Woodrow Wilson

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Woodrow Wilson Amerikalı akademisyen, tarihçi ve siyasetçidir ve ABD'nin 28. başkanıdır.1. Dünya savaşı yıllarını da içine alan dönemde 2 defa başkanlık yaptı. ABD'nin I. Dünya Savaşı'na girmesinden önce açıkladığı ilkeler nedeniyle 1919 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. 1914'te I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde ABD tarafsızlığını ilan etti. Milletler Cemiyeti'nin kurulmasını savundu. Babası Güney Presbiteryen Kilisesi'nin (PCUS) kurucularından biriydi. Wilson ömrü boyunca dindar bir Hıristiyan olarak Columbia İlk Presbiteryen Kilisesi'nin cemaat üyesi olarak kaldı.[1][2] Bediüzzaman Wilson, Loyd George ve Venizelos gibi Avrupa (ve ABD) büyüklerinin papaz gibi dinlerine mutaassıp olmalarını Avrupa'nın dinine sahip, belki bir cihette mutaassıp olduğuna delil olarak gösterir. Wilson İlkeleri adı verilen belgenin 12. maddesi Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması esas olarak ele alıyor, parçalanmış ülkenin azınlıklarına muhtariyet tanınması ve bunların Amerikan mandası altına alınması öngörülüyordu. Türkler sadece belirli bölgelerde egemen olabileceklerdi. Gene aynı maddeye göre Türk Boğazları bütün devletlerin gemilerine açık olacak ve buraların kontrolü uluslararası bir heyete verilecekti. Wilson, görüşlerini uygulayabilmek amacıyla bir komisyon kurdu ve bu komisyonun verdiği rapora göre Anadolu'da bağımsız Ermeni devleti kurulmasını kabul etti. Yunanlılar İzmir'i işgale hazırlanırken İngiltere Başbakanı Lloyd George'un bu konuda kendisinden istediği onayı da esirgemedi.[3] Bediüzzaman tarik-i gayr-ı meşru (meşru olmayan) ile bir maksadı takip edenin maksudunun zıddıyla ceza gördüğüne misal olarak Wilson'u da göstermiştir.

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Thomas Woodrow Wilson

Doğum Yeri ve Tarihi: ABD, 28 Aralık 1856[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Washington, ABD, 3 Şubat 1924[1]

Kabrinin Yeri: Washington, ABD

Eserleri[değiştir]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hakiki Hristiyanlık değil belki şimdiki Hristiyan dininin esasıyla İslâmiyet’in esası, mühim bir noktadan ayrıldığından sâbık farklar gibi çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar. O mühim nokta şudur:

İslâmiyet, tevhid-i hakiki dinidir ki vasıtaları, esbabları ıskat ediyor. Enaniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa tesis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi rububiyet-i bâtılayı katediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki havastan bir büyük insan, tam dindar olsa enaniyeti terk etmeye mecbur olur. Enaniyeti terk etmeyen, salabet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.

Şimdiki Hristiyanlık dini ise “velediyet akidesi”ni kabul ettiği için vesait ve esbaba tesir-i hakiki verir. Din namına enaniyeti kırmaz, belki Hazret-i İsa aleyhisselâmın bir mukaddes vekili diye o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika’nın esbak Reisicumhuru Wilson ve İngilizlerin esbak Reis-i Vükelası Loid George gibi çoklar var ki mutaassıp birer papaz hükmünde dindar oldular.

(29. Mektup)


Sâniyen: Din-i İslâm’ı Hristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lâkayt olmak, pek büyük bir hatadır. Evvela: Avrupa, dinine sahiptir. Başta Wilson, Loid George, Venizelos gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinlerine mutaassıp olmaları şahittir ki Avrupa dinine sahiptir, belki bir cihette mutaassıptır.

...

İslâmiyet’in Hristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırr-ı hikmeti şudur ki:

İslâmiyet’in esası, mahz-ı tevhiddir; vesait ve esbaba tesir-i hakiki vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor.

Hristiyanlık ise “velediyet” fikrini kabul ettiği için vesait ve esbaba bir kıymet verir, enaniyeti kırmaz. Âdeta rububiyet-i İlahiyenin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir. اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ âyetine mâsadak olmuşlar. Onun içindir ki Hristiyanların dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve enaniyetlerini muhafaza etmekle beraber sâbık Amerika Reisi Wilson gibi mutaassıp bir dindar olur.

(26. Mektup)


Müstehak Bir Ceza

Şeriatın ﺍَﻟْﻘَﺎﺗِﻞُ ﻟﺎَ ﻳَﺮِﺙُ düstur-u âdilanesi, şeriat-ı fıtriye olan kavânin-i kadere muntabıktır ki, tarîk-i gayr-ı meşru' ile bir maksadı takib eden, maksudunun zıddıyla ceza görüyor. Wilson, Klemanso, Venizelos gibi.

Şuna bir misal: Bidayet-i inkılabımızdan beri, sevab-ı âhiretin vesilesini dinsizcesine şan ü şerefe vasıta yapanlar, müdhiş bir rezaletle neticelendi. Muvakkat bir şan ü şereften sonra, elîm bir sukut takib etti. Lisan-ı halleri ﻟَﻴْﺘَﻨِﻰ ﻛُﻨْﺖُ ﻧَﺴْﻴًﺎ ﻣَﻨْﺴِﻴًّﺎ tilavet ediyor.

Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, daneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu daneler neşv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer daneleri neşv-ü nema bulur. Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi... Fıtraten -çendan- hayır ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek; yüz değil, bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi: O bâb-ı fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafından vermek lâzımdır.

(Tuluat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]