Tin 3
Önceki Ayet: Tin 2 ← Tin Suresi → Tin 4: Sonraki Ayet
Meali: 1-2-3-4-5- İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.
{Allah Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. Sûrede "en güzel biçimde yarattık" ifadesi bu hususu belirtmektedir. İnsan serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini güzel kullanarak "kâmil insan" olacak, yahut da aksi yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır.}
Kur'an'daki Yeri: 30. Cüz, 596. Sayfa
Tilavet Notları:
Diğer Notlar:
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
اِعْلَمْ Ey müslümanları, uyku içinde bir lehv ve lu'b olan dünya hayatına davet eden, Ve Cenab-ı Hakk'ın helâl kıldığı ve bütün keyflerine kâfi gelen tayyibât dairesinden çıkmağa ve onları dinlerinin bazı şeairini terkettirmeye, yahut doğrudan doğruya dinlerini bırakmaya zorlayan, elemlerle âlûde olan Allah'ın haram kıldığı habisat dairesine duhûla teşvik eden ahmak adam! Bil ki, senin onlarla olan bu muamelen, öyle sersem bir sarhoşa benzer ki; parçalayıcı arslan ile munis atın arasını temyiz etmez. Hem darağacı ile çocukların oyuncak yapmak için bir ip ile havada sallanan âletinden tefrik etmez. Hem dehşetli yarayı, müferrah güzel gül çiçeğinden ayırıp tanımaz. Belki arslanı at, darağacını oyuncak ipi ve müdhiş deşilmiş yarayı kırmızı gül zanneder. Bununla beraber, o sarhoş herif, kendini bir mürşid ve muslih zannederek; gayet müdhiş bir vaziyette bulunan öylesi bir adama gelir ki; arkasında her an hücuma müheyya vaziyetinde bekleyen acib bir arslan var.. Ve gözü önünde asmak için kurulmuş, dikilmiş bir darağacı.. ve sağında gayet derin kan boşanan bir yara.. ve solunda patlamış gayet müz'iç bir çıban var.
Fakat o biçarenin iki elinde iki ilacı vardır ki, onları eğer istimal etse, biiznillah o iki yara, iki kırmızı güle inkılab ederler. Hem lisanında ve kalbinde iki tılsım vardır.. Eğer bu tılsımları da istimal etse, Allah'ın emriyle o arslan bir ata inkılab edecek ve dar-ı selâmdaki ziyafetine davet eden Seyyid-i Keriminin huzuruna gitmek için ona bir binek olacak. Hem zeval ve fena ağacından asılan firak ve asacak ipi ise, Allah'ın lütfuyla bir seyr ve tenezzüh âletine inkılab edecek. Ve o zeval ve firak ipi; tazelenen seyyal manzaralar ve değişen cevval aynalar üstünde sallanarak mürur etmesiyle; fasıllar, asırlar ve dehirlerin akışı üzerinde tecelli ve zuhuru daim olan bir cemal-i mücerredin teceddüd-ü tecelliyatının izdiyad-ı lezzeti hasıl olacak. Hem insan kitlelerinin ve eyyam ve senelerin geçişi üzerinde de in'am ve nimetlerin müteceddid suretinin tazelenmesi içindeki lezzetin ziyadeleşmesi olacaktır.
Sonra da, o biçarenin aynı vaziyetinde olan o sarhoş herif, gelip ona der ki: "Bırak bu tılsımları, at şu ilaçları; gel beraber keyfedip oynayalım. Raksedip işret edelim."
Bu fakir adam ise, ona der ki: "Tılsımları saklamak ve ilaçları muhafaza etmekliğin müsaadesi miktarınca, benim keyfim için kâfidir. Bundan ziyadesi ve müsaadesi haricinde lezzet ve saadet mümkin değildir."
Evet, ancak Cennet'te ölebilecek olan ölüm Arslanını öldürmek; ve Hâkim-i Arz'ın hükmüyle ve emriyle, yerden tâ süreyyaya kadar yüksek ve zemine çakılmış olan şu âleti ref' etmek, yani bu arz ve dünyayı başka bir yer ile tebdil etmekle; firak ve zeval âletini izale etmek; hem hayatımın külliyetini istila etmiş olan şu acz yarasını, âciz ve fani hayatımı mutlak, bakî ve kadir bir hayata tebdil etmekle iyileştirmek; ve külliyet-i zatımı ihata eden bu fakr çıbanını benim fakir, miskin zatımı alel-ıtlak olarak sermedî, ganî bir zata tahvil etmekle sağaltmaya kuvvet ve imkânın varsa; yap, göster, görelim. Fakat madem ki, bu mezkûr dört şeyi yapmaya imkânın yoktur ve haddine düşmemiştir. Öyle ise ey sarhoş şeytan, benden elini çek! Beni aldatamazsın. Belki ancak sen, senin gibi ağlamak ile gülmenin, beka ile fenanın, dâ' ile devanın, heva ile hüdanın mabeynini farkedip temyiz etmeyen bir sarhoşu aldatabilirsin. Amma ben ise,
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
نِعْمَ الْمَوْلَي وَنِعْمَ النَّصِيرُ
deyip Cenab-ı Hakk'a dayanmışım. O, benim vekilimdir.
İşte eğer temsilin sırrını fehmettin, yahut hakikatın suretini görmeye müştak oldun ise bak, dinle:
İşte medeniyet-i sefihe-i dâllenin şakirdleri ve felsefe-i sakime-i mudıllenin talebeleri, gayet acib ihtiraslar ve pek garib firavunluklarla sarhoş oldukları halde, gelip müslümanları ecnebi âdetlerinin ittibaına ve envar-ı İslâmiye ile içinde şuur ve iş'ar lemaan eden şeair-i İslâmiyenin terkine davet ediyorlar.
Fakat Kur'anın şâkirdleri ise, onlara karşı şöyle mukabelede bulunurlar: Ey dalaletpişe gafiller! Eğer siz dünyadan zeval ve mevti kaldırmak ve insandan acz ve fakrı gidermek iktidarında iseniz, dine ve dinin şeairine karşı istiğna gösteriniz.
Yoksa şu dört tane ra'dların na'raları arasında ve dinin şeairiyle birlikte lüzumunu en yüksek ses ile ilan eden bu tekvinî âyetler ortasında, sinek vızıltısı gibi de olmayan vesvese ve demdemenizi kesiniz, susunuz.
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Evet benim arkamda ecel arslanı durmuş, beni daima tehdid ediyor. Fakat eğer ben, iman kulağıyla Kur'an'ın sesini duyup dinlesem, o arslan bir Ata inkılab edecek. Firak ise, bir buraka değişip beni Rahman-ı Rahimimin rahmetine ve Hannan-ı Kerim olan Seyyidimin huzuruna götüreceklerdir. Yoksa ölüm parçalayıcı bir arslan şeklinde kalacak, benim rağmıma olarak hem beni parçalayacak, hem de ebedî bir firak ile bütün mahbubatımdan beni ayıracaktır.
Ve keza, iki elimin ortasında ve gözümün önünde gece ve gündüzün ihtilafı içinde fena ve zeval âletleri dikilmiş sallanmakta, helak ve firak âletleri de mevsimler ve asırlar emvacı üstünde dalgalanmaktadır. İşte şu âletler, beni bütün ahbabımla birlikte asmak için dikilmiş hazır bekliyorlar. Fakat eğer ben, Kur'an'ın irşadına sem'-i îkanla kulak versem; o zaman o âletler, nehr-i zaman ve bahr-i dünyada güneşin zenbereğiyle dönen ve kamerin seyri ve arzın deveranı içinde ki, gece ve gündüzün sarmaşıklarıyla zinetlenen ve kış ve yazın gömlekleriyle süslenen mevsimlerin safahatı üstündeki şuunat-ı kudretin tazelenen tecelliyatını görmek için; hem dahi gece ve gündüzün ihtilafı içinde değişen mezahir-i seyyale ve tahavvül eden aynalar ve tebeddül eden levhalar üstünde celevat-ı esmanın tazelenmesini müşahede etmek için, birer seyr ve tenezzüh bineğine inkılab ederler.
Ve keza, benim sağ yanımda gayr-ı mahdud bir fakr çıbanı bütün vücudumu sarmış bulunmaktadır. Halbuki ben ise, hayvan cinsinden en âciz bir hayvandan dahi daha âciz ve bütün hayvanattan daha fakirim. Yani benim maddî ve manevî hâcetlerim, bütün hayvanatın hacetleri kadar vardır. Hal böyle iken, benim zâtî iktidarım bir serçe kuşunun faaliyetinden de azdır. Fakat eğer ben, kendimi Kur'anın şifahanesinde tedavi edebilsem; o elîm fakr-ı mutlak, rahmetin ziyafetine gitmek için lezzetli bir şevk ve Rahman-ı Rahim'in rahmetinin semeratını tenavül için latif bir iştihaya inkılab ederek; fakr ve aczin lezzeti, çok mertebe ziyade gına ve kuvvetin lezzetinden üstün gelir. Yoksa, hacetlerin âlâm-ı iz'acatı ortasında, zâhiren metalibimin bir kısmı onların yanında olan eşyaya karşı zelilane bir dilencilik ve kölelik vaziyeti içinde kalırım.
Hem dahi, benim sol tarafımda, hesabsız düşman ve mehalike karşı hadsiz bir aczin ve nihayetsiz bir za'fın pek derin bir yarası vardır ki; o hadsiz düşman ve mehalikten gelen korku elemi dünya hayatının lezzetini mahvetmektedir. Fakat eğer ben, Kur'anın davetine sükût ile teslim olsam, o zaman benim nihayetsiz aczim ve za'fım, bir Kadir-i Mutlak'a istinad etmek; hem bütün düşmanlardan emn ü emanı mutazammın olan tevekkül ile nokta-i istinada ittisal peyda etmek için, bir davet tezkeresine inkılab eder. Yoksa hadsiz aczimle beraber, birbirine zıd olan hadsiz düşmanlar arasında muzdarib bir şekilde kalmaya mahkum olurum.
Ve keza ben kabre, haşre uğrayıp giden öyle uzun bir yolculuk üzerindeyim ki; Kur'anın güneşinden iktibas edilen ve Rahman-ı Rahim'in hazinesinden alınan bir ilim ve akıldan başka; hiçbir ilim ve akıl, bize o yoldaki zulümatı aydınlatacak bir nur gösteremediği gibi, o uzun seferde zâd ü zahîre olacak bir rızık da veremezler.
İşte eğer beni bu yolculuktan men edecek bir şey bulmuşsan söyle. Lâkin bulduğun şey, kabir kuyusunun ağzından sukut ile, gayet korkunç ve dehşet olan adem ve hiçlik karanlıklarının tâ dibine düşmeyi kabulden ibaret olan bir dalalet ile yol kesmek olmasın! Yoksa sus, hey sersem! Tâ Kur'an-ı Hakîm, dediğini desin.
İşte, kitab-ı âlemden şu geçen âyat-i hamse insanın başı üstünde ra'd gibi
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
âyetini kıraat ettikten sonra, ey sapık mağrur! Daha sana ittiba' nasıl caiz olabilir? Hem senin meşrebini ihtiyar eden, ancak şarab-ı siyaset veyahut hırs-ı şöhret veya riyakârlık iştihası, yahut rikkat-i cinsiye veya felsefenin zındıklığı veya sefahet-i medeniyet veya bunlara benzer şeylerle sarhoş bulunması lâzımdır. Bununla beraber, insanın başına inen şu mezkûr darbeler ve beşerin yüzünü, gözünü tokatlayan bu korkunç ehval, elbette beşerin sekrini bir gün uçuracağı muhakkaktır. Bununla beraber insan, hayvan gibi yalnız bir halin âlâmıyla mübtela bir mahluk değildir. Belki onun başını halin elemiyle beraber, müstakbelin korkusu ve mâzinin hüznü beraberce döğmektedirler.
İşte ey insan! Eğer bütün hayvanattan daha şakî, daha zelil, daha ahmak, daha dâll bir halde kalmamak istiyorsan; hürmetle sükût edip, iman kulağıyla Kur'anın şu gelecek âyetleriyle ilân edilen beşaretini işit, hakiki insan ol!..
اَلَا اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللّٰهِ لَا خَوْف عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
اَلَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظِيمُ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِي اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ
اِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاةِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
(Şemme (Mesnevi (Badıllı Tercümesi)))