Vakıa 17

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
16.51, 18 Temmuz 2023 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 38646 numaralı sürüm

Önceki Ayet: Vakıa 16Vakıa SuresiVakıa 18: Sonraki Ayet

Meali: 17- Çevrelerinde, (hizmet için) ölümsüz gençler dolaşır;

Kur'an'daki Yeri: 27. Cüz, 534. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Valideyn ve evlada muhabbet-i meşruanın neticesi: Nass-ı Kur’an ile Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa yine o mesud aileye safi olarak lezzet-i sohbeti, cennete lâyık bir hüsn-ü muaşeret suretinde, dâr-ı bekada ebedî mülakat ile ihsan eder. Ve on beş yaşına girmeden, yani hadd-i büluğa vâsıl olmadan vefat eden çocuklar وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ile tabir edilen cennet çocukları şeklinde ve cennete lâyık bir tarzda gayet süslü, sevimli bir surette, onları cennette dahi peder ve validelerinin kucaklarına verir. Veled-perverlik hislerini memnun eder. Ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli şeyin en a’lâsı cennette bulunur. Yalnız çok şirin olan veled-perverlik, yani çocuklarını sevip okşamak zevki –cennet tenasül yeri olmadığından– cennette yoktur, zannedilirdi. İşte bu surette o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte kable’l-büluğ evladı vefat edenlere müjde…

(32. Söz)


Kur’an-ı Hakîm’de وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ sırrı ve meali şudur ki: Mü’minlerin kable’l-büluğ vefat eden evlatları; cennette ebedî, sevimli, cennete lâyık bir surette daimî çocuk kalacaklarını ve cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını ve çocuk sevmek ve evlat okşamak gibi en latîf bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını ve her bir lezzetli şeyin cennette bulunduğunu “Cennet, tenasül yeri olmadığından evlat muhabbeti ve okşaması olmadığı”nı diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlat sevmesine ve okşamasına bedel safi, elemsiz, milyonlar sene ebedî evlat sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerîme وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.

(17. Mektup)


Sizin çok mübarek ve nazarımızda çok kıymettar ve benim nazarımda cennetin وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ tarafından ebedî ve firdevsî bir hediye-i kudsiye gibi geçen ve gelen iki bayramı, cennetin şekerlemeleri ve tatlıları gibi tatlılaştıran ve ziynetlerin ve nakışların yetmiş tarzlarını giyen hurilerin hulleleri ve libasları gibi manevî meclisimizi ziynetlendiren kalem hediyenizi aldık. Bu hediye, Risale-i Nur hizmeti noktasından ne derece ehemmiyetli olduğunu bugünlerde başıma gelen ve rüyama giren bir hâdise ile anlayınız. Şöyle ki:

Bu çok kıymettar manevî hediyeyi almazdan üç gün evvel, aynen hediyeniz Kastamonu’ya geleceği anında rüyada görüyorum ki terfi-i makam ve rütbe için bizlere bir ferman-ı şahane manevî bir canibden geliyor, kemal-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyordular. Biz baktık ki o ferman-ı âlî, Kur’an-ı Azîmüşşan olarak çıktı. O halde bu mana kalbe geldi: Demek, Kur’an yüzünden Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve biz şakirdleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız.

Şimdi tabiri ise o fermanı temsil eden masumların kalemiyle manevî tefsir-i Kur’an’ı aldığımızdır. Bu rüyanın şimdiki tabiri çıkmadan bir iki saat evvel, Feyzi ile Emin’in gösterdikleri tabir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.

Hem bu medar-ı sürur ve ferah olan hediye-i nuraniyeyi, bir hiss-i kable’l-vuku ile benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Emin’in fıkrasında beyan edilen rüyayı gördüğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen, hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahımı izhar edip otuz kırk defa tebessüm ile güldüm.

Hem ben ve hem Feyzi çok taaccüb ve hayret ettik. (Hâşiye[1]) Otuz günde bir defa gülmeyen, bir günde otuz defa gülmek bizleri hayrette bıraktı. Şimdi anlaşıldı ki o sürur, o sevinç, mezkûr manevî fermanı temsil eden masumların ve ümmilerin kalemlerinin yazıları nesl-i âtinin sahaif-i hayatlarına, âlem-i İslâm’ın sahife-i mukadderatına ve ehl-i iman istikbalinin defterlerine neşr-i envar edeceklerinin ve o masumların hâlis ve safi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i a’malimizde hasenatlarını yazıp kaydetmesinin ve Risale-i Nur şakirdlerinin mukadderatını mesudane idamesinin haberini veren, o daha gelmeyen hediyeden geliyordu. Benim, o azîm yekûnden hisseme düşen binden bir cüzü ruhen hissedilmiş, beni mesrurane heyecana getirmiş idi.

Evet, böyle yüzer masumların makbul amelleri ve reddedilmez duaları sair kardeşlerimin defterlerine geçmesi misillü, benim gibi bir günahkârın sahife-i a’maline dahi girmesi, binler sürur ve sevinç verir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerait altında böyle masumane ve kahramanane çalışmak için biz hem o masumları ve o ümmileri ve muallimlerini tebrik hem peder ve validelerini tebrik hem köylerini tebrik hem memleketlerini hem milletlerini hem Anadolu’yu tebrik ederiz.

Mübarek masumların ve ümmilerin her birisine birer hususi teşekkürname ve tebrikname yazmak elimden gelseydi yazacaktım, öyle ise bu arzumu bilfiil yazılmış gibi kabul etsinler. Ben onların isimlerini bir daire suretinde yazacağım, dua vaktinde bakacağım. Hem onları Risale-i Nur’un has şakirdleri dairesine dâhil edip bütün manevî kazançlarıma hissedar edeceğim.

Benim tarafımdan onların peder ve validelerine veya akraba ve üstadlarına selâmlarımı tebliğ ediniz. Cenab-ı Hak onları ve evlatlarını dünyada ve âhirette mesud eylesin, âmin!

(Kastamonu Lahikası)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Evet, hiçbir vakit Üstadımızı bu kadar neşeli görmemiştik. Sebebini bilmediğimizden hayret ediyorduk.
    Emin, Feyzi