Satranç

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Satranç iki kişi arasında karelere bölünmüş özel bir tahta üzerinde belirli taşlarla ve bu taşların sırayla hareket ettirilmesiyle oynanan bir masa başı oyunudur. İslâm’ın doğuşuna yakın bir tarihte Araplar’a intikal etmiş ve ilk öğrenen kişi Amr b. Âs olmuştur. Hz. Ali zamanında toplumda oynanmaya başlanmıştır. Satrancın gelişmesi, kurallarının belirlenmesi, yazılması ve Batı’ya geçişi satrancın müslüman Araplar’a intikalinden sonra müslümanlar sayesinde olmuştur. 4 mezhepte haram, mekruh ve mübah olduğuna dair farklı hükümler vardır. Genel kanaat kumara bulaştırılmadığı, Allah’a (başta namaz), aileye ve topluma karşı görevlerin aksatılmadığı, daha önemli bir işin ihmaline yol açmadığı, düşük karakterli kişilerle oynanılmadığı, kin, düşmanlık, yalan yere yemin ve kötü söz söylemeye sebep olmadığı sürece satranç oynamanın haram olmadığı şeklindedir.[1][2]

Bediüzzaman zalim ve dinsizlerin karanlık oyunlarını satranca benzetir ve iman hakikatlarına hizmet vazifesi olan Risale-i Nur talebelerinin bunlarla meşgul olmamaları gerektiğini söyler. Başka bir mektupta ehl-i hakka ilmi müzakerelerde satranç oyunundaki gibi faziletini öne sürmeye çalışıp münakaşa derecesine çıkartmanın doğru olmadığını hatırlatır.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

(Çok ehemmiyetlidir.)

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bugünlerde gayet sadık ve dikkatli bir kardeşimizin ihtiyatsızlığından küçük bir tokat yemesi münasebetiyle hem bu dört ay müddetçe, binler adam kadar alâkadar olduğum halde; ahval-i âlemden, siyaset ve harpten kat’iyen bir haber almayıp ve istemeyip ve merak etmez bir tarzda bulunmamdan, Feyzi ve Emin gibi has kardeşlerimin hayretleri ve istifsarları sebebiyle bir hakikatten, çok defa beyan ettiğim gibi yine bir parça ondan bahsetmek lüzum oldu. Şöyle ki:

Hakaik-i imaniye, her şeyden evvel bu zamanda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken; şimdiki hal-i âlem, hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalaletine ceza olarak gelen gazab-ı İlahînin bir cilvesi olan Harb-i Umumî’nin tarafgirane, damarları ve âsabları tehyic edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar belki de veliler; o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp o cereyanların hükmüne tabi olarak hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikati belki ehl-i velayeti tenkit ve adâvet eder hattâ hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi yaparlar.

İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı, Risale-i Nur’un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan ıskat etmiş ki bu harb-i umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım.

Hem Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken, zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir.

Cenab-ı Hak bize nur ve nurani vazifeyi vermiş; onlara da zulümlü, zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmaya tenezzül etmek hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı maneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramlarını tebrik ederiz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

(Kastamonu L.)


Ehli Hak, yalnız hak için bahse girişmeli. Hak için bahse girişen izhar-ı fazl etmez. Yalnız Hakkı arar. Hak hangi tarafta olursa olsun, kemâl-ı şevk ile alır. Hatta hak, hasım tarafında olsa, hâlis bir hakperest daha ziyâde sever. Çünkü, istifade eder. Eğer hak onun sözünde olsa, bir istifadesi olmaz. Gurura girmek de ihtimali var. Fakat hasmın elinden çıksa, hem istifade eder. Hem teslimiyyetle hakka inkiyadını gösterir. Bir fazilet dahi kazanır.

Hakîkat böyle iken, maatteessüf ehl-i hakda ve ulemâda hakperestlik nâmı altında, nefisperestlik işe çok karışıyor.

En mühim ve kudsî bir mes’eleyi, satranç oyunu gibi izhar-ı fazl yolunda ve müzakere-i ilmiyeyi, münakaşa derecesine çıkarılıp, onunla oynuyorlar. Her iki taraf kendini haklı zanneder. Her iki taraf, mâdem münakaşa sûretini alıyor, haksızdırlar.

Zaten kemmiyeten az olan ehl-i dalâlet, kesretli olan ehl-i hakkın şu hâlinden istifade ederek, mağlup edip, perîşan ediyorlar.

Hem münakaşacı iki kısım, o mes’elede hakkı göremezler. Çünkü: Nazar-ı insaf ile bakılmadığı için, tenkid nazarı hasmının yalnız çürük taraflarını ve taraftarlık cihetiyle kendi nefsinin yalnız iyilik tarafını görür, iyiliklerini onun çürükleriyle müvazene eder. Elbette bu nazar hakkı göremez, görsede tanımaz.

Said Nursî

(Üstad Hz.'nin Hulusi Ağabeye Gönderdiği Mektuplar)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Büzürg-Mihr: Sasani İmparatorluğu'nun hükümdarı Kavad ve oğlu I. Hüsrev'in Satranç hakkındaki kitabı meşhur olan veziri.
  • Amr Bin As: Araplar içinde satrancı ilk öğrenen kişi.

Kaynakça[değiştir]