاسِعَةِ الْعَامَّةِ الْمُنْتَظَمَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, Rabbânî ihtiyat maddelerinin bilmüşahede vâsi ve âmm ve muntazam ve mükemmel iddihar ve idare ve muhafaza ve tedbiri ve tohumların neşri hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, bütün dağlar ve sahrâlar bütün içindekiler ve üzerindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى نِعْمَةِ الْاِيمَانِ

İman nimeti için Allah'a hamdolsun

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِه۪ ف۪ى وَحْدَتِه۪ اِجْمَاعُ جَم۪يعِ اَنْوَاعِ الْاَشْجَارِ وَ النَّبَاتَاتِ الْمُسَبِّحَاتِ النَّاطِقَاتِ بِكَلِمَاتِ اَوْرَاقِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْفَص۪يحَاتِ وَ اَزْهَارِهَا الْمُزَيَّنَاتِ الْجَز۪يلَاتِ وَ اَثْمَارِهَا الْمُنْتَظَمَاتِ الْبَل۪يغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْاِنْعَامِ وَ الْاِكْرَامِ وَ الْاِحْسَانِ بِقَصْدٍ وَ رَحْمَةٍ وَ حَق۪يقَةِ التَّمْي۪يزِ وَ التَّزْي۪ينِ وَ التَّصْو۪يرِ بِاِرَادَةٍ وَ حِكْمَةٍ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلَالَةِ حَق۪يقَةِ فَتْحِ جَم۪يعِ صُوَرِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُزَيَّنَاتِ الْمُتَبَايِنَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ مِنْ نُوَاتَاتٍ وَ حَبَّاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَعْدُودَةٍ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, mizanlı ve fesahatli yapraklarının ve süslü ve cezaletli çiçeklerinin ve intizamlı ve belâğatli meyvelerinin kelimeleriyle konuşan ve tesbih eden bütün ağaç ve nebat nevilerinin icmâı, birbirinin misli ve benzeri olan mahdut çekirdek ve habbeciklerden süslü ve birbirinden farklı ve mütenevvi, gayr-ı mahdut suretlerinin hepsinin birden fethi hakikatinin kat'î delâletiyle beraber, kasdî ve rahmetli in'âm ve ikram ve ihsan hakikatinin ve iradeli ve hikmetli temyiz ve tezyin ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, icmâ ile Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ جَم۪يعِ اَنْوَاعِ الْحَيَوَانَاتِ وَ الطُّيُورِ الْحَامِدَاتِ الشَّاهِدَاتِ بِكَلِمَاتِ حَوَاسِّهَا وَ قُوَاهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ لَطَٓائِفِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُنْتَظَمَاتِ الْفَص۪يحَاتِ وَ بِكَلِمَاتِ جِهَازَاتِهَا وَ جَوَارِحِهَا وَ اَعْضَائِهَا وَاٰلَاتِهَا الْمُكَمَّلَةِ الْبَل۪يغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْا۪يجَادِ وَ الصُّنْعِ وَ الْاِبْدَاعِ بِالْاِرَادَةِ وَ حَق۪يقَةِ التَّمْي۪يزِ وَ التَّزْي۪ينِ بِالْقَصْدِ وَ حَق۪يقَةِ التَّقْد۪يرِ وَ التَّصْو۪يرِ بِالْحِكْمَةِ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلَالَةِ حَق۪يقَةِ فَتْحِ جَم۪يعِ صُوَرِهَا الْمُنْتَظَمَةِ الْمُتَخَالِفَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ مِنْ بَيْضَاتٍ وَ قَطَرَاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَحْدُودَةٍ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, mevzun ve muntazam ve fasih hasselerinin ve kuvvelerinin ve hissiyat ve latîfelerinin kelimeleriyle ve mükemmel ve beliğ cihazat ve cevarih ve âlât ve âzâlarının kelimeleriyle hamd ve şehadet eden bütün hayvanat ve tuyur nevilerinin ittifakı, birbirinin misli ve benzeri, mahsur ve mahdut sayıda yumurta ve katrelerden muntazam, muhtelif, mütenevvi ve gayr-ı mahsur suretlerinin fethi hakikatinin kat'î delâletiyle beraber, iradeli icad ve sun' ve ibdâ' hakikatinin ve kasdî temyiz ve tezyin hakikatinin ve hikmetli takdir ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ جَم۪يعِ الْاَنْبِيَٓاءِ بِقُوَّةِ مُعْجِزَاتِهِمُ الْبَاهِرَةِ الْمُصَدِّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, bütün enbiyanın, tasdik edici ve tasdike mazhar mu'cizât-ı bâhirelerinin kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ جَم۪يعِ الْاَصْفِيَٓاءِ بِقُوَّةِ بَرَاه۪ينِهِمُ الظَّاهِرَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُتَّفِقَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, bütün asfiyanın, muhakkak ve müttefik ve parlak burhanlarının kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ الْاَوْلِيَٓاءِ بِكَشْفِيَّاتِهِمْ وَ كَرَامَاتِهِمُ الظَّاهِرَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, bütün evliyanın, muhakkak ve musaddak ve zahir keşif ve kerametlerinin icmâı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْمَلٰئِكَةِ الْمُتَمَثِّل۪ينَ ِلَانْظَارِ النَّاسِ وَ الْمُتَكَلِّم۪ينَ مَعَ خَوَاصِّ الْبَشَرِ بِاِخْبَارَاتِهِمُ الْمُتَطَابِقَةِ الْمُتَوَافِقَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, insanların nazarına temessül eden ve beşerin havâs kısmıyla konuşan melâikenin ittifakı, birbirine tetabuk ve tevafuk eden ihbaratıyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ الْعُقُولِ الْمُسْتَق۪يمَةِ الْمُنَوَّرَةِ بِاِعْتِقَادَاتِهَا الْمُتَوَافِقَةِ وَ بِقَنَاعَاتِهَا وَ يَق۪ينِيَّاتِهَا الْمُتَطَابِقَةِ مَعَ تَخَالُفِ الْاِسْتِعْدَادَاتِ وَ الْمَذَاهِبِ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْقُلُوبِ السَّل۪يمَةِ النُّورَانِيَّةِ بِكَشْفِيَّاتِهَا الْمُتَطَابِقَةِ وَ بِمُشَاهَدَاتِهَا الْمُتَوَافِقَةِ مَعَ تَبَايُنِ الْمَسَالِكِ وَ الْمَشَارِبِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ki, istidat ve mezheplerinin farklılığıyla beraber bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin birbirine tetabuk eden kanaat ve yakînleri, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, birbirine mütebayin meslek ve meşreplerine rağmen bütün selim ve nuranî kalb sahiplerinin birbirine tetabuk eden keşifleri ve birbirine tevafuk eden müşahedeleri de, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

اَلتَّنَزُّلَاتُ الْاِلٰهِيَّةُ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ

Beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak, bir tenezzül-ü İlâhîdir.

لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ى لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ى

(De ki:) Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi."

(Kehf Sûresi, 18:109)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ اَلْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ جَم۪يعِ الْوَحْيَاتِ الْحَقَّةِ الْمُتَضَمِّنَةِ لِلتَّنَزُّلَاتِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ لِلْمُكَالَمَاتِ السُّبْحَانِيَّةِ وَ لِلتَّعَرُّفَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ وَ لِلْمُقَابَلَاتِ الرَّحْمَانِيَّةِ عِنْدَ مُنَاجَاةِ عِبَادِهِ وَلِلْاِشْعَارَاتِ الصَّمَدَانِيَّةِ لِوُجُودِهِ لِمَخْلُوقَاتِهِ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْاِلْهَامَاتِ الصَّادِقَةِ الْمُتَضَمِّنَةِ لِلتَّوَدُّدَاتِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ لِـْلِاجَابَاتِ الرَّحْمَانِيَّةِ لِدَعَوَاتِ مَخْلُوقَاتِهِ وَ لِلْاِمْدَادَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ ِلِاسْتِغَاثَاتِ عِبَادِهِ وَ لِـْلِاحْسَاسَاتِ السُّبْحَانِيَّةِ لِوُجُودِهِ لِمَصْنُوعَاتِهِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, tenezzülât-ı İlâhiyeyi ve mükâlemât-ı Sübhâniyeyi ve taarrüfât-ı Rabbâniyeyi ve kullarının münâcâtına mukabelât-ı Rahmâniyeyi ve mahlûkatına vücudunu ihsas eden iş'ârât-ı Samedâniyeyi mutazammın bütün hak vahiylerin icmâı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, teveddüd-ü İlâhiyeyi ve mahlûkatının duâlarına icâbât-ı Rahmâniyeyi ve kullarının istiğaselerine imdadat-ı Rabbâniyeyi ve masnuatına vücudunu bildiren ihsasat-ı Sübhâniyeyi mutazammın sadık ilhamların ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ay yarıldı.

(Kamer Sûresi, 54:1)

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى

Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı.

(Enfâl Sûresi, 8:17)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ اَلْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ فَخْرُ الْعَالَمِ وَ شَرَفُ نَوْعِ بَن۪ى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَلْطَنَةِ قُرْاٰنِهِ وَ حَشْمَةِ وُسْعَةِ د۪ينِهِ وَ كَثْرَةِ كَمَالَاتِهِ وَ عُلْوِيَّةِ اَخْلَاقِهِ حَتّٰى بِتَصْد۪يقِ اَعْدَائِهِ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَرْهَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ مُعْجِزَاتِهِ الظَّاهِرَةِ الْبَاهِرَةِ الْمُصَدِّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ د۪ينِهِ السَّاطِعَةِ الْقَاطِعَةِ بِاِجْمَاعِ اٰلِهِ ذَوِى الْاَنْوَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَصْحَابِهِ ذَوِى الْاَبْصَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّق۪ى اُمَّتِهِ ذَوِى الْبَرَاهِينِ وَ الْبَصَائِرِ لنَّوَّارَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, Kur'ân'ının azamet-i saltanatı ve dininin haşmet-i vüs'ati ve kemâlâtının kesreti ve hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi ahlâkının ulviyetiyle, fahr-i âlem ve şeref-i nev-i benî Âdem olan Zât

(a.s.m.), Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, O Zât

(a.s.m.), zâhir ve bâhir ve musaddık ve musaddak yüzlerce mu'cizâtının kuvvetiyle ve dininin sâti' ve kàti' binlerce hakaik-i diniyesinin kuvvetiyle ve Ehl-i Beytinin icmâıyla ve basar sahibi Ashabının ittifakıyla ve ümmetinden burhan ve nuranî basiret sahibi muhakkiklerin tevafukuyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ

Artık emrolunduğun şey ile onları

(camın kırılıp dağılması gibi) parçala onlara açıkça anlat!

(Hicr Sûresi, 15:94)

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih eder.

(Hadîd Sûresi, 57:1)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ اَلْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ الْقُرْاٰنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ اَلْمَقْبُولُ الْمَرْغُوبُ ِلَاجْنَاسِ الْمَلَكِ وَ الْاِنْسِ وَ الْجَٓانِّ اَلْمَقْرُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهِ ف۪ى كُلِّ دَق۪يقَةٍ بِكَمَالِ الْاِحْتِرَامِ بِاَلْسِنَةِ مِاٰتِ مِلْيُونٍ مِنْ نَوْعِ الْاِنْسَانِ الدَّائِمُ سَلْطَنَتُهُ الْقُدْسِيَّةُ عَلٰى اَقْطَارِ الْاَرْضِ وَ الْاَكْوَانِ وَ عَلٰى وُجُوهِ الْاَعْصَارِ وَ الزَّمَانِ وَ الْجَار۪ى حَاكِمِيَّتُهُ الْمَعْنَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِصْفِ الْاَرْضِ وَ خُمُسِ الْبَشَرِ ف۪ى اَرْبَعَةَ عَشَرَ عَصْرًا بِكَمَالِ الْاِحْتِشَامِ .. وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَرْهَنَ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ الْقُدْسِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ وَ بِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ بِتَوَافُقِ اَسْرَارِهِ وَ اَنْوَارِهِ وَ بِتَطَابُقِ حَقَائِقِهِ وَ ثَمَرَاتِهِ وَ اٰثَارِهِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, melek ve ins ve cin ecnâsının makbulü ve mergubu olan, her dakikada bütün âyetleri nev-i insandan yüz milyonların lisanında kemâl-i ihtiramla okunan, saltanat-ı kudsiyesi arzın ve âlemlerin aktarında ve zamanın ve asırların yüzlerinde devam eden, nuranî hâkimiyet-i mâneviyesi arzın yarısında ve beşerin beşte birinde on dört asırdır kemâl-i ihtişamla cârî olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan,

Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, Kur'ân, müşahede ve ayân ile, kudsî ve semâvî sûrelerinin icmâı ve nurânî ve İlâhî âyetlerinin ittifakı ve esrar ve envârının tevafuku ve hakaik ve semerât ve âsârının tetabukuyla Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.

وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

Amel defterleri açılıp yayınlandığında...

(Tekvîr Sûresi, 81:10)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْمُمْتَنِعُ نَظ۪يرُهُ اَلْمُمْكِنُ كُلُّ مَاسِوَاهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ هٰذِهِ الْكَٓائِنَاتُ الْكِتَابُ الْكَب۪يرُ الْمُجَسَّمُ وَ الْقُرْاٰنُ الْجِسْمَانِىُّ الْمُعَظَّمُ وَ الْقَصْرُ الْمُزَيَّنُ الْمُنَظَّمُ وَ الْبَلَدُ الْمُحْتَشَمُ الْمُنْتَظَمُ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ وَ اٰيَاتِهِ وَ كَلِمَاتِهِ وَ حُرُوفِهِ وَ اَبْوَابِهِ و فُصُولِهِ وَ صُحُفِهِ وَ سُطُورِهِ وَ اِتِّفَاقِ اَرْكَانِهِ وَ اَنْوَاعِهِ وَ اَجْزَٓائِهِ وَ جُزْئِيَّاتِهِ وَ سَكَنَتِهِ وَ مُشْتَمِلَاتِهِ وَ وَارِدَاتِهِ وَ مَصَارِفِهِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْحُدُوثِ وَ التَّغَيُّرِ وَ الْاِمْكَانِ بِاِجْمَاعِ جَم۪يعِ عُلَمَٓاءِ عِلْمِ الْكَلَامِ وَ بِشَهَادَةِ حَق۪يقَةِ تَبْد۪يلِ صُورَتِهِ وَ مُشْتَمِلَاتِهِ بِالْحِكْمَةِ وَ الْاِنْتِظَامِ وَ تَجْد۪يدِ حُرُوفِهِ وَ كَلِمَاتِهِ بِالنِّظَامِ وَ الْم۪يزَانِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّعَاوُنِ وَ التَّجَاوُبِ وَ التَّسَانُدِ وَ التَّدَاخُلِ وَ الْمُوَازَنَةِ وَ الْمُحَافَظَةِ ف۪ى مَوْجُودَاتِهِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. Nazîri mümteni ve Ondan başka herşey mümkin ve Vâhid-i Ehad olan o Vâcibü'l-Vücud ki, mücessem bir kitab-ı kebîr, muazzam bir kur'ân-ı cismânî, munazzam ve müzeyyen bir kasr ve muntazam ve muhteşem bir memleket olan bu kâinat, sûrelerinin ve âyetlerinin ve kelimelerinin ve harflerinin ve bablarının ve fasıllarının ve sayfalarının ve satırlarının icmâıyla ve erkânının ve envâının ve eczasının ve cüz'iyatının ve sekene ve müştemilâtının ve varidat ve masarifinin ittifakıyla, bütün ulema-i ilm-i kelâmın icmâına müstenit hudus ve tagayyür ve imkân hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle ve suret ve müştemilâtının hikmet ve intizamla tebdili ve huruf ve kelimatının nizam ve mizanla tecdidi hakikatinin şehadetiyle ve mevcudatında müşahede ve ayân ile görünen teâvün ve tecavüb ve tesanüd ve tedahül ve muvazene ve muhafaza hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

اِيَّاكَ

Yalnız Sana.

(Fâtiha Sûresi, 1:5)

لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ى

Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.

(Kehf Sûresi, 18:109)

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلٰئِكَةُ وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Bütün kâinatı adâletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şâhitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir."

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:18)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى وَ لَهُ الصِّفَاتُ الْعُلْيَا وَ لَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى اَلَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اَلذَّاتُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ بِاِجْمَاعِ جَم۪يعِ صِفَاتِهِ الْقُدْسِيَّةِ الْمُح۪يطَةِ وَ جَم۪يعِ اَسْمَٓائِهِ الْحُسْنٰى اَلْمُتَجَلِّيَّةِ بِاِتِّفَاقِ جَم۪يعِ شُؤُنَاتِهِ وَ اَفْعَالِهِ الْمُتَصَرِّفَةِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ حَق۪يقَةِ تَبَارُزِ الْاُلُوهِيَّةِ ف۪ى تَظَاهُرِ الرُّبُوبِيَّةِ ف۪ى دَوَامِ الْفَعَّالِيَّةِ الْمُسْتَوْلِيَةِ بِفِعْلِ الْا۪يجَادِ وَ الْخَلْقِ وَ الصُّنْعِ وَ الْاِبْدَاعِ بِاِرَادَةٍ وَ قُدْرَةٍ وَ بِفِعْلِ التَّقْد۪يرِ وَ التَّصْو۪يرِ وَ التَّدْب۪يرِ وَ التَّدْو۪يرِ بِاِخْتِيَارٍ وَ حِكْمَةٍ وَ بِفِعْلِ التَّصْر۪يفِ وَ التَّنْظ۪يمِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ الْاِدَارَةِ وَ الْاِعَاشَةِ بِقَصْدٍ وَ رَحْمَةٍ وَ بِكَمَالِ الْاِنْتِظَامِ وَ الْمُوَازَنَةِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ اَسْرَارِ شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَ الْمَلٰئِكَةُ وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O öyle bir Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehaddir ki, bütün güzel isimler, bütün yüce sıfatlar ve en yüce vasıflar Ona aittir. İrade ve kudretle icad ve halk ve sun' ve ibdâ' fiillerini, ihtiyar ve hikmetle takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, kasd ve rahmetle ve kemâl-i intizam ve muvazene ile tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammun eden faaliyet-i müstevliyenin devamı içinde görünen tezahür-ü rububiyet ve onun içinde görünen tebarüz-ü ulûhiyet hakikatinin azametinin şehadetiyle; ve "Bütün kâinatı adaletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır"

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:18.) meâlindeki âyet-i kerimenin hakikat-i esrarının azamet-i ihatasının şehadetiyle; bütün kudsî ve muhît sıfatlarının ve kâinatta tecellî eden bütün Esmâ-i Hüsnâsının icmâı ve kâinatta tasarruf eden bütün şuunat ve ef'âlinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ

... hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle.

بِمُشَاهَدَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ

... hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesiyle.

وَ لِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır.

(Fetih Sûresi, 48:7)

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا

Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.

(Enbiyâ Sûresi, 21:22)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O tektir ve Onun ortağı yoktur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِهِ وَ وُجُوبِ وُجُودِهِ مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ حَق۪يقَةِ تَبَارُزِ الْاُلُوهِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ تَظَاهُرِ الرُّبُوبِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ الْمُقْتَضِيَّةِ لِلْوَحْدَةِ وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْكَمَالَاتِ النَّاشِيَةِ مِنَ الْوَحْدَةِ وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْحَاكِمِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ الْمَانِعَةِ وَ الْمُنَافِيَةِ للِشِّرْكَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, tebarüz-ü ulûhiyet-i mutlaka hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ vahdeti iktiza eden tezahür-ü rububiyet-i mutlaka hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ vahdetten neş'et eden kemâlât hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ şirke mâni olan ve şirki nefyeden hâkimiyet-i mutlaka hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vahdâniyetine ve vücub-u vücuduna delâlet eder.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Ondan

(C.C) başka ilah yoktur.

هُوَ الَّذ۪ى خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ى سِتَّةِ اَيَّامٍ

Gökleri ve yeri altı günde yaratan Odur.

(Hadîd Sûresi, 57,4)

يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَ يُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ

Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye katar.

(Lokman Sûresi, 31:29)

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ

Muhakkak ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan başka günahları

(dilediği kimse için) bağışlar.

(Nisâ Sûresi, 4:48)

وَ اَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ى مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا

Rabbin balarısına ilhâm etti: 'Dağlardan, kendine evler edin.

(Nahl Sûresi, 16:68)

وَ اِنَّ لَكُمْ فِى الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ى بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَ دَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ

Ehlî hayvanlarda da sizin için birer ibret vardır. Onların karınlarında, kan ile fışkı arasından çıkan ve içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir sütle sizi besleriz.

(Nahl Sûresi, 16:66)

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümden de hem sarhoş edici bir içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Akıllarını kullanan bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.

(Nahl Sûresi, 16:67)

وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

O herşeye kàdirdir.

(Hûd Sûresi, 11:4; Rum Sûresi, 30:50; Şûrâ Sûresi, 42:9; Mülk Sûresi, 67:1)

اَللّٰهُ اَكْبَرْ

Allah en büyüktür.

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

"Bütün ins ve cin, birtek sayha ve emirle yanımızda meydan-ı haşre hazır olurlar."

وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ

"Kıyamet ve haşrin işi ve yapılması, gözünü kapayıp hemen açmak kadardır, belki daha yakındır"

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

"Ey insanlar! Sizin icad ve ihyanız ve haşir ve neşriniz, birtek nefsin ihyası gibi kolaydır, kudretime ağır gelmez"

چُو لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ بَرَابَرْ م۪يزَنَنْدْ هَرْ شَىْ دَمَادَمْ جُويَدَنْدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ گُويَدَنْدْ يَا حَىْ

Bir baştan diğer başa herşey, her zaman Lâilâhe İllallah zikrini ilân ediyor ve Yâ Hak, Yâ Hay diye haykırıyorlar.

نَعَمْ وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Evet, "Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır.

(İbnü'l-Mu'tez'ın bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm,1:24)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وَحْدَتِهِ ف۪ى وُجُوبِ وُجُودِهِ مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ الْكِبْرِيَٓاءِ وَ الْعَظَمَةِ فِى الْكَمَالِ وَ الْاِحَاطَةِ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ ظُهُورِ الْاَفْعَالِ بِالْاِطْلَاقِ وَ عَدَمُ النِّهَايَةِ لَا تُقَيِّدُهَا اِلَّا الْاِرَادَةُ وَ الْحِكْمَةُ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ ا۪يجَادِ الْمَوْجُودَاتِ بِالْكَثْرَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى السُّرْعَةِ الْمُطْلَقَةِ وَ خَلْقُ الْمَخْلُوقَاتِ بِالسُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى الْاِتْقَانِ الْمُطْلَقِ وَ اِبْدَاعُ الْمَصْنُوعَاتِ بِالْمَبْذُولِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ ف۪ى غَايَةِ حُسْنِ الصَّنْعَةِ وَ غُلُوِّ الْقِيْمَةِ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ وُجُودِ الْمَوْجُودَاتِ عَلٰى وَجْهِ الْكُلِّ وَ الْكُلِّيَّةِ وَ الْمَعِيَّةِ وَ الْجَامِعِيَّةِ وَ التَّدَاخُلِ وَ الْمُنَاسَبَةِ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ الْاِنْتِظَامَاتِ الْعَامَّةِ الْمُنَافِيَةِ للِشِّرْكَةِ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ وَحْدَةِ مَدَارَاتِ تَدَاب۪يرِ الْكَائِنَاتِ الدَّالَّةِ عَلٰى وَحْدَةِ صَانِعِهَا بِالْبَدَاهَةِ .. وَ كَذَا وَحْدَةُ الْاَسْمَٓاءِ وَ الْاَفْعَالِ الْمُتَصَرِّفَةِ الْمُح۪يطَةِ .. وَ كَذَا وَحْدَةُ الْعَنَاصِرِ وَ الْاَنْوَاعِ الْمُنْتَشِرَةِ الْمُسْتَوْلِيَةِ عَلٰى وَجْهِ الْاَرْضِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, kemâlli ve ihatalı kibriya ve azamet hakikatinin müşahedesi, kezâ ef'âlinin ıtlak ve nihayetsizlikle zuhurları ve Onun irade ve hikmetinden başka hiçbir şeyin bu fiilleri takyid edememesi hakikatinin müşahedesi, kezâ mevcudatın sür'at-i mutlaka içinde kesret-i mutlaka ile icadı ve mahlûkatın itkan-ı mutlak içinde suhulet-i mutlaka ile halk edilmesi ve masnuatın nihayet-i hüsn-ü san'at ve ülüvv-ü kıymet içinde mebzuliyet-i mutlaka ile ibdâı hakikatlerinin müşahedesi, kezâ mevcudatın bir küll ve küllî halinde ve beraberlik ve câmiiyet ve tedahül ve münasebet içinde vücut bulması hakikatinin müşahedesi, kezâ şirki nefyeden intizamat-ı âmme hakikatinin müşahedesi, kezâ Sâni-i Kâinatın bir olduğuna bedahetle delâlet eden ve kâinatın tedbirine medar olan şeylerdeki vahdetin müşahedesi, kezâ kâinatta tasarruf eden ve herşeyi muhît olan ef'âl ve esmânın birliği, kezâ yeryüzünde münteşir olan istilâ edici unsurların ve nevilerin birliği, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder.

تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ

Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.

(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 1:310; Gazâlî, İhyâu Ulûmü'd-Dîn: 4:409

(Kitâbu't-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid: 1:78)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

بِسْمِ اللّٰهِِ الْفَتَّاحِ

Fettah olan Allah'ın adıyla

يَخْلُقُكُمْ ف۪ى بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ى ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنَّا تُصْرَفُونَ

Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. İşte Rabbiniz olan Allah Odur; bütün mülk Ona âittir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yüzünüz nasıl haktan çevrilir?

(Zümer Sûresi, 39:6)

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَٓاءِ ٭ هُوَ الَّذ۪ى يُصَوِّرُكُمْ فِى الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir suret veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:5, 6)

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

Şüphesiz ki rızık veren, ancak mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır.

(Zâriyat Sûresi, 51:58)

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ ف۪ى كِتَابٍ مُب۪ينٍ

Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a âit olmasın. Allah onların rahimlerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.

(Hûd Sûresi, 11:6)

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ وَ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir.

(Ankebût Sûresi, 29:60)

كَمْ عَالِمٍ عَالِمٍ اَعْيَتْ مَذَاهِبُهُ وَ جَاهِلٍ جَاهِلٍ تَلْقَٓاهُ مَرْزُوقًا

Nice alimler var ki geçim sıkıntısı içindedirler. Nice cahiller de vardır ki varlık içinde yüzüyorlar.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى

Rabbimin bu fazlından dolayı Allah'a hamdolsun.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلَا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ

Bizi bu saâdete eriştiren Allah'a hamd olsun. Yoksa Allah hidâyet etmeseydi biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.

(A'râf Sûresi, 7:43)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وَحْدَتِهِ ف۪ى وُجُوبِ وُجُودِهِ مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْفَتَّاحِيَّةِ بِفَتْحِ الصُّوَرِ ِلَارْبَعِ مِاَةِ اَلْفِ نَوْعٍ مِنْ ذَوِى الْحَيَاةِ الْمُكَمَّلَةِ بِلَا قُصُورٍ بِشَهَادَةِ فَنِّ النَّبَاتِ وَ الْحَيَوَانِ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الرَّحْمَانِيَّةِ الْوَاسِعَةِ الْمُنْتَظَمَةِ بِلَا نُقْصَانٍ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ حَق۪يقَةِ الْاِدَارَةِ الْمُح۪يطَةِ لِجَم۪يعِ ذَوِى الْحَيَاةِ وَ الْمُنْتَظَمَةِ بِلَا خَطَاءٍ وَ لَا نُقْصَانٍ .. وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الرَّح۪يمِيَّةِ وَ الْاِعَاشَةِ الشَّامِلَةِ لِكُلِّ الْمُرْتَزِق۪ينَ الْمُقَنَّنَةِ ف۪ى كُلِّ وَقْتِ الْحَاجَةِ بِلَا سَهْوٍ وَ لَا نِسْيَانٍ ٭ جَلَّ جَلَالُ رَزَّاقَهَا الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ الْحَنَّانِ الْمَنَّانِ وَ عَمَّ نَوَالُهُ وَ شَمِلَ اِحْسَانُهُ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, fenn-i nebatat ve hayvanatın şehadetiyle, dört yüz bin nevi zîhayatın suretlerinin mükemmel ve kusursuz şekilde açılmasında görünen fettahiyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bilmüşahede ve açıkça görünen vüs'atli ve intizamlı Rahmâniyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bütün zîhayatlara şâmil, hatasız ve noksansız, muntazam idare-i muhîta hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ rızık isteyen herkesin birden her hâcet vaktinde sehivsiz ve nisyansız, şümullü bir şekilde rızıklandırılmasında görünen rahîmiyet ve iaşe-i şâmile hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder. Onun şânı herşeyden yücedir. Bütün onları rızıklandıran, o Rahmân-ı Rahîm, o Hannân-ı Mennândır. Onun in'âmı herşeyi muhît, ihsanı herşeye şâmildir. Ve Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

يَا رَبِّ بِحَقِّ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ يَا اَللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ يَا رَح۪يمُ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَع۪ينَ بِعَدَدِ جَمِيعِ حُرُوفِ رَسَائِلِ النُّورِ الْمَضْرُوبِ تِلْكَ الْحُرُوفُ ف۪ى عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ جَم۪يعِ عُمْرِنَا فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ مَعَ ضَرْبِ مَجْمُوعِهَا ف۪ى ذَرَّاتِ وُجُود۪ى فِى مُدَّةِ حَيَات۪ى وَاغْفِرْل۪ى وَلِمَنْ يُع۪ينُن۪ى ف۪ى نَشْرِ رَسَائِلِ النُّورِ وَكِتَابَتِهَا بِصَدَاقَةٍ بِكُلِّ صَلَاةٍ مِنْهَا وَ لِاٰبَائِنَا وَلِسَادَاتِنَا وَشُيُوخِنَا وَ ِلَاخَوَاتِنَا وَاِخْوَانِنَا وَلِطَلَبَةِ رِسَالَةِ النُّورِ الصَّادِق۪ينَ وَبِالْخَاصَّةِ لِمَنْ يَكْتُبُ وَيَسْتَنْسِخُ هٰذِهِ الرِّسَالَةَ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ اٰم۪ينَ

Yâ Rabbi! Bismillâhirrahmânirrahîm hakkı için, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm! Efendimiz Muhammed'e ve onun bütün âline ve ashabına, bütün Risale-i Nur hurufatının adedince, bu adedin dünya ve âhiretteki bütün ömrümüzün dakikalarının âşireleriyle darbı adedince, bütün bu adetlerin de benim ömrüm müddetince zerrât-ı vücudumun sayısıyla darbı adedince salât ve selâm et. Beni, Risale-i Nur'un neşrinde bana yardım edenleri, bu risalenin kâtibini, atalarımızı, üstadlarımızı, şeyhlerimizi, kız ve erkek kardeşlerimizi, Risale-i Nur'un sadık talebelerini ve bilhassa bu risaleyi yazan ve istinsah edenleri, bu salâvatlardan herbiri için bir sadaka ile mağfiret et, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn! Âmin.

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Onların duâları, "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun" sözleriyle sona erer.

(Yûnus Sûresi, 10:10)

Dokuzuncu Şua

Bu Dokuzuncu Şua, 1937-43 yılları arasında Kastamonu'da te'lif edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ ٭ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ ٭ يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَيُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ ٭ وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ ٭ وَ مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا اِلَيْهَا وَ جَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَ رَحْمَةً اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ٭ وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ ٭ وَ مِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَ النَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِه۪ٓ اِنَّ فِى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ ٭ وَ مِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَ طَمَعًا وَ يُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْي۪ى بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ٭ وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْاَرْضِ اِذَٓا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ ٭ وَ لَهُ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ ٭ وَ هُوَ الَّذ۪ى يَبْدَؤُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَ هُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah'ı tesbih edip namaz kılın.

Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.

Yine Onun âyetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmıştır; sonra siz birer insan olarak yeryüzüne yayılırsınız.

Yine Onun âyetlerindendir ki, size hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratmış, aranıza muhabbet ve merhamet vermiştir. Düşünen bir topluluk için elbette bunda Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine deliller vardır.

Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve sîmâlarınızın farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır.

Gece ve gündüzde uyumanız ve Onun lûtfundan rızık aramanız da yine Onun âyetlerindendir. Kulak veren bir topluluk için bunda elbette deliller vardır.

Yine Onun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek için şimşeği gösterir; gökten bir su indirir ve ölümünden sonra yeryüzünü onunla diriltir. Akıl sahibi bir topluluk için elbette bunda deliller vardır.

Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.

Göklerde ve yerde kim varsa Onundur; hepsi de Ona boyun eğer.

Halkı önce yaratan, sonra tekrar diriltecek olan Odur; bu ise Onun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.

(Rum Sûresi, 30:17-27)

نَخُو بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Öyle ise: Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O herşeye hakkıyla kadirdir.

(Rum Sûresi, 30:50)

وَ بِرُسُلِه۪

Ve Resullerine..

(iman ettim)

وَ كُتُبِه۪

Ve Kitaplarına..

(iman ettim)

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

Güneş dürülüp toplandığında...

(Tekvîr Sûresi, 81:1)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ

Ey insanlar, Rabbinizin azabından çekinin. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük birşeydir.

(Hac Sûresi, 22:1)

اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا

Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.

(Zilzal Sûresi, 99:1)

اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ

Gök yarıldığı zaman.

(İnfitar Sûresi, 82:1)

اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْ

Gök yarıldığında.

(İnşikak Sûresi, 84:1)

عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَ

Onlar birbirlerine neyi sorup duruyorlar?

(Nebe Sûresi, 78:1)

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِ

Dehşeti herşeyi kaplayan kıyâmetin haberi sana geldi mi?

(Gâşiye Sûresi, 88:1)

إِيمَانِ بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ

Ahiret gününe inanmak.

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ

Göklerin ve yerin Rabbi.

(Ra'd Sûresi, 13:16)

وَ بِمَلٰٓئِكَتِه۪ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِه۪ وَ شَرِّه۪ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى

Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah Tealâ'dan geldiğine inanmak.

Onuncu Şua

Onbeşinci Lem'a'dan sonraki Risale-i Nur Külliyatının fihristesidir. Fihrist Risalesinde İkinci Kısımdır.

Onbirinci Şua - Meyve Risalesi

Meyve Risalesi 1943-44'te Denizli Hapishanesinde 10. ve11. Meseleleri de Emirdağı'nda telif edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

فَلَبِثَ فِى السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَ

Yusuf

(a.s.) daha yıllarca zindanda kaldı.

(Yûsuf Sûresi, 12:42)

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ

Gökleri ve yeri yarattı.

(En'âm Sûresi, 6:1)

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ

Göklerin ve yerin Rabbi.

(Ra'd Sûresi, 13:16)

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Allahdan başka ilâh yoktur.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ

Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.

(Nahl Sûresi, 16:77)

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.

(Lokman Sûresi, 31:28)

فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir."

(Rum Sûresi, 30:50)

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْاَرْضِ اِذَٓا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ

Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.

(Rum Sûresi, 30:25)

وَ اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

Amel defterleri açıldığında.

(Tekvîr Sûresi, 81:10)

هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ

O Evveldir; O Âhirdir; O Zâhirdir; O Bâtındır

(Hadîd Sûresi, 57:3)

اَلْاَوَّلُ

O Evveldir.

وَالْاٰخِرُ

O Âhirdir.

وَالظَّاهِرُ

O Zâhirdir.

وَالْبَاطِنُ

O Bâtındır

هُوَ الْاٰخِرُ

O Âhirdir

هُوَ الظَّاهِرُ

O Zâhirdir.

وَ اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

Amel defterleri açıldığında.

(Tekvîr Sûresi, 81:10)

هُوَ الْبَاطِنُ

O Bâtındır

هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ

O Evveldir; O Âhirdir; O Zâhirdir; O Bâtındır

(Hadîd Sûresi, 57:3)

وَ ف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَ تَلَذُّ الْاَعْيُنُ

Orada canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı herşey vardır.

(Zuhruf Sûresi, 43:71)

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪

Muhakkak ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını affetmez.

(Nisâ Sûresi, 4:48)

خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًا

Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.

(Nisâ Sûresi, 4:169)

وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. 'Bu kâinatı boş yere yaratmadın, ey Rabbimiz,' derler. 'Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Sen de bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:191)

رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا ٭ اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا

Ey Rabbimiz Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Onun azâbı dâimî bir helâktır. Gerçekten de orası ne kötü bir durak, ne kötü bir konaktır!

(Furkan Sûresi, 25:64-65)

اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ ٭ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ ٭ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ

Bizi ateşten koru.. Bizi ateşten kurtar.. Bizi ateşten halas eyle..

خَسِرَ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةَ

O dünyada da, âhirette de ziyana uğramıştır.

(Hac Sûresi, 22:11)

اَللّٰهُ اَكْبَر ٭ اَللّٰهُ اَكْبَر ٭ اَللّٰهُ اَكْبَر ٭ اَللّٰهُ اَكْبَر

Allah en büyüktür.

(4 defa)

رَبُّ الْاَرْضِ وَ رَبُّ الْعَالَمِينَ

Yerin Rabbi ve Alemlerin Rabbi.

سُبْحَانَ اللّٰه

Allah her türlü kusurdan münezzehtir.

اَلْحَمْدُ للّٰهِ

Hamd Allaha mahsustur.

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Allahtan başka ilah yoktur.

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, sadece tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.

(Lokman Sûresi, 31:28)

رَبُّ الْاَرْضِ وَ رَبُّ الْعَالَمِينَ

Yeryüzünün Rabbi ve Alemlerin Rabbi.

اَللّٰهُ اَكْبَر

Allah en büyüktür.

اَلْحَمْدُ للّٰهِ

Hamd Allaha mahsustur.

سُبْحَانَ اللّٰه

Allah her türlü kusurdan münezzehtir.

بِسْمِ اللّٰهِ

Allahın adıyla..

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Allahtan başka ilah yoktur.

سُبْحَانَ اللّٰه

Allah her türlü kusurdan münezzehtir.

اَلْحَمْدُ للّٰهِ

Hamd Allaha mahsustur.

اَللّٰهُ اَكْبَر

Allah en büyüktür.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى اِنْعَامِه۪

Verdiği nimetler üzerine Allah'a hamd olsun.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪

Peygamber, kendisine Rabbinden indirilen Kur'ân'ı tasdik edip ona îmân etti. Mü'minler de onunla beraber îmân ettiler. Onların hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îmân etti. Onlar, 'Biz Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız; birine inandığımız gibi hepsine de inanırız' diyerek îmân getirdiler.

(Bakara Sûresi, 2:285)

وَ بِكُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ

Kitaplarına ve peygamberlerine îmân etti.

سُبْحَانَ اللّٰه اَلْحَمْدُ للّٰهِ اَللّٰهُ اَكْبَر

Allah her türlü kusurdan münezzehtir. Hamd Allaha mahsustur. Allah en büyüktür.

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka ilah yoktur.

وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

Ve ben şehadet ederim ki; Muhammed O'nun resulüdür.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى الْا۪يمَانِ بِاللّٰهِ وَعَلٰى وَحْدَانِيَّتِهِ وَعَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ وَعَلٰى صِفَاتِهِ وَاَسْمَٓائِهِ حَمْدًا بِعَدَدِ تَجَلِّيَاتِ اَسْمَٓائِهِ مِنَ الْاَزَلِ اِلَى الْاَبَدِ

"Allah'a iman için ve vahdâniyeti için ve vücub-u vücudu için ve sıfâtı ve esmâsı için, ezelden ebede bütün esmâsının tecelliyâtı adedince Ona hamd olsun.

اَلظَّالِم۪ينَ ٭ اَلظَّالِم۪ينَ

Zulmedenler.. Zulmedenler.. Zâlimler.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

طٰسٓمٓ

"Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlahî bir şifredir. Hâs Abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, O Abd-i Hâstadır, hem O'nun veresesindedir."

اِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ

Rabbin ise, şüphesiz ki, kudreti herşeye galip olan ve rahmeti herşeyi kuşatan Allah'tır.

(Şuarâ Sûresi, 26:9)

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?

(Rahmân Sûresi, 55:13)

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ

Yazıklar olsun o gün yalanlayanlara!

(Mürselât Sûresi, 77:15)

سُبْحَانَكَ يَا لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ الْاَمَانُ الْاَمَانُ خَلِّصْنَا وَ اَجِرْنَا وَ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ

Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdat etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et, kurtar ve bize necat ver.

اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir.

(Bakara Sûresi, 2:20)

اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

Şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilir.

(Ankebût Sûresi, 29:62)

وَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ

Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.

(Rum Sûresi, 30:27)

وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Onun kudreti herşeye galiptir, O çok bağışlayıcıdır.

(Rum Sûresi, 30:5)

رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Âlemlerin Rabbi.

رَبُكَ ، رَبُكَ

Rabbin, Rabbin.

رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Âlemlerin Rabbi.

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضَ

Yeri ve göğü yaratan Odur.

(Hadîd Sûresi, 57:4)

يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَ يُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ

O geceyi gündüze, gündüzü de geceye geçirir.

(Hadîd Sûresi, 57:6)

وَ هُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

O Allah,

(Zemin ve göklerin haşmet-i hilkatinde) kalbin dahi hâtırâtını bilir idare eder"

وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ى عِلْمٍ عَل۪يمٌ

Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır.

(Yûsuf Sûresi, 12:76)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ... لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ

İmân eden ve güzel işler yapanlar için ise, altından ırmaklar akan Cennetler vardır.

(Burûc Sûresi, 85:11)

خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًا

Onlar orada ebedîdirler.

(Nisâ Sûresi, 4:57)

اِنَّ الْكَافِر۪ينَ

Hiç şüphesiz kâfirler...

(Nisâ Sûresi, 4:101)

ف۪ى نَارِ جَهَنَّمَ

Cehennem ateşindedir.

(Tevbe Sûresi, 9:35, 109)

وَ الظَّالِمِينَ

Ve zâlimler...

(İnsan Sûresi, 76:31)

لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Onlar için acı bir azap vardır.

(İbrahim Sûresi, 14:22)

اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقًا وَهِىَ تَفُورُ ٭ تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

Oraya atıldıklarında Cehennemin gürleyişini işitirler ki, kaynayıp duruyor. Neredeyse o Cehennem onlara olan öfkesinden parçalanacak!

(Mülk Sûresi, 67:7-8)

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Allah'dan başka ilâh yoktur... Allah'dan başka ilâh yoktur... Allah'dan başka ilâh yoktur...

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ

Muhammed

(a.s.m.) Allah'ın elçisidir, Peygamberidir.

اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ

Birşeye sebeb olan onu yapan gibidir.

قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ ٭ وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَٓاءِ مِنْ سَقَمٍ

Bazan insan, göz hastalığından dolayı güneş ışığını inkâr eder. Ağzındaki hastalıktan dolayı da suyun tadını beğenmez.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

مَنْ رَبُّكَ

Senin Rabbin kimdir?

مَنْ

Kim?

رَبُّكَ

Senin Rabbin.

مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ

Yani, "Kadere iman eden gamlardan kurtulur."

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ

Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.

(Nisâ Sûresi, 4:79)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd Allaha mahsustur.

سبْحَانَ للّٰهِ

Allah her türlü kusurdan münezzehtir.

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Allah göklerin ve yerin nûrudur.

(Nûr Sûresi, 24:35)

مَاشَآءَ للّٰهِ بَارَكَ للّٰهِ سبْحَانَ للّٰهِ

Allah dilemiş ve ne güzel yapmış.. Allah ne mübarek yaratmış.. Allah her türlü kusurdan münezzehtir.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ وَالشُكْ لِلّٰهِ اَللّٰهُ اَكْبَر

Hamd Allaha mahsustur.. Şükür Allaha mahsustur.. Allah en büyüktür.

بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ

Hayır,

(onların evlât dedikleri) Allah'ın ikramda bulunduğu kullardır.

(Enbiyâ Sûresi, 21:26)

وَ يَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

Verilen emri yerine getirirler.

(Tahrîm Sûresi, 66:6)

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ

De ki: Sığınırım sabahın Rabbine.

(Felâk Sûresi, 113:1)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ٭ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ ٭ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ ٭ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ ٭ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ ٭

De ki: Sığınırım sabahın Rabbine. Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğünde gecenin şerrinden. Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden. Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:1-5)

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ

De ki: Sığınırım sabahın Rabbine.

(Felâk Sûresi, 113:1)

مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ

Yarattığı şeylerin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:2)

اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ

Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:4)

وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ

Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:5)

مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ

Yarattığı şeylerin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:2)

مِنْ

Den, dan...

شَرِّ

Şer

وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ

Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:5)

وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ

Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden.

(Felâk Sûresi, 113:4)

اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ

Düğümlere üfleyen büyücüler.

مِنْ شَرِّ

..Şerrinden

شَرِّ

Şer

مِنْ

Den, dan..

غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ

Karanlığı çöktüğünde gecenin...

(Felâk Sûresi, 113:3)

غَاسِقٍ

Gece..

اِذَا وَقَبَ

Karanlık çöktüğü zaman..

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

لَٓا اِكْرَاهَ فِى الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ

Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır.

(Bakara Sûresi, 2:256)

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ

Kim birer mâbud gibi kıymet verilen tâğutları reddederse...

(Bakara Sûresi, 2:256)

وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ

Ve kim Allah'a îman ederse, işte o

(...) yapışmıştır.

(Bakara Sûresi, 2:256)

بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى

Sapa sağlam bir kulpa...

(Bakara Sûresi, 2:256)

لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

O kopmaz ve kırılmaz. Allah ise herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir.

(Bakara Sûresi, 2:256)

اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır.

(Bakara Sûresi, 2:257)

يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ

Onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidâyet nûruna kavuşturur.

(Bakara Sûresi, 2:257)

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ

İnkâr edenlerin dostu ise tâğuttur.

(Bakara Sûresi, 2:257)

يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ

Onları imân nûrundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.

(Bakara Sûresi, 2:257)

اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

İşte onlar Cehennem ateşinin ehlidir, orada ebediyen kalacaklardır.

(Bakara Sûresi, 2:257)

لَٓا اِكْرَاهَ فِى الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ

Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır.

(Bakara Sûresi, 2:256)

خَالِدُونَ

Ebediyen kalıcıdırlar.

(Bakara Sûresi, 2:257)

وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ

Ve kim Allah'a îman ederse, işte o

(...) yapışmıştır.

(Bakara Sûresi, 2:256)

بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى

Sapa sağlam bir kulpa...

(Bakara Sûresi, 2:256)

اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır.

(Bakara Sûresi, 2:257)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.

(Bakara Sûresi, 2:32)

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى

Muhakkak ki insan azgınlaşır

(Alâk Sûresi, 96:6)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Allahın Selamı, Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

Onikinci Şua

Denizli Hapishanesinde yazılmıştır. 1944 yılında Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan müdafaalardır.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ

Kadere iman eden keder ve üzüntülerden kurtulur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Biz, Allah'ın kullarıyız ve yine Ona döneceğiz.

(Bakara Sûresi, 2:156)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ

Namaza yaklaşmayın

(Nisâ Sûresi, 4:43)

وَ اَنْتُمْ سُكَارٰى

Sarhoş olduğunuz zaman

(Nisâ Sûresi, 4:43)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize kâfidir. Ve O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Bize Allah yeter. O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173

حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.

(Tevbe Sûresi, 9:129)

Onüçüncü Şua

Denizli Hapishanesinde yazılmıştır. 1944 yılında Üstad Hazretlerinin hapiste bulunup başka koğuşlarda kalan talebelerine yazdığı mektuplardır.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ

Kadere iman eden keder ve üzüntülerden kurtulur.

وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ

Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak ki Sen bizim gözetimimiz altındasın. Rabbini hamd ile tesbih et.

(Tûr Sûresi, 52:48)

اَلْخَيْرُ ف۪ى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَ الضَّلَالِ

Küfür ve dalâlet dışında her türlü halimiz için Allah'a hamd olsun.

عَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız; halbuki o sizin için bir hayırdır.

(Bakara Sûresi, 2:216)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

اَجِرْنَا وَارْحَمْنَا وَاحْفَظْنَا

Bizi kurtar. Bize merhamet et. Bizi muhafaza et.

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّ۪ى مِنَ الْفَجَتْ

Âyetü'l-Kübrâ hakkı için o fecet ve musibetten bana eman ver, beni emin kıl!

وَ تِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا ٭ وَ حَقِّقْ مَعَان۪يهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ

"İşte, Risale-i Nur'un sözleri, hurufları ki, onlara işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla ve mânâlarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet onlarla tamam olur" der. "Hurufların mânâlarını tahkik et" karinesiyle mânâyı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayıp, belki kelimeler mânâsındaki "Sözler" namıyla risaleler muraddır.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı hakkıyla ancak Allah bilir.

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.

(Bakara Sûresi, 2:286)

وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ

Gecenin bir kısmında Onu tesbih et.

(Tûr Sûresi, 52:49)

اِدْبَارَ النُّجُومِ

Ve yıldızlar kaybolurken de

(Onu tesbih et).

(Tûr Sûresi, 52:49)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

اِنَّ اللّٰهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

Muhakkak ki Allah, inananları savunacaktır.

(Hac Sûresi, 22:38)

يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ

Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor

(Hadîd Sûresi, 57:12)

اَللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْ

Allah onları görüp gözetmektedir.

(Şûrâ Sûresi, 42:6)

طُوبٰى لَهُمْ

Onlara müjdeler olsun!

(Ra'd Sûresi, 13:29

اٰمَنُوا

İmân edenler.

اَللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْ

Allah onları görüp gözetmektedir.

(Şûrâ Sûresi, 42:6)

طُوبٰى لَهُمْ

Onlara müjdeler olsun!

(Ra'd Sûresi, 13:29

رَبَّنَٓا
اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْلَنَا

Ey Rabbimiz, nûrumuzu tamamla ve bizi bağışla.

(Tahrîm Sûresi, 66:8)

اِغْفِرْلَنَا

Bizi bağışla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ

İşte kâfirler o zaman hüsrâna uğramışlardır.

(Mü'min Sûresi, 40:85)

وَ الْعَصْرِ ٭ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ى خُسْرٍ

Yemin olsun asra. İnsan muhakkak hüsrandadır.

(Asr Sûresi, 103:1-2)

وَ الْعَصْرِ

Yemin olsun asra.

خَيْرُ الْاُمُورِ اَحْمَزُهَا

İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.

(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 1:55)

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

Mü'minler ancak kardeştirler.

(Hucurât Sûresi, 49:10)

خَيْرُ الْاُمُورِ اَحْمَزُهَا

İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.

(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 1:55)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

اَلدَّاع۪ى

Duacı, dua eden, çağıran

(belli bir şahıs), duacınız.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلنَّظَرُ يُدْخِلُ الْجَمَلَ الْقِدْرَ وَ الرَّجُلَ الْقَبْرَ

Göz değmesi, deveyi kazana, adamı kabre sokar.

(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:76; el-Mağribî, Câmiu'ş-Şeml: 2:49; el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr: Hadîs no: 5748)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

عَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız; halbuki o sizin için bir hayırdır.

(Bakara Sûresi, 2:216)

اَلْخَيْرُ ف۪ى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

Hayır, Allah'ın seçtiği şeydir.

وَاغْفِرْلَنَا

Bizi bağışla.

وَفِّقْ

Muvaffak et.

طَلَبَةَ رَسَٓائِلِ النُّورِ الصَّادِق۪ينَ

Sâdık Risale-i Nur talebeleri.

الصَّادِق۪ينَ

Sâdıklar.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

لِكُلِّ مُص۪يبَةٍ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Her türlü musîbet karşısında söylediğimiz söz şudur: "Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.

(Bakara Sûresi, 2:156)

مَنْ رَبُّكَ

"Senin rabbin kimdir?"

مَنْ

Kim?

رَبُّكَ

Senin Rabbin..

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَاْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ

Ey cinler ve insanlar topluluğu! Size, sizin içinizden seçilmiş peygamberler gelmedi mi?

(En'âm Sûresi, 6:130)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

لِكُلِّ مُص۪يبَةٍ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Her türlü musîbet karşısında söylediğimiz söz şudur: Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.

(Bakara Sûresi, 2:156)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

اَلْخَيْرُ ف۪ى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur.

اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ وَالسُّرُورِ

Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.

(Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 6:298, Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:21)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ى بِه۪ فِى النَّاسِ

Ölü iken îmân ile diriltip nûra kavuşturduğumuz ve halk içinde o nûr ile doğru yolda yürüyen kimse...

(En'âm Sûresi, 6:122)

مَيْتًا

Ölü iken

اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ

Allah'a tâbi olan topluluk, gerçek galiplerin tâ kendisidir.

(Mâide Sûresi, 5:56)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

وَ كُلُّ النَّاسِ مَجْنُونٌ وَ لٰكِنْ عَلٰى قَدَرِ الْهَوٰى اِخْتَلَفَ الْجُنُونُ

Herkes delidir. Fakat boş şeylerle meşgul olma nisbetinde delilik derecesi farklılık arz eder.

Ondördüncü Şua

Afyon Ağır Ceza Mahkemesi Müdafaaları ve Bediüzzaman Hazretlerinin hapishanede talebelerine yadığı mektuplar.

(1948-1949)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.

(Tevbe Sûresi, 9:129)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla..

وَ بِه۪ نَسْتَع۪ينُ

Onunla yardım isteriz..

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.

(Fâtır Sûresi, 35:18)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.

(Tevbe Sûresi, 9:129)

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ

Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

Mü'minler ancak kardeştirler.

(Hucurât Sûresi, 49:10)

لِكُلِّ مُص۪يبَةٍ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Her türlü musîbet karşısında söylediğimiz söz şudur: Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.

(Bakara Sûresi, 2:156)

فَـِلُامِّهِ السُّدُسُ

(O zaman) annesinin hakkı altıda birdir.

(Nisâ Sûresi, 4:11)

فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ

(Eğer vârisler hem erkek, hem de kız kardeşler ise,) erkeğe iki kız hissesi vardır.

(Nisâ Sûresi, 4:176)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

نِعْمَ الْمَوْلٰى وَ نِعْمَ النَّص۪يرُ

O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.

(Enfâl Sûresi, 8:40; Hac Sûresi, 22:78)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ اْلعَالَم۪ينَ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen, de ki: 'Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.

(Tevbe Sûresi, 9:129)

اَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَوا

Allah alışverişi helâl, fâizi ise haram kıldı.

(Bakara Sûresi, 2:275)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

لَنْ تَزَالَ الْخِلَافَةُ فِى وِلْدِ عَمّ۪ى صِنْوِ اَبِى الْعَبَّاسِ حَتّٰى يُسَلِّمُهَٓا اِلَى الدَّجَّالِ

Yani, "Uzun zaman hilâfet-i Abbâsiye devam edecek, sonra o saltanat Deccal eline geçecek"

(Kenzü'l-Ummal, 14:271)

وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪

Onun âilesine ve ashabına selâm olsun.

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ

Ey elbisesine bürünen!

(Müzzemmil Sûresi, 1)

اَللّٰهُ اَكْبَر

Allah en büyüktür.

اَلْعُلَمَٓاءُ وَرَثَةُ الْاَنْبِيَٓاءِ

Alimler peygamberlerin mirasçılarıdırlar.

(Buhari, İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî, Mukaddime: 32; Müsned: 5:196)

تَخَلَّقُوا بِاَخْلَاقِ رَسُولِ اللّٰهِ

Resûlüllah'ın ahlâkıyla ahlâklanınız.

لَا مَهْد۪ى اِلَّا ع۪يسٰى

İsa'dan

(a.s.) başka mehdi yoktur.

(el-Berzenci, el-İşâa' fi Eşrâti's-Sâa': s.112)

اِنَّ الْخِلَافَةَ بَعْد۪ى ثَلَاثُونَ سَنَةً

Benden sonra hilâfet otuz sene devam edecektir.

(Müsned, 5:220, 221, 273; Ebû Davud, Sünnet: 8; Tirmizi, Fiten: 48)

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

"Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder ki, parçalanmak derecesine gelir"

وَ عَلٰٓى اٰلِه۪

Onun ehl-i beytine de

(salât ve selâm olsun.)

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ

Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

اِنَّ الْخِلَافَةَ بَعْد۪ى ثَلَاثُونَ سَنَةً ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا وَفَسَادًا وَجَبَرُوتًا

Benden sonra hilâfet otuz sene sürecek, ondan sonra da ısırıcı saltanat şeklini alacak; sonra ceberût ve fesâd-ı ümmet meydan alacak.

(Müsned, 5:220, 221, 4:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:340)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى

Allah'a hamd olsun ki, bu Rabbimin bir ihsânıdır.

اِنَّا فَتَحْنَالَكَ فَتْحًا مُب۪ينًا

Biz sana ap açık bir fetih yolu açtık.

(Fetih Sûresi, 48:1)

وَ يَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا

Ve Allah sana pek şerefli bir zaferle yardım etsin.

(Fetih Sûresi, 48:3)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksandan uzak olan Allah'ın adıyla.

لِكُلِّ مُص۪يبَةٍ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Biz her türlü musîbet karşısında şöyle deriz: Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.

(Bakara Sûresi, 2:156)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

Onaltıncı Mektub

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara 'Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun' dedikleri zaman onların imanı ziyadeleşti ve 'Allah bize yeter; O ne güzel vekildir' dediler.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا

Ona yumuşak bir dille söz söyleyin.

(Tâhâ Sûresi, 20:44)

اِنَّمَا الْح۪يلَةُ ف۪ى تَرْكِ الْحِيَلِ

Gerçek hile, hilesizliktedir.

اَلْاِسْلَامِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ

"İslâm, cahiliyetten kalma kabilecilik ve menfî ırkçılık gütmeyi ortadan kaldırmıştır.

(Keşf-ül Hafa, 1:127). Bu ibare, İslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir. Bu mevzuda bir çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir: "İslâm dini, kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır." Buharî, Ahkâm: 4, İmâra: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16, Nesâî, Bey'a: 26; İbni Mâce, Cihad: 39; Müsned, 4:69, 70, 199, 204, 205, 5:381, 6:402, 403)

وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ

Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Muhakkak ki Allah kullarını hakkıyla görür.

(Mü'min Sûresi, 40:44)

وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

Rabbinin nimetini yâd et.

(Duhâ Sûresi, 93:11)

تَوَكَّلْنَا عَلَى اللّٰهِ

Allah'a tevekkül ettik.

تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ

Allah'a tevekkül ettim

(Hûd Sûresi, 11:56)

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪ى اِنَّ النَّفْسَ َلَامَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ

Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder.

(Yûsuf Sûresi, 12:53)

لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا

Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.

(Bakara Sûresi, 2:286)

Onaltıncı Mektub'un Zeyli

بِاسْمِهِ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

لَا اِلٰهَ اِلَّا للّٰهِ

Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.

مَٓاءُ الْحَيَاةِ بِذِلَّةٍ كَجَهَنَّمَ ٭ وَ جَهَنَّمُ بِالْعِزِّ فَخْرُ مَنْزِل۪ى

Zilletle ele geçen âb-ı hayat, tıpkı Cehennem gibidir. İzzetle Cehennem ise, medar-ı iftihar bir menzilim olur. Dîvânü Antera,

(Takdim ve şerh: Mecîd Tarrâd), 135

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!

(Enfâl Sûresi, 8:40; Hac Sûresi, 22:78)

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

عَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız; halbuki o sizin için bir hayırdır.

(Bakara Sûresi, 2:216)

خَيْرُ الْاُمُورِ اَحْمَزُهَا

İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.

(el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 1:55)

سِرًّ تَنَوَرَتْ

Gizliden gizliye nurlanır.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

Muhakkak ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

(İnşirah Sûresi, 94:6)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ

Kadere iman eden, kederden emin olur.

(ed-Deylemî, el-Müsned 1:113; el-Müsâvî, Feyzu'l-Kadîr 3:187; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl 1:106)

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ

Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْخَيْرُ ف۪ى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَٓائِمًا سَلَّمَكُمُ اللّٰهُ فِى الدَّارَيْنِ

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun. Allah size iki dünyada da selâmet versin.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

لَنْ تَزَالَ الْخِلَافَةُ ف۪ى وِلْدِ عَمّ۪ى صِنْوِ اَبِى الْعَبَّاسِ حَتّٰى يُسَلِّمُوهَا اِلَى الدَّجَّال

Yani: "Benim amcam, pederimin kardeşi Abbas'ın veledinde Hilafet-i İslâmiye devam edecek. Tâ Deccal'a, o hilafeti teslim edinceye kadar. Yani saltanat-ı hilafet Deccal'ın muhrib eline geçecek."

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَ ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ

Onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.

(Bakara Sûresi, 2:61)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

اَلْخَيْرُ ف۪ى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ

"Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur"

خُذُوا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ اَحْسَنَهُ

"Herşeyin güzel cihetine bakınız"

اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ اُولٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَ اُولٰٓئِكَ هُمْ اُولُوا الْاَلْبَابِ

Kısacık bir meali: "Sözleri dinleyip en güzeline tâbi' olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlahiyeye mazhar akıl sahibi onlardır."

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِحَقِّ تَبَارَكَ ثُمَّ نُونٍ وَ سَٓائِلٍ

Tebareke, Nûn ve Sail

(Mearic)surelerinin hakkı için...

ثُمَّ نُونْ

Sonra Nûn

(Sûresi)

نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ

Nûn. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun.

(Kalem Sûresi: 1)

وَالذَّارِيَاتِ

Tozdurup savuranlara yemin olsun.

(Zâriyat Sûresi: 1)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْخَيْرُ ف۪ى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ

De ki, O Allah birdir.

(İhlâs Sûresi, 112:1)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

Ondan başka ilâh yoktur.

هُوَ

O

(Allah)...

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.

(Tevbe Sûresi, 9:129)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

Beşinci Şua

Aslı 1908 yılında yazılmıştır. 1918 ve 1928 de yeniden düzenlenmiştir. Beşinci Şua'nın verdiği haberlerin tümünün tahakkuk etmesi üzerine 1938 yılında en son halini alarak neşredilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَا

Onun alâmetleri gelmiştir.

(Muhammed Sûresi, 47:18)

وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَ الرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ

Halbuki o âyetlerin tefsirini Allah'tan ve ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlardan başkası bilemez.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:7)

اٰمَنَّا بِه۪ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا

Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:7)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı ancak Allah bilir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ

Gerçek bilgi ancak Allah katındadır.

(Mülk Sûresi, 67:26)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı ancak Allah bilir.

مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ اٰخِرِ الزَّمَانِ

Deccalin fitnesinden ve âhirzaman fitnesinden

(Sana sığınıyoruz ya Rabbî!) Buharî, Daavât: 37,39,44,45; Müslim Mesâcid, 127; Müsned, 6:139)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı ancak Allah bilir.

ف۪ى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ

Sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan kıyâmet gününde...

(Secde Sûresi, 32:5)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı sadece Allah bilir.

اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَاْكُلُ مِنْسَاَتَهُ

Ancak asâsını kemirmekte olan bir ağaç kurdu.

(Sebe Sûresi, 34:14)

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.

(Bakara Sûresi, 2:286)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

مِنْ فِتْنَةِ الْمَس۪يحِ الدَّجَّالِ مِنْ فِتْنَةِ الْمَس۪يحِ الدَّجَّالِ

Mesih Deccalın şerrinden ... Mesih Deccalın şerrinden.

(Buhârî, Ezan: 149; Cenâiz: 88; Tirmizî, Dua: 70, 76, 132; Müsned: 2:185, 186, 414, 416.)

وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ

Gerçek bilgi ancak Allah katındadır.

(Mülk Sûresi, 67:26)

وَ التّ۪ينِ وَ الزَّيْتُونِ

Yemin olsun incire ve zeytine.

(Tîn Sûresi, 95:1)

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ

Rabbinin ismiyle oku.

(Alâk Sûresi, 96:1)

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى

Muhakkak ki insan azgınlaşır.

(Alâk Sûresi, 96:6)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı ancak Allah bilir.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ ٭ لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Doğrusunu Allah daha iyi bilir.. Gaybı ancak Allah bilir.

Onbeşinci Şua - El-Hüccet-üz Zehra Risalesi

Bu Onbeşinci Şua 1949 yılında Afyon Hapishanesinde te'lif edilmiştir. Te'lifine 1926 da başlanan Risale-i Nur Külliyatının enson te'lif edilen risalesidir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ بِه۪ نَسْتَع۪ينُ

Ve Ondan yardım diliyoruz.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَٓا شَر۪يكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْي۪ى وَ يُم۪يتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk umumen Onundur. Hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur. Hayatı veren ve hayatı rızık ile devam ettiren Odur. Ölümü veren de Odur. O kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O her şeye hakkıyla kadirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.

(Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56; Dârîmî, Salât: 88, 90; Muvatta', Hac: 127, 243; Kur'an: 20, 22; Müsned, 1:47; 2:5; 3:320; 4:4; 5:191)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّ۪ى مِنَ الْفَجَتْ

Ey Mevlâm! Âyetü'l-Kübrâ hürmetine, beni tüm sıkıntılardan kurtar.

وَحْدَهُ

O birdir.

لَٓا شَر۪يكَ لَهُ

Onun hiçbir şeriki yoktur.

قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِى الْعَرْشِ سَب۪يلًا

De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah'a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı.

(İsrâ Sûresi, 17:42)

لَهُ الْمُلْكُ

Mülk umumen Onundur.

وَ لَهُ الْحَمْدُ

Hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur.

يُحْي۪ى

Hayatı veren O'dur.

وَ يُم۪يتُ

Ölümü veren de Odur.

وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ

O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir.

بِيَدِهِ الْخَيْرُ

Bütün hayırlar Onun elindedir.

بِيَدِه۪ مَقَال۪يدُ كُلِّ شَيْءٍ

"Herşeyin anahtarı Onun elindedir"

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

Neredeyse öfkeden parçalanacak!

(Mülk Sûresi, 67:8)

وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

O herşeye hakkıyla kadirdir.

(Hûd Sûresi, 11:4; Rum Sûresi, 30:50; Şûrâ Sûresi, 42:9; Mülk Sûresi, 67:1)

وَ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

Ve dönüş O'nadır.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd, Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ...الخ

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd, Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Âlemlerin Rabbi.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

O Rahmândır; Rahimdir.

(Fâtiha Sûresi, 1:3)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ٭ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O Rahmândır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yaratıklarının her türlü rızkını merhametle yetiştirir. O hesap gününün sahibidir.

(Fâtiha Sûresi, 1:2-4)

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

O hesap gününün sahibidir.

(Fâtiha Sûresi, 1:4)

وَ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

Herkesin dönüşü Onun huzurunadır.

(Mâide Sûresi, 5:18)

يَوْمِ الدّ۪ينِ

O hesap günü...

(Fâtiha Sûresi, 1:4)

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.

(Fâtiha Sûresi, 1:5)

اَلْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ

Bugün senin cesedini kurtaracağız.

(Yûnus Sûresi, 10:92)

نَعْبُدُ نَسْتَع۪ينُ

İbadet ediyoruz, istiane ediyoruz, yardım diliyoruz.

اَعْبُدُ اَسْتَع۪ينُ

"Ben ibadet ve istiane ederim."

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.

(Fâtiha Sûresi, 1:5)

اِهْدِنَا

Bizi

(doğru yola) ilet.

(Fâtiha Sûresi, 1:6)

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.

(Fâtiha Sûresi, 1:5)

نَعْبُدُ

İbadet ederiz.

نَسْتَع۪ينُ

Yardım isteriz.

اِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

Ancak Senden yardım isteriz.

(Fâtiha Sûresi, 1:5)

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ

Bizi doğru yola ilet.

(Fâtiha Sûresi: 1:6)

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ

Bizi doğru yola ilet.

(Fâtiha Sûresi: 1:6)

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

عَلَيْهِمْ

Üzerlerine

مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَ

Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kimseler...

(Nisâ Sûresi, 4:69)

اَلنَّبيّ۪ينَ

Peygamberler

وَالصِّدّ۪يق۪ينَ

Sıddıklar.

وَالشُّهَدَٓاءِ

Şehidler.

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

Gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

اَلَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ٭ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet -gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

اٰم۪ينَ

Ey Rabbimiz! Duamızı kabul buyur!

نَعْبُدُ نَسْتَع۪ينُ

İbadet ediyoruz... Yardım diliyoruz...

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ بِه۪ نَسْتَع۪ينُ

Ve Ondan yardım diliyoruz.

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Allah'tan başka hiçbir ilâhın olmadığına şehadet ederim.

وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

Ve Muhammed'in

(a.s.m.) Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim.

هُوَ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا ٭ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ ...الخ

Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidâyet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şâhit olarak Allah yeter. Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler.

(Fetih Sûresi, 48:28-29)

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ

Muhammed

(a.s.m.) Allah'ın Resulüdür.

(Fetih Sûresi, 48:29)

لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ

Eğer sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.

(Hadîs-i Kudsî, Keşfü'l-Hafâ, 2:164; Ayrıca el-Hâkim'in el-Müstedrek'inde bu mânâyı teyit eden şu sahih hadis naklediliyor: "Peygamber Efendimiz buyurdu: Allah İsâ'ya

(a.s.) şöyle vahyetti, 'Ey İsâ, Muhammed'e iman et. Ümmetine de emret ki onlardan ona ulaşanlar da iman etsinler. Muhammed olmasaydı Âdem'i yaratmazdım. Muhammed olmasaydı Cennet ve Cehennemi yaratmazdım. Su üzerinde Arşı yarattığımda arş çırpındı. Üzerine Lâ ilâhe İllallah Muhammedun Resûlullah yazdım, sakinleşti."

(el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615) Ayrıca bk. et-Taberâni, El-Mu'cemü'l-Evsât, 6:314; et-Taberânî, El-Mu'cemü's-Sağîr, 2:182; El-Hallâl, es-Sünne, 1:237; el-Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 5:489.)

اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ

Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir. ["Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir"

(Feyzü'l- Kadîr, c.3, s. 537, hadîs no: 4250; Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 399.) hadîsinden alınan bir ölçü.]

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ صَادِقُ الْوَعْدِ الْاَم۪ينِ بِشَهَادَةِ ظُهُورِهِ دَفْعَةً مَعَ اُمِّيَّتِهِ بِاَكْمَلِ د۪ينٍ وَ اِسْلَامِيَّةٍ وَ شَر۪يعَةٍ وَ بِاَقْوٰى ا۪يمَانٍ وَ اِعْتِقَادٍ وَ عِبَادَةٍ وَ
بِاَعْلٰى دَعْوَةٍ وَ مُنَاجَاةٍ وَ دَعَوَاتٍ وَ بِاَعَمِّ تَبْل۪يغٍ وَ اَتَمِّ مَتَانَةٍ خَارِقَاتٍ مُثْمِرَاتٍ لَا مِثْلَ لَهَا

Ümmîliğiyle beraber en ekmel bir din ve İslâmiyet ve şeriatla ve en kavî bir iman ve itikad ve ibadetle ve en yüksek bir dâvet ve münacat ve duâ ile ve en eamm bir tebliğ ve misli görülmemiş harika ve müsmir, en etemm bir metanetle def'aten zuhurunun şehadetiyle, Muhammed Allah'ın resulüdür ve Sâdıku'l-Va'di'l-Emîndir.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Ey Peygamber, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ

Ey Peygamber, Allah'ın selâmı üzerine olsun.

وَ بِشَهَادَةِ جَم۪يعِ حَقَٓائِقِ الْا۪يمَانِ عَلٰى تَصْد۪يقِهِ

"İmanın altı rükünlerinin hakikatleri ve tahakkukları ve hakkaniyetleri, Muhammed'in

(a.s.m.) risaletine ve hakkaniyetine kat'î şehadet eder."

وَ بِشَهَادَةِ ذَاتِهِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ بِاٰلَافِ مُعْجِزَاتِهِ وَ كَمَالَاتِهِ وَ عُلُوِّ اَخْلَاقِهِ

"O zât

(a.s.m.) güneş gibi kendi kendine delildir. Binler mu'cizat ve kemâlât ve yüksek, güzel ahlâkıyla risaletine ve sadıkıyetine pek kuvvetli şehadet eder."

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ay yarıldı.

(Kamer Sûresi, 54:1)

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى

Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı.

(Enfâl Sûresi, 8:17)

وَ بِشَهَادَةِ الْقُرْاٰنِ بِمَا لَا يُحَدُّ مِنْ حَقَٓائِقِهِ وَ بَرَاه۪ينِهِ

Had ve hesaba gelmeyen hakikat ve burhanlarıyla beraber Kur'ân'ın şehadetiyle...

وَ بِشَهَادَةِ الْجَوْشَنِ بِقُدْسِيَّةِ اِشَارَاتِهِ وَ رَسَٓائِلِ النُّورِ بِقُوَّةِ دَلَٓائِلِهِ وَ الْمَاض۪ى بِتَوَاتُرِ اِرْهَاصَاتِهِ وَ الْاِسْتِقْبَالِ بِتَصْد۪يقِ اٰلَافِ حَادِثَاتِهِ

İşaretlerinin kudsiyetiyle Cevşen'in, delillerinin kuvvetiyle Risale-i Nur'un, tevatür kuvvetindeki irhasatlarıyla mâzinin, binler hâdise ve mu'cizesini tasdikiyle istikbalin şehadetiyle.

وَ بِشَهَادَةِ الْاٰلِ بِقُوَّةِ يَق۪ينِيَّاتِهِمْ فِى تَصْد۪يقِهِ بِدَرَجَةِ حَقِّ الْيَق۪ينِ وَ الْاَصْحَابِ بِكَمَالِ ا۪يمَانِهِمْ ف۪ى تَصْد۪يقِهِ بِدَرَجَةِ عَيْنِ الْيَق۪ينِ وَ الْاَصْفِيَٓاءِ بِقُوَّةِ تَحْق۪يقَاتِهِمْ ف۪ى تَصْد۪يقِهِ بِدَرَجَةِ عِلْمِ الْيَق۪ينِ وَ الْاَقْطَابِ بِتَطَابُقِهِمْ عَلٰى رِسَالَتِهِ بِالْكَشْفِ وَ الْمُشَاهَدَاتِ بِالْيَق۪ينِ

Kuvvetli yakînleriyle ve onu hakkalyakîn derecesinde tasdikleriyle Ehl-i Beytinin, kemâl-i imanları ve aynelyakîn derecesinde onu tasdikleriyle Ashabının, kuvvetli tahkikatları ve ilmelyakîn derecesinde onu tasdikleriyle asfiyanın, kat'î keşfiyat ve müşahedatlarıyla onun risaletinde ittifak eden aktâbın şehadetiyle...

عُلَمَٓاءُ اُمَّت۪ى كَاَنْبِيَٓاءِ بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ

Ümmetimin alimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.

(Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:64; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 1:107

(Diyanet İşleri Yayınları)

وَ بِشَهَادَةِ الْاَزْمِنَةِ الْمَاضِيَّةِ بِتَوَاتُرِ بَشَارَاتِ الْكَوَاهِنِ وَ الْهَوَاتِفِ وَ الْعُرَفَٓاءِ فِى الْاَدْوَارِ السَّالِف۪ينَ وَ بِمُشَاهَدَةِ بَشَارَاتِ الرُّسُلِ وَ الْاَنْبِيَٓاءِ وَ بِشَهَادَتِهِمْ وَ بَشَارَتِهِمْ عَلَيْهِمُ السَّلَامُ بِرِسَالَةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ فِى الْكُتُبِ الْمُقَدَّسَةِ

Geçmiş asırlardaki kâhinler ve hâtifler ve âriflerden tevatürle nakledilen müjdelerin, semâvî kitaplarda müşahede edilen sair nebî ve resullerin müjdelerinin, ve o peygamberlerin

(aleyhimüsselâm), mukaddes kitaplarda Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma şehadet edip onun geleceğini tebşir etmelerinin şehadetiyle...

وَ بِشَهَادَةِ الْكَٓائِنَاتِ بِغَايَاتِهَا وَ بِالْمَقَاصِدِ الْاِلٰهِيَّةِ ف۪يهَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْمُحَمَّدِيَّةِ الْجَامِعَةِ بِسَبَبِ تَوَقُّفِ حُصُولِ غَايَاتِ الْكَٓائِنَاتِ وَ الْمَقَاصِدِ الْاِلٰهِيَّةِ مِنْهَا وَ تَقَرُّرِ قِيْمَتِهَا وَ وَظَٓائِفِهَا وَ تَبَارُزِ حُسْنِهَا وَ كَمَالِهَا وَ تَحَقُّقِ حِكَمِ حَقَٓائِقِهَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْاِنْسَانِيَّةِ لَاسِيَّمَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْمُحَمَّدِيَّةِ اِذْ هِىَ الْمُظْهِرَةُ وَ الْمَدَارُ الْاَتَمُّ لَهَا وَ لَوْلَاهَا لَصَارَتْ هٰذِهِ الْكَٓائِنَاتُ الْمُكَمَّلَةُ وَ الْكِتَابُ الْكَب۪يرُ ذُو الْمَعَانِى السَّرْمَدِيَّةِ هَبَٓاءً مَنْثُورًا مُتَطَايِرَةَ الْمَعَانِى مُتَسَاقِطَةَ الْكَمَالَاتِ وَ هُوَ مُحَالٌ مِنْ وُجُوهٍ وَ جِهَاتٍ

Kâinatın, gayeleri ve onda tezahür eden makàsıd-ı İlâhiye ile onun hakkaniyetine şehadetiyle. Çünkü kâinatın yaratılışındaki gayeler ve makàsıd-ı İlâhiye, kıymetini bulup vazifelerini yerine getirmesi, hüsün ve kemâlinin ortaya çıkması ve hakikatlerindeki hikmetlerin tahakkuk etmesi, insanlar içinde peygamberlerin gönderilmesine, bilhassa risalet-i Muhammediyeye mütevakkıftır. Zira bütün bunları en zahir şekilde gösteren ve bu gayelerin en etemm medarı olan, O'dur. Eğer risalet-i Muhammediye olmasaydı, bu mükemmel kâinat ve bu sermedî mânâlar sahibi kitab-ı kebir, hebâen mensur gidecek, mânâsız kalacak ve kemâlâtı sukut edecekti ki, bu da pek çok cihetlerden muhaldir.

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Muhammed'in

(a.s.m.) Allah'ın resulü olduğuna şehadet ederim.

نَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

Muhammed'in

(a.s.m.) Allah'ın resulü olduğuna şehadet ederiz.

وَ بِشَهَادَةِ صَاحِبِ الْكَٓائِنَاتِ وَ خَلَّاقِهَا وَ مُتَصَرِّفِهَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْمُحَمَّدِيَّةِ بِاَفْعَالِ رَحْمَانِيَّتِهِ وَ بِاِجْرَٓااٰتِ رُبُوبِيَّتِهِ كَفِعْلِ الرَّحْمَانِيَّةِ بِاِنْزَالِ الْقُرْاٰنِ الْمُعْجِزِ الْبَيَانِ عَلَيْهِ وَ بِاِظْهَارِ اَنْوَاعِ الْمُعْجِزَاتِ عَلٰى يَدَيْهِ وَ بِتَوْفِيقِهِ وَ حِمَايَتِهِ فِى كُلِّ حَالَاتِهِ وَ بِاِدَامَةِ د۪ينِهِ بِكُلِّ حَقَٓائِقِهِ وَ بِاِعْلَٓاءِ مَقَامِ حُرْمَتِهِ وَ شَرَفِهِ وَ اِكْرَامِهِ عَلٰى جَم۪يعِ الْمَخْلُوقَاتِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَياَنِ وَ كَفِعْلِ رُبُوبِيَّتِهِ بِجَعْلِ رِسَالَتِهِ شَمْسًا مَعْنَوِيَّةً لِكَٓائِنَاتِهِ وَ بِجَعْلِ د۪ينِهِ فِهْرِسْتَةَ كَمَالَاتِ عِبَادِهِ وَ بِجَعْلِ حَق۪يقَتِهِ مِرْاٰةً جَامِعَةً لِتَجَلِّيَاتِ اُلُوهِيَّتِهِ وَ بِتَوْظ۪يفِهِ بِوَظَٓائِفَ ضَرُورِيَّةٍ لَازِمَةٍ لِوُجُودِ الْمَخْلُوقَاتِ فِى هٰذِهِ الْكَٓائِنَاتِ كَلُزُومِ الرَّحْمَةِ وَ الْحِكْمَةِ وَ الْعَدَالَةِ وَ كَضَرُورَةِ لُزُومِ الْغِذَٓاءِ وَ الْمَٓاءِ وَ الْهَوَٓاءِ وَ الضِّيَٓاءِ

Kâinat Sahibi ve Hâlıkı ve Mutasarrıfının, Rahmâniyet ef'âli ve Rububiyet icraatıyla, risalet-i Muhammediyeye şehadeti. Meselâ Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyanı ona indirmek ve Onun elinde envâ-ı mu'cizatı izhar etmek ve her türlü halinde Onu himaye ve muvaffak ederek Onun dinini bütün hakikatleriyle beraber idame ettirmek ve Onun makam-ı hürmet ve şerefini yüceltmek ve Ona bilmüşahede bütün mahlûkatın üzerinde makam vermek gibi Rahmâniyet fiilleri ve Onun risaletini kâinatına mânevi bir güneş yapmak ve Onun dinini, kullarının kemâlâtına bir fihriste yapmak ve Onun hakikatini, ulûhiyetinin tecelliyatına câmi bir ayna yapmak ve bu kâinatta mahlûkatın vücudu için rahmet ve hikmet ve adaletin lüzumu ve gıda ve su ve hava ve ışığın zarureti derecesinde zarurî vazifelerle Onu tavzif etmek gibi rububiyet fiilleriyle, bu Kâinat Sahibi, Onun hakkaniyetine şehadet eder.

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

"Ey Peygamber, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun."

اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

Muhammed'in

(a.s.m.) Allah'ın resulü olduğuna şehadet ederim.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ وَ عَلٰٓى اٰلِهِ وَ صَحْبِهِ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْاٰنِ الْمَقْرُوئَةِ وَ الْمَكْتُوبَةِ اٰم۪ينَ

Allahım, Ona ve âl ve ashabına, okunan ve yazılan bütün Kur'ân harfleri adedince salât ve selâm et.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

Elhüccetüzzehra'nın İkinci Makamı

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ بِه۪ نَسْتَع۪ينُ

Ve Ondan yardım diliyoruz.

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكَاةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ

Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, mübârek bir ağacın

(yakıtından) tutuşturulmuştur.

(Nûr Sûresi, 24:35)

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ى بَحْرٍ لُجِّىٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ

Yahut onların amelleri, derin bir denizin karanlıklarına benzer ki, o denizi üst üste dalgalar kaplamıştır.

(Nûr Sûresi, 24:40)

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

Gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ى بَحْرٍ لُجِّىٍّ

(Yahut onların amelleri,) derin bir denizin karanlıklarına benzer.

(Nûr Sûresi, 24:40)

اَلَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ

Göklerin ve yerin Rabbi.

(Ra'd Sûresi, 13:16)

هُوَ الَّذ۪ى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا ف۪ى مَنَاكِبِهَا وَ كُلُوا مِنْ رِزْقِه۪

Üzerinde gezin ve Allah'ın verdiği rızıktan yiyin diye, yeryüzünü sizin emrinize veren Odur.

(Mülk Sûresi, 67:15)

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Allah göklerin ve yerin nurudur.

(Nûr Sûresi, 24:35)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

اَلَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

اَلَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Allah göklerin ve yerin nurudur.

(Nûr Sûresi, 24:35)

مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا

Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.

(Hûd Sûresi, 11:56)

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ

Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir.

(Ankebût Sûresi, 29:60)

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓى اٰدَمَ

And olsun ki Biz Âdemoğullarına ikramda bulunduk.

(İsrâ Sûresi, 17:70)

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ى نَع۪يمٍ

İhlâs ile kulluk edenler, nimetlerle dolu Cennet içindedir.

(İnfitar Sûresi, 82:13)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

(Fâtiha Sûresi, 1:2)

مَغْضُوبِ ضَالِّينَ

Gazaba uğrayanlar... sapıtmış olanlar.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

خَلِقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Gökleri ve yeri yaratan.

(En'âm Sûresi, 6:1)

مَسَخِّرُ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ

Ay'ı ve Güneş'i itaat ettiren!

رَبُّ الْعَالَمِينَ

Alemlerin Rabbi.

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

Allah göklerin ve yerin nûrudur.

(Nûr Sûresi, 24:35)

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ

And olsun ki yakın göğü Biz kandillerle süsledik.

(Mülk Sûresi, 67:5)

اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا

Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl binâ edip süsledik.

(Kâf Sûresi, 50:6)

ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ

Bundan başka semâya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti.

(Bakara Sûresi, 2:29)

اَلَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.

(Fâtiha Sûresi, 1:7)

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ى بَحْرٍ لُجِّىٍّ

Yahut onların amelleri, derin bir denizin karanlıklarına benzer.

(Nûr Sûresi, 24:40)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَ لَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِى الْمُلْكِ وَ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِىٌّ مِنَ الذُّلِّ وَ كَبِّرْهُ تَكْب۪يرًا

De ki: Hamd olsun o Allah'a ki evlât edinmekten münezzehtir, mülkünde ortağı bulunmaz ve hiçbir şeyden de âciz değildir ki yardımcıya ihtiyacı olsun. Ve hürmet ve tâzim ile Onun yüceliğini an.

(İsrâ Sûresi, 17:111)

اَللّٰهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ قُدْرَةً وَ عِلْمًا اِذْ هُوَ الْعَل۪يمُ بِكُلِّ شَيْءٍ بِعِلْمٍ مُح۪يطٍ لَازِمٍ ذَاتِىٍّ للِذَّاتِ يَلْزُمُ الْاَشْيَٓاءَ لَا يُمْكِنُ اَنْ يَنْفَكَّ عَنْهُ شَيْءٌ بِسِرِّ الْحُضُورِ وَ الشُّهُودِ وَ الْاِحَاطَةِ النُّورَانِيَّةِ وَ بِسِرِّ اِسْتِلْزَامِ الْوُجُودِ لِلْعُمُومِيَّةِ وَ اِحَاطَةِ نُورِ الْعِلْمِ بِعَالَمِ الْوُجُودِ ٭

Allah, ilim ve kudretiyle herşeyden büyüktür. Zira O, Zâtının lâzımı olan muhit ilmiyle herşeyi her şe'niyle bilir. Öyle bir ilmin herşeye taallûku lâzımdır ve hiçbir şeyin Ondan gizlenmesi mümkün değildir. Çünkü huzur ve şuhud ve nuranî ihata vardır; vücut malumiyeti istilzam eder ve nur-u ilmin bütün âlem-i vücuda ihatası vardır.

نَعَمْ فَالْاِنْتِظَامَاتُ الْمَوْزُونَةُ وَ الْاِتِّزَانَاتُ الْمَنْظُومَةُ وَ الْحِكَمُ الْقَصْدِيَّةُ الْعَامَّةُ وَ الْعِنَايَاتُ الْمَخْصُوصَةُ الشَّامِلَةُ وَ الْاَقْضِيَّةُ الْمُنْتَظَمَةُ وَ الْاَقْدَارُ الْمُثْمِرَةُ وَ الْاٰجَالُ الْمُعَيَّنَةُ وَ الْاَرْزَاقُ الْمُقَنَّنَةُ وَ الْاِتِّقَانَاتُ الْمُفَنَّنَةُ وَ الْاِهْتِمَامَاتُ الْمُزَيَّنَةُ وَ غَايَةُ كَمَالِ الْاِنْتِظَامِ الْاِنْسِجَامِ الْاِتِّسَاقِ الْاِتِّقَانِ الْاِتِّزَانِ الْاِمْتِيَازِ الْمُطْلَقَاتِ فِى كَمَالِ السُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ دَٓالَّاتٌ عَلٰى اِحَاطَةِ عِلْمِ عَلَّامِ الْغُيُوبِ بِكُلِّ شَيْءٍ ٭ اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَ هُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ ٭ فَنِسْبَةُ دَلَالَةِ حُسْنِ صَنْعَةِ الْاِنْسَانِ عَلٰى شُعُورِ الْاِنْسَانِ اِلٰى نِسْبَةِ دَلَالَةِ حُسْنِ خِلْقَةِ الْاِنْسَانِ عَلٰى عِلْمِ خَالِقِ الْاِنْسَانِ كَنِسْبَةِ لُمَيْعَةِ زُجَيْجَةِ الذُّبَيْبَةِ فِى اللَّيْلَةِ الدَّهْمَٓاءِ اِلٰى شَعْشَعَةِ الشَّمْسِ ف۪ى رَابِعَةِ النَّهَارِ

Evet, mevcudatta müşahede edilen mizanlı intizamlar

Ve nizamlı ittizanlar,

Kasdî hikmet-i âmme

Ve mahsus inâyât-ı şâmile,

Muntazam kazâlar ve müsmir kaderler,

Muayyen eceller ve mukannen erzaklar,

Düsturlarının sağlamlığıyla kâinattaki fenleri netice veren itkanat ve herşeyi süslendiren ihtimamat ile,

Suhulet-i mutlaka içindeki kemâl-i intizam ve insicam ve ittisak ve ittikan ve ittizan ve imtiyaz-ı mutlaka, herşeyi bilen bir Allâmü'l-Guyûbun ihata-i ilmiyesine delâlet eder.

"Yaratan bilmez olur mu? Onun ilmi herşeyin inceliklerine nüfuz eder ve O herşeyden hakkıyla haberdardır"

(Mülk Sûresi, 67:14) İnsanın hüsn-ü san'atının onun şuuruna delâletiyle, hilkat-i insanın ilm-i Hâlıka delâleti arasındaki nisbet, karanlık gecedeki yıldız böceğinin ışıkçığının, günün ortasında yeryüzünde parlayan güneşin şâşaasına nisbeti gibidir.

وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى كَلُزُومِ الضِّيَاءِ الْمُحِيطِ للِشَّمْسِ

En yüce meseller Allaha aittir.. Kuşatıcı ışığın, güneşe lüzumu gibi...

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

Bütün tahiyyeler, bütün mübarekler, bütün salevât ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah'a mahsustur.

(Buhari, Ezân: 148, 150, el-Amel Fi's-Salât: 4, İsti'zân: 3, 28, Da'avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17)

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

Bütün tahiyyeler, bütün mübarekler, bütün salevât ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah'a mahsustur.

(Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta', Nidâ': 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382... 4:409)

اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ

"Sâni-i Zülcelâlini, hayatlarının lisan-ı halleriyle, ins ve cin ve melek olan zîşuurların kàl dilleri gibi tahiyyelerle alkışlar ve tebriklerle اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ derler. Ve hayatlarının fiyatını, doğrudan doğruya bütün mahlûkatı bütün ahvâliyle bilen Hâlıklarına ubudiyetkârâne takdim ediyorlar."

اَلْمُبَارَكَاتُ

"Mübareklerin ve görenlere "Bârekâllah" dedirtenlerin ve اَلْمُبَارَكَاتُ nün geniş âlemine girip bütün zîruhun mâsum, mübarek yavrularını ve bütün zihayatın mukadderat ve programlarının kutucukları olan tohum ve çekirdekleri başta olarak o mübarekât âlemi.."

اَلصَّلَوَاتُ

Zîruh âleminin bütün salevât ve ubudiyetlerini Ona takdim ve tahsis eder mânâsıyla, Mi'rac-ı Ekberde Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ve mi'rac-ı asgar olan namazlarda onun ümmeti,

اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

der.

اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

"Ehl-i mârifet ve iman ve küllî şuur sahibi olan ins ve cin ve melek ve ruhânîlerin, kâinatı güzel tayyibeleri ve haseneleri ve ubudiyetleriyle güzelleştiren ve güzellerin âlemine bakan ve sermedî Cemîl-i Mutlakın hadsiz cemâl ve güzelliklerini ve kâinatı süslendiren isimlerinin daimî güzelliklerini tam bilen ve aşk ve şevkle küllî ubûdiyetler ile mukabele eden ve parlak iman ve geniş marifetler ve medh ü senaların revâih-i tayyibe ve hoş kokularıyla Hâlıklarına karşı o hadsiz tayyibatlar mânâsı..."

فَالْاِنْتِظَامَاتُ الْمَوْزُونَةُ

"Yani, bütün mahlûkatta müşahede edilen ölçülü düzgünlük, mizanlı intizam, ihatalı bir ilme şehadet eder."

وَالْاِتِّزَانَاتُ الْمَنْظُومَةُ

"Yani, bütün kâinattaki masnuâtta, cüz'î-küllî, seyyarattan tâ kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâya kadar herşeyde gayet düzgün bir ölçü, mütenasip bir mizan bulunması, bedahetle muhît bir ilme delâlet ve kat'î şehadet eder."

وَالْحِكَمُ الْقَصْدِيَّةُ الْعَٓامَّةُ

Yani, bütün kâinattaki hallâkıyet ve faaliyette ve tebeddülât ve ihyâ ve tavzifat ve terhisatta bütün masnuâtın herbiri ve herbir taifenin tesadüf imkânı olmayan öyle kastî ve bilerek takılan hikmetleri ve faideleri ve vazifeleri var. Ve görüyoruz ki, ihâtalı bir ilmi bulunmayan, hiçbir cihette, hiçbirisine icad noktasında sahip çıkamaz.

وَالْعِنَايَاتُ الْمَخْصُوصَةُ الشَّامِلَةُ

Yani, bütün zîhayat, zîşuur âleminde, her nev'e ve her ferde, hususî ve ona münasip ve umuma şâmil inayetler, şefkatler, himayetler, bedahet derecesinde ihatalı bir ilme delâlet ve o inayetlere mazhar olanları ve ihtiyaçlarını bilen bir Alîm-i İnayetkârın vücub-u vücuduna hadsiz şehadetler eder, demektir.

وَالْاَقْضِيَّةُ الْمُنْتَظَمَةُ وَالْاَقْدَارُ الْمُثْمِرَةُ

"Yani, herşeyin, hususan nebatat ve eşcar ve hayvanat ve insanların şekilleri ve miktarları, ilm-i ezelînin iki nev'i olan kaza ve kaderin düsturlarıyla san'atkârâne biçilmiş ve herbirinin kàmetine göre tam münasip dikilmiş, mükemmel giydirilmiş, gayet muntazam birer hikmetli şekil verilmiş. Onlar, herbiri ve beraber, bir nihayetsiz ilme delâlet ve bir Sâni-i Alîme, adetlerince şehadet ederler demektir."

وَالْاٰجَالُ الْمُعَيَّنَةُ وَالْاَرْزَاقُ الْمُقَنَّنَةُ

"Yani: Ehemmiyetli bir hikmet için, zahir nazarda mübhem ve gayr-ı muayyen tevehhüm edilen eceller ve rızıklar, ibham perdesi altında kaza ve kader-i ezelînin defterinde mukadderat-ı hayatiye sahifesinde her zîhayatın eceli mukadder ve muayyendir; tekaddüm, teahhur etmez. Ve her zîruhun rızkı tayin ve tahsis edilip kaza ve kader levhasında yazıldığına hadsiz deliller var."

وَالْاِتِّقَانَاتُ الْمُفَنَّنَةُ وَالْاِهْتِمَامَاتُ الْمُزَيَّنَةُ

"Yani: Her masnuda, hususan bahar mevsiminde zemin yüzünde sermedî bir hüsn ü cemalin cilvelerini gösteren bütün güzel mahluklar, ezcümle çiçekler, meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların hilkatlerinde ve suretlerinde ve cihazatlarında öyle mu'cizane bir meharet ve dikkat ve hârika bir san'at, bir ittikan, bir mükemmeliyet ve san'atkârlarının mu'cizatlı hünerlerini gösteren ayrı ayrı, çeşit çeşit tarzlarda şekiller, makinecikler.."

وَالْاِهْتِمَامَاتُ الْمُزَيَّنَةُ

"O güzel masnu'larda o derece bir şirin süslemek ve tatlı bir zînet ve cazibedar bir cemal-i san'at.."

وَغَايَةُ كَمَالِ الْاِنْتِظَامِ الْاِتِّزَانِ الْاِمْتِيَازِ الْمُطْلَقَاتِ فِى السُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ وَخَلْقُ الْاَشْيَٓاءِ فِى الْكَثْرَةِ الْمُطْلَقَةِ مَعَ الْاِتِّقَانِ الْمُطْلَقِ وَفِى السُّرْعَةِ الْمُطْلَقَةِ مَعَ الْاِتِّزَانِ الْمُطْلَقِ وَفِى الْوُسْعَةِ الْمُطْلَقَةِ مَعَ كَمَالِ حُسْنِ الصَّنْعَةِ وَفِى الْبُعْدَةِ الْمُطْلَقَةِ مَعَ الْاِتِّفَاقِ الْمُطْلَقِ وَفِى الْخِلْطَةِ الْمُطْلَقَةِ مَعَ الْاِمْتِيَازِ الْمُطْلَقِ

"Evvelâ: Bütün zeminde görüyoruz; tam bilmekten ve meharetten gelen gayet sühulet ve kolaylıkla acib zîhayat makineler, def'aten ve bir kısmı bir dakikada düzgün, ölçülü, emsalinden farikalı yapılmaları, nihayetsiz bir ilme delalet ve san'attaki meharet-i ilmiyeden gelen sühulet ve kolaylık derecesinde o ilmin kemaline şehadet eder.

Sâniyen: Gayet kesret ve çokluk içinde şaşırmadan gayet derecede san'atlı, mükemmel icadlar, nihayetsiz bir kudret içinde hadsiz bir ilme delalet ve Alîm ve Kadîr-i Mutlak'a hadsiz şehadet eder.

Sâlisen: Sür'at-i mutlaka ve gayet çabuk yapılmakla beraber, gayet derecede mizanlı, ölçülü icadları; hadsiz bir ilme delalet ve adedlerince bir Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak'a şehadet ederler.

Râbian: Gayet geniş bütün zemin yüzünde hadsiz zîhayatların vüs'at-i mutlaka ile beraber gayet san'atkârane, süslü, kemal-i hüsn-ü san'at ile yapılmaları hiç şaşırmayan, herşeyi beraber gören, bir şeyi bir şeye mani' olmayan bir ihatalı ilme delalet ve bir Alîm-i Küll-i Şey ve Kadîr-i Mutlak'ın masnu'ları olduklarına herbiri ve beraber şehadet ederler.

Hâmisen: Bu'd-u mutlak ve birbirinden gayet uzak bir nevin efradı; biri şarkta, biri garbda, biri şimalde, biri cenubda, aynı zamanda, aynı tarzda birbirinin misli ve birbirinden teşahhusça imtiyazlı bir surette vücuda gelmeleri ancak bir Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak'ın kâinatı idare eden hadsiz kudreti ve bütün mevcudatı ahvaliyle ihata eden nihayetsiz ilmiyle olabilmesi cihetiyle, muhit bir ilme delalet ve bir Allâm-ül Guyûb'a hadsiz şehadet ederler.

Sâdisen: İhtilat-ı mutlakla beraber hiç şaşırmadan ve karıştırmadan herbirisi tam bir imtiyaz ve alâmet-i farika ile o karışık emsalinde ve karanlık yerlerde, meselâ toprak altındaki tohumlar gibi şaşıran vaziyetlerde o çok kalabalıklı zîhayat makinelerin her birisinin hiçbir cihazatını noksan bırakmayarak mu'cizatlı bir surette yaratılmaları, güneş gibi ilm-i ezelîye delalet ve gündüz gibi Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak'ın hallakıyetine, rububiyetine şehadet ederler."

اَللّٰهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ قُدْرَةً وَعِلْمًا اِذْ هُوَ الْمُر۪يدُ لِكُلِّ شَيْءٍ مَاشَٓاءَ اللّٰهُ كَانَ وَمَا لَمْ يَشَاْ لَمْ يَكُنْ اِذْ تَنْظ۪يمُ اِيجَادِ الْمَصْنُوعَاتِ ذَاتًا وَصِفَةً وَمَاهِيَّةً وَهُوِيَّةً مِنْ بَيْنِ الْاِمْكَانَاتِ الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَالطُّرُقِ الْعَق۪يمَةِ وَالْاِحْتِمَالَاتِ الْمُشَوَّشَةِ وَسُيُولِ الْعَنَاصِرِ الْمُتَشَاكِسَةِ وَالْاَمْثَالِ الْمُتَشَابِهَةِ بِهٰذَا النِّظَامِ الْاَدَقِّ الْاَرَقِّ وَتَوْز۪ينُهَا بِهٰذَا الْم۪يزَانِ الْحَسَّاسِ الْجَسَّاسِ وَتَمْي۪يزُهَا بِهٰذِهِ التَّعَيُّنَاتِ الْمُزَيَّنَةِ الْمُنْتَظَمَةِ وَخَلْقُ الْمُخْتَلِفَاتِ الْمُنْتَظَمَاتِ الْحَيَوِيَّةِ مِنَ الْبَس۪يطِ الْجَامِدِ الْمَيِّتِ كَالْاِنْسَانِ بِجِهَازَاتِهِ مِنَ النُّطْفَةِ وَالطَّيْرِ بِجَوَارِحِهِ مِنَ الْبَيْضَةِ وَالشَّجَرَةِ بِاَعْضَائِهَا مِنَ النُّوَاةِ وَالْحَبَّةِ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّ كُلَّ شَيْءٍ بِاِرَادَتِهِ تَعَالٰى وَاِخْتِيَارِهِ وَقَصْدِهِ وَمَش۪يئَتِهِ سُبْحَانَهُ كَمَا اَنَّ تَوَافُقَ الْاَشْيَٓاءِ فِى اَسَاسَاتِ الْاَعْضَاءِ النَّوْعِيَّةِ وَالْجِنْسِيَّةِ يَدُلُّ عَلٰى اَنَّ صَانِعَ تِلْكَ الْاَفْرَادِ وَاحِدٌ اَحَدٌ كَذٰلِكَ اَنَّ تَمَايُزَهَا بِالتَّشَخُّصَاتِ الْمُتَمَايِزَاتِ وَالتَّعَيُّنَاتِ الْمُنْتَظَمَةِ يَدُلُّ عَلٰى اَنَّ ذٰلِكَ الصَّانِعَ الْوَاحِدَ الْاَحَدَ فَاعِلٌ مُخْتَارٌ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ وَيَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ

"Yani, herşey onun irade ve meşietiyle olur. İstediği olur, istemediği olmaz. Her ne isterse yapar. İstemezse, hiçbir şey olmaz. Bir hüccet şudur: Görüyoruz ki, bu masnuatın herbiri muayyen zâtı, mahsus sıfatı, ayrı hususî mahiyeti, mümtaz farikalı sureti, hadsiz imkânat ve başka tarzlarda olabilir, teşvişçi ihtimalat içinde, neticesiz çok yollarda ve sel gibi akan ve karıştıran ve birbirine zıd unsurların müdahaleleri içinde ve sehiv ve iltibasa sebebiyet veren ve birbirine benzeyen emsalleri içinde bu karmakarışık hallere karşı, o herbir masnuu ince, tam, düzgün bir nizam altına almak ve hassas, cessas, mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvunu ve cihazını tartmak, takmak ve yüzüne süslü, düzgün bir sîma, bir teşahhus vermek ve birbirine muhalif a'zalarını basit, camid, ölü bir maddeden zîhayat olarak gayet san'atlı yaratmak.. meselâ insanı ayrı ayrı yüz cihazatı ile bir katre sudan icad etmek ve kuşu pekçok âlât ve muhtelif cihazlarıyla bir basit yumurtadan inşa edip mu'cizatlı suret giydirmek ve ağacı dal, budak ve mütenevvi a'za ve eczasıyla basit, camid "karbon, azot, müvellidülmâ, müvellidülhumuza"dan terekküb eden bir küçük çekirdekten çıkarmak, muntazam, meyveli bir şekil giydirmek, elbette ve elbette bedahetle, şübhesiz kat'iyyetle vücub ve zaruret ve lüzum derecesinde isbat eder ki; o herbir masnua bütün zerrat ve eczasıyla ve suret ve mahiyetiyle bir Kadîr-i Mutlak'ın irade ve meşietiyle ve ihtiyar ve kasdıyla o mahsus, mükemmel vaziyet veriliyor. Ve herşeye şamil bir iradenin taht-ı hükmündedir. Ve bu tek masnuun bu şübhesiz tarzda irade-i İlahiyeye delaleti gösteriyor ki, bütün masnuat hadsiz, nihayetsiz ve güneş ve gündüz gibi zahir bir kat'iyyette, her şeye şamil irade-i İlahiyeye, adedlerince şehadetler ve bir Kadîr-i Mürîd'in vücub-u vücuduna hadsiz hüccetlerdir.

Hem ilm-i İlahînin sâbıkan mezkûr bütün delilleri, aynen iradenin dahi delilleridir. Çünki, ikisi kudretle beraber iş görüyorlar. Biri birisiz olmaz. Herbir nev'in ve cinsin efradı, a'za-i nev'iye ve cinsiyede tevafukları nasıl delalet eder ki Sâni'leri birdir, vâhiddir, ehaddir.. öyle de: Yüzlerinin sîmaları hikmetli bir tarzda birbirinden farikalı ve ayrı olması kat'î delalet eder ki: O Sâni'-i Vâhid-i Ehad, bir fâil-i muhtardır. İrade ve ihtiyar ve meşiet ve kasd ile herşeyi yaratır."

اَللّٰهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ قُدْرَةً وَ عِلْمًا اِذْ هُوَ الْقَد۪يرُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ بِقُدْرَةٍ مُطْلَقَةٍ مُح۪يطَةٍ ضَرُورِيَّةٍ نَاشِئَةٍ لَازِمَةٍ ذَاتِيَّةٍ لِلذَّاتِ الْاَقْدَسِيَّةِ فَمُحَالٌ تَدَاخُلُ ضِدِّهَا فَلَا مَرَاتِبَ ف۪يهَا فَتَتَسَاوٰى بِالنِّسْبَةِ اِلَيْهَا الذَّرَّاتُ وَ النُّجُومُ وَ الْجُزْءُ وَ الْكُلُّ وَ الْجُزْئِىُّ وَ الْكُلِّىُّ وَ النُّوَاةُ وَ الشَّجَرُ وَ الْعَالَمُ وَ الْاِنْسَانُ بِسِرِّ مُشَاهَدَةِ غَايَةِ كَمَالِ الْاِنْتِظَامِ الْاِتِّزَانِ الْاِمْتِيَازِ الْاِتِّقَانِ الْمُطْلَقَاتِ مَعَ السُّهُولَةِ فِى الْكَثْرَةِ وَ السُّرْعَةِ وَ الْخِلْطَةِ الْمُطْلَقَةِ وَ بِسِرِّ النُّورَانِيَّةِ وَ الشَّفَّافِيَّةِ وَ الْمُقَابَلَةِ وَ الْمُوَازَنَةِ وَ الْاِنْتِظَامِ وَ الْاِمْتِثَالِ وَ بِسِرِّ اِمْدَادِ الْوَاحِدِيَّةِ وَ يُسْرِ الْوَحْدَةِ وَ تَجَلِّى الْاَحَدِيَّةِ وَ بِسِرِّ الْوُجُوبِ وَ التَّجَرُّدِ وَ مُبَايَنَةِ الْمَاهِيَّةِ وَ بِسِرِّ عَدَمِ التَّقَيُّدِ وَ عَدَمِ التَّحَيُّزِ وَ عَدَمِ التَّجَزّ۪ى وَ بِسِرِّ اِنْقِلَابِ الْعَوَائِقِ وَ الْمَوَانِعِ اِلٰى حُكْمِ الْوَسَٓائِلِ الْمُسَهِّلَاتِ وَ بِسِرِّ اَنَّ الذَّرَّةَ وَ الْجُزْءَ وَ الْجُزْئِىَّ وَ النُّوَاةَ وَ الْاِنْسَانَ لَيْسَتْ بِاَقَلَّ صَنْعَةً وَ جَزَالَةً مِنَ النَّجْمِ وَ الْكُلِّ وَ الْكُلِّىِّ وَ الشَّجَرِ وَ الْعَالَمِ فَخَالِقُهَا هُوَ خَالِقُ هٰذِهِ بِالْحَدْسِ الشُّهُودِىِّ وَ بِسِرِّ اَنَّ الْمُحَاطَ وَ الْجُزْئِيَّاتِ كَالْاَمْثِلَةِ الْمَكْتُوبَةِ الْمُصَغَّرَةِ اَوْ كَالنُّقَطِ الْمَحْلُوبَةِ الْمُعَصَّرَةِ فَلَا بُدَّ اَنْ يَكُونَ الْمُح۪يطُ وَ الْكُلِّيَّاتُ ف۪ى قَبْضَةِ خَالِقِ الْمُحَاطِ وَ الْجُزْئِيَّاتِ لِيُدْرِجَ مِثَالَهَا ف۪يهَا بِمَوَاز۪ينِ عِلْمِه۪ اَوْ يُعَصِّرَهَا مِنْهَا بِدَسَات۪يرِ حِكْمَتِه۪ وَ بِسِرِّ كَمَا اَنَّ قُرْاٰنَ الْعِزَّةَ الْمَكْتُوبَ عَلَى الذَّرَّةِ الْمُسَمَّاةِ بِالْجَوْهَرِ الْفَرْدِ بِذَرَّاتِ الْاَث۪يرِ لَيْسَ بِاَقَلَّ جَزَالَةً وَ خَارِقِيَّةَ صَنْعَةٍ مِنْ قُرْاٰنِ الْعَظَمَةِ الْمَكْتُوبِ عَلٰى صَح۪يفَةِ السَّمَٓاءِ بِمِدَادِ النُّجُومِ وَ الشُّمُوسِ كَذٰلِكَ اَنَّ وَرْدَ الزُّهْرَةِ لَيْسَتْ بِاَقَلَّ جَزَالَةً وَ صَنْعَةً مِنْ دُرِّىِّ نَجْمِ الزُّهْرَةِ وَ لَا النَّمْلَةُ مِنَ الْف۪يلَةِ وَ لَا الْمِكْرُوبُ مِنَ الْكَرْكَدَانِ وَ لَا النَّحْلَةُ مِنَ النَّخْلَةِ بِالنِّسْبَةِ اِلٰى قُدْرَةِ خَالِقِ الْكَٓائِنَاتِ فَكَمَٓا اَنَّ غَايَةَ كَمَالِ السُّرْعَةِ وَ السُّهُولَةِ ف۪ى ا۪يجَادِ الْاَشْيَٓاءِ اَوْقَعَتْ اَهْلَ الضَّلَالَةِ ف۪ى اِلْتِبَاسِ التَّشْك۪يلِ بِالتَّشَكُّلِ الْمُسْتَلْزِمِ لِمُحَالَاتٍ غَيْرِ مَحْدُودَةٍ تَمُجُّهَا الْاَوْهَامُ كَذٰلِكَ اَثْبَتَتْ ِلَاهْلِ الْهِدَايَةِ تَسَاوِىَ النُّجُومِ مَعَ الذَّرَّاتِ بِالنِّسْبَةِ اِلٰى قُدْرَةِ خَالِقِ الْكَٓائِنَاتِ جَلَّ جَلَالُهُ وَ لَٓا اِلٰهَ ِالَّا هُوَ اللّٰهُ اَكْبَرُ
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.

(Lokman Sûresi, 31:28)

اِذْ هُوَ الْقَد۪يرُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ بِقُدْرَةٍ مُطْلَقَةٍ مُح۪يطَةٍ ضَرُورِيَّةٍ نَاشِئَةٍ لَازِمَةٍ ذَاتِيَّةٍ لِلذَّاتِ الْاَقْدَسِيَّةِ فَمُحَالٌ تَدَاخُلُ ضِدِّهَا فَلَا مَرَاتِبَ ف۪يهَا فَتَتَسَاوٰى بِالنِّسْبَةِ اِلَيْهَا الذَّرَّاتُ وَ النُّجُومُ وَ الْجُزْءُ وَ الْكُلُّ وَ الْجُزْئِىُّ وَ الْكُلِّىُّ وَ النُّوَاةُ وَ الشَّجَرُ وَ الْعَالَمُ وَ الْاِنْسَانُ

"Yani, herşeye kadîr öyle bir kudreti var ki, bütün eşyayı ihata etmiş ve Zât-ı Vâcibü'l-Vücuda lüzum-u zâtî ile fenn-i mantık tabirince "zaruriyet-i nâşie" ile lâzımdır, vâciptir, infikâki muhâldir, imkânı yoktur.

Madem böyle bir lüzumla böyle bir kudret Zât-ı Akdestedir; elbette onun zıddı olan acz hiçbir cihetle içine giremez, Zât-ı Kadîre ârız olamaz.

Madem birşeyde mertebelerin bulunması, onun zıddı içine girmesiyledir. Meselâ, hararetin derece ve mertebeleri, soğuğun girmesi ve güzelliğin ise çirkinliğin müdahalesiyle olması ve bu zâtî kudrete zıt olan acz, ona yanaşması, hiçbir cihetle imkânı yok. Elbette, o kudret-i mutlakada mertebeler bulunmaz.

Madem mertebeler onda bulunmaz; elbette o kudrete nisbeten yıldızlar, zerreler müsâvi ve cüz ve küll ve bir fert ve bütün nevi o kudrete karşı farkları yoktur. Ve bir çekirdek ve koca ağacı ve kâinat ve insan ve bir nefsi diriltmesi ve haşirde bütün zîruhların ihyâsı, o kudrete nisbeten müsâvidirler ve kolaydır. Büyük-küçük, az-çok farkı yoktur.

Bu hakikate kat'î şahit, hilkat-ı eşyada gördüğümüz kemâl-i san'at, nizam, mîzan, temyiz, kesret, sür'at-i mutlakada suhulet-i mutlaka ve tam kolaylıktır."

بِسِرِّ مُشَاهَدَةِ غَايَةِ كَمَالِ الْاِنْتِظَامِ الْاِتِّزَانِ الْاِمْتِيَازِ الْاِتِّقَانِ الْمُطْلَقَاتِ مَعَ السُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى الْكَثْرَةِ وَ السُّرْعَةِ وَ الْخِلْطَةِ

meâli, bu mezkûr hakikattir."

İkinci Basamak:

وَ بِسِرِّ النُّورَانِيَّةِ وَ الشَّفَّافِيَّةِ وَ الْمُقَابَلَةِ وَ الْمُوَازَنَةِ وَ الْاِنْتِظَامِ وَ الْاِمْتِثَالِ

"Evet, nasıl ki "nuraniyet" cihetiyle güneşin ziyası ve aksi, kudret-i Rabbâniye ile deniz yüzüne ve bütün kabarcıklarına girmesi, birtek cam parçasına girmesi gibi kolaydır, ikisi müsâvidir. Öyle de, Zât-ı Nuru'l-Envârın nuranî kudreti dahi gökleri, yıldızları yaratması, döndürmesi, sineklerin, zerrelerin icadı ve döndürmesi gibi Ona kolaydır, ağır gelmez.

Hem nasıl ki "şeffâfiyet" hassasıyla birtek âyinecikte ve bir gözbebeğinde güneşin misalî sureti kudret-i İlâhiye ile bulunur; aynı kolaylıkla bütün parlak şeylere ve katrelere ve şeffaf zerreciklere ve deniz yüzlerine o aksi ve ışığı emr-i İlâhî ile verilir. Aynen öyle de, masnuatın melekûtiyet ve mahiyet yüzleri şeffaf ve parlak olmasından, kudret-i mutlakanın cilvesi, tesiri, birtek nefsin icadında bulunması kolaylığı derecesinde bütün hayvanatı yaratır. Az-çok, büyük-küçük fark yok.

Hem nasıl ki dağları tartacak derecede gayet büyük ve tam hassas bir teraziye iki müsavî ceviz konulsa, bir küçük çekirdek bir cevize ilâve edilse, terazinin bir gözü dağ başına, bir gözü de derin dereye indirmesi kolaylığı derecesinde, o iki ceviz yerine iki müsâvi dağ mîzanın iki gözüne konulsa, birisine bir ceviz ilâvesiyle bir dağı göklere kaldırır, bir dağı derelere indirir. Aynen öyle de, ilm-i kelâmın tâbirince, "imkân, müsâviyü't-tarafeyndir." Yani, vâcip ve mümteni olmayan, belki mümkün ve muhtemel olan şeylerin vücut ve ademleri, bir sebep bulunmazsa müsavidir, farkları yoktur. Bu "imkân ve müsavat"ta az-çok, büyük-küçük birdirler.

İşte, mahlûkat, mümkündürler. Ve imkân dairesinde vücut ve ademleri müsâvi olmasından, Vâcibü'l-Vücudun hadsiz kudret-i ezeliyesi birtek mümküne vücut vermesi kolaylığında bütün mümkünatın vücudu, ademin "muvazene"sini bozar, herşeye lâyık bir vücudu giydirir. Ve vazifesi bitmişse, zâhirî vücut libasını çıkarıyor, suretâ ademe, belki daire-i ilimdeki mânevî vücuda gönderir. Demek eşya, Kadîr-i Mutlaka verilse, bahar bir çiçek kadar, bütün insanların haşirde ihyaları bir nefs kadar kolay olur. Eğer esbaba isnad edilse, bir çiçek bir bahar kadar ve bir sinek bütün hayvanat kadar müşkülâtlı olur.

Hem nasıl ki, "intizam" sırrıyla bir koca sefine veya tayyareyi bir parmağı düğmesine dokunmakla harekete getirmesi, bir saatin zembereğine anahtarla parmak dokunmasıyla harekete girmesi derecesinde kolay ve rahattır. Aynen öyle de, ilm-i ezelînin düsturlarıyla ve hikmet-i sermediyenin kanunlarıyla ve irade-i Rabbâniyenin küllî cilveleri ve muayyen usulleriyle herşeye küllî ve cüz'î, büyük-küçük, az-çok bir mânevî kalıp, bir hususi miktar, bir hâlis hudut verildiğinden, tam intizam-ı ilmî ve irade kanunu içindedirler. Elbette Kadîr-i Mutlak hadsiz kudretiyle manzume-i şemsiyeyi çevirmesi ve arz sefinesini medâr-ı senevîsinde gezdirmesi, bir cesette kanı ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâyı ve o küreciklerdeki zerreleri nizamlı, hikmetli çevirmesi derecesinde suhuletli ve kolaydır ki, bir insanı kâinat sisteminde, harika cihazlarıyla, bir katre sudan, birden, zahmetsiz yaratır. Demek o ezelî ve hadsiz kudrete isnad edilse, bu kâinatın icadı, bir insanın icadı kadar suhulet peydâ eder, kolay olur. Eğer Ona verilmezse, birtek insanı acip cihazları ve duygularıyla yaratmak, kâinat kadar müşkülâtlı olur.

Hem nasıl ki, "itaat ve imtisal ve emir dinlemek" sırrıyla, bir kumandan bir arş emriyle bir neferi hücuma sevk ettiği gibi, aynı emirle koca bir mutî orduyu dahi kolayca hücuma tahrik eder. Aynen öyle de irade-i İlâhî kanunlarına kemâl-i itaate ve tekvînî emr-i Rabbânînin işaretine emirber nefer ve emir kulu misillü fıtrî meyil ve şevk içinde ve ilm-i ezelî ve hikmetin tayin ettikleri hatt-ı hareket düsturları dairesinde ve ordu neferlerinden bin derece ziyade itaatli ve emir dinler ve emir kulu hükmünde olan masnuat, hususan zîhayatlardan birtek ferdi, "Ademden haydi vücuda çık, vazife başına gir" diye emr-i Rabbânî ile ve ilmin tayin ettiği tarzda ve iradenin tahsis eylediği surette, kudret ona mahsus bir vücut giydirip, elini tutup meydana çıkarmak kolaylığında, bahardaki zîhayatın ordusunu aynı kuvvet ve kudretle icad eder, vazifeler verir. Demek herşey o kudrete isnad edilse, bütün zerrat ordusunun ve yıldızlar fırkalarının icadı, bir zerre, birtek yıldız kadar kolay ve suhuletli olur. Eğer esbaba isnad edilse, bir zîhayatın gözbebeğinde ve dimağındaki zerrenin acip vazifelerini yerine getirecek bir kàbiliyetle yaratılması, hayvanat ordusu kadar müşkülâtlı ve zahmetli olur.

Üçüncü basamak

وَبِسِرِّ اِمْدَادِ الْوَاحِدِيَّةِ وَ يُسْرِ الْوَحْدَةِ وَ تَجَلِّى الْاَحَدِيَّةِ

dir. Kısacık işaretlerle meâline bakacağız.

Yani, nasıl ki bir padişah ve kumandan-ı âzam, hâkimiyetinin vâhidiyeti ve bütün raiyeti yalnız onun emirlerine göre hareketi cihetiyle, o hâkim-i âzam, koca memleketi ve büyük milleti idare etmesi, bir köy ehlini idare etmek kadar kolay olur. Çünkü, hükümde vâhidiyet itibariyle, efrad-ı millet aynen asker neferatı gibi teshilâta vesile olup, kolayca emirler, kanunlar tatbik edilir. Eğer muhtelif hâkimlere bırakılsa, çok keşmekeşe düşmesiyle beraber, birtek köyün, belki bir hanenin o memleket kadar idaresi müşkül olur. Hem o itaatli millet, birtek kumandana bağlanması haysiyetiyle, herbir ferd-i nefer gibi, o kumandanın kuvvetine ve cihazat depolarına ve ordusuna dayandığı bir kuvvetle bir şahı esir edebilir, bin derece şahsî kuvvetinden ziyade iş görebilir. Onun o padişaha intisabı hadsiz bir kuvveti ve iktidarı olup pek büyük işler yapar. Eğer o intisap kesilse, o büyük kuvvet gider, kendi bileğindeki cüz'î kuvvetiyle ve belindeki az cephane ve fişekleri miktarınca iş görebilir. Yoksa, intisap kuvvetine dayanan mezkûr askerin gördüğü bütün işler ondan istenilse, bileğinde bir ordu kuvveti ve belinde padişahın cephaneler ambarı bulunmak gerektir.

Aynen öyle de, Sultan-ı Ezel ve Ebed, Sâni-i Kadîr, vâhidiyet-i saltanat ve hâkimiyet-i mutlaka cihetiyle, kâinatı bir şehir kolaylığında ve bir baharı bir bahçe suhuletinde ve haşirde bütün ölmüşleri ihyâ etmek, o bahçe ağaçlarının yaprak, çiçek meyvelerini, gelen baharda yaratmak kolaylığında yapar. Ve kolayca bir sineği koca kartal kuşu sisteminde yaratır. Ve suhuletle bir insanı bir küçük kâinat hükmüne getirir. Eğer esbaba verilse, bir mikrop bin gergedan, bir meyve bir büyük ağaç kadar müşkülâtlı olur. Ve belki zîhayatın bedeninde acip vazifeleri gören herbir zerreye herşeyi görecek bir göz ve herşeyi bilecek bir ilim verilmek lâzımdır ki, o ince ve mükemmel vazife-i hayatiyeyi yapabilsin.

Hem vahdette yüsr ve suhulet ve kolaylık o dereceye gelir. Nasıl ki, bir ordu teçhizatı bir tek elden, birtek fabrikadan gelmesiyle, birtek neferin teçhizat-ı askeriyesi gibi kolaylaşır. Eğer ayrı ayrı eller karışsa ve muhtelif cihazat herbiri başka fabrikadan alınsa, o vakit birtek nefer teçhizatı, kemiyet noktasında bin müşkülâtla tedarik edilebilir, müteaddit âmir ve zâbitler karıştığı cihetiyle bin nefer kadar suûbet peydâ eder. Hem bin neferin idaresi ve kumandanlığı birtek zâbite verilse, bir cihette bir nefer kadar kolay olur, eğer on zâbite veya neferlere bırakılsa, pek karışık ve müşkül düşer. Aynen öyle de, herşey Vâhid-i Ehade verilse, birtek şey gibi kolay olur. Eğer esbaba isnad edilse, birtek zîhayat, zemin kadar müşkül, belki imkânsız olur. Demek vahdette kolaylık, vücub ve lüzum derecesine gelir. Ve kesretli eller karışmakta suûbet, imkânsızlık derecesine düşer.

Risale-i Nur Mektubat'ında denildiği gibi, eğer gece-gündüzdeki tebeddülâtı ve yıldızların harekâtı ve senedeki güz, kış, bahar, yaz gibi mevsimlerin tahavvülâtı birtek Müdebbire ve Âmire bırakılsa; o Kumandan-ı Âzam, bir neferi olan küre-i arza emreder ki: "Kalk, dön, gez." O da, o iltifat ve emrin neş'e ve sevincinden meczup Mevlevî gibi iki hareketiyle yevmî ve senevî tahavvülâta ve yıldızların zâhirî ve hayalî hareketlerine gayet kolayca bir vesile olup vahdetteki tam suhulet ve gayet kolaylığı gösterir. Eğer o tek Âmire değil, belki esbaba ve yıldızların keyiflerine bırakılsa ve arza "Sen dur, gezme" denilse, o halde, arzdan binler derece büyük binler yıldızlar ve güneşler, her gece ve her sene milyonlar ve milyarlar senelik mesafeleri kesmek ve gezmekle mevsimler ve gece gündüz gibi o vaziyet-i arziye ve semaviye husul bulabilir ve imkânsızlık ve muhaliyet derecesinde müşkül ve suûbetli düşer...

Üçüncü Basamaktaki وَتَجَلِّى الْاَحَدِيَّةِ kelimesi, pek büyük ve çok ince ve derin ve gayet geniş bir hakikate işaret eder. Onun izah ve ispatını Risale-i Nur'a havale edip, gayet kısa bir temsil ile birtek nüktesini beyan edeceğiz.

Evet, nasıl ki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vâhidiyete bir misal olduğu gibi, âyine gibi mukàbilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zâtının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsaydı ve cam parçalarının ve içinde güneşçikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kàbiliyetleri bulunsaydı, irade-i İlâhiyenin kanunuyla herbirisinde ve yanında timsaliyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup, sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermeyerek kudret-i Rabbâniyenin emriyle, tesiriyle, hükmüyle pek büyük zuhurata sebep olarak, ehadiyetteki fevkalâde kolaylık ve suhuleti gösterir. Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl, vâhidiyet itibarıyla bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakar ve hâzır ve nâzır olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle ve tecellîsiyle herşeyin, hususan zîhayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki, kolayca, bir anda sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kâinat sisteminde icad eder. Ve zîhayatı öyle mu'cizatlı bir şekilde yaratır ki, eğer bütün esbab toplansa, bir bülbülü, bir sineği yapamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir. Ve bir insanı halk eden ancak kâinatı icad eden Zâttır.

DÖRDÜNCÜ VE BEŞİNCİ BASAMAK

وَ بِسِرِّ الْوُجُوبِ وَ التَّجَرُّدِ وَ مُبَايَنَةِ الْمَاهِيَّةِ وَ بِسِرِّ عَدَمِ التَّقَيُّدِ وَ عَدَمِ التَّحَيُّزِ وَ عَدَمِ التَّجَزّ۪ى

Bu iki basamağın hakikatini umuma ifade etmek çok müşkül olmasından, yalnız kısacık bir iki nüktesi ve muhtasar meâli beyan edilecek. Yani, vücut mertebelerinin en kuvvetli ve sarsılmaz olan vücub mertebesinde ve ezelî ve ebedî derecesinde bir vücut sahibi ve maddiyattan münezzeh ve mücerred ve bütün mahiyetlere mübayin bir mahiyet-i mukaddeseyi taşıyan bir Kadîr-i Mutlakın kudretine nisbeten, yıldızlar zerreler gibi ve haşir bir bahar misillü ve haşirde bütün insanları diriltmesi bir nefsin ihyâsı derecesinde kolaydır. Çünkü vücut tabakalarından kuvvetli bir nev'in bir tırnağı, hafif bir tabakanın bir dağını eline alır, çevirir. Meselâ, kuvvetli vücud-u haricîden bir âyine ve kuvve-i hafıza, zayıf ve hafif olan vücud-u misalî ve mânevîden yüz dağı ve bin kitabı içine alırlar ve çevirebilirler. İşte vücud-u misâlî ne derece kuvvetçe vücud-u haricîden aşağı ise, mümkünatın hâdis ve ârızî vücutları dahi ezelî, sermedî, vâcip bir vücuttan binler derece daha aşağı ve hafiftir ki, o mukaddes vücut, bir zerre tecellîsiyle, mümkünatın bir âlemini çevirir. Maatteessüf şimdilik semli hastalık gibi üç ehemmiyetli sebep müsaade etmediklerinden, bu pek uzun hakikati ve nüktelerini Risale-i Nur'a ve başka zamana havale ederiz.

ALTINCI BASAMAK

وَ بِسِرِّ اِنْقِلَابِ الْعَوَائِقِ وَ الْمَوَانِعِ اِلٰى حُكْمِ الْوَسَٓائِلِ الْمُسَهِّلَاتِ

Yani, nasıl ki fennin tabirince ukde-i hayatiye namında bir cilve-i irade-i İlâhiyenin ve emr-i tekvînînin bir kanunuyla ve o emir ve iradenin teveccühleriyle koca bir ağacın şuursuz dal ve sert budakları, meyvelerine ve yaprak ve çiçeklerine zembereği ve midesi hükmündeki o ukde-i hayatiyeden onlara gidecek lüzumlu maddeler ve erzaklara avâik ve mevâni ve sed olmazlar, belki teshilâta vesile oluyorlar. Aynen öyle de, kâinat ve bütün mahlûkatın icadında bütün mâniler bir cilve-i irade ve teveccüh-ü emr-i Rabbânîye karşı mümânaatı bırakıp kolaylığa âlet olmasından, kudret-i sermediye, o tek ağacı icad kolaylığında, kâinatı ve zemindeki enva-ı mahlûkatı icad eder, hiçbirşey Ona ağır gelmez. Eğer bütün icadlar o kudrete verilmezse, o vakit o tek ağacın inşa ve idaresi, bütün ağaçlar, belki zeminin icadı ve idaresi kadar müşkül olacak. Çünkü o zaman herşey mâni ve sed olur. O halde bütün esbab toplansa, bir ağacın emirden, iradeden gelen ukde-i hayatiye midesinden, zembereğinden intizamla meyve, yaprak, dal ve budaklara lâzım erzak ve cihazatı gönderemezler. İllâ ki, ağacın herbir cüz'üne, hattâ herbir zerresine bütün ağacı ve eczasını ve zerrâtını görecek ve bilecek ve yardım edecek bir göz, bir ihâtalı ilim, bir harika kudret ve fevkalâde muavenet verilsin.

İşte, bu beş adet basamaklardan çık, bak. Küfür ve şirkte ne derece müşkilât, belki muhâlât bulunduğunu ve ne kadar akıldan, mantıktan uzak ve mümteni olduğunu, imanda ve Kur'ân yolunda ne kadar suhulet ve vücub derecesinde kolaylık ve ne kadar mâkul ve makbul ve lüzum derecesinde kat'î ve rahat bir hak ve hakikat bulunduğunu gör, bil.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى نِعْمَةِ الْاِيمَانِ

de.

Rahatsızlık ve sıkıntılar, bu ehemmiyetli basamağın bâki kısmını tehire sebep oldular.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى نِعْمَةِ الْاِيمَانِ

İmân nimeti için Allah'a hamdolsun.

"YEDİNCİ BASAMAK

وَ بِسِرِّ اَنَّ الذَّرَّةَ وَ الْجُزْءَ وَ الْجُزْئِىَّ وَ النُّوَاةَ وَ الْاِنْسَانَ لَيْسَتْ بِاَقَلَّ صَنْعَةً وَ جَزَالَةً مِنَ النَّجْمِ وَ الْكُلِّ وَ الْكُلِّىِّ وَ الشَّجَرِ وَ الْعَالَمِ

Bir ihtar: Bu dokuz basamakların hakikatlerinin esası ve madeni ve güneşi Sûre-i İhlâs'tan

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ٭ اَللّٰهُ الصَّمَدُ

âyetleridir. Sırr-ı ehadiyet ve samediyet cilvesinden gelen lem'alara kısa işaretlerdir. Bu yedincinin meâline bir iki nükte ile gayet muhtasar bakıp tafsilini Risale-i Nur'a havale ederiz.

Yani, göz ve beyindeki acip vazifeleri gören bir zerre, bir yıldızdan; ve bir cüz, küll mecmuundan; meselâ dimağ ve göz, insanın tamamından; ve cüz'î bir fert, hüsn-ü sanatça ve garabet-i hilkatça umum bir neviden; ve bir insan, acip cihazlarıyla küllî cins hayvandan; ve bir fihriste ve program ve kuvve-i hafıza hükmünde olan bir çekirdek, mükemmel masnuiyeti ve mahzeniyetçe koca ağacından; ve bir küçük kâinat olan bir insan, kemâl-i hilkati ve cemiyetli harika cihazlarının binler acip vazifeleri görecek bir tarzda mahlûkiyeti kâinattan aşağı değiller.

Demek zerreyi icad eden, yıldızın icadından âciz kalamaz. Ve lisan gibi bir uzvu halk eden, elbette insanı kolayca halk eder. Ve birtek insanı böyle mükemmel yaratan, herhalde bütün hayvanatı kemâl-i suhuletle yaratabilecek ve gözümüz önünde yaratıyor. Ve çekirdeği bir liste, bir fihriste, bir defter-i kavânin-i emriye, bir ukde-i hayatiye mahiyetinde yaratan, elbette bütün ağaçların Hâlıkı olabilir. Ve âlemin bir nevi mânevî çekirdeği ve cemiyetli meyvesi olan insanı halk edip bütün esmâ-i İlâhiyeye mazhar ve âyine ve bütün kâinatla alâkadar ve zeminin halifesi yapan Zâtın, elbette ve elbette öyle bir kudreti var ki, koca kâinatı, insan icadının kolaylığı ve suhuleti derecesinde halk edip tanzim eder. Öyle ise, zerrenin ve cüz ve cüz'î ve çekirdek ve bir insanın Hâlıkı, Sânii, Rabbi kim ise, elbette, bedahetle yıldızların ve nevilerin ve küll ve külliyatların ve ağaçların ve bütün kâinatın Hâlıkı, Sânii, Rabbi aynen Odur. Başka olması muhal ve mümtenidir."

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ٭ اَللّٰهُ الصَّمَدُ

De ki: O Allah birdir. O Allah'tır, Sameddir; herşey Ona muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç değildir.

(İhlâs Sûresi, 112:1-2)

SEKİZİNCİ BASAMAK

وَبِسِرِّ اَنَّ الْمُحَاطَ وَ الْجُزْئِيَّاتِ كَالْاَمْثِلَةِ الْمَكْتُوبَةِ الْمُصَغَّرَةِ اَوْ كَالنُّقَطِ الْمَحْلُوبَةِ الْمُعَصَّرَةِ فَلَا بُدَّ اَنْ يَكُونَ الْمُح۪يطُ وَ الْكُلِّيَّاتُ ف۪ى قَبْضَةِ خَالِقِ الْمُحَاطِ وَ الْجُزْئِيَّاتِ لِيُدْرِجَ مِثَالَهَا ف۪يهَا بِمَوَاز۪ينِ عِلْمِه۪ٓ اَوْ يُعَصِّرَهَا مِنْهَا بِدَسَات۪يرِ حِكْمَتِهِ

Yani, ihata edilen cüz'iyat ve küll ve külliyatın içinde bulunan fertler ve tohumlar ve çekirdeklerin, ihata eden büyük külliyata nisbetleri, güya küçücük nümune ve gayet ince yazıyla çok küçük kıtada yazılmış aynı küll ve külliyatın misalleridir. Öyle ise, ihata eden külliyat, o cüz'iyat Hâlıkının kabzasında ve tamamen tasarrufunda bulunmak lâzımdır. Tâ, ilminin mizanlarıyla ve ince kalemleriyle o büyük muhitin kitabını, o çok küçücük yüzer kıtalarda, defterlerde derc edebilsin.

Hem ihata edilen ecza ve cüz'iyatın muhit ile nisbetleri, temsilleri, güya süt gibi muhitlikten sağılmış katreler; veya biri o muhiti sıkmış, o noktalar ondan akmış. Meselâ, kavun çekirdeği, onun umum etrafından sağılmış bir katre veya o kitap tamamen içinde yazılmış bir noktadır ki, fihristesini, listesini, programını taşıyor.

Madem böyledir, elbette o cüz'iyat ve katreler ve noktalar ve fertler Sâniinin elinde, o muhit küll ve külliyat bulunmak elzemdir. Tâ hikmetinin hassas düsturlarıyla o fertleri, katreleri, noktaları ondan sağsın. Demek birtek tohumu, birtek ferdi yaratan, elbette o büyük küll ve külliyatı ve onları ihata eden ve onlardan çok büyük olan diğer külliyatları ve cinsleri yaratan yine Odur, başka olamaz. Öyle ise, birtek nefsi yaratan, bütün insanları yaratabilir. Ve birtek ölüyü dirilten, haşirde bütün cin ve ins ölülerini diriltebilir ve diriltecek. İşte,

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin hükmü ve dâvâsı gayet kat'î ve parlak bir surette hak ve ayn-ı hakikat olduğunu gör.

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.

(Lokman Sûresi, 31:28)

DOKUZUNCU BASAMAK

وَ بِسِرِّ كَمَا اَنَّ قُرْاٰنَ الْعِزَّةِ الْمَكْتُوبَ عَلَى الذَّرَّةِ الْمُسَمَّاةِ بِالْجَوْهَرِ الْفَرْدِ بِذَرَّاتِ الْاَث۪يرِ لَيْسَ بِاَقَلَّ جَزَالَةً وَ خَارِقِيَّةَ صَنْعَةٍ مِنْ قُرْاٰنِ الْعَظَمَةِ الْمَكْتُوبِ عَلٰى صَح۪يفَةِ السَّمَٓاءِ بِمِدَادِ النُّجُومِ وَ الشُّمُوسِ كَذٰلِكَ اِنَّ وَرْدَ الزُّهْرَةِ لَيْسَتْ بِاَقَلَّ جَزَالَةً وَ صَنْعَةً مِنْ دُرِّىِّ نَجْمِ الزُّهْرَةِ وَ لَا النَّمْلَةُ مِنَ الْف۪يلَةِ وَ لَا الْمِكْرُوبُ مِنَ الْكَرْكَدَانِ وَ لَا النَّحْلَةُ مِنَ النَّخْلَةِ بِالنِّسْبَةِ اِلٰى قُدْرَةِ خَالِقِ الْكَٓائِنَاتِ فَكَمَا اَنَّ غَايَةَ كَمَالِ السُّرْعَةِ وَ السُّهُولَةِ ف۪ى ا۪يجَادِ الْاَشْيَٓاءِ اَوْقَعَتْ اَهْلَ الضَّلَالَةِ ف۪ى اِلْتِبَاسِ التَّشْك۪يلِ بِالتَّشَكُّلِ الْمُسْتَلْزِمِ لِمُحَالَاتٍ غَيْرِ مَحْدُودَةٍ تَمُجُّهَا الْاَوْهَامُ كَذٰلِكَ اَثْبَتَتْ ِلَاهْلِ الْهِدَايَةِ تَسَاوِىَ النُّجُومِ مَعَ الذَّرَّاتِ بِالنِّسْبَةِ اِلٰى قُدْرَةِ خَالِقِ الْكَائِنَاتِ جَلَّ جَلَالُهُ وَ لَٓا اِلٰهَ ِالَّا هُوَ اللّٰهُ اَكْبَرُ

"Yani, nasıl ki, faraza kàbil-i inkısam olmayan ve ilm-i kelâm ve felsefede cevher-i fert namını alan bir zerrede, ondan daha küçücük olan madde-i esiriye zerreleriyle bir Kur'ân-ı Azîmüşşan yazılsa ve semâvât sahifelerinde dahi yıldızlar ve güneşlerle diğer bir Kur'ân-ı Kebîr yazılsa, ikisi muvazene edilse, elbette cevher-i ferd zerresinden yazılan hurdebînî Kur'ân, gökler yüzlerini yaldızlayan Kur'ân-ı Azîm ve Kebîrden acâipçe ve san'atın i'cazında geri değil, belki bir cihette ileri olduğu gibi; aynen öyle de, Hâlık-ı Kâinatın kudretine nisbeten masnuiyetindeki garabet ve cezâlet noktasında, zühre çiçeği, Zühre yıldızından geri değil ve karınca, filden aşağı olmaz ve mikrop, gergedandan hilkatça daha acip ve arı sineği, hurma ağacından fıtrat-ı acîbesiyle daha ileridir. Demek bir arıyı yaratan, bütün hayvanları yaratabilir. Bir nefsi dirilten, haşirde bütün insanları ihya edip haşir meydanına toplayabilir ve toplayacak. Hiçbirşey Ona ağır gelmez ki, gözümüz önünde gayet çabuk ve kolaylıkla her baharda haşrin yüz bin nümunelerini yaratıyor.

Son cümle-i Arabiyenin gayet kısacık meâli şudur: Yani, ehl-i dalâlet, mezkûr basamakların sarsılmaz hakikatlerini bilmediklerinden ve gayet çabuk ve gayet kolaylıkla birden mahlûkat vücuda geldiklerinden, teşkili ve bir Sâniin hadsiz kudretiyle icadı, teşekkül ve kendi kendilerine vücut bulmak tevehhüm edip hiçbir zihin, hattâ vehim dahi kabul etmediği ve her cihetle muhal ve imkânsız hurafelerin kapısını kendilerine açmışlar. Meselâ, o halde zîhayatın herbir zerresine hadsiz bir kudret, bir ilim, herşeyi görecek bir göz ve her san'atı yapabilecek bir iktidar vermek lâzım gelir. Birtek İlâhı kabul etmemekle, zerreler adedince ilâheleri mezheplerince kabul etmeye mecbur olarak Cehennemin esfel-i sâfilînine girmeye müstehak düşerler.

Amma ehl-i hidâyet ise, geçen basamaklardaki kuvvetli hakikatler ve sarsılmaz hüccetler, selim kalblerine ve müstakim akıllarına gayet kat'î kanaat ve kuvvetli iman ve aynelyakîn bir tasdik vermiş ki, şüphesiz ve vesvesesiz itmi'nân-ı kalble itikad ederler ki, yıldızlar, zerreler, en küçük, en büyük, kudret-i İlâhiye nisbeten farkları yoktur ki, gözümüz önünde bu acâipler oluyor.

Ve herbir acîbe-i san'at

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

âyetinin dâvâsını tasdik ve hükmü ayn-ı hak ve hakikat olduğuna şehadet ederler, lisan-ı hal ile Allahu ekber derler. Biz dahi onların adedince Allahu ekber deriz. Ve şu âyetin dâvâsını bütün kuvvet ve kanaatimizle tasdik ve hükmü, ayn-ı hak ve nefs-i hakikat olduğuna hadsiz hüccetlerle şehadet ederiz."

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.

(Lokman Sûresi, 31:28)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Allah'ım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Zâta salât ve selam et. Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla..

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi dâima ebediyete kadar üzerinize olsun.

اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ

Bir şeye sebeb olan, o şeyi yapan gibidir.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Bâkî olan sadece Odur.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbirşey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Allah'ın selâmı rahmeti ve bereketi ebediyyen üzerinize olsun.

يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا

Onlar dünya hayatını seve seve

(ahirete) tercih ederler.

(İbrahim Sûresi, 14:3)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla..

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbirşey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın adıyla..

وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ى كِتَابٍ مُب۪ينٍٍ

Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.

(En'âm Sûresi, 6:59)

ف۪يهِ نَظَرٌ

Ona bir bakmak, incelemek, tedkik etmek lâzım.

Birinci Şua

1936'da Eskişehir Hapsinde telif edilmiş ve 1938'de Kastamonu'da tebyiz edilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ بِهِ نَسْتَع۪ينُ

Ve Ondan yardım diliyoruz. Ve Ondan yardım diliyoruz.

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكَاةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِى اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya âit olmayan mübârek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kàbiliyettedir. O nûr üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur. İnsanlara Allah böyle misaller verir. Çünkü Allah herşeyi hakkıyla bilendir.

(Nûr Sûresi, 24:35)

مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ

Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır.

مِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ

... bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır.

(Nûr Sûresi, 24:35.)

اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ

Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer...

اَقِدْ كَوْكَب۪ى بِالْاِسْمِ نُورًا

Yâ Rab! Nur isminle ve cemâlinle parlat yıldızımı.

مِنْ شَجَرَةٍ

Bir ağaçtan.

(Nûr Sûresi, 24:35.)

مِنْ فُرْقَانٍ حَك۪يمٍ

Hak ile bâtılı ayıran hikmet dolu Kur'ân'dan...

نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِى اللّٰهُ لِنُورِه۪

O nûr üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur.

مَنْ يَشَٓاءُ

Dilediği kimse.

(Nûr Sûresi, 24:35.

يَشَٓاءُ

Dilediği.

كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ى زُجَاجَةٍ

Bir lamba yuvası gibi. Onda bir kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir.

كَمِشْكٰوةٍ

Bir lamba yuvası gibi.

ف۪ى زُجَاجَةٍ

Cam fanus içinde.

اَلْمِصْبَاحُ ف۪ى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ

Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer...

مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ

Bir mübarek ağaçtan.

شَجَرَةٍ

Bir ağaç..

زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَ لَا غَرْبِيَّةٍ

Ne doğuya, ne de batıya ait olmayan yakıt.

(zeytin ağacından)

"Nasıl ki elektriğin kıymettar metâı, ne şarktan, ne de garptan celb edilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semâvât tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramaya lüzum yoktur"

يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَ لَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ

Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık, nur verecek kabiliyettedir.

"On üçüncü ve on dördüncü asırda semâvî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır."

يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ

Onun yakıtı ışık verecek kàbiliyettedir...

وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ

Kendisine ateş dokunmasa bile.

يَكَادُ

Neredeyse, hemen hemen.

فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ

Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.

(Hûd Sûresi, 11:112)

شَيَّبَتْن۪ى سُورَةُ هُودٍ

Hûd Sûresi Beni ihtiyarlattı.

(Tirmizî, 56. Sûrenin tefsiri; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:343)

اِسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ

Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.

(Şûrâ Sûresi, 42:15)

فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَ سَع۪يدٌ

O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır.

(Hûd Sûresi, 11:105)

وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ

Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.

(Şûrâ Sûresi, 42:15)

وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا

Bizim uğrumuzda cihad edenlere Biz yollarımızı gösteririz.

(Ankebût Sûresi, 29:69)

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى

Şüphesiz ki insan azgınlaşır.

(Alâk Sûresi, 96:6)

وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا

Bizim uğrumuzda cihad edenlere.

(Ankebût Sûresi, 29:69)

لَنَهْدِيَنَّهُمْ

Muhakkak ki Biz onlara hidayet ederiz, dosdoğru yolumuzu gösteririz.

(Ankebût Sûresi, 29:69)

اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ى

And olsun ki Biz sana, Seb'a Mesânî'yi, her zaman tekrarlanan yedi âyeti, Fatiha Sûresini verdik.

(Hicr Sûresi, 15:87)

سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ى

Seb'a Mesânî'yi

(Fatiha Sûresini verdik.)

اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ى

And olsun ki Biz sana, Seb'a Mesânî'yi

(Fatiha Sûresini) verdik.

(Hicr Sûresi, 15:87)

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ى بِه۪ فِى النَّاسِ

Ölü iken îmân ile diriltip nûra kavuşturduğumuz ve halk içinde o nûr ile doğru yolda yürüyen kimse gibi olur mu?...

(En'âm Sûresi, 6:122)

مَيْتًا

Ölü iken..

"Saidü'n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risaletü'n-Nur ile ihyâ edildi, onunla hayat buldu."

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا

Ölü iken îmân ile diriltip nûra kavuşturduğumuz kimse gibi olur mu?...

(En'âm Sûresi, 6:122)

فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ى بِه۪ فِى النَّاسِ

Diriltip nûra kavuşturduğumuz ve halk içinde o nûr ile doğru yolda yürüyen kimse...

(En'âm Sûresi, 6:122)

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا

Ölü iken... gibi olur mu?

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ى بِه۪ فِى النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا

Ölü iken îmân ile diriltip nûra kavuşturduğumuz ve halk içinde o nûr ile doğru yolda yürüyen kimse, inkâr karanlıkları içinde kalıp da ondan hiçbir zaman çıkmayacak olan kimse gibi olur mu?

(En'âm Sûresi, 6:122)

مَيْتًا

Bir ölü..

مَيِّتْ

Ölü.

كَمَنْ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا

İnkâr karanlıkları içinde kalan kimse gibi...

(En'âm Sûresi, 6:122)

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا

Ölü olan kimse.. gibi olur mu?

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا

Şakîlere gelince...

(Hûd Sûresi, 11:106)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ

Saidlere gelince, onlar da Cennette kalacaklardır.

(Hûd Sûresi, 11:108)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِى النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَ شَه۪يقٌ

Bedbaht, şakî olanlara gelince, onlar ateştedirler, orada onların

(güçlükle ve fecî bir sesle) nefes alıp vermeleri vardır.

(Hûd Sûresi, 11:106)

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ

Allah'ın nûrunu üflemekle söndürmek isterler.

(Tevbe Sûresi, 9:32)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا

Şakîlere gelince...

(Hûd Sûresi, 11:106)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı hakkıyla ancak Allah bilir.

فَفِى النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَ شَه۪يقٌ

Cehennem ateşinde güçlükle ve fecî bir sesle nefes alıp verirler.

(Hûd Sûresi, 11:106)

فَفِى النَّارِ

Cehennem ateşinde..

وَ السَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ

Yemin olsun burçlarla dolu gökyüzüne.

(Burûc Sûresi, 85:1)

اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِ

Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara eziyet ve işkence eden, sonra tevbe de etmemiş olan kimseler için Cehennem azâbıyla beraber bir başka yangın azâbı daha vardır.

(Burûc Sûresi, 85:10)

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا

Ölü iken gibi... olur mu?..

وَ يَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِه۪

("Karanlıklar içinde) size bir nur ihsan edeceğim ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz."

(Hadid Sûresi, 57:28)

وَ يُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪

Allah, delil ve mu'cizeleriyle hakkı ortaya çıkarır.

(Yûnus Sûresi, 10:82)

بِكَلِمَاتِهِ

Kelimeleriyle, delil ve mu'cizeleriyle...

قُلْ اِنَّن۪ى هَدٰين۪ى رَبّ۪ٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

De ki: Elbette Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.

(En'âm Sûresi, 6:161)

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Dos doğru bir yol...

(En'âm Sûresi, 6:161)

صِرَاطٍ

Bir yol...

هَدٰين۪ى رَبّ۪ٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Elbette Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.

(En'âm Sûresi, 6:161)

فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى

("Allah'a iman eden,) hiç kopmayacak bir zincir-i nuranîye yapışır, temessük eder."

(Bakara Sûresi, 2:256; Lokman Sûresi, 31:22)

بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى

Hiç kopmayacak bir zincir-i nuranî.

(Bakara Sûresi, 2:256; Lokman Sûresi, 31:22.)

يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُ

Allah hikmeti dilediğine verir

(de ona hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak gösterir.)

(Bakara Sûresi, 2:269)

وَ يُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَ الْحِكْمَةَ وَ يُزَكّ۪يهِمْ

Onlara kitabı öğretecek, hikmeti

(kâinatın yaratılış sırlarını ve gayesini) bildirecek ve onları inkâr ve isyan kirlerinden temizleyecek...

(Bakara Sûresi, 2:129)

وَ يُزَكّ۪يكُمْ وَ يُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَ الْحِكْمَةَ

Sizi inkâr ve günah kirlerinden temizler, size Kur'an'ı, kâinatın gayesini ve sırlarını öğretir.

(Bakara Sûresi, 2:151)

اٰلِيَه

Alet ilimleri: Felsefe, mantık, psikoloji, matematik vs..

وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ

Halbuki o âyetlerin tefsirini Allah'tan ve Allah'ın kendilerine ilimde derinlik ve istikamet ihsan ettiği kimselerden başkası bilemez.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3:7)

لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ مِنْهُمْ

Fakat onlardan ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar...

(Nisâ Sûresi, 4:162)

اِلَّا اللّٰهُ

Allah'tan başka.

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى

Şüphesiz ki insan azgınlaşır.

(Alâk Sûresi, 96:6)

اِلَّا اللّٰهُ

Allah'tan başka.

اَلرَّاسِخُونَ

Derinlik sahibi olanlar...

اَلرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ مِنْهُمْ

Onlarda ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا

Ey insanlar! Size, Rabbinizden ap açık bir delil olan bir peygamber geldi ve size, dünyanızı ve âhiretinizi aydınlatıcı ap açık bir nûr olarak Kur'ân'ı indirdik.

(Nisâ Sûresi, 4:174)

مُبِينًا

Apaçık.

قَدْ جَٓاءَكُمْ

Muhakkak size geldi.

بُرْهَانٌ

Apaçık bir delil.

نُورًا

Apaçık bir nur.

قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ

Muhakkak size, ap açık bir delil olan bir peygamber geldi...

(Nisâ Sûresi, 4:174)

اَنْزَلْنَا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا

Size, ap açık bir nûr olarak Kur'ân'ı indirdik.

(Nisâ Sûresi, 4:174)

لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَ شِفَٓاءٌ

O, îmân edenler için bir hidâyet rehberi ve bir şifâdır.

(Fussilet Sûresi, 41:44)

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ

Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen, de ki: 'Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim.

(Tevbe Sûresi, 9:129)

فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ

De ki: 'Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim.

حَسْبِىَ اللّٰهُ

Allah bana yeter.

اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ

Şüphesiz Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir.

(Mâide Sûresi, 5:56)

وَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَ بِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَ اغْفِرْلَنَا

O gün onların nûru önlerinden ve sağlarından koşarak Cennete yol gösterirken, onlar da 'Ey Rabbimiz,' derler. 'Nûrumuzu tamamla ve bizi bağışla.

(Tahrîm Sûresi, 66:8)

يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا

'Ey Rabbimiz,' derler. 'Nûrumuzu tamamla...

(Tahrîm Sûresi, 66:8)

وَاغْفِرْلَنَا

Bizi bağışla.

وَ نُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَ رَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

Biz Kur'ân'dan mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şeyi indiriyoruz.

(İsrâ Sûresi, 17:82)

مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَ رَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

Mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şey...

وَ هَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Allah da onu dos doğru bir yola iletti.

(Nahl Sûresi, 16:121)

قُلْ اِنَّن۪ى هَدٰين۪ى رَبّ۪ى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

De ki: Elbette Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.

(En'âm Sûresi, 6:161)

صِرَاطٍ

(Dos doğru) bir yol.

اَلنُّورِ

Nûr.

هَدٰين۪ى رَبّ۪ٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.

(En'âm Sûresi, 6:161)

فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ

Onlardan yüz çevir.

(En'âm Sûresi, 6:68)

هَدٰين۪ى رَبّ۪ٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.

(En'âm Sûresi, 6:161)

اِنَّ رَبّ۪ى عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adâlet üzeredir.

(Hûd Sûresi, 11:56)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ

Bu yüce kitabın âyetleridir.

(Yûnus Sûresi, 10:1; Yûsuf Sûresi, 12:1; Hicr Sûresi, 15:1; Ra'd Sûresi, 13:1; Şuara Sûresi, 26:2; Kasas Sûresi, 28:2; Lokman Sûresi, 31:2)

طٰسٓ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ

Tâ sîn. Bu, yüce Kur'an'ın âyetleridir.

(Neml Sûresi, 27:1)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ

Bu yüce kitabın âyetleridir.

(Yûnus Sûresi, 10:1; Yûsuf Sûresi, 12:1; Hicr Sûresi, 15:1; Ra'd Sûresi, 13:1; Şuara Sûresi, 26:2; Kasas Sûresi, 28:2; Lokman Sûresi, 31:2)

تِلْكَ

İşte bu..

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Dos doğru bir yol...

(En'âm Sûresi, 6:161)

عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا

Umulur ki Rabbimiz bize bundan daha hayırlısını verir.

(Kalem Sûresi, 68:32)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

Bu Kur'an, kudreti herşeye galip olan ve hikmeti herşeyi kuşatan Allah tarafindan indirilmiştir.

(Zümer Sûresi, 39:1)

شُجُونٍ وَ غُصُونٍ

Her bir âyetin mânâ mertebeleri vardır; zâhirî

(açık), bâtınî

(açık ve görünür mânâsının içindeki, ehlinin anlayabileceği mânâ), haddi

(kapsamı) ve muttala'ı

(anlam çerçevesi) vardır. Bu dört mânâ tabakasından herbirinin de fürûatı

(detayları), işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.

(bk. Ebu Yâ'lâ, el-Müsned 9:287; et-Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat 1:236)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ

Bu Kur'ân, indirilmiştir.

(Zümer Sûresi, 39:1)

الٓمٓ ٭ كٓهٰيٰعٓصٓ

"Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlahî bir şifredir. Hâs abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o Abd-i Hâstadır, hem Onun veresesindedir." Mektubat

(390)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

Bu Kur'an, kudreti herşeye galip olan ve hikmeti herşeyi kuşatan Allah tarafindan indirilmiştir.

(Zümer Sûresi, 39:1)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ

Bu Kur'ân, indirilmiştir.

(Zümer Sûresi, 39:1)

حٰمٓ

"Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlahî bir şifredir. Hâs abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o Abd-i Hâstadır, hem Onun veresesindedir." Mektubat

(390)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

Bu Kur'an, kudreti herşeye galip olan ve hikmeti herşeyi kuşatan Allah tarafindan indirilmiştir.

(Zümer Sûresi, 39:1)

حٰمٓ ٭ تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Hâ mîm. Bu kitap, Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir.

(Fussilet Sûresi, 41:1-2)

تَنْز۪يلٌ

Bir indirme'dir.

حٰمٓ ٭ تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Hâ mîm. Bu kitap, Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir.

(Fussilet Sûresi, 41:1-2)

حٰمٓ , حَام۪يمْ

"Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlahî bir şifredir. Hâs abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o Abd-i Hâstadır, hem Onun veresesindedir." Mektubat

(390)

فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَ سَع۪يدٌ

O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır.

(Hûd Sûresi, 11:105)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ

Saidlere gelince, onlar da Cennette kalacaklardır.

(Hûd Sûresi, 11:108)

اَلْجَنَّةِ

Cennet.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا

Saidlere gelince...

سُعِدُوا

Mesut kılınanlar..

فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَ سَع۪يدٌ

O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır.

(Hûd Sûresi, 11:105)

سَع۪يدٌ

Said, mutlu kimse..

فَفِى الْجَنَّةِ

Cennette kalacaklardır.

(Hûd Sûresi 11:108)

خَالِد۪ينَ

Ebedî olarak kalıcıdırlar.

(Hûd Sûresi 11:108.)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا

Saidlere gelince...

(Hûd Sûresi, 11:108)

فَفِى الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ

Ebedî olarak Cennette kalacaklardır.

(Hûd Sûresi, 11:108)

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla

(söndürmek isterler.) Fakat Allah nûrunu tamamlayacaktır -kâfirler hoşlanmasa da...

(Saf Sûresi, 61:8)

نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪

Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Fakat Allah nûrunu tamamlayacaktır...

(Saf Sûresi, 61:8)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ

Bu yüce kitabın âyetleridir.

(Hicr Sûresi, 15:1; Ra'd Sûresi, 13:1; Yûsuf Sûresi, 12:1)

طٰسٓ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ

Tâ sin. Bunlar yüce Kur'ân'ın âyetleridir.

(Neml Sûresi, 27:1)

هَدٰين۪ى رَبّ۪ٓى اِلٰى صِرَاطٍٍ مُسْتَق۪يمٍ

Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi.

(En'âm Sûresi, 6:161)

اِنَّ رَبّ۪ى عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adâlet üzeredir.

(Hûd Sûresi, 11:56)

فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ

Onlardan yüz çevir.

(En'âm Sûresi, 6:68)

نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪

Allah'ın nûrunu ağızlarıyla

(söndürmek istiyorlar.) Yemin olsun ki, Allah nûrunu tamamlayacaktır.

يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللّٰهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Allah'ın nûrunu ağızlarıyla üflemekle söndürmek isterler. Allah nûrunu tamamlamaktan başka birşeye râzı olmaz -kâfirler istemese de..

(Tevbe Sûresi, 9:32)

نُورَ اللّٰهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ

Allah'ın nûrunu üflemekle

(söndürmek isterler.) Allah ise nûrunu tamamlamaktan başka birşeye râzı olmaz...

(Tevbe Sûresi, 9:32)

اَلْقَطْرَةُ تَدُلُّ عَلَى الْبَحْرِ

Damla denize delâlet eder.

الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ

Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle zulümattan çıkarman; kudreti herşeye galip olan ve her türlü hamde lâyık Allah'ın yoluna kavuşturman için onu sana indirdik.

(İbrahim Sûresi, 14:1)

اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ

İnsanları Rablerinin izniyle

(inkâr karanlıklarından) îman nûruna...

اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ

Kudreti herşeye galip olan ve her türlü hamde lâyık olan Allah'ın yoluna...

اَلْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ

Kudreti herşeye galip olan ve her türlü hamde lâyık olan Allah'ın...

مِنَ الظُّلُمَاتِ

İnkâr karanlıklarından.

(İbrahim Sûresi, 14:1)

اَلْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ

Kudreti herşeye galip olan ve her türlü hamde lâyık olan Allah'ın...

مِنَ الظُّلُمَاتِ

İnkâr karanlıklarından.

(İbrahim Sûresi, 14:1)

لِتُخْرِجَ النَّاسَ

İnsanları çıkarman.

(İbrahim Sûresi, 14:1)

الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ

Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, onu Sana indirdik...

(İbrahim Sûresi, 14:1)

اِلَيْكَ

Sana

الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ

Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, onu indirdik...

(İbrahim Sûresi, 14:1)

اَنْزَلْنَاهُ

Onu

(Kur'an'ı) indirdik

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ

Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle zulümattan

(karanlıklardan) nura çıkarman için onu sana indirdik.

(İbrahim Sûresi, 14:1)

اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ

İnsanları Rablerinin izniyle

(inkâr karanlıklarından) îman nûruna...

الَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا اُولٰٓئِكَ ف۪ى ضَلَالٍ بَع۪يدٍ

Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler, halkı Allah yolundan alıkoyarlar ve doğru yolu eğri göstermeye çalışırlar. Öyleleri, haktan pek uzak bir sapıklık içindedirler.

(İbrahim Sûresi, 14:3)

وَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ

Halkı Allah yolundan alıkoyarlar..

وَ يَبْغُونَهَا عِوَجًا

Doğru yolu eğri göstermeye çalışırlar..

الَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ

Onlar dünya hayatını seve seve...

وَ يَبْغُونَهَا عِوَجًا

Doğru yolu eğri göstermeye çalışırlar..

بِاَيَّامِ اللّٰهِ

Allah'ın geçmişteki azap günleri

(İbrahim Sûresi, 14:5)

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ

Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik.

(İbrahim Sûresi, 14:4)

رَسُولٍ

Her peygamberi..

اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ

Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve Allah'ın geçmişteki azap günlerini onlara hatırlat.

(İbrahim Sûresi, 14:5)

اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ

Allah'ın geçmişteki azap günlerini onlara hatırlat.

Sekizinci Şua

Üçüncü Keramet-i Aleviye Risalesi

Sekizinci Şua 1942 yılında Kastamon'da telif edilmiştir. Bu risale Kaside-i Celcelûtiye'dir. Me'hazi Mecmuat-ül Ahzab "Şazeli" cildindedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً

Siracü'n-Nur

(Nur Kandili) gizliden gizliye yanıp intişar eder, yayılır.

بِحَقِّ تَبَارَكَ ثُمَّ نُونٍ وَ سَٓائِلٍ ٭ وَ بِسُورَةِ التَّهْم۪يزِ وَ الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
وَ بِالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا وَ النَّجْمِ اِذَا هَوٰى ٭ وَ بِاِقْتَرَبَتْ لِىَ الْاُمُورُ تَقَرَّبَتْ
وَ بِسُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَ اٰيَةً ٭ عَدَدَ مَا قَرَاَ الْقَار۪ى وَمَا قَدْ تَنَزَّلَتْ
فَاَسْئَلُكَ يَا مَوْلَاىَ بِفَضْلِكَ الَّذ۪ى ٭ عَلٰى كُلِّ مَٓا اَنْزَلْتَ كُتْبًا تَفَضَّلَتْ

Tebareke, Nûn, Mearic, Hümeze, Tekvir, Zariyat ve Necm Sûrelerinin hakkı için ve Ikterabet

(Kamer) Sûresinin hakkı için, bütün işler bana yaklaşmış oldu. Hizb hizb, âyet âyet Kur'ân sûrelerinin hakkı için, bunları okuyanın okumaları adedince ve nazil olan âyet ve sûreler sayısınca, indirdiğin bütün faziletli kitapların faziletleri hakkı için ey Rabbim, Senden yardım diliyorum.

وَالشَّمْسُ كُوِّرَتْ

Tekvîr Sûresi hürmetine...

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

Güneş dürülüp toplandığında.

(Tekvîr Sûresi, 81:1)

وَبِالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا

Yemin olsun esip savuran rüzgâra.

(Zâriyat Sûresi, 51:1)

وَبِالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا

Esip savuran rüzgara yemin olsun.

وَالذَّارِيَات

Yemin olsun esip savuran rüzgâra.

(Zâriyat Sûresi, 51:1)

وَ النَّجْمِ اِذَا هَوٰى

Battığı zaman yıldıza andolsun.

(Necm Sûresi, 53:1)

وَ الطُّورِ

Tûr Dağına yemin olsun.

(Tûr Sûresi, 52:1)

وَ الذَّارِيَات

Esip savuran rüzgara yemin olsun.

(Zâriyat Sûresi, 51:1)

وَ النَّجْمِ

Yıldıza yemin olsun.

(Necm Sûresi, 53:1)

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Kıyâmet yaklaştı, ay yarıldı.

(Kamer Sûresi, 54:1)

وَ بِاِقْتَرَبَتْ لِىَ الْاُمُورُ تَقَرَّبَتْ

Ve Ikterabet

(Kamer) Sûresiyle bütün işler bana yaklaşmış oldu.

وَ بِسُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَ اٰيَةً

Hizb hizb, âyet âyet Kur'ân sûrelerinin hakkı için.

فَاَسْئَلُكَ يَا مَوْلَاىَ بِفَضْلِكَ الَّذ۪ى ٭ عَلٰى كُلِّ مَٓا اَنْزَلْتَ كُتْبًا تَفَضَّلَتْ

Ey Mevlâm, lütfunla indirdiğin bütün faziletli kitaplarının hakkı için Senden yardım diliyorum.

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَ مَنْ ف۪يهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin.

(İsrâ Sûresi, 17:44)

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّ۪ى مِنَ الْفَجَتْ

Ey Mevlâm! Âyetü'l-Kübrâ hürmetine, beni bütün sıkıntılardan kurtar.

وَبِسُورَةِ الدُّخَانِ ف۪يهَا سِرًّا قَدْ اُحْكِمَتْ

İçine muhkem

(sağlam) bir şekilde sırların yerleştirildiği Duhan Sûresinin hakkı için.

بِسِرِّ حَوَام۪يمِ الْكِتَابِ جَم۪يعِهَا ٭ عَلَيْكَ بِفَضْلِ النُّورِ يَا نُورُ اُقْسِمَتْ

Kur'ân'da geçen bütün "Hâ, Mîm"lerde bulunan sırların hakkı için ve risalelere bölünmüş Nur'un hakkı için beni koru ey Nur!..

مَثَلُ نُورِه۪

Onun nurunun misali...

(Nûr Sûresi, 24:35)

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً٭ تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ

Nur kandili, gizliden gizliye yanıp yayılır. Sirâcü's-Sürc

(Kandiller Kandili), gizliden gizliye yanıp aydınlanır.

بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ ٭ بِقُدُّوسِ بَرْكُوتٍ بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ

Rahîm, Celâl, Raûf, Münezzeh, Kuddûs ve Rahîm isimlerinin nuruyla fitne ve dalâlet ateşi söndürülecek.

سِرًّا بَيَانَةً

Gizliden gizliye beyan edilerek, açıklanarak.

سِرًّا تَنَوَّرَتْ

Gizliden gizliye aydınlanır.

سِرًّا

Gizlice.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Onun kuvveti herşeye galiptir ve O herşeyi hikmetle yapar.

(İbrahim Sûresi, 14:4)

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ

Siracü'n-Nur

(nur kandili) yanıp parlıyor.

بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ

İzzet, Azamet, Celal ve Kibriya ve Raûf'un nuruyla..

جَلَالٍ بَازِخٍ

"İzzet, azamet ve celâl ve kibriya."

شَرَنْطَخٍ

Süryanîce Raufdir

بَرْكُوتٍ

Süryanîce Rahîm'dir.

بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ

Onun nuruyla dalâlet ve fitne ateşi söner.

فَاسْئَلْ لِمَوْلَاكَ الْعَظ۪يمِ الشَّانِ يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ
بِاَنْ يَق۪يكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِ وَ شَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ وَ مِحْنَةٍ

Ey fitne ve felâket asrına yetişen kişi! Şanı yüce Mevlâ'dan, her türlü fitne, bela ve musibetin şerrinden korunmayı iste ve yalvar ki o fitne, sıkıntı ve azabın şerrinden seni korusun.

اِنَّا اَعْطَيْنَا

Şüphesiz ki, Biz [sana Kevser'i] verdik.

(Kevser Sûresi: 1.)

اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْط۪يرًا بِتَّ بِهَا الْاَم۪يرُ وَالْفَق۪يرَا

"Yani, ecnebi hurufarı bin üçyüz kırksekizde

(1348) tamim edilecek, çoluk-çocuk, emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar."

سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا

Satır - satır yazılacak..

يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ

Ey fitne ve dalâlet asrına erişen!

يَا سَع۪يدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ

Ey o fitne ve felâket asrına yetişen Said!

مُدْرِكًا

İdrak eden, yetişen, anlayan..

دْرِكًا

"Kürd kalbidir.

(Yani; tersinden okunuşudur.)"

بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ

Onunla fitne ve dalâlet ateşi söndürülecek.

اَلْقَسَمُ الْجَامِعُ وَالدَّعْوَةُ الشَّر۪يفَةُ وَالْاِسْمُ الْاَعْظَمُ

Geniş mânâları içeren kasem, kıymetli dua ve İsm-i Âzam...

اِنَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةَ الشَّر۪يفَةَ وَ الْوِفْقَ الْعَظ۪يمَ وَ الْقَسَمَ الْجَامِعَ وَ الْاِسْمَ الْاَعْظَمَ وَ السِّرَّ الْمَكْنُونَ الْمُعَظَّمَ بِلَا شَكٍّ كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةِ

Hiç şüphesiz bu kıymetli münacat ve muazzam dua ve geniş mânâlar ihtivâ eden kasem ve İsm-i Âzam ve bu büyük gizli sır, dünya ve âhiret hazinelerinden bir hazinedir.

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً ٭ تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ

Sirâcü'n-Nur gizliden gizliye yanıp yayılıyor; Sirâcü's-Sürc

(Kandiller Kandili), gizliden gizliye yanıp aydınlanıyor.

بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ ٭ بِقُدُّوسِ بَرْكُوتٍ بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ

Sonsuz izzet, azamet, celâl ve kibriya sahibi, bütün kusur ve noksanlıklardan münezzeh olan Zât-ı Rahîm'in nuruyla küfrün ateşi söndürülür.

بِيَاهٍ وَيَا يُوهٍ نَمُوهٍ اَصَالِيًا ٭ بِطَمْطَامٍ مِهْرَاشٍ لِنَارِ الْعِدَاسَمَتْ

Ma'bûd-u bilhak

(el-İlâh) Hû, Samed, Zü'l-Batş

(Düşmanlarını kıskıvrak yakalayan), Cebbar

(Hükmüne karşı konulmaz) ve Halîm olan Zâtın yardımıyla

(o nûr) düşmanlarının ateşini bastıracak.

بِهَالٍ اَه۪يلٍ شَلْعٍ شَلْعُوبٍ شَالِعٍ ٭ طَهِىٍّ طَهُوبٍ طَيْطَهُوبٍ طَيَطَّهَتْ
اَنُوخٍ بِيَمْلُوخٍ وَ اَبْرُوخٍ اُقْسِمَتْ ٭ بِتَمْل۪يخِ اٰيَاتٍ شَمُوخٍ تَشَمَّخَتْ
اَبَاذ۪يخَ بَيْذُوخٍ وَ ذَيْمُوخٍ بَعْدَهَا ٭ خَمَارُوخٍ يَشْرُوخٍ بِشَرْخٍ تَشَمَّخَتْ ٭ بِبَلْخٍ وَ سِمْيَانٍ وَ بَازُوخٍ بَعْدَهَا
بِذَيْمُوخٍ اَشْمُوخٍ بِهِ الْكَوْنُ عُمِّرَتْ ٭ بِشَلْمَخَتٍ اِقْبَلْ دُعَٓائ۪ى

Nurun kandili gizli olarak yakılıp apaçık aydınlatılır.

Kandiller kandili gizli olarak tutuşturulur; o da tenevvür eder.

Celâl ve Hâlık isimlerinin nuru, Kuddüs isminin bereketi ve kibriyan ile dalâlet ve fitne ateşi söndürülür.

Allah, Hû, Samed, Kahhar isimleriyle ve savaş deniziyle, yükselen düşmanlık ateşi söndürülür.

Allah, Hak, Cemîl, Vedûd ve Mucîb isimlerinin hürmetine;

Mürîd, Cemîl, Zahir isminle taksim edilen, yüce olan ve yüceltilen ayetlerin

(ve tefsirlerinin) şanı hürmetine duamı kabul buyur!..

بِتَمْلِيخِ اٰيَاتٍ شَمُوخٍ تَشَمَّخَتْ

Yüce olan ve yüceltilen ayetlerin

(ve tefsirlerinin) şanı hürmetine.

بِتَمْل۪يخِ اٰيَاتٍ

Yüce olan ve yüceltilen ayetlerin

بِحَقِّ تَبَارَكَ

Mülk Sûresi

(Tebareke) hakkı için.

اَبَاذ۪يخَ بَيْذُوخٍ وَ ذَيْمُوخٍ بَعْدَهَا

..........................

بِبَلْخٍ وَ سِمْيَانٍ وَ بَازُوخٍ بَعْدَهَا

..........................

خَمَارُوخٍ يَشْرُوخٍ بِشَرْخٍ تَشَمَّخَتْ

..........................

تَشَمَّخَتْ

"Yirmi beşte geçen ve sırları bilmek manasında.."

ذَيْمُوخٍ اَشْمُوخٍ بِهِ الْكَوْنُ عُمِّرَتْ

"İsm-i Adl ve ism-i Hakemin tecellîsiyle ve adalet ve mizanıyla ve intizam ve hikmetiyle dünya tamir edilir, tahripten kurtulur."

بِهِ الْكَوْنُ عُطِّرَتْ

"O iki ismin râyiha-i tayyibesiyle ve çok hoş kokularıyla, dünya güzel kokular alır, attar dükkânı gibi râyiha-i tayyibe verir."

ذَيْمُوخٍ

..........................

اَقِدْ كَوْكَب۪ى

Yıldızımı parlat.

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ

Siracü'n-Nur

(nur kandili) yanıp parlıyor.

فَيَا حَامِلَ الْاِسْمِ الَّذ۪ى جَلَّ قَدْرُهُ

Ey kadri yüce olan ismin taşıyıcısı!

اَلْاِسْمُ الْمُعَظَّمُ

Muazzam isim.

بَدَئْتُ بِبِسْمِ اللّٰهِ رُوح۪ى بِهِ اهْتَدَتْ اِلٰى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ

"Hazine-i esrar olan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ile başladım. Ruhum, onunla o hazineyi keşfetti"

بِوَاحِ الْوَحَا بِالْفَتْحِ وَالنَّصْرِ اَسْرَعَتْ
اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَ الْفَتْحُ

Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman.

(Nasr Sûresi, 110:1)

اَقِدْ كَوْكَب۪ى بِالْاِسْمِ نُورًا وَ بَهْجَةً ٭ مَدَى الدَّهْرِ وَ الْاَيَّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ

Yâ Rab! Nur isminle ve cemâlinle parlat yıldızımı, .. Günler ve asırlar boyunca Sensin buna kàdir olan ey Nur.

اَقِدْ كَوْكَب۪ى بِالْاِسْمِ نُورًا

Nûr ismiyle yıldızımı parlat.

بِاٰجٍ اَهُوجٍ جَلْمَهُوجٍ جَلَالَةٍ٭ جَل۪يلٍ جَلْجَلَيُّوتٍ جَمَاهٍ تَمَهْرَجَتْ

Senin Allah, Ehad, Celal, Celîl, Bedi', ... isimlerin hep parlamaktadır.

بِتَعْدَادِ اَبْرُومٍ وَ سِمْرَازِ اَبْرَمٍ ٭ وَ بَهْرَةِ تِبْر۪يزٍ وَ اُمٍّ تَبَرَّكَتْ

Bütün dualara kesin cevap veren isimlerini sayarak.... O isimlerinin ortaya çıkıp parlamasıyla, çevrenin bereketiyle..

اَقِدْ كَوْكَب۪ى

Yıldızımı parlat.

اَقِدْ كَوْكَب۪ى

Yıldızımı parlat.

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ

Siracü'n-Nur

(nur kandili) yanıp parlıyor.

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّ۪ى مِنَ الْفَجَتْ

Yâ Rab! Âyetü'l-Kübrâ hakkı için beni bütün sıkıntılardan kurtar, eman ve emniyet ver.

وَ بِحَقِّ فَقَجٍ مَعَ مَخْمَةٍ يَٓا اِلٰهَنَا

Güzel isimlerin ile beni sıkıntı ve perişaniyetten koru.

وَ بِاَسْمَٓائِكَ الْحُسْنٰى اَجِرْن۪ى مِنَ الشَّتَتْ

İsm-i Azam olan o esma risalesini

(30.Lem'a) bereketiyle beni teşettütten, perişaniyetten hıfz eyle. Ya Rabbi!

حُرُوفٌ لِبَهْرَامٍ عَلَتْ وَ تَشَامَخَتْ

Öyle nurlu harfler ki Mars yıldızı gibi yücedir.

وَ اسْمُ عَصَا مُوسٰى بِهِ الظُّلْمَتُ انْجَلَتْ

Asâ-yı Mûsa ismiyle karanlıklar dağılır.

بِاَسْمَٓائِكَ الْحُسْنٰى اَجِرْن۪ى مِنَ الشَّتَتْ

İsm-i Azam olan o esma risalesini

(30.Lem'a) bereketiyle beni teşettütten, perişaniyetten hıfz eyle. Ya Rabbi!

حُرُوفٌ لِبَهْرَامٍ عَلَتْ وَ تَشَامَخَتْ

Öyle nurlu harfler ki Mars yıldızı gibi yücedir.

وَ اسْمُ عَصَا مُوسٰى بِهِ الظُّلْمَتُ انْجَلَتْ

Asâ-yı Mûsa ismiyle karanlıklar dağılır.

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى

Âyetü'l-Kübrâ hakkı için..

مُسْتتْبعاتُ التراكيب

Sözdeki, birbirine bağlı, işaretli manalar. Kelimelerin kullanış ve tarzlarından hareketle onların zımnında bulunduğu anlaşılan manalar.

وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّ۪ى مِنَ الْفَجَتْ

Yani "Ya Rab! Beni kurtar, eman ve emniyet ver"

وَ بِاَسْمَٓائِكَ الْحُسْنٰى

Esma-i Hüsna hürmetiyle, bereketiyle..

وَ بِاَسْمَٓائِكَ الْحُسْنٰى اَجِرْن۪ى مِنَ الشَّتَتْ

"İsm-i Âzam olan o esmâ risalesinin bereketiyle beni teşettütten, perişaniyetten hıfz eyle yâ Rabbi"

بَدَئْتُ بِبِسْمِ اللّٰهِ رُوح۪ى بِهِ اهْتَدَتْ اِلٰى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ

"Hazine-i esrar olan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ile başladım. Ruhum, onunla o hazineyi keşfetti"

بِاَسْمَٓائِكَ الْحُسْنٰى اَجِرْن۪ى مِنَ الشَّتَتْ

Güzel isimlerin ile beni sıkıntı ve perişaniyetten koru.

حُرُوفٌ لِبَهْرَامٍ عَلَتْ وَ تَشَامَخَتْ

Bu harfler ki, Nur harfleridir; Merih yıldızı gibi yüce ve yüksektir.

وَ اسْمُ عَصَا مُوسٰى بِهِ الظُّلْمَتُ انْجَلَتْ

Asa-yı Mûsa ismi hürmetine zulmetler, karanlıklar dağılır.

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlediysek bizi onunla hesaba çekme.

(Bakara Sûresi, 2:286)

وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

Rabbinin nimetini de yâd et.

(Duhâ Sûresi, 93:11)

رُوح۪ى بِهِ اهْتَدَتْ اِلٰى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ

İçinde sırların dürülü olduğu hazinelerin keşfine ruhum onunla ulaştı.

وَاَمْنِحْن۪ى يَا ذَا الْجَلَالِ كَرَامَةً ٭ بِاَسْرَارِ عِلْمٍ يَا حَل۪يمُ بِكَ انْجَلَتْ

Ey celâl sahibi Allah'ım, bana ilmin sırlarını lütfunla bildir, Seninle anlaşılır onlar ya Halîm!

مَقَالُ عَلِىٍّ وَ ابْنِ عَمِّ مُحَمَّدٍ ٭ وَ سِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلَائِقِ جُمِّعَتْ

Bu sözler Muhammedin

(a.s.m.) amcasının oğlu Ali'nindir

(r.a.) ve yaratılmış olan herşey hakkındaki ilimlerin sırlarını toplamıştır.

وَ سِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلَائِقِ جُمِّعَتْ

Yaratılmış olan herşey hakkındaki ilimlerin sırlarını toplamıştır.

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ

Nurun kandili tutuşturulur.

بَعْدَهَا

Ondan sonra, onun devamında..

وَ ذَيْمُوخٍ بَعْدَهَا

Yirmiyedinci Söz'ün Zeyline işaret

(Sahabeler Hakkında)

بَعْدَهَا

Ondan sonra, onun devamında..

وَ بَازُوخٍ بَعْدَهَا

Otuzbirinci Söz'ün Zeyline işaret.

(Şakk-ı Kamer Mu'cizesine dair.)

"İşte Risale-i Nur'un Sözleri otuz üç ve bir cihette otuz iki ve Mektubat namındaki risalelerin dahi bir cihette otuz iki ve bir cihette otuz üç olup bu münâcâtla mutabık olması ve yalnız risale şeklinde iki adet zeyilleri bulunması ve o zeyillerin birisi Yirmi Yedinci Sözün ehemmiyetli zeyli ve diğeri Otuz Birinci Sözün kıymettar zeyli olması ve o iki zeyl risalesinin müstakil mertebe ve numaraları bulunmaması veَعْدَهَا}}

kelimesi dahi aynı yerde, aynı mânâda tevafuk etmesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kanaat veriyor ki, Hazret-i İmam-ı Ali

(r.a.) tebeî bir mânâ ile ve işârî bir mefhumla Risale-i Nur'a, hattâ zeyillerine bakmak için öyle yapmış."

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ

Doğrusunu Allah bilir.

اَستَغْفِرُ اللّٰهَ مِنْ خَطَٓائ۪ى وَخَط۪ٓيئَات۪ى وَ مِنْ سَهْو۪ى وَغَلَطَات۪ى وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نِعْمَةِ الْا۪يمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ حُرُوفِ رَسَائِلِ النُّورِ الْمَقْرُوئَةِ وَ الْمَكْتُوبَةِ وَ الْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَاءِ فِى عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ حَيَات۪ى فِى الدُّنْيَا وَ الْبَرْزَخِ وَ الْاٰخِرَةِ

Hatâ ve günahlarımdan, yanılgı ve yanlışlıklarımdan dolayı Allah'tan mağfiret diliyorum. Risale-i Nur'un okunan, yazılan ve havada temessül eden harflerinin dünyada, berzahta ve âhiretteki hayatımın dakikalarının âşireleriyle çarpımından çıkan netice kadar, iman ve Kur'ân nimetinden dolayı Allah'a hamd olsun.

وَ بِسُورَةِ التَّهْم۪يزِ

Tehmiz

(Hümeze) sûresi hakkı için..

يٰسٓ

Yâsin Sûresi..

كٓهٰيٰعٓصٓ

Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd

(sûresi) hakkı için..

وَ كَافٍ وَ هَا يَاءٍ وَ عَيْنٍ وَ صَادِهَا

"Beşinci mertebede bulunması, hem Beşinci Söze, hem Beşinci Mektuba, hem Beşinci Lem'aya ve Dördüncü Şua olan Ayet-i Hasbiye Risalesine, hem Üçüncü Şua olan Münacat'a baktığı..."

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَ عَلٰٓى اٰلِهِ وَ اَصْحَابِهِ بِعَدَدِهَا وَارْحَمْنَا وَ ارْحَمْ طَلَبَةَ رَسَٓائِلِ النُّورِ بِعَدَدِهَا اٰم۪ينَ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Allah'ım Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâma, Onun âl ve ashabına da o kadar salât ve selam et. Bize ve Nur talebelerine de o kadar rahmet eyle. Âmin. Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

(Bakara Sûresi, 2:32)

وَ بِهِ نَسْتَعِين

Ve Ondan yardım diliyoruz.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَهَلُمَّ جَرًّا

Ve böylece sürüp gider.

اَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ

Her nerede kıbleye yönelirseniz Allah'ın rızası oradadır.

(Bakara Sûresi, 2:115.)

وَ سَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَ الْقَمَرَ

Güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi.

(İbrahim Sûresi, 14:33)

وَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ

Yerde olanları da, denizde olanları da, sizin hizmetinize vermiştir.

(Hac Sûresi, 22:65)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd Allah'a mahsustur.

اَلدَّاع۪ى

Davet eden, çağıran, dua eden, duacı..