En'am 29

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: En'am 28En'am SuresiEn'am 30: Sonraki Ayet

Meali: 29- Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi.

Kur'an'daki Yeri: 7. Cüz, 130. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Mü'minin masnuata olan nazarı harfîdir. Yani o şeyin, kendi kendine değil, başkasının manasına delâlet etmesine nazar eder. Fakat kâfirin masnu'ata olan nazarı ise, kasdî ve ismîdir ki; o şeyin kendi nefsine delâlet ettiğine bakar. Binaenaleyh, her masnuda iki vecih vardır:

Birinci vechi: O masnuun zatına ve zatî sıfatına nazar eder.

Bir vechi de: o masnuun Saniine ve hem ona mütecelli olan Fâtırının esmasına bakar ki; bu ikinci vecih, en geniş mecal ve en mükemmel mealdir. Zira nasıl ki bir kitabın her bir harfi kendi nefsine ancak bir harf miktarınca ve bir tek vecih ile delâlet edebildiği halde, kendi kâtibinin vücuduna ise, çok vecihlerle delâlet eder. Hem de kâtibini, o kitaba veya yazıya bakana çok kelimeler miktarınca tarif ve tavsif eder.

Aynen öyle de: kudret kitabı olan kâinattan her bir masnu', bir harftir ki; kendi surî olan vücuduna ve nefsine cirmi kadar ve nefsi miktarınca ve bir vecihle delâlet edebilir. Lâkin Nakkaş-ı Ezelî'sinin vücuduna ise, mütenevvi' pek çok vecihlerle delâlet ediyor. Hem o masnu'a tecelli eden Fatırının esmasını bir uzun kaside kadar inşad eder.

Sonra, bir kaide-i mukarreredir ki; mana-yı harfînin üstünde -tasdik olsun, tekzib olsun- kasdî hükümlerle hükmedilmez. Hem hükmün levazımı dahi ona terettüb etmez, tabi olmaz. Ancak ikinci bir nazar ile olabilir. Bunun içindir ki, o harfi manaya bakanın zihni, dekaikinde tegalgul etmez. Ancak kasdî bir surette teveccüh edilirse, o zaman harf, isim olabilir. Fakat mana-yı ismî öyle değil...

İşte bu sırdandır ki; felasifenin kitabları, kâinata ait ilimlerde ve eşyanın kendi nefislerine bakan cihetlerde çok ileri olduğu görülür. Halbuki felsefecilerin eşyaya bakan ve eşyanın nefislerine ait mes'elelerine dair hükümleri, Saniine bakan cihetine nisbet edilirse, Ankebut ağından dahi daha zaiftir.

Hem meselâ, mütekellimînin kelâmları, felsefî mes'elelere ve kâinata ait ilimlerine ancak tebaî bir mana-yı harfî ile ve istitradî bir şekilde ve yalnız istidlal için nazar ettiği görülür. Hattâ mütekellimînce (güneşin bir lamba, küre-i arzın bir beşik, gecenin bir örtü, gündüzün bir maişet meydanı, kamerin bir nur, dağların birer direk ve kazık olması, yani dağların havaya meşata (tarak), su ve meadine mahzen, toprağı denizin istilasından muhafaza eden birer hami ve zelzeleden mütevellid arzın gazab ve hiddetini dağların menfeziyle teneffüsüne medar birer bacalık vazifesini görmeleri) onlarca kâfidir.

Fakat bir felsefeciye göre ise, güneşin kendi âlem-i manzumesine bir merkez olarak, öyle bir nâr-ı azîmdir ki; seyyarat, arzımızla birlikte onun etrafında birer pervane kelebek gibi uçuşan dehşetli ve azametli bir sultan olması suretinde ancak kâfi gelebilir ve hakeza...

İşte mütekellimînin hiss-i umumîye ve tearüf-u âmmeye mutabık gelen mes'eleleri, vakıa mutabık olmasa bile, onlara zarar vermez ve tekzibe müstehak olmazlar. Ve işte bunun içindir ki; mütekellimînin mesail-i felsefiyedeki re'yleri -ilk nazarda- çok zaif ve aşağı görüldüğü halde, fakat mesail-i İlahiyenin esasatında ise, demirden daha kuvvetli, dağdan daha metindir.

Hem yine bu sırdandır ki; başlangıçta, ilk evvel, ekseriya dünyaya ait ve şu dünya hayatının zâhirine göre, galebe ehl-i dalalette oluyor. Zira onlar dereke-i nefse sukut etmiş olan bütün letaifleriyle kasden ve bizzat şu dünya hayatına müteveccihtirler ve bunu kendi amelleriyle

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا

söylemektedirler. (Yani hayat, yalnız bu dünya hayatından ibarettir diyorlar.) Fakat âkıbet ve netice müttakilerindir ki, onlara ve seyyidleri olan Peygamberlerine (A.S.M.) böyle denilmiş:

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَدَارُ اْلاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

وَلِلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُولٰي

Madem öyledir,

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَكِيلُ

نِعْمَ الْمَوْلٰي وَنِعْمَ النَّصِيرُ

وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

demeliyiz.

(Şu'le, Mesnevi-i N. (Badıllı))


اِعْلَمْ اَيُّهَ اْلاِنْسَانُ Bil ey insan! Rabb-i Kerim, senin yanında emanet bıraktığı kendi mülkünü yine senin için zayi olmaktan muhafaza etmek, hem o emanetin kıymetini birden binlere yükseltmek, hem onun bedeline sana çok büyük bir fiat da vermek üzere senden satın almak istiyor. Satın aldıktan sonra da, istifadene bırakmak üzere yine senin elinde bırakacak, fakat o emanetin idare ve taahhüd külfetini senden alıp kendi kefaletine alacak. İşte bu satışta beş derece kâr içinde kâr vardır. Onun şu azim ihsanına karşı daha nedir bu gurur ve bu nankörlüğün?..

Hem de ey gafil, emaneti satmadığın takdirde, onun emanetinde hain olduğun gibi, kıymeti süreyya kadar yüksek iken, seraya sukut eder derecede bir kıymetsizliğe yuvarlanacak. Sonra da bilâ-faide zail olacak.Ve seni o pek azîm fiyattan, kârdan mahrum bırakacaktır. Hem de emanetin taahhüd tekellüfleri ve günahları da senin boynunda kalacak ve onun muhafaza külfeti ve elemlerinin ağırlığı dahi senin omuzuna yüklenecek. Ve işte beş derece hasaret içinde hasaret!..

Senin şu muameledeki vaziyetin, şöyle miskin bir adama benzer ki; o adam, bir dağın başındadır. Fakat o dağı bir zelzele sarıp, başındaki her şey ve bu adamın emsali gibi herkes, dağın başından kopup derin derelerin diplerine sukut etmektedirler. Hem ellerinde olan her şeyleri de parçalanarak gidiyor. İşte bu adam, gözüyle bu vaziyeti gördüğü halde, kendisi de bir uçurumun başında olup, her dakika o uçuruma yuvarlanmak üzere beklemektedir. Halbuki bu adamın elinde bir emanet vardır ki, sonderece kıymetli bir makine-i murassa'a-i acibedir. Ve o makinede sayısız mizanlar, hadsiz âletler, hesabsız faydalar ve nihayetsiz semereler vardır.

İşte bu adam, o müdhiş vaziyet içinde beklerken, makinenin maliki, kerem ve merhametinden ona haber gönderdi ki: "Ben senin elindeki malımı, güya senin malın imiş gibi satın almak istiyorum. Tâ ki senin dereye sukutunla o mal, kırılıp zayi olmasın. Onu ben muhafaza edeceğim. Ve sen dereden çıktıktan sonra, hiç kırılmayacak bakî bir surette yine sana teslim edeceğim. Hem o makinenin âlât ve mizanları benim geniş bostanlarımda ve dolu hazinelerimde çalıştırılıp işletilmek sureti ile, kıymeti pek çok ziyadeleşecek ve çok çeşitli ücret ve semeratını da beraber alacak.. ve illâ, adi bir âlet derekesine inip kıymetten düşecekte, senin işkembe ve şehvetinin daracık dairesinde muvakkat bir zaman zarfında istimal edilip atılacaktır.

Şimdi bak, batın ve şehvetin nerede?.. Ve besatin ve hazain-i İlahiye nerede?!. Evet koca dünyaya sığmayan bir acip makinenin istimalini, senin batn ve şehvetin onları nasıl istiab edebilecektir?!.

İşte ben o makinenin bedeline pek büyük bir fiyat veriyorum. Hem de sen, bu dağda bulunduğun müddetçe onu elinden almayacağım. Yalnız onun yukarı kulpunu ben tutacağım, tâ ki onun ağırlığı senden hafifleşsin ve külfeti seni ta'ciz etmesin.

Şimdi eğer bey'i kabul ettinse; sen yine o makinede benim namım ve hesabımla tasarruf et! Bir nefer-i asker nasıl ki elindeki malı hususunda, gelecekten havfetmeden, geçmişten de hüzün çekmeden padişahın ismi ve hesabıyla çalıştığı gibi, sen de öyle çalış!.

Amma beş vecihle kazanç içinde kazanç olan şu bey'i kabul etmezsen; beş vecihle hasaret içinde hasarete düşeceğin gibi, emanette hainlik etmiş olup, ziyaından da mes'ul sen olacaksın" dedi.

خُدَايِ پُرْكَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا مِي خَرَدْ اَزْ تُو

بَرَايِ تُو نِگَهْ دَارَدْ بَهَايِ بِيگِرَانْ دَادَه

Evet Kur'an'ın beşere verdiği ders ve talim ki; emaneti satmak cihetindedir ki: Der: "Durma sat, kazançlısın.

اِنَّ الدَّارَاْلاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ

Yani: hakikî hayat ve hayattarlık ancak âhiret hayatındadır.

Fakat medeniyet-i küffar felsefesinin dersi ise der: "Mal senindir, satma malını...

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا

Hayat yalnız bu hayattır." der. İşte hüda-yı münevver ile, deha-i müzevverin arasındaki fark ve tefavüte bak, gör!

(Nur, Mesnevi-i N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]