Refet Barutçu

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
15.42, 16 Şubat 2017 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 3995 numaralı sürüm (Yeni sayfa: "Kategori:Şahıs thumb|left '''Refet Barutçu''' 1931'de Barla'da Üstadı ziyaret ederek iman Kur'an hizmetine katılmış ve vefatına kadar Risal...")
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

Refet Barutçu 1931'de Barla'da Üstadı ziyaret ederek iman Kur'an hizmetine katılmış ve vefatına kadar Risale-i Nur'un her türlü hizmetinde bulunmuş ön saflardaki nur talebelerindendir. Aslen ordu mensubu idi. Yemen savaşında İngilizlere esir düştü. Cumhuriyetin ilanından sonra Yüzbaşı rütbesiyle emekli edildi. 1932'de Isparta'ya taşındı ve özellikle Hüsrev ve Rüşdü ağabeylerle beraber Risalelerin tesvid ve tebyiz hizmetlerinde bulundu. Risale-i Nur'un telifi anında Üstad'ın katipliğini yaptığı zamanlar da olmuştur. Üstad'a sorduğu bazı soruların cevabını Üstad hazretleri risalelere derc etmiştir. Üvey oğlu Bedrettin'i Üstad hazretleri manevi evladı kabul etti. Üstad hazretleriyle beraber hem Eskişehir, hem Denizli hem de Afyon hapislerinde bulundu. 60’lı yıllarda İstanbul Beşiktaş Vişnezade Camii’nde fahrî imamlık yaptı.[1][2][3]


Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Refet Bey, Re'fet Barutçu

Doğum Yeri ve Tarihi: İstanbul, Beykoz, 1886[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Ankara, 2 Şubat 1975[2]

Kabrinin Yeri: Ankara, Karşıyaka mezarlığı[1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Üstad'ı mütareke yıllarında Beyazıt'ta uzaktan görmüş olan Refet Bey 1931'de Isparta'ya bir akrabasını ziyarete gider. Bediüzzaman'ın Barla'da olduğunu öğrenince bir mektup gönderir. Bu mektupta asker olduğundan hiç bahsetmemesine rağmen Üstad cevabi mektubunda "Kardaşım! Ben sizi ta o zamanlarda talebeliğe kabul etmişim....Ben sende asker ruhu görüyorum." der. Daha sonra, Bekir Ağa ile birlikte atla Barla'ya gider. Üstad'ın Karakavak'ta olduğu öğrenice oraya yönelir ve ziyaret ederler. Refet abi böylece iman hizmetine azim ve şevkle katılmış olur. Daha sonra da üvey oğlu Bedrettin ile ziyaretleri olur.[1]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

O vâsi meydanlık, âlem-i İslâmiyet’tir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilayetidir. Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atalet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, süratle mescide eriştiğin; herkesten evvel envar-ı Kur’aniyeye sahip çıkıp kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemaat ise Hakkı, Hulusi, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Hüsrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir. Ufak kürsü ise Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise Sözler’deki kuvvet ve sürat-i intişarlarına işarettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikati ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zat ise Hulusi’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim fakat kat’î hükmedemem. O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zattır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et.

(Mektubat, 28. Mektup, 1. Mesele, 7. Nükte)


Âhiret kardeşlerim ve çalışkan talebelerim Hüsrev Efendi ve Re’fet Bey!

Sözler namındaki envar-ı Kur’aniyede üç keramet-i Kur’aniyeyi hissediyorduk. Sizler dahi gayret ve şevkinizle bir dördüncüsünü ilâve ettirdiniz.

(Mektubat, 28. Mektup, 1. Mesele, 7. Nükte)


Re’fet Bey’in iki cüz’î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur’aniyenin beyanına dairdir.

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ عَلٰى اِخْوَانِكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık kardeşim Re’fet Bey! Senin bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni müşkül bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz’îdir. Fakat iki nükte-i Kur’aniyeye münasebettar olduklarından ve küre-i arza dair sualiniz, coğrafya ve kozmoğrafyanın yedi kat zemin ve yedi tabaka semavata tenkitlerine temas ettiğinden, bana ehemmiyetli geldi. Onun için sualin cüz’iyetine bakmayarak ilmî ve küllî bir surette, iki âyet-i kerîmeye dair iki nükte icmalen beyan edilecek. Sen de cüz’î sualine karşı ondan hisse alırsın.

(Lem'alar, 12. Lem'a)


Aziz, sıddık kardeşim Re’fet Bey!

Sevr ve Hut’a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevap Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dal’ında On İki Asıl namıyla on iki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehadîs-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilata dair birer mihenktirler ve ehadîse gelen evhamı def’edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesail ile iştigalime mani bazı haller var. Onun için sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazen suallere, sünuhat tevafuk ettiği için cevap verilir, gücenmeyiniz. Onun için her bir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.

(Lem'alar, 14. Lem'a)


Aziz, sıddık kardeşlerim Hoca Sabri, Hâfız Ali, Mesud, Mustafalar, Hüsrev, Re’fet, Bekir Bey, Rüşdü, Lütfüler, Hâfız Ahmed, Şeyh Mustafa vesaire…

Sizlere meraklı ve medar-ı sual olmuş dört küçük meseleyi malûmat kabîlinden muhtasar bir surette beyan etmekliğe kalbimde bir hatıra hissettim.

(Lem'alar, 16. Lem'a)


Bugün Re’fet Bey’in bir mektubunu aldım. Lihye-i Şerife hakkındaki suali münasebetiyle diyorum ki: Hadîsçe sabittir ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Lihye-i Saadetinden düşen saçların taneleri mahduddur. Otuz kırk tane veya elli altmış tane gibi az bir miktarda iken, binler yerde Lihye-i Saadetin saçları bulunması, beni bir zaman çok düşündürdü.

...

Re’fet Bey mektubunda diyor: “Bu mesele ihvanlar beyninde medar-ı münakaşa olmuş.” Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki inşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde nizâsız mübahaseye alışsınlar.

(Lem'alar, 16. Lem'a, Hatime)


Mesela, Risale-i Nur’un şakirdleri içinde Cenab-ı Hakk’ın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Re’fet gibi) iktiranı illetle iltibas etmişler; Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki Cenab-ı Hak onlara ders-i Kur’anîde verdiği nimet-i istifade ile Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş.

Onlar derler ki: “Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyle ise onun ifadesi, istifademize illettir.”

Ben de derim: “Ey kardeşlerim! Cenab-ı Hakk’ın bana da sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş, iki nimetin illeti de rahmet-i İlahiyedir. Ben de sizin gibi iktiranı illetle iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirdlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki bunlar olmasaydı benim gibi yarım ümmi bir bîçare nasıl hizmet edecekti? Sonra anladım ki sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş, birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.”

Bu dördüncü meselede, gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.

(Lem'alar, 17. Lem'a, 13. Nota, 4. Mesele)


Bu kıymetli mektupta Üstadımızın işaret ettiği beş nevi ibadetin kendilerinden izahını talep ettik. Aldığımız izah aşağıya yazılmıştır.

1 – En mühim bir mücahede olan ehl-i dalalete karşı manen mücahede etmektir.

2 – Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım suretiyle hizmet etmektir.

3 – Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir.

4 – Kalemle ilmi tahsil etmektir.

5 – Bazen bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır.

Rüşdü, Hüsrev, Re’fet

(Lem'alar, 21. Lem'a, Haşiye)


Bu manevî reçete, bütün yazdıklarımızın fevkinde bir süratle (Hâşiye[4]) telif edildiği gibi hem umuma muhalif olarak tashihata ve dikkate vakit bulmayarak telifi gibi gayet süratle ancak bir defa nazardan geçirildi. Demek, müsvedde-i evvel hükmünde müşevveş kalmıştır. Kalbe fıtrî bir surette gelen hatıratı, sanatla ve dikkatle bozmamak için yeniden tetkikata lüzum görmedik. Okuyan zatlar, hususan hastalar bazı nâhoş ibarelerden veyahut ağır kelimelerden ve ifadelerden sıkılıp gücenmesinler, bana da dua etsinler.

(Lem'alar, 25. Lem'a, Haşiye)


Tevafukat-ı latîfedendir ki Re’fet Bey’in birinci tesvidden gayet süratle yazdığı nüsha ile beraber, Hüsrev’in yazdığı diğer bir nüshada, ihtiyarsız hiç düşünmeden satır başlarında gelen elifleri saydık; aynen bu وَهُوَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ cümlesine tevafuk ediyor. (Hâşiye[5]) Hem bu risalenin müellifinin Said ismine, bir tek fark ile yine tevafuk ediyor. (Hâşiye[6]) Yalnız risalenin unvanına ait yazıdaki bir elif hesaba dâhil edilmemiştir.

(Lem'alar, 25. Lem'a, 25. Deva)


Re’fet اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ âyet-i celilesindeki قَٓائِلُونَ kelimesinin manasını merak edip sorması münasebetiyle ve hapiste sabah namazından sonra sairler gibi yatmasından gelen rehavet dolayısıyla, elmas gibi kalemini atalete uğratmamak için yazılmıştır.

Uyku üç nevidir:

(Lem'alar, 28. Lem'a)


Aziz, sıddık kardeşim Re’fet Bey!

Senin âlimane suallerin Risale-i Nur’un “Mektubat” kısmında çok ehemmiyetli hakikatlerin anahtarları olmasından senin suallerine karşı lâkayt kalamıyorum. Bunun kısa cevabı şudur:

Madem Kur’an bir hutbe-i ezeliyedir, nev-i beşerin umum tabakatıyla ve ehl-i ibadetin bütün taifeleriyle konuşur; elbette onlara göre müteaddid manaları ve küllî manasının çok mertebeleri bulunacak. Bazı müfessirler, yalnız en umumî veya en sarîh veya vâcib veya bir sünnet-i müekkedeyi ifade eden manayı tercih eder.

Mesela, bu âyette وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ dan ehemmiyetli bir sünnet olan iki rekat teheccüd namazını ve اِدْبَارَ النُّجُومِ dan, bir sünnet-i müekkede olan sabah fecir sünnetini zikretmiş. Yoksa evvelki mananın daha çok efradı var. Kardeşim, seninle konuşmak kesilmemiş.

(Şualar, 13. Şua)


Aziz, sıddık kardeşlerim!

İki ehemmiyetli sebep ve bir kuvvetli ihtara binaen ben bütün vazife-i müdafaatı buraya gelen ve gelecek Nur erkânlarına bırakmaya kalben mecbur oldum. Hususan (H,R,T,F,S) (*[7])

(Şualar, 14. Şua, Haşiye)


Aziz Nur kumandanı ve Kur’an’ın hâdimi kardeşim Re’fet Bey!

Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünya-perestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstahak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde, hubb-u hayat ve dünya-perestlik hissi değil belki enbiya-i Benî-İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.

Said Nursî

(Şualar, 14. Şua)


Aziz, sıddık kardeşim Re’fet Bey!

Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’aniyenizin hakkına ve Nurlar ile yirmi sene zarfında imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur’aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi –şimdilik– ihtimali pek kavîdir.

Sizi kasemle temin ederim ki biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve şahsımın haysiyetini bütün bütün kırsa fakat hizmet-i Kur’aniye ve imaniye ve Nuriyeden vazgeçmezse ben onu helâl ederim, barışırım, gücenmemeye çalışırım.

Madem cüz’î bir yabanilikten düşmanlarımız istifadeye çalıştıklarını biliyorsunuz, çabuk barışınız. Manasız, çok zararlı nazlanmaktan vazgeçiniz. Yoksa bir kısmımız Şemsi, Şefik, Tevfik gibi; muarızlara sureten iltihak edip hizmet-i imaniyemize büyük bir zarar ve noksaniyet olacak. Madem inayet-i İlahiye şimdiye kadar bir zayiata bedel çokları o sistemde vermiş. İnşâallah yine imdadımıza yetişir.

Said Nursî

(Şualar, 14. Şua)


Evvela: Re’fet, Edhem ve Çalışkanlar ve Burhan gibi Nur nâşirlerini tahliye etmeleri gösteriyor ki Nurların intişarı yasak değil ve mahkeme ilişemiyor. Hem cemiyetçilik bulunmadığına bir karar alâmetidir. Hem meselemizi uzatmada, Nurlara nazar-ı dikkati geniş bir dairede celbetmesinden, onları okumasına bir umumî davet ve resmî bir ilanat hükmünde işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden, sıkıntımızdan, zarardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imana menfaatlere vesiledir. Zaten bu zamanda, en geniş daire-i zeminde, en dehşetli ve küllî bir hücumda tecavüz eden dalalet ordularına karşı böyle kudsî bir ders, bu suretle atom bombası gibi inşâallah tesirini göstermeye bir işarettir.

(Şualar, 14. Şua)


Aziz, sıddık kardeşlerim Re’fet, Mehmed Feyzi, Sabri!

Ben şiddetli bir işaret ve manevî bir ihtarla sizin üçünüzden Risale-i Nur’un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki dehşetli yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız. Çünkü gizli düşmanlarımız iki planı takip edip biri, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkit ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır.

Ben size ilan ederim ki Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki benim sobamın parçalanması gibi acib, sebepsiz bir hâdise başıma geldi. Ve bana yapılan bu son işkence dahi bu manasız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine kanaatim var.

Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor. Beni bu bayramımda ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.

Said Nursî

(Şualar, 14. Şua)


Ancak son kısımlara doğru, el yazmalarda bulunmayan Hulusi ve Re’fet Ağabeyler gibi kıymettar Nur erkânı talebelerine Hazret-i Üstadımızın yazdıkları hususi bir kısım mektupları dahi ehemmiyetlerine ve ihtiva ettikleri ilmî hakikatlerle, Nur’un ilk talebeleri olan o kıymettar zatların hürmetlerine binaen neşredilmiş bulunuyor. Bu hususa dair Emirdağ Lâhikası-I’de bir mektupta Hazret-i Üstadımız, bu mektupların neşrini temenni etmiş bulunmaktadırlar:

Re’fet kardeş! Sen de çok safalar geldin ve Risale-i Nur yazısı ile meşguliyetin beni cidden sevindirdi. Hulusi ve Sabri gibi senin de suallerinin Risale-i Nur’da ehemmiyetli neticeleri ve tatlı meyveleri var. Senin yanında bulunan ve risalelerde kaydedilmeyen ilmî parçaları münasip yerlerde veya Lâhika’da yazarsınız.”

(Barla Lahikası, Takdim)


Şu fıkra Re’fet Bey’in mektubundandır

Sözleriniz mürşidane ve çok yüksek olduğundan gayet dikkatli ve tahlil ederek okunmak icab ediyor. Serdeylediğiniz delail-i akliye ve mantıkıye o kadar tatlı ve hayret-bahştır ki İnsan okudukça okuyor ve nâmütenahî bir zevk-i manevî hissederek hiç elinden bırakmak istemiyor. Bu sebeple bir defa okumak kâfi değil. Hepsi yanında bulunup daima okumalıdır.

Re’fet

(Barla Lahikası)


Şu fıkra aklen Hulusi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Re’fet Bey’in mektubudur

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmi Beşinci Söz’ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’an elhak bir şaheserdir. İhtiva ettiği hayret-bahş hakaik itibarıyla âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar bir eserdir. Şu kadar ki mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’an’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülat ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir.

Bu eserinizle وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i celilesinin muhtevi olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye ispat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtiraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulat-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilim ve irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin edecek maâliyat ve desatir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-u ârifane ile mütalaa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat, bizler arpa ambarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz.

İ’caz-ı Kur’an’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı hakkını vermeye çalışırdım, olmadığı için âcizane olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’an’da sabit olmam hakkındaki duanızı talep ve istirham ederim, efendim.

Re’fet

(Barla Lahikası)


Re’fet Bey’in bir fıkrasıdır

Aziz ve muhterem Üstadım Efendim!

Son neşrettiğiniz Söz, fakirde çok derin tesir ve intibalar bıraktı. Onun sâikinin ne olduğunu anlayamadım. Zat-ı âlînizi o Söz’de çok hiddetli buldum. Gayet ateşîn bir kalem, bütün elemlerinizi dökmüştü. İhtiva ettiği hakaike mest ve hayran olduğum halde, saatlerce okudum. Artık Sözlerinizin hiçbirini diğerine tercih edemiyorum. Zira birine mühim derken, diğeri daha mühim ve bir diğeri ehemm olarak kendini gösteriyor. Binaenaleyh envar-ı Kur’aniyeyi gökteki yıldızlara benzetiyorum. Filhakika yıldızlar parlaklık itibarıyla birbirinden farklı ise de hepsi yıldızdır. Ve aynı menbadan ahz-ı envar etmede olduklarından, keyfiyetçe yekdiğerinden farkı yok gibidir. Sözleriniz aynen böyledir. Her birini yüz defa okusam yüz birinci defa hiç okumamış gibi büyük bir zevk-i manevî ile okumam dahi yüksekliğine şahittir. Bu babda ne kadar yazsam Sözler hakkında hiçbir şey yazmış olamayacağımı düşünerek, sözüme nihayet veriyorum.

Re’fet

(Barla Lahikası)


Kıymettar Üstadım!

Tarih-i mektuptan iki gün evvel idi. Yirmi Yedinci Mektup’un Üçüncü Zeylini yazmakla meşguldüm. Hulusi ve Re’fet Bey, Zekâi ve Sabri Efendi gibi kardeşlerimin, Risaletü’n-Nur ve Mektubatü’n-Nur’a karşı gösterdikleri ateşîn muhabbetle, kalbî iştiyaklarını gösteren kalemleri, beni de heyecana düşürmüştü. Bu sırada Bekir Ağa, sizden gelen bir mektupla teşrif etti. Bekir Ağa, mutadının hilafı olarak, pek gülşen yüzlü idi. Mektubu aynı sevinçle, ba’de’t-takbil beraber açtık. Bir varak-pare-i fâzılaneleriyle, Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Sekizinci Kısmı’nın sekiz sahifeden ibaret olan Sekizinci Remzi, üç sekiz tevafukatıyla kendini gösterdi.

...

Bu sürur içinde mektubunuzu ve Sekizinci Remzi okudum. Okurken her bir cümlenin nihayetinde “Var ol, mesud ol, bahtiyar ol Üstadım!” nidaları kalbime tercümanlık eden lisanımdan ihtiyarsız dökülüyordu. İlk defa Bekir Ağa ile bir defa Rüşdü Efendi kardeşimle, bir defa da Re’fet Bey kardeşimle okudum.

(Barla Lahikası)


Re’fet’in fıkrasıdır

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Muhterem ve çok kıymetli Üstadım Efendim!

Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Sekizinci Kısmı’nın Remzini dikkatle okudum. İhtiva ettiği hârika-nüma rumuzat ve o rumuzatın ifade ettiği yüksek hakaik, fakire azîm istifadeler temin etti. Ve beni derin derin tefekküre ve teemmüle sevk eyledi. Çocukluğumdan beri hakaik-i diniyeye çok merak eder ve her fırsattan istifade ederek tetkikat ve tetebbuatta bulunurdum. Ne yazık ki emelime muvaffak olamazdım. Bu sebepten yeis ve nevmîdîye düçar olurdum. Nâmütenahî şükürler olsun ol Hallak-ı Azîm’e ki zat-ı âliye-i fâzılaneleri gibi her asırda emsaline ender tesadüf olunan bir dâhî-i a’zama bizleri mülâki kıldı da otuz seneden beri ruhumun çok büyük iştiyak ve tahassürle beklediği bir üstad-ı muhtereme nâil eyledi.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ثُمَّ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

Madem şimdiye kadar böyle hakikatler hiçbir eserde görünmemiş ve işitilmemiştir; yazılması çok muvafıktır ki okuyan her ehl-i imanın, Kur’an-ı Hakîm’in hazain-i nâmütenahiyesinden bir kısım cevahiri elde etmek suretiyle hem ağniya-i maneviye adedine dâhil olsun ve hem de künuz-u mahfiyeye ıttıla kesbetmek gibi ruh-u beşerin en büyük ihtiyacatını tatmin etmiş bulunsun.

Hülâsa: Tevafukat ve rumuzat-ı Kur’aniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva etmesi itibarıyla, kemal-i hassasiyetle takip ve tetkik olunmaktadır. Bundan dolayı nihayetsiz hürmet ve tazimatımı arz eder ve mübarek ellerinizden öperek, Cenab-ı Hakk’ın bize inkişaf-ı kalbî ihsan buyurması hususundaki dua-yı hayriyelerini istirham eylerim, sevgili Üstadım Efendim.

Re’fet

(Barla Lahikası)


Sevgili Üstadım! Her bir risale aramızda pek büyük bir sevinçle karşılandığı ve hayretle okunduğu ve lâyık olduğu şekilde hürmet gördüğü için her nasılsa vaki olan hatam hakkındaki mektubunuzu aldığım vakit, kıymettar Üstadım bu hali bize ihtar etmeseydiniz, biz hiçbir vakit böyle şeyle meşgul olmayacaktık ve “Yanlış var.” diyenlere karşı da hak dava edeceğimizde hiç tereddüt etmeyecektik. Sure-i Kevser’in ve Sekizinci Remzin tevafukat-ı hurufiyeleri üzerinde birer birer tetkikatta bulunmuş ve hiçbirinde noksan bulamamıştık. Esasen bu tetkikatımız, noksan aramak gayesiyle değil belki tevsi-i malûmat ve bir de manevî gıdamızı almak için vuku buluyordu. Bu akşam fakirhanede Re’fet, Lütfü, Rüşdü Efendi kardeşlerimle oturmuş bu hususta tekrar konuşmuştuk. Hepimiz diyorduk: Üstadımız bize söylemekte, hiçbir şeyden çekinmediğini biliyoruz. İşte bu hal bize kâfidir. Şimdiye kadar da böyle bir şey vuku bulmuş değildir. Bu hususta en büyük şahit; bu risaleler, ilmi kendilerine isnad eden zatların ellerinde gezdiği halde, onları da tasdike mecbur etmiştir.

...

Hüsrev

(Barla Lahikası)


Aziz, sıddık, sadık, çalışkan kardeşim, hizmet-i Kur’an’da arkadaşım Re’fet Bey!

Senin gördüğün vazife-i Kur’aniyenin hepsi mübarektir. Cenab-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın.

Senin vazifen yazıdan daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz.

Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki o düsturu cidden nazara almalısınız: Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârane ittihat gittiği vakit, manevî hayat da gider. وَ لَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رٖيحُكُمْ işaret ettiği gibi tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.

Bilirsiniz ki üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etse yüz on bir kıymetinde olduğu gibi; sizin gibi üç dört hâdim-i hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mal olmamak cihetiyle hareket etse kuvvetleri üç dört adam kadardır. Eğer hakiki bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.

Sizler koca Isparta’yı değil belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil belki bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünkü vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatin, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder.

Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz.

Kardeşlerimizden İslâmköylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zat yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimi olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor.

Küçük bir latîfe: Sohbet içinde sizden bahis geçti. Şükre dair meseleyi sordum: “Hüsrev’in yazdığını Re’fet Bey gördü mü?”

Bekir Ağa dedi: “Evet, gördü ve dedi: Çok güzel fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?”

Hüsrev dedi: “Yok, kendi nüshamda tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi.”

Biraz münakaşa oldu…

Bu münasebetle kardeşim Re’fet Bey’e derim ki: Aslında tevafuk noksan olsaydı zaten ben tavsiye etmiştim ki kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde, tevafuk Hüsrev’in tarzında var. Onun için Hüsrev’in bir mahareti varsa tevafuku bozmamış. Hattâ Mu’cizat-ı Ahmediye’deki salavat tevafukunda tavsiye etmiştim ki kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasında birkaçı müstesna bütün tevafuktadır. Onun için sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevafuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasınlar, tevafuku getiremeyen bozuyor. Demek en büyük maharet odur ki tevafuku bozmasın. Çünkü tevafuk var. Sen de Hüsrev’e yardım et ki hakikaten mevcud ve matlub tevafuku denk getirebilsin. Çünkü yoktan var etmiyorsunuz, hakiki varı yok etmeyin.

Sözler’le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum.

Said Nursî

(Barla Lahikası)


(Re’fet Bey’in fıkrasıdır.)

Muhterem Üstadım!

Bu Remizler, öyle hayret-bahş ve hârika-nüma eserlerdir ki okuyan ilim âşıklarına ezvak-ı nâmütenahî ve hissiyat-ı ulviye-i rakika bahşetmektedir. Bu hissiyat-ı âliye ile hayatımız o kadar tazelendi ki yeni hayatımızda sabit-kadem olmak şartıyla Hallak-ı Azîm’den uzun ömürler temenni ediyorum. Zira mütalaasına doyamıyorum. Ne kadar okursam okuyayım, diğer bir okuyuşumda okumamış gibi oluyorum ve yeni bir eser okur gibi oluyorum. Hadsiz bir zevk-i manevî ve nihayetsiz bir hazz-ı ruhî ile okuyorum.

İşte gerek Sözler ve Mektubat ve gerekse Remizlerin en hârika vasfı, zannedersem bu ince noktada olsa gerektir. Âsâr-ı saireyi bir defa okuyunca, ikinci bir defa okumaya o kadar heves uyanmıyor. Kur’an-ı Hakîm’in envarını ne kadar okursam okuyayım, def’-i cû’ edemiyorum. Bilhassa Remizler, fakiri çok teshir ve hayrete müstağrak kıldı. Ve onları derhal yazıyorum.

Re’fet

(Barla Lahikası)


On Dördüncü Lem’a’nın Birinci Makamını teşkil eden iki mesele bence çok mühimdir. Bu dersin takrir ve tahririne vesile olan Re’fet Bey kardeşimizden Allah razı olsun. İkinci Makam başlı başına bir şaheserdir. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ hakkındaki beyan buyurulan altı sır, öyle bir hazine-i esrar-ı Rabbanîdir ki ancak Rahman-ı Rahîm’in inayetiyle bu mübarek eseri okuyup anlayanlar ondan zevk alabilirler.

...

Hulusi

(Barla Lahikası)


Re’fet Bey ve Hüsrev gibi Risale-i Nur şakirdlerinin Risale-i Nur bereketine işaret eden, buldukları latîf bir tevafuktur

Risale-i Nur’un Isparta’ya ne derece rahmet olduğuna delâlet eden bir tevafuk-u acibe:

...

Talebesi Mustafa, Talebesi Lütfü, Hizmetkârı Rüşdü, Hizmetkârı Hüsrev, Daimî Hizmetkârı Bekir Bey, Daimî Hizmetkârı Re’fet

(Barla Lahikası)


(Isparta’daki kardeşlerimizin fıkrasındaki davayı ispat eden kuvvetli iki delili gösteriyor.)

Re’fet Bey ve Hüsrev gibi kardeşlerimizin hârika bir surette yağan umumî yağmur içinde Risale-i Nur bereketine hususiyetle baktığına, bizim de kanaatimiz geliyor. Çünkü gözümüzle yağmur hâdisesini, hususi bir şekilde hizmet-i Kur’an ve Risale-i Nur’a baktığını iki suretle gördük.

(Barla Lahikası)


(Re’fet Bey’in fıkrasıdır.)

Aziz ve muhterem Üstadım Efendim!

Geçen hafta aldığım mektupta “Senin ve Şerif Efendi’nin ifadeleri kısadır, bir şey anlaşılmıyor. Tenkit mi? Takdir mi?” buyurdunuz. Bütün eserlerinizi takdir ve kemal-i istihsan ile karşıladığımız malûm-u âlîleridir. Esasen tenkit edecek kudret-i ilmiye değil bizde, Türkiye ulemasında olmadığı hâdisat ile sabittir.

Sinn-i sabavetinizde Şark ulemasını ilzam etmeniz ve ondan sonra İstanbul’a gelerek bilumum ulemanın nazar-ı takdir ve hürmetini celbetmeniz, bu hususu ispata kâfidir. Gerek Şerif Efendi ve gerekse Hikmetü’l-İstiaze ve Besmele sırrını okuyan diğer arkadaşlar duydukları hazz-ı manevîden gaşy olmuşlardır.

Fakire gelince, Sözler hakkında hiçbir şey yazmazsam bile o, kemal-i takdirdendir. Zira şimdiye kadar büyük bir zevk ile mükerreren okuduğum ve daima okumaktan hâlî kalmadığım Sözler ve Mektubat hakkında kanaatlerimi daima Üstadıma arz ettiğimden, yazacak kelime bulamıyorum. O da âcizliğimden olsa gerektir. Bir risale ne kadar parlaksa onu takip eden ondan çok ziyade parlaktır. Binaenaleyh ne yazsak hakkıyla ifade-i meram etmiş olamıyorum.

Şimdi hayatım çok zevklidir. Sözler’in tetkikatıyla meşgulüm. Evvelki okuyuşlarımda hazmedemiyordum. Şimdi gayet yavaş ve dikkatli okuyup anlamaya çalışıyorum. Takıldığım noktalar oluyor, soruyorum. Bu vesile ile istifade fazladır. Nitekim Yirmi Dördüncü Söz’ün Birinci ve İkinci Dal’ında çok tevakkuf ettim. Lâyıkıyla anlayamadım. Üstadımızla görüştüğümde bu iki Dal’ın şifahen izahını rica edeceğim.

Muhterem Üstadım, fakirin bir nokta çok hayretini mûcib oluyor. Sizden bir meselenin izahını rica ediyorum. İzah ediyorsunuz. O izahta da muhtac-ı izah noktalar bulunuyor. Öyle latîf ve şümullü cümlelerle cevap veriyorsunuz ki o cümleleri de anlamak için sual icab ediyor. Bundan şu netice çıkıyor ki Sözlerinizin her satırı, bir kitap teşkil edecek kadar şümullü ve manidardır. İstenildiği kadar izah olunabilecektir.

Re’fet

(Barla Lahikası)


(Re’fet Bey’in bir fıkrasıdır.)

Aziz ve muhterem Üstadım Efendim!

Sözlerin ve Mektubat’ın ve Pencereler’in fihristesi o kadar güzel olmuş ki bir defa sathî bir nazar atfeden kimse Risaletü’n-Nur eczalarının kıymet ve ehemmiyeti hakkında yek nazarda bir fikir edinebilir. Bu fihriste umum risalelere bedeldir. Hiçbir müellif, yazmış olduğu yüz yirmi kadar kitabının, her birisinin hülâsa-i mealinden ve bilhassa metnindeki âyâtı, birer birer münasip ve manidar bir tarzda ta’dad etmek suretiyle risalelerin gayatından ve mahiyetinden bahsetmek şartıyla böyle ehemmiyetli dört risaleyi vücuda getiremez. Fihriste’nin bâriz bir vasfı daha var ki o da kendi ihtiyarınızla olmayıp sünuhat-ı kalbiye ile olduğunu ispat ediyor. Biz bu halleri gördükçe sizin gibi bir Üstada nâiliyetimizden dolayı Rabb’imize çok şükür etmekteyiz.

Re’fet

(Barla Lahikası)


(Re’fet Bey’in fıkrasıdır.)

Pek muhterem ve sevgili Üstadım Efendim!

Bu defa göndermiş olduğunuz Gavs-ı Geylanî Hazretlerinin ihbar-ı gaybîsi, çok şâyan-ı hayret ve teemmül bir mesele-i mühimmedir. Büyük zevk-i ruhanî ile okumakla beraber, fakir talebeniz bunu çoktan hissetmiştim. Üstadımızın bu zaman için mühim bir vazife-i maneviyesi var lâkin henüz ifşa etmiyor, mektum tutuyor fikrindeyim ve bu fikrimi bazı hâlis kardeşlerime de söylemiştim. Geçen sene Sabri Efendi’ye yazmış olduğunuz mektupların birinde de şu fıkrayı görmüştüm:

“İmam-ı Rabbanî, son zamanlarda biri gelecek, iman meselelerini gayet vâzıh bir surette neşir ve ilan edecek. Bu sizin hiç-ender hiç kardeşiniz, hâşâ kendimi o adam zannedecek değilim, yalnız o büyük adamın bir pişdar neferi olduğumu zannediyorum. Sen benden o zatın kokusunu hissediyorsun.”

Bu fıkra evvelki düşüncemi takviye etti ve kemal-i sürurla gelip Hüsrev’e dahi söyledim. Üstadımızın rütbe-i maneviyesini anladığımızdan çok sevinmiştik. Bundan dört beş ay evvel de ziyaret-i âlînize geldiğimde Üstadımız hakkında sormuş olduğum suale verdiğiniz cevap, kezalik evvelki kanaatlerimi teyid ve takviye etti. O zaman yalnız bir iki kişi biliyorduk. Şimdi bu risalenin neşriyle has talebelerin hepsi vâkıf olmuş oluyor. Sürurumuza pâyan yoktur.

Dinsizliğin münteşir olduğu şu zamanda bulunduğumuza evvelce teessüf ediyorduk. Şimdi hiç teellüm, teessür eseri kalmadı. Zat-ı âlîleri gibi bir üstadı bulduğumuzdan zaman ne olursa olsun bizi meyus etmiyor. Cenab-ı Allah tûl-ü ömür ihsan buyursun. Daha bizlere çok zevkli eserler okutacağınıza eminim.

Müsaadenizle şunu da ilâve edeyim ki sizin daha hârika vazife-i maneviyeniz var. Zaman gelecek remizlerle, işarat-ı Kur’aniye ile öyle haber vereceksiniz ki (Hâşiye[8]) bunları da geçecek ve bizleri şaşırtıp bırakacaktır.

Fakir Talebeniz Re’fet

(Barla Lahikası) --- (Re’fet Bey’in fıkrasıdır.)

Son gönderdiğiniz Minhacü’s-Sünnet gibi Lem’alar hakkında ne söylesem ifade-i meram etmiş olamam. Zira eserler birbirini takiben neşrolundukça kıymetleri de mebsuten tezayüd etmektedir. Bizlere cennet hayatı yaşatmaktadır. Eserler hakkında fakirin mütalaa yürütmesi küstahlık olur. Çünkü Şeyh-i Geylanî’nin medih buyurduğu zat-ı mübareğin yazmış olduğu eseri tenkit değil, kemal-i hürmetle tasvip ve tahsin ve takdir ve büyük bir zevk-i ruhanî ile okumaktan başka ne yapabiliriz?

Yalnız şu kadar diyebilirim ki: Bu dalalet devrinde bizlere zat-ı âlîleri gibi yüksek bir üstadı lütuf buyuran ve şimdiye kadar emsaline tesadüf olunmayan mükemmel ve mükemmil eserler okutup ezvak-ı nâmütenahiye içinde yaşatan Hâlık-ı Zülcelal’e nihayetsiz şükürler etmekle, îfa-yı vazife-i ubudiyet edebilirsek bahtiyarız.

Talebeniz Re’fet

(Barla Lahikası) --- Hem ben bu memlekette Hulusi, Sabri, Hâfız Ali, Hüsrev, Re’fet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi otuz Müslüman Türk gençlerini âdeta yirmi otuz bin millettaşlarıma tercih ettiğimi ve onları o otuz bin adam yerine kabul ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmet ile göstermişim.

Evet ben, bin gafil ve âmî Kürt’ü bir Türk olan Hulusi’ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürt’ü birer Türk olan Âsım ve Re’fet’e mukabil göremediğimi ve bir genç olan Hüsrev’i bin âmî Kürt’le değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvalime muttali olanlar tasdik ettikleri halde; Frengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyet-perverlik suretinde ve hodfüruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki: Ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi, binler Türk şahittirler. İşte bana Kürt diyen ve ittiham eden, zahir hamiyet-perverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler.

(Barla Lahikası) --- (Ahmed Hüsrev’in fıkrasıdır.)

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin meşrebini izah edip noksaniyetini beyan eden nurlu beyanatınızdan çok istifade ettim. O meseleye ait evvelki dersinizden anlayamadığım cümleler ve karanlık noktalar, bu defa başka bir tarza çevrilerek karşıma çıktığını hissettim. Ve güzel yüzlü hakikatlerini görmeye başladım. Elhak pek çok tefeyyüz ettim. Kardeşim Re’fet Bey’le beraber okuduk. Üstadımıza minnettarane teşekkürler ettik. Cenab-ı Hak, size lâyık olduğunuz ecr-i kesîri ihsan etsin, âmin!

Ahmed Hüsrev

(Barla Lahikası) --- Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniyede fedakâr arkadaşlarım Sabri, Hâfız Ali, Hüsrev, Re’fet, Bekir, Lütfü, Rüşdü Efendiler!

Kardeşlerim, bu ramazan-ı şerifte size âlem-i nurdan bahisler açmak arzuları var idi. Maalesef bir hâdise, zulmet âleminden bahsetmeye beni mecbur ediyor. Bu yeni hâdise için etraftaki dostlar lisan-ı kāl ve hal ile meraklı, endişeli bir tarzda benden istizah istiyorlar. Onları ve sizleri meraktan kurtarmak için o hâdiseyi iki kısım olarak bir parça beyan edeceğim.

(Barla Lahikası) --- (Hüsrev’in fıkrasıdır.)

Aziz Üstadım!

Cemaziye’l-âhir ayında vuku bulan وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ âyetinin ifade ettiği hâlâtın bir numunesini izah eden hâdisat-ı semaviye ile Kur’an’ın semasında parlayan lafza-i Celal yıldızlarının acib ve tatlı tevafuklarını ders veren o kıymettar mektubunuzu, Hâfız Ali kardeşimiz de dâhil olduğu halde Re’fet, Bekir, Lütfü, Rüşdü, Keçeci Mustafa Efendi ve ağabeyim Ali Efendi ile beraber okuduk. O gece meclisimiz pek tatlı idi. Hâdisat-ı semaviyeyi hayret ve taaccüble ve pek büyük bir sevinçle karşılayarak Mele-i A’lâ’nın bayramlarına biz de iştirak etmiştik.

(Barla Lahikası) ---



































































































Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 1,3 Isparta Kahramanları, Himmet Koçoğlu
  2. 2,0 2,1 http://www.kastamonur.com/ay%C2%ADni-soru%C2%ADyu-ben-de-us%C2%ADtada-sor%C2%ADmus%C2%ADtum-omer-ozcan/
  3. http://www.kastamonur.com/refet-barutcu/
  4. Bu risale, dört buçuk saat zarfında telif edilmiştir.
    Evet Rüşdü, Evet Re’fet, Evet Hüsrev, Evet Said
  5. Sonradan yazılan ihtarın iki elifi bu hesaba dâhil olamayacağı için dâhil edilmemiştir.
  6. Madem Keramet-i Aleviye’de ve Gavsiye’de, Said’in âhirinde nida için vaz’edilmiş bir elif var (Saidâ) olmuş belki fazla olan bu elif, o elife bakıyor.
    Re’fet, Hüsrev
  7. Hüsrev, Re’fet, Tahir, Feyzi, Sabri.
  8. Bu Re’fet’in bir keramet-i ferasetidir.