Hikem-i Ataiye: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
1.051. satır: 1.051. satır:


...
...
ماذا وجد من فقدك وما الذي فقد من وجدك لقد خاب
من رضى دونك بدلاً. ولقد خسر من بغي عنك متحولاً
“Ey Allah Teâlâ’m! Seni kaybeden neyi
bulmuştur? Seni bulan neyi kaybetmiştir?
Seni bırakıp Senden başkasına razı olan kimse,
mahrum kalmıştır. Senden yüz çevirerek


==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==
==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==

19.36, 17 Şubat 2018 tarihindeki hâli

Hikem-i Ataiye Şazeli tarikatının büyüklerinden olan ve eserleri Kuzey Afrika başta olmak üzere bütün İslâm ülkelerinde bilinen İbn Ataullah el-İskenderi tarafından telif edilen ve 300 kadar hikmetli söz, dostlarına yazdığı mektuplardan bazı parçalar ve bir münâcât içeren bir eserdir. Şârihleri arasında hemen her tarikattan sûfî vardır. Eserde kulluk ve dervişlik psikolojisinin son derece güçlü bir üslûpla özetlenmesi sebebiyle daha sonraki yüzyıllarda sûfîler arasında, “Namazda Kur’an’dan başka bir kitap okumak câiz olsaydı el-Hikem okunurdu” sözü yaygınlık kazanmıştır.[1]

Bilgiler[değiştir]

Müellifi: İbn Ataullah el-İskenderi[1]

Diğer İsimleri: El-Hikemü’l-Âtâiyye[1]

Telif Yeri ve Tarihi:

Telif Dili: Arapça

Telifiyle İlgili Diğer Bilgiler:

İçeriği[değiştir]

300 kadar hikmetli söz, dostlarına yazdığı mektuplardan bazı parçalar ve bir münâcât içerir.

ا لحكم العطاءيه

EL- HİKEMÜ’L- ATÂİYYE[2]

Müellifi: Tâcüddîn Atâullah İskenderî (ks)

Tercüme: 19.07.1962 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Saffet Kemâleddin YETKİN'e (Eski Urfa Milletvekili) tercüme ettirilmiştir.

1. Hikmet[değiştir]

من علامة الاعتمادِ على العَملِ نُقصانُ الرَّجاءِ عند وجودِ الزَّللِ

Hak yolunda yürüyen bir kimsenin namaz, niyaz gibi iyi ve güzel amellerine güvenmesinin âlâmeti (böylece devam edib giderken cereyan eden ilâhî kaderler icâbiyle ayağını sürçüp de) bir günah işlediği zaman niyazının eksik oluşudur.

2. Hikmet[değiştir]

إرددتُكَ التجريدَ مع إقامةِ اللِّه إيَّاكَ في الأسباب من الشَّهوة الحفيةِ و إرتُكَ الأسبابَ مع إقامةِ اللّه إيَّاكَ في التجريد إنحطاطٌ عن الهِمَّةِ العليَّة.

İçinde yaşadığın sebebler âleminde iken tecrid âlemine geçmek isteyişin bu âlemden gizlice hoşlandığın içindir.

Yaşadığın tecrid âleminde iken sebebler âlemine geçmek isteyişin de yüksek bir himmet mertebesinden aşağı düşmektir.

3. Hikmet[değiştir]

سَوابِقُ الهِمَمِ لا تخرِقُ أَسوارَ الأقدَارِ

En ileri ve keskin himmetler bile kaderlerin etrafını çevreleyen surları delemez.

4. Hikmet[değiştir]

أَرِحْ نَفْسَكَ مِنَ التَّدْبيرِ فما قامَ غيرُكَ عنكَ لا تَقُم به لنفسِكَ

Kendi kendine tedbir yapmakla uğraşmaktan nefsini dinlendir.

Senin yerine başkasının yaptığı işi sen kendi nefsin için yapmaya uğraşma!

5. Hikmet[değiştir]

إجتهادُكَ فيما ضَمِنَ لكَ و تقصيرُكَ فيما طَلَبَ منكَ دليلٌ على إنطماسِ البصيرةِ منكَ.

Karşılık ve kefâletle sana verilecek bir şey için gücün yettiği kadar çabalamak ve senden istenileni geri vermekte savsaklamak basiret gözünün körlüğüne delildir.

6. Hikmet[değiştir]

لا يكُنْ تَاخُّرُ أمَد العَطاءِ مَعَ الإلْحاحِ في الدُّعاءِ موجباً ليأسِك فهو ضَمِنَ لَكَ الإجابَةَ فيما يختارُهُ لكَ لا فيما تختاره لنَفْسكَ و في الوقْتِ الذيي يريدُ لا في الوقت الذيي تُريدُ.

Dilek dualarında ısrar etmekle beraber dileklerin gecikmesi de ümidini kırmamalıdır.

Allah, dilek dualarının kabul olunacağını vaad buyurmuştur ama O’nun icâbet buyuracağı dua ancak senin için beğeneceği âkibet olup yoksa senin kendi nefsin için beğeneceğin dilek olmıyacaktır.

Sonra vereceğini de kendi istediği zamanda verecek, senin istediğin zamanda vermiyecektir.

7. Hikmet[değiştir]

لا يشككنك في الوعد عدم وقوعٍ الموعود و إن تَعَيَّن زمانُه لءلا يكونَ ذلك قدحاً في بصيرنِكَ و إخماداً لنور سرير تك

Zamanı tâyin edilmiş olsa bile vadedilen bir şeyin vuku’ bulmaması, seni şek ve şüpheye düşürmemelidir.

Çünkü şek ve şüpheye düşmek kalbin basiretine sataşmak ve içindeki sırrın nurunu söndürmektir.

8. Hikmet[değiştir]

إذا فتحَ لكَ وِجهةً من التَّعرُّفِ فلا تبالِ معها أن قلَّ عملُكَ فإنه ما فتَحَها لك إلا و هو يريد أن يتعرَّفَ إليكَ الم تعلم انَّ التَّعَرُّفَ هو مُورِدُهُ عليكَ و الأعمالَ أنت مهديها اليه و أين ما تُهديه إليه مما هو مُورِدُهُ عليكَ

Hak Taâlâ'nın kendini sana bildirmek için fütuhatı yüz gösterince yapmakta olduğun ibâdetler gibi güzel işlerinin de azlığına bakma!

Çünkü futuhatının yüz gösterişi; ancak kendini sana bildirmek içindir.

Bilmiyor musun ki, kendini sana bildirmesi lütfunu da ihsan eden odur.

9. Hikmet[değiştir]

تنوَّعتْ أجناسُ الأ عمالِ لتنوُّعِ و ارداتِ الأحوالِ

Sâliklerin işliyecekleri işlerin değişik olması ahvalin vâridatındaki değişiklikten ileri gelmektedir.

10. Hikmet[değiştir]

الأعمالُ صُوَرٌ قاءمةٌ و أرواحُها وجودُ سِرّ الإخلاص فِيهَا

Ameller birtakım sûretlerden ibarettir.

Bunların ruhları ise içlerinde ihlas sırrının bulunmasıdır.

11. Hikmet[değiştir]

إدفنْ وجودَك في أرضِ الحمول فما نَبَتَ مما لم يُدْفَنْ و لا يَتِمُّ نَتاجُه

Kendi varlığını belirsizlik ve bilinmezlik toprağına göm.

Böyle bir toprağa gömülmeyen varlığın filizlenebilmesi tam bir sonuç veremez.

12. Hikmet[değiştir]

ما نَفَعَ القلبَ شيء مثل عُزْلَةٍ يدخلُ بها مَيْدَانَ فكرة

Halk ile görüşmekten uzaklaşarak uzlet köşesine çekilip tefekkür meydanına girmek gibi kalb için faydalı bir şey yoktur.

13. Hikmet[değiştir]

كيف يُشرقُ قَلْبٌ صُوَرُ الأ كوانِ مُنْطَبِعَةٌ في مرآته ؟ أمْ كيف يرحلُ إلى اﷲ و هو مكَبَّلٌ بشَهواته ؟ أم كيف يطعم أن يدخل حصرةَ اﷲ و هو لم يتطهَّرْ من جَنَابَة غفلاته ؟ أم كيف يرجو أن يفهم دقاءقَ الأسرارِ و هو لم يَتُبْ من هَفَواتِهِ ؟

Varlıkların sûretlerini aynasında aksettiren bir kalb nasıl parlıyabilir?

Eli ayağı şehvetlerin bukağulariyle bağlı olan kimse Allah'a doğru nasıl gidebilir?

Gafletlerinin kirlerınden temizlenemiyen insan, ilâhî huzura varabilmek arzusunda nasıl bulunabilir?

Saçma saban işlerden tövbe edib de çekinmiyenler esrarın inceliklerini nasıl anlıyabilirler?

14. Hikmet[değiştir]

الكونُ كلُّه ظُلْمةٌ و إنَّما أنارَهُ ظهورُ الحقِّ فيه فمن رأي الكونَ و لم يشهدْهُ فيه أو عندَه أو قبْلَه أو بَعْدَه فقد أعْوَزَهُ وجودُ الأنوارِ و حُجبَتْ عنه شموسُ المعارفِ بسُحُبِ الآثار.

Varlık hep karanlıktır bunları nurlandıran Hakk’ın bunlarda zuhurudur.

Varlığı gören bir kimse: içinde yahut beraberinde veyahut evvelinde veya sonunda Hakk’ı müşahede etmezse nurların ışığı kendisinden geçmiş ve maârif güneşleri eşyanın bulutlariyle perdelenmiş olur.

15. Hikmet[değiştir]

مما يَدُلُّك على وُجُودِ قَهْرِه سبحانه أنْ حَجَبَك عنه بما ليس بموجودٍ معه

Hak Taâlâ’nın sana kahrını bildirecek delil:

Hakikatte kendi nefsinde hiçbir varlığı olmayan şeylerle gözlerini perdeliyerek kendisini müşahede etmekten seni mahrum etmiş olmasıdır.

16. Hikmet[değiştir]

كَيْفَ يُصَوَّرُ أن يَحْجُبَهُ شَيءٌ و هو الذي أظهر كل شيء ؟ كَيْفَ يُتصور أن يَحْجُبَهُ شَيءٌ و هو الذي أظهر بكل شيء ؟

Hakk Teâlâ her şeyi izhar eylediği hâlde bir şeyin kendine hicâb olması nasıl tasavvur edilir?

O her şey ile zâhir iken bir şeyin kendine hicâb oluşu nasıl tasavvur olunabilir?

17. Hikmet[değiştir]

ما تَرَكَ من الجهلِ شياً مَنْ أراد أنْ يَحْدُثَ في الوقت غيرُ ما أظْهَرَهُ ﷲ فيه

Bir kimse vakit içinde Allah'ın onda izhar eylediği hâlin gayrini istiyecek olursa cehâletten hiçbir şey terk etmiş olmaz.

18. Hikmet[değiştir]

إحالتُكَ الأعمالَ على وجودِ الفراغِ من رُعُونااتِ النفسِ

İyi işleri işlemeyi bulacağın boş bir zamana bırakmaklığın: nefsin anlamazlığındandır.

19. Hikmet[değiştir]

إحالتُكَ الأعمالَ على وجودِ الفراغِ من رُعُونااتِ النفسِ

Bulunduğun hâlden seni çıkarıp da diğer bir hâlde kullanmasını Allah'tan isteme

20. Hikmet[değiştir]

اررادتْ هِمَّةُ سالِكٍ أن تقف عندما كُشِفَ لها إلا ونادةهُ هواتفُ الحقيقةِ : الذي تَطْلُبُ أمامَكَ ، ولا تبرَّجَتْ له ظواهرُ المكوَّناتِ إلا ونادته حقاءقُها: إنما نحن فتنةٌ فلا تكفر

Sâlikin himmeti mükaşefede durmak isteyince hakikat hatifleri; aradığın ileridedir diye seslenirler ve kâinatın zevâhiri cilvelenirse bunların hakikatleri: bizler ancak birer fitneyiz, küfretme diye nida ederler.

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَـكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ

21. Hikmet[değiştir]

طلبكَ منه اتهامٌ له ، و طلبكَ له غيبةٌ منك عنه ، و طلبكَ لغيره لقلةِ حياءِكَ منه ، و طلبكَ من غيره لوجودِ بُعْدِكَ عنه

Haktan isteyişin Hak için bir töhmet, ve kendisi için isteyişin senin için Haktan gıybet, ve Hakk’ın gayrı için isteyişin Hakk’a karşı hayâda kıllet ve Hakk’ın gayrinden isteyişin Haktan uzaklık ve bûdiyet alâmetidir.

22. Hikmet[değiştir]

مَا مِنْ نَفَسٍ تُبْدِيهِ ، إلّا و له قَدَرٌ فيكَ يُمْضِيه

Alıp verdiğin hiçbir nefes yoktur ki, o nefeste Hakk’ın sende infaz edecek bir kaderi olmasın.

23. Hikmet[değiştir]

لا تترقبْ فررَاغَ الأغيارِ ، فإن ذلك يقطعُكَ عن وجود المراقبةِ له فيما هو مُثقيمُكَ فيه

Ağyârdan fariğ olmayı gözetleme. Çünkü seni bulundurduğu hâl içinde ve Hakkını yerine getireceğin murabbeye engel olur.

24. Hikmet[değiştir]

لا تَسْتَغْرِبْ وقوعَ اللأكدارِ ما دمت في هذه ااالدارِ ، فإنها ما أبرزتْ إلا ما هو مُسْتَحَقُّ وَصْفِها و واجبُ نَعْتِها

Dünyada kaldıkça uğradığın kederleri garib görme. Çünkü dünyanın açıkladığı şey ancak müstehak ve vâcib olanın vasfıdır.

25. Hikmet[değiştir]

ما تَوَقَّفَ مَطْلَبٌ أنت طالُبهُ بربِّكَ ، و لا تَيَسَّرَ مطلبٌ أنت طالُبُهُ بنفسك

Rabbın ile aradığın istek gecikmez ve nefsin ile aradığın isteğin müyesser olamaz.

26. Hikmet[değiştir]

من علاماتِ النُّجْحِ في النِّهايات ، الرجوعُ إلى اﷲ في البدايات

Sâlikin ilk seyir ve sülûkünde Allah'a dönmüş olması; sonunda işinin revâ görüleceğine alâmettir.

27. Hikmet[değiştir]

من أشرَقَتْ بدايتُه ، أشرقت نهايتُه

Kimin bidâyeti parlak olursa nihâyeti de parlak olur.

28. Hikmet[değiştir]

ما استُودِعَ في غيبِ السَّراءرِ ، ظَهَرَ في شَهادةِ الظَّواهرِ

Gizli sırlara emânet edilen; görülenlerin şahadetleriyle âşikâr olur.

29. Hikmet[değiştir]

شَتَّانَ بين مَنْ يَسْتَدِلُّ به أو يَسْتَدِلُّ عَلَيْهِ ، المُسْتَدِلُّ به عَرَفَ الحقَّ لأهلِهِ ، و أثبتَ الأمْرَ مِنْ وُججودِ أصْلِهِ ، و الاستدلالُ عليه مِنْ عَدَمِ الوصولِ إليه و إلاَّ فَمَتَى غَابَ حتى يُسْتَدَلَّ عليه ؟ ومتى بَعُدَ حتى تكونَ الآثارُ هي التي تُوصِلُ إليه ؟

Hak ile istidlâl etmek ve Hak üzerine delil araştırmak: birbirinden çok uzak ve farklı şeylerdir.

Hak ile istidlâl eden hakkı ehli için bilmiş ve işi kökünden isbat eylemiştir.

Hak üzerine istidlâl ise ona erişilmemiş olmaktandır. Yoksa o ne zaman gaib olmuştur ki, eserlerle araştırılsın ve ne zaman uzaklaşmıştır ki eserler ona eriştirilmiş olsun?

30. Hikmet[değiştir]

لِيُنفِقْ ذُو سَعَةٍ مِّن سَعَتِهِ الواصلونن إليه وَمَن قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ الساءرون إليه

لِيُنفِقْ ذُو سَعَةٍ مِّن سَعَتِهِ وَمَن قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنفِقْ مِمَّا آتَاهُ اللَّهُ لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا مَا آتَاهَا سَيَجْعَلُ اللَّهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا

“İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.” (Talâk 65/7)

Geliri bolca olup da bolluğundan infak edenler Allah'a erişenlerdir. Rızkı darca olup da eline geçebilenden verenler ise: Allah yoluna giden sâliklerdir.

31. Hikmet[değiştir]

إههتدى الراحلونَ إليه بأنوارِ التوجُّه ، والواصلونَ لهم أنوارُ المواجهةِ فالأوَّلون للأنوارِ ، و هؤلاء الأنوارُ لهم لأنَّهم اﷲ لا لشيءٍ دونَه ، قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيراً وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُوا أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

“(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Musa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur’ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!” (En’âm 6/91)

Allah yoluna gidenler: Allah'a teveccühün nurlarıyle hidayeti bulmuşlardır. Müvacehe (yüz yüze gelmek) nurları dahi ermişler içindir. Evvelkiler nurlar için ve nurlar berikiler içindir çünkü berikilerin gidişleri sırf Allah içindir. Allah'ın gayri bir şey için değildir.

32. Hikmet[değiştir]

تشوُّفُك إلى ما بَطَنَ فيكَ مِنَ العيوبِ ، خَيْرٌ من تشوُّفُك إلى ما حجب عنك من الغيوب

Senden gizli olan ayıplarını araştırmak: senden kapalı kalan gaibleri araştırmaktan daha hayırlıdır.

33. Hikmet[değiştir]

الحقُّ ليسَ بمحجوبٍ ، وإنَّما المحجوبُ أنْتَ عن النَّظرِ ن إذ لو حَجضبَهُ شيءٌ لسَتَرَه ما حَجَبَهُ ، و لو كان له ساترٌ لكانَ لوجودِهِ حاصرٌ ، و كلُّ حاصرٍ لشيء فهو له قاهِرٌ وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُم حَفَظَةً حَتَّىَ إِذَا جَاء أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لاَ يُفَرِّطُونَ

“O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.” ( En’âm 6/61)

Hak perdelenmiş değildir. Kendini görebilmekten perdelenmiş olan ancak sensin. Hakk’ı herhangi bir şey perdelemiş olsaydı onu kapamış olurdu. Kapıyanı olsaydı varlığını çevirip sıkıştırmış olacaktı. Bir şeyi çevirip sıkıştıran ise o şeyin kâhiri olur.

34. Hikmet[değiştir]

إُخْرُجْ من أوصاافِ بشريَّتِكَ ، عن كل وصْفٍ مناقضٍ لعبوديتك ، لتكوونَ لناءِ الحقِّ مجيباً ، و من حضْرَتِهِ قريباً

Beşeriyetin vasıflarından olup kulluğu bozan her türlüsünden çık; tâ ki Hakk’ın çağırışına icâbet etmiş ve ilâhî huzuruna yakınlaşmış olasın.

35. Hikmet[değiştir]

أصل كل معصيةٍ و غَفْلَةٍ و شهوةٍ الرِّضا عن النَّفْس ، و أصل كل طاعة أصل كل طاعةٍ و يقَظَةٍ و عِفَّةٍ عدمُ الرِّضا منك عَنْها

Her bir mâsiyet ve gaflet ve şehvetin kökü: nefsinden razı olmaktadır.

Ve her tâatın ve uyanıklığın ve iffetin kökü: senin ondan razı olmayışındadır.

36. Hikmet[değiştir]

شُعاعُ البَصيرةِ يُشْهِدُكَ قربَهُ منكَ ، وعينُ البَصيرةِ يُشْهِدُكَ عدمَكَ لِوجُودِه ، وَ حَقُّ البَصيرةِ يُشْهِدُكَ وُجُودِهُ ، لا عدَمَكَ ولا وُجُودَكَ

Basiretin ışığı: Onun sana yakınlığını,

Basiretin özü: Onun varlığı ile senin yokluğunu ve

Basiretin hakkı dahi: Onun varlığını ve senin de ne yok, ne de var olduğunu sana gösterir.

37. Hikmet[değiştir]

كاناﷲ و لا شيءَ مَعَهُ ، و هو الآنَ على ما عَلَيْه كان

Allah vardır. Onunla beraber bir şey yoktur ve O şimdi evvelce bulunduğu hâl üzeredir.

38. Hikmet[değiştir]

لا تَتَعَدَّ نِيَّةُ هَمَّيِكَ إلى غيرِهِ ، فالكريمُ لا تَنَخَطَّاهُ الآمالُ

Himmetinin niyeti Hakk’ın gayrıne geçmemelidir?

Çünkü umulan şeyler kerem sahibini bırakıp savuşamazlar.

39. Hikmet[değiştir]

لا تَرْفَعَنَّ إلى غيرهِ حاجةً هو مورِدُها عليكَ ، فكيفَ يرفعُ غيرُه ما كانَ هو له واضعاً ؟ من لا يسطيعُ أن يرفعَ حاجةً عَنْ نفْسِهِ ، فكيفَ يسطيعُ أنْ يكونَ لها عنِ غَيْرِهِ رافعاً ؟

Hakk’ın sana vereceği bir şey için herhangi bir dilekte bulunma; O'nun vermediğini başkası nasıl yerine getirebilir?

Kendi nefsinden bir dileği kaldırmağa gücü yetmiyen bir kimse Hakk’ın izni olmadan onu nasıl kaldırabilir?

40. Hikmet[değiştir]

إن لم تُحسِّن ظنَّكَ به لأجْل وَصْفِهِ ، فَحَسِّنْ ظَنَّكَ به لأجْلِ معاملتِهِ مَعَكَ ، فهل عَوَّدَكَ إلَّا حَسَناً ؟ وهل أسْدَى إليكَ إلا مِنَناً ؟

Güzel vasıfları için Hakk’a karşı güzel zanda bulunmuyor isen seninle yaptığı karşılıklı işlerindeki iyilikler için zannını güzelleştir.

Karşılıklı işlerinde seni ancak iyiliğe alıştırmış ve vergilerinde ancak nimetlerine kavuşturmuş değil midir?

41. Hikmet[değiştir]

العَجَبُ كلُّ العجب مِمَّنْ يَهْرُبُ مما لا انفكاكَ لهُ عَنْهُ ، و يَطْلُبُ ما لا بقاءَ لَهُ مَعَهُ فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ

“(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” ( Hac 22/46)

Bütün taaccüb ile taaccüb edilecek şey: İnsanın kendi zâtından ayrılmıyandan kaçması ve kendi ile beraber kalamıyacağı istemesidir.

Kulun Mevlâsından kaçıb nefsinin şehvetleri peşine düşmesi ve hevâ ve hevesine uyması kalbin körlüğü alâmetlerindendir.

42. Hikmet[değiştir]

لا ترحلْ من كونٍ إلى كون ، فتكونَ كحمارِ الرَّحى يسير و الذي ارتحلَ إليه هو الذي ارتحلَ منهُ ، و لكن ارحلْ من اللأكوان إلى المكوِّنِ : وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى

وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى

“Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.” (Necm 53/42)

Bir oluştan diğer bir oluşa yürüyüp gitme; sonra değirmen etrafında dolaşan hayvan gibi olursun. Yürüyerek gittiği yer almış olduğu evvelki yeridir. Ekvandan yâni varlıklardan bu oluşları yaradan mükevvine doğru yürü; gidişin nihâyet bulacağı münteha Rabbin Teâlâ ve Tekaddestir.

43. Hikmet[değiştir]

لا تَصْحَبْ مَنْ لا يُنْهِضُكَ حالُه ، و لا يَدُلُّكَ على اﷲ مقالُه

Bir kimsenin hâli: Seni Allah yoluna doğru yönelterek ayaklandırmazsa ve söz söylerken makali Allah yolunu göstermezse onunla görüşüp arkadaşlık etme!

44. Hikmet[değiştir]

ربّما كنت مسيءاً فأراكَ الإحسانَ منك صُحْبتُك إلى مَنْ هو أسْوَأُ حالاً منكَ

Olabilir ki sende kötülük var iken senden daha kötü biriyle arkadaşlık etmeni ona bir iyilik olarak gösterirsin.

45. Hikmet[değiştir]

ما قَللَّ عملٌ بَرَزَ من قلبٍ زاهدٍ ، و لا كَثُرَ عملٌ بَرَزَ من قلبٍ راغبٍ

Zâhidin kalbinden açıklanan amel azalmaz.

Rağibin kalbinden açıklanan amel de çoğalmaz.

46. Hikmet[değiştir]

حُسْنُ الأعملِ نتاءجُ حُسْن الأحوال ، و حُسْن الأحوال من التَّحقُّق في مقامات الإنزال

Âmellerin, iyi, işlerin güzelliği: Hâllerin güzelliği neticesidir. Hâllerin güzellikleri de kalbin inzal makamında belirecek ulûm ve maârifle doymuş ve kanmış olarak tahakkuk etmiş olmasındandır.

47. Hikmet[değiştir]

لا تترُكِ الذِّكرَ لعدم حضورِكَ مع اﷲ فيه ، لأنَّ غَفْلَتَكَ عن وجوددِ ذكره أشدُّ من غَفْلَتِكَ في وجوددِ ذِكْرِهِ فعسى أنْ يرفعَكَ منْ ذكرٍ مع وجوددِ غَفْلَتٍ ، إلى ذكرٍ مع وجوددِ يققَظَةٍ ، و مِن ذكرٍ مع وجوددِ يققَظَةٍ ، إلى ذكرٍ مع وجوددِ حُضُور ، و مِن ذكرٍ مع وجوددِ حضورٍ ، إلى ذكرٍ مع غيبةٍ عمَّا سوى المذكورِ ، وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ

وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ

“Bu, Allah'a güç değildir.” (İbrâhim 14/20)

Allah 'ı zikrederken Allah ile huzurda bulunamadığın için zikri terketme!

Çünkü yaptığın zikirden gafletin zikir içinde gafletinden daha beterdir.

Olabilir ki, seni gafletle zikirden uyanıklığa ve uyanıklıkla zikirden huzur mertebesine ve huzur ile zikrinden Allah 'ın gayri her şeyden uzaklaşarak zikretmek mertebesine yükseltebilir.

Allah'a göre bu iş yâni seni derece derece yükseltmek: olmıyacak nâdir bir şey değildir.

48. Hikmet[değiştir]

من علامات مُوتِ القلب عدم الحزن على مافاتك من المافقات و ترك الزم على ما فعلته من وجود الزلات

Tâatler ve ibadetler gibi muvafık amelleri kaçıracak olur isen keder etmemek ve ayağının sürçmesiyle işlediğin kabahatlerden pişman olmamak kalbin ölümü âlâmetlerdendir.

49. Hikmet[değiştir]

لا يعْظُم الذنبُ عندكَ عظمةً تَصُدُّكَ عن حُسْن الظنِّ باﷲ تعالى ، فإنَّ مَنْ عَرَفَ رَبَّهُ استصْغَرَ فى جَنْبِ كَرَمِهِ ذنبَهُ

İşlediğin günahı: Allah’ın affı hususunda senin güzel zan ve ümidini kıracak derecede büyütme çünkü Rabbini bilen bir mü'min onun keremine karşı işlediği günahı küçümser.

50. Hikmet[değiştir]

لا صغيرةَ إذا قابَلَكَ عَدْلُه ن و لا كَبِيرةَ اذا واجَهَكَ فَضْلُه

Hakk’ın adâletiyle karşılaşınca günahın küçüğü olamaz ve faziletiyle yüz yüze gelince büyük günah kalmaz.

51. Hikmet[değiştir]

لا عَمَلَ أرْجى للقبُولِ من عملٍ يغيبُ عنكَ شُهُودُه ، و يحتقرُ عنكَ جودُه

Her hangi bir iyi iş, göze görünmez ve varlığı sence hakir olursa o en ziyâde kabule şayan bir iştir.

52. Hikmet[değiştir]

إنَّما أورَدَ عليك الوارِدَ لتكونَ به وارِداً

Sana “Vârid” i getirmiş olması onunla Allah'ın huzuruna vârid olmaklığın içindir. (Vârid: Sâliklerin geçirecekleri hâller arasında Rabbanî mâarifetlerin ve ruhanî letâfetlerin kalbe gelişleri)

53. Hikmet[değiştir]

أورَدَ عليك السوارِدَ لِيُخْرِجَكَ مِنْ سجنِ وجودِكَ ، إلى فضاءِ شُهُدِكَ

Senin üzerine “vârid”i getirmesi ağyarın elinden seni alıp tesellüm etmesi ve “eser”lerin köleliğinden seni âzad ettirip kurtarması içindir.

54. Hikmet[değiştir]

أوْرَدَ عليك الوواردَ ليخرجكَ مِنْ سجنِ وجودِكَ ، إلى فضاءِ شُهُودِكَ

Tarifi ve sözü geçen vâridi sana getirişi; seni vücudunun zindanından Şühüd mertebesinin gâyet geniş sahasına çıkarmak içindir.

55. Hikmet[değiştir]

الأنوارِ مطايا القلوب و السرار

İman ve yakîn'in nurları: Gönüllerin ve ilâhî esrarın huzura eriştirici binekleridir.

56. Hikmet[değiştir]

النُّر جندُ القلبِ ، كما أنَّ الظُّلمةَ جندُ النَّفْسِ ، فإذا إرادَ اﷲ أنْ ينصرَ عبدهُ أمدَّهُ بجنودِ الأنوارِ ، و قطعَ عنه مددَ الظُّلَمِ والأغيارِ

Zulmet nefsin askeri olduğu gibi nur dahi kalbin askeridir.

Allahu Teâlâ kuluna yardım etmeyri dileyince nurların askeriyle imdad eder ve zulüm ve ağyarın imdadını ondan keser.

57. Hikmet[değiştir]

النور له الكشْفُ ، واتبصيرةُ لها الحكْمُ ، و القلبُ له الإقْبالُ و الإدبار

Nurda keşif ve basiret için hüküm ve kalb için ileri ve geri gitmek vardır.

58. Hikmet[değiştir]

لا تُفْرِحْكَ الطَّاعةُ لأنَّها برزتْ منكَ ن و افْرَححْ بها لأنَّها برزتْ من اﷲ إليكَ قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُون

قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ

“De ki: Ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.” (Yûnus 10/58)

Tâat seni sevindirmesin. Çünkü senden âşikâr oluyor. Sen onunla sevin çünkü Allahu Teâlâ'dan sende zuhur ediyor.

59. Hikmet[değiştir]

قطع الساءرينَ له والواصلينَ إليهِ ، ‘نْ رُؤْيةِ أعْمالِهِم ، أحوالِهم أم السَّاءرون ، فلأنهم لم يتحقَّقُوا الصِّدقَ مع اﷲ فيها و أما الواصلون ، فلأنَّهُ غَيَّبَهم بشُهدِهِ عنها

Allah kendine doğru gidenleri ve kendine vâsıl olanları: Yaptıkları amelleri görmekten ve hâllerini müşahedeye eylemekten alıkoymuştur.

60. Hikmet[değiştir]

ما بسَقَتْ إغْصَانُ ذُلِّ إلَّا على بِذْرِ طَمَعٍ

Zilletin dalları ancak tamahın tohumu üzerinde uzanır.

61. Hikmet[değiştir]

ما قَدَكَ شيءٌ مثلُ الوَهْمِ

Seni hiçbir şey vehim gibi çekib götürmemiştir.

62. Hikmet[değiştir]

أنت حُرُّ مما أنت عنه آيِسٌ ، و عَبدٌ لما أنتَ له طامِعٌ

Sana verilmiyeceğini bildiğin bir şeye karşı sen hürsün, sana verilmesini tamah ettiğin şeyin ise kölesisin.

63. Hikmet[değiştir]

من لم يُقْبِلْ على اﷲ بملاطفات الإحسان ، قِيدَ إليهِ بسلاسل الامْتِحان

Allah'ın ihsan ve in'amiyle Allah'a doğru yönelmiyen kimse imtihanın zincirleriyle Allah'a doğru çekilir.

64. Hikmet[değiştir]

من لم يَشْكُرِ النِّعَمَ فقد تعرَّضَ لزوالها ، و منْ شكرَها فقد قَيَّدَها بعِقَالها

Nimetlere şükretmiyen, onların gitmesi için uğraşmış olur.

Şükreden ise onları yerlerinden depretmiyecek bağlarla bağlamıştır.

65. Hikmet[değiştir]

خَفْ مِنْ وُجودِ إحسانهِ إليكَ ن و دوامِ إساءَتِكَ معَهُ ، أنْ يكون ذلك اسدراجاً لك سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لاَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لاَ يَعْلَمُونَ

“Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz.” (A’raf 7/182)

Allah'a karşı kötülüklerin devam ederken sana ihsan eylemekte olduğu iyiliklerin bir istidraç olabilmesinden kork.

66. Hikmet[değiştir]

مِنْ جهلِ المريدِ أنْ يُسىءَ الأدبَ فتُؤَخَّرَ العقوبةُ عنه فيقولَ : لو كان هذا سوءَ أدبٍ لقطاع الإمدادَ ، و أوجب الإبادَ. فقد يقْطَعُ المددَ عنهُ مِنْ حيْثُ لا يشْعُرُ ، و لو لم يكنْ إلا منْعَ المزيدِ. وقد يُقامُ مُقام البُعْدِ وهو لا يدْري ، و لو لم يكن إلا أنْ يُخَلِّيكَ و ماتُريدُ

Hakk yoluna sâlik bir müridin: edebe muhalif çirkin bir harekette bulunup da cezası teahhur edince bu çirkin bir hareket olsaydı ilâhî imdad kesilirdi, ben de isteklerimden uzaklaştırılırdım demesi cehâletindendir. Farkında olmadığı hâlde ilâhî imdad kesilmiş olabilir.

67. Hikmet[değiştir]

إذا رأيتَ عبداً أفامهُ اﷲ تعالى بوجود الأوراد ، و أدامه عليها مع طول الإمداد ، فلا تستتَحْقِرَنَّ ما مَنَحَهُ موْلاكَ ؛ لأنَّكَ لم تر عليه سيما العارفين ، و لا بهْجةَ المحبينَ. فلو لا واردٌ ما كان وِرْدٌ

Allahu Teâlâ bir kulunu evrad ve ezkâr makamında bulundurduğu ve ilâhî imdad ile yardım ettiği hâlde âriflerin simalariyle muhabbet ehlinin neşat ve sevinçlerini bunda görmediğin için Mevlâsının ona ihsan eylemiş olduğu nimeti az görme!

O eğer ilâhî “Vârid”in tecellîsine mazhar olmasaydı, bulunmakta olduğu makama nail olmazdı.

68. Hikmet[değiştir]

قومٌ أقامهم الحقُّ لخدمتِهِ ، و قومٌ اختَصَّهم بمحبَّتِهِ ، كُلاًّ نُّمِدُّ هَـؤُلاء وَهَـؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُورًا كُلاًّ نُّمِدُّ هَـؤُلاء وَهَـؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُورًا

“Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabbinin ihsanından (istediklerini) veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsrâ 17/20)

Hak Teâlâ bir kavmi hizmetinde bulundurmuş ve bir kavmi kendi muhabbetine tahsis eylemiştir.

Biz her iki kavimden onlara da bunlara da Rabbin vergisinden imdad ederiz.

69. Hikmet[değiştir]

قلَّما نكونُ الوَارداتُ الإلۤهيَّةُ إلا بإءتةً ، لءلا يدَّعِيها العُبَّادُ بوجود الإستعْدادِ

İlahî vâridat pek seyrek olarak ancak arısızın tecellî eder. İstidadı olan herkes evrad ve ezkâr ile bu tecellîye eremez.

70. Hikmet[değiştir]

من رأيَتَهُ مج]باً عن كُلّ ما سءِلَ ، و معبِّراً عن كُلّ ما شَهِدَ ، وذاكراً كُلّ ما عَلِمَ ، فاسْتَدِلَّ بذلك على وجودِ جهْلهِ

Her sorulan suale cevab vereni, Her gördüğünü anlatmağa çalışanı, Her bildiğini söyleyeni görür isen, Bunlarla onun cehâletine istidlâl et!..

71. Hikmet[değiştir]

Allah Teâlâ'nın, iman ehli kullarına müstehak olduktan mükifâtlarını âhiret âlemine bırakmış olması; mükafâtlarının bu dünya âlemine sığamıyacağından ve iman ehli kullarının kadir ve kıymetlerini çok büyütmüş olduğundan dünya gibi bekâsı olmayan bir âlemde mükafatlarının verilmesini münasib görmemiş olmasındandır.

72. Hikmet[değiştir]

من وجد ثمرة عمله عاجلاً ، فهو دليل على وجود القبول آجلاً

Yaptığı bir iyiliğin meyvasını peşin almak bunun ileride kabul edileceğine delildir.

73. Hikmet[değiştir]

من وجد ثمرة عمله عاجلاً ، فهو دليل على وجود القبول آجلاً

Onun yanında kendi kaderini bilmek istersen seni nasıl bir işte bulundurduğuna dikkat et.

74. Hikmet[değiştir]

متى رزقك الطاعة والغنى به عنها ، فاعلم أنه قد أسبغ عليك نعمهُ ظاهرة وباطنة

Hak Teâlâ ne zaman tâatini sana rızk eyliyerek ondan müstağni olacak manevî hâli de ihsan ederse bilmelisin ki zâhir ve bâtında ilâhî nimetlerini senin üzerine yaymıştır.

75. Hikmet[değiştir]

خير ما تطليه منه ما هو طالبه منه ما هو طالبه منك

Hak Teâlâ'dan dilediğin şeyin hayırlısı O’nun senden istediğidir.

76. Hikmet[değiştir]

الحزن على فقدان الطاعة مع عدم النهوض إليها من علامات الاغتِرارِ

Tâat yokluğunda hemen tâate kıyam ve müsaraat etmemekle beraber mahzun olup gam çekmek gurur alâmetlerindendir.

77. Hikmet[değiştir]

ما العارف من إذا أشار وجد الحق أقرب إليه من إشارته ، بل العارف من لا إشارة له ، لفناءه في وجودِهِ ، و إنطواِْهِؤ في شهوده

İşaret edince Hakk’ı kendi işaretinden kendine daha yakın bulan kimse ârif değildir.

Belki ârif, kendi vücudunda hiç olmuş ve şühûdunda gizlenmiş olduğu için hiçbir işareti olmayan zâttır.

78. Hikmet[değiştir]

الرَّجاءُ ما قارنَهُ عَمَلٌ ، و إلَّا فهو أُمْنِيَّةٌ

Rica bir amel ile birlikte olan dilektir. Yoksa sadece bir ümniyedir (ümid edilen şey).

79. Hikmet[değiştir]

مطْلَبُ العاررفين من اﷲ الصِّدْقُ في العبوديَّة ، والقَيامُ بحُقُوقِ الربوبيَّةِ

Âriflerin Allahu Teâlâ'dan istekleri Ubudiyette doğruluk ve Rububiyetin haklarını yerine getirmektir.

Âriflerin Hak Teâlâ'dan istekleri: âbidler, zâhidler, âlimler gibi diğer zümrelerin isteklerinden çok üstündür.

80. Hikmet[değiştir]

بَسَطَكَ كَيْلا يُبْقِيَكَ مع القَبْضِ ، و قَبَضَكَ كَيْلا يَتْرُكَكَ مع البَسْطِ ، وأخرجَكَ عنهما كَيْلا تكُونَ لشيءٍ دُونَهُ

Seni kabz hâlinde bırakmamak için bast eyledi ve bast hâlinde terk etmemek için kabz eyledi.

Haktan başka bir şeyle meşgul olmamaklığın için seni bu iki hâletten de ihrac etti.

81. Hikmet[değiştir]

العارفونَ إذا بُسِطُوا أخوفُ منهم إذا قُبِضوا ، و لا يقفُ على حدودِ الأدبِ فى البَسْطِ إلا قليلٌ

Ârifier bast hâlinde iken kabz hâlinden daha ziyâde korku da bulunurlar.

Bast hâlinde edeb dairesinde durabilenler azdır.

82. Hikmet[değiştir]

البَسْطُ تأخذُ النَّفسُ منه حَظْها بوجودِ الفَرَح ، و القَبْضُ لا حظَ للنَّفس فيه

Bast hâlinde iken sevinçten nefis hoşlanacağı payı alır. Kabz hâlinde ise nefsin hoşlanacağı bir payı yoktur.

83. Hikmet[değiştir]

رُبَّما أعْطَاكَ فَمَنَعكَ ، و رُبَّما مَنَعكَ فأعْطَاكَ

Olabilir ki sana verir de men’ eder ve olabilir ki, men’ eder de sana vermiş olur.

84. Hikmet[değiştir]

متى فتح لك بابَ الفهْمِ في المنْعِ ، عادَ المنْعُ عينَ العَطَاء

Ne zaman sana isteklerinin alıkonulmasında anlayış kapısı açılırsa alıkonulma aynı verim olur.

85. Hikmet[değiştir]

الأكْوانُ ظاهرُها غرَّةٌ ، وباطِنُها عِبرَةٌ ، فالنَّفس تنظُرُ إلى ظاهِرِ غِرَّتها

Varlıkların görünüşü gurura götürücü ve iç yüzü ibret vericidir.

Nefis görünüşteki gururuna ve kalb ise iç yüzündeki ibretine bakar.

86. Hikmet[değiştir]

إن أردتَ أن يكون لك عِزٌّ لا يفْنَى ، فلا تَسْتَعِزَّنَّ بِعِزَّ يفْنَى

Fâni olmıyacak bir izzet ve şeref ister isen fâni olacak bir izzetle aziz olmak isteme!

87. Hikmet[değiştir]

الطَيُّ الحقِقىُّ أن تَطْوِيَ مَسَافَةَ الدنيا عَنك ، حتى ترى الأخرةَ أقْرَبَ إليكَ منكَ

Gerçek yol ve mesafe tayyetmek dünyanın mesafesini aşmaktır.

Bu mesafeyi öyle aşmalısın ki âhiretin sana senden daha yakın olduğunu görebilesin.

88. Hikmet[değiştir]

العَطاءُ من الخلقِ حِرمانٌ ، و المنْعُ من اﷲ إحْسانٌ

Halkın vergisi mahrumiyet ve Allah’ın esirgemesi ise ihsana kavuşmaktır.

89. Hikmet[değiştir]

جَلَّ ربُّنا أن يعاملَهُ العببدُ نقْداً فيُجازِيَهُ نَسيءَةً

Kul ubudiyet muamelelerini nakden ve peşin olarak yaparken mükafatını vade ile görebilmesinde Rabbimiz Teâlâ'nın celâleti çok büyüktür.

90. Hikmet[değiştir]

كفى مِنْ جَزَاءِهِ إيَّاكَ على الطَّاعةِ أن رَضِيَكَ لها أهْلاً

Senin tâat ve ibâdetinin ehli olduğuna razı oluşun verilecek mükafât için kâfidir.

91. Hikmet[değiştir]

كفى العاملين جَزَاءً ما هو فاتِحُهُ على قلوبهم في طاعتِهِ ، وما هو مورِدُهُ عليهم مِنْ وجودِ مؤانَسَتِهِ

İyi ve güzel işler işleyenlerin tâat ve ibâdetlerinde gönüllerine açtığı maârif ve üns ve muanesetten üzerlerine saçtığı feyiz, mükafât olarak kâfidir.

92. Hikmet[değiştir]

مَنْ عَبَدَهُ لشيءٍ يرجوهُ منهُ ، أو ليدفعَ بطاعتِهِ ورُودَ العقوبةِ عنهُ ، فما قامَ بحقِّ أوصافِهِ

93. Hikmet[değiştir]

متى أعطَاكَ أشهدك بِرَّهُ ، و منى منعَكَ أشهدكَ قَهْرَكهُ ، فهو في كلَّ ذلك مُتَعرِّفٌ إليكَ ، و مُقْبِلٌ بوجود لُطْفِهِ عليكَ

Ne zaman verirse, sana lütfunu; Ve ne zaman vermezse, sana kahrını göstermiş olur.

O bu hâllerin cümlesinde kendini sana bildirmekte ve lütfunun varlığı ile sana müteveccih olmaktadır.

94. Hikmet[değiştir]

إنَّما يُؤْلِمُكَ المنْعُ لعَدَمِ فَهْمِكَ عنْ اﷲ فيهِ

Esirgeme ve imtina hâlinde elem duymaklığın bu hâletin Allah'tan gelişindeki anlayışının yokluğundandır.

95. Hikmet[değiştir]

رُيَّما فتَحَ لك بابَ الطاعةِ ، وما فتَحَ لك بابَ اللقَبُولِ ، و رُيَّما قَضَى عليك بالذّضنْبِ ، فكان سبباً فى الوُصُولِ

Olabilir ki sana tâat kapısı açar da kabul kapısını açmaz ve olabilir ki bir günah işlemeyi takdir eder de o günah vusûle sebeb olur.

96. Hikmet[değiştir]

معْصِيةٌ أوْرَثَتْ ذُلٌّا وافتقاراً ، خيرٌ مِنْ طاعةِ أورثت عِزّاً واستكْباراً

Zillet ve iftikar iras eden bir masivet izzet ve istikbar iras eden tâatten daha hayırlıdır.

97. Hikmet[değiştir]

نِعْمَتَانِ ما خرجَ موجودٌ عنهما ، ولا بُدَّ لكلِّ مُكوِّنِ منهما : نِعْمةُ الإيجادِ ، و نِعْمةُ الإمدادِ

İki ilâhî nimet var ki varlıklardan hiçbiri bunların haricine çıkmamıştır. Bu nimetler de icad ve imdad'tır.

98. Hikmet[değiştir]

أنْعَمَ عليكَ أولا بالإ يجادِ ، و ثانياً بتوالى الإمْدَادِ

Evvela yok iken seni var etmekle sana in'am eylemiş. Sâniyen varlığını idame için birbiri ardınca imdadın tevalisiyle seni nimetlendirmiştir.

99. Hikmet[değiştir]

فاقتُكَ لك ذاتِيَّةُ ، و وُرُودُ الأسْبابِ مَذَكِّراتٌ لك بما خَفِيَ عليكَ منها والفاقَةُ الذاتتيَّةُ لا ترفعُها العوارضُ

Yoksulluğun senin için zâtîdir. Asıldır.

Sebeblerin gelişleri sana gizli kalan yoksulluğu hatırlatıcıdır.

Arızalar zâtî yoksulluğu kaldırmazlar.

100. Hikmet[değiştir]

خيرُ أوْقَاتِكِ وَقْتٌ تَشْهدُ فيه وجودَ فاقَتِكَ ، وتُرَدُّ فته إلى وجودِ ذِلَّتِكَ

Vakitlerinin en hayırlısı yoksulluğunun müşahedesiyle nefsindeki zillete döndürüldüğün vakittir.

Bunun en hayırlı vakit olması Rabbin ile beraberliğinde huzur buluşundur.

101. Hikmet[değiştir]

متى أوحَشَكَ مِنْ خَلْقِهِ فاعلمْ أنَّه يريدُ أنْ يفْتَح لكَ بابَ الأُنْسِ بِهِ

Ne zaman seni halktan vahşileştirirse bil ki, sana ünsün kapısını açmak istiyor.

102. Hikmet[değiştir]

متى أطْلَقَ لسانَكَ بالطَّلبِ فاعْلمْ أنَّه يُريدُ أنْ يُعطيَكَ

Ne zaman istemeğe dilini açarsan bil ki sana vermek istiyor.

103. Hikmet[değiştir]

العارِفُ لا يزولُ اضْطِرارُهُ ، و لا يكونُ مع غير اﷲ قرارُهُ

Ârif, ıztırarı zail olmayan ve Allah'ın gayriyle karar edemiyen kimsedir.

104. Hikmet[değiştir]

أناَرَ الظواهِرَ بأنوارِ آثارِهِ ، و أناَرَ السسَّراءرَ بأنوارِ اوصافه ، لأجْلِ ذلك أفلتْ أنوارُ الظواهِرِ ، و لم تأْفُلْ أنوارُ القلوبِ و السَّراءرِ ، ولذلك قيلَ : إنَّ شمسَ النَّهرِ تَغْرُبُ با للَّيلِ و شمسُ القُلوبِ لَيْسَتْ تَغِيبُ

Açıkta görünen zevâhiri eserlerinin nurlariyle münevver eyledi. Kalblerdeki sırları dahi vasıflarının nurları ile parlattı. Onun için açık görünen zevâhirin nuru battı. Kalblerdeki sırların nurları batmaz.

105. Hikmet[değiştir]

ليُخَفِّفْ الم البلاء ِ عَنْكَ علمُكَ بأنَّه سبحانه هو الميلي لك ، فالذي واجَهتْكَ منهُ الأقدارُ ، هو الذي عَوَّدَكَ حُسْنَ الاختيارِ

Belâyı Allah'ın vermiş olduğunu bilmekliğin üzerindeki belânın demini hafifletmelidir.

Allah'ın kaderlerinden karşına çıkanlar seni güzellik ihtiyarına alıştırmıştır.

106. Hikmet[değiştir]

مَنْ ظَنَّ انْفكاكَ لُطْفِهِ عَنْ قَدَرِهِ ، فذلكَ لقَصَورِ نَظَرِهِ

Allah'ın lütfunu kaderinden ayrı zanneden kimsenin bu zannı görüşünün kusurundandır.

107. Hikmet[değiştir]

لا يُخافُ عليكَ أنْ تلتَبِسَ الطرقُ عليكَ ، و إنَّما يخافُ عليكَ مِنْ غَلَبَةِ الههَوَى عليكَ

Senin için yolların karışıklığından korkulmaz. Senin için korkulacak ancak hava ve hevesin galebesidir.

108. Hikmet[değiştir]

سبحانَ مَنْ سَتَرَ سِرَّ الخخُصُوصيَّةِ بظُهُورِ البَشَرِيَّةِ ، و ظَهَرَ بعطَمَةِ الرُّبوبِيَّةِ إظهار العُبثودِيَّةِ

Beşeriyerin zuhuriyetiyle hususîyetin sırrını örten ve Rububiyetin azametiyle ubudiyeti belirten Allahu Teâlâ'yı takdis eylerim.

109. Hikmet[değiştir]

لا تُطالِبْ ربَّكَ بتأخر مَطلَبكَ ، و لكنْ طالِبْ نفْسكَ بتأَخُّرِ أَدَبِكَ

İsteğinin gecikmesiyle Rabbine mutalebede bulunma.

Lâkin edebinin gecikmesinden nefsinle mutalebede bulun.

110. Hikmet[değiştir]

متى جَعَلضكَ في الظاهرِ مُمْتَثِلاً لأمرهِ ، ورزقكَ في الباطنِ الاسْتِسْلامَ لقهْرِهِ ، فقد أعْظَمَ المنَّةَ عليكَ

Ne zaman seni zâhirde emrine imtisal edici ve bâtında kahrına karşı teslim olucu kılarsa sana in'am ve ihsanını çok büyütmüş olur.

111. Hikmet[değiştir]

ليس كُلُّ منْ ثيتَ تَخْصِيصُهُ كَمُلَ تَخْليصُهُ

Tahsisi sabit olan herkesin tahlisi tamam olamaz.

112. Hikmet[değiştir]

لا يسْتحقِرُ اللوِرْدَ إلا جَهُولٌ الواردُ يوجد في الدارِ الآخرةِ ، والوِرْدُ ينطواءِ هذه الدارِ ، وأوْلَى ما يُعتنى به لا يُخْلَفُ وُجُوودهُ الوِرْدُ هو طالِبُهُ منكَ ، الواردُ أنت تطْلُبُهُ منهُ ، و أيْنَ ما هو طالِبُهُ منكَ مما هو مطْلَبُكَ منهُ ؟

O Vird'i ancak cahil kimse küçük ve hakir görür. Vârid ise âhirette daimdir. Vird bu dünyanın bitmesiyle bitmiş olur. Birinci derecede itina edilmesi icâbeden şey gerisi ve halefi olmayandır. Vird'i senden istiyen odur. Vâridi ondan istiyen sensin. Senin ondan istediğin nerede, onun senden işittiği nerede?

113. Hikmet[değiştir]

ورُودُ الإمْدادِ بحسَبِ الاستِعْدادِ ، وشروقُ الأنوارِ على حسَبِ صَفَاءِ الأسْرارِ

İmdad'ın gelişi istidadın kuvvetine ve ilâhî nurların ışıklanması esrarın sâfiyetine göredir.

114. Hikmet[değiştir]

الغَافِلُ إذا إصْبَحَ يَنْظُرُ ماذا يفْعلُ ، والعاقلُ يَنْظُرُ ماذا يفْعلُ اﷲ به

Gafil bir kimse sabahlayınca, Bugün ne yapacağım?” diye düşünür.

Âkil bir zât ise, “Allahu Teâlâ bana ne yapacaktır!” der.

115. Hikmet[değiştir]

إنما يسْتوحِشُ العبَّادُ والزُّهَّادُ مِنْ كلِّ شيءٍ ؛ لغيْبَتِهم عنِ اﷲ في كلِّ شيءٍ ؛ فلوْ شهدوهُ في كلِّ شيءٍ لم يسْتوْحِشُوا مِنْ شيءٍ

Âbid ve zâhidlerin her şeyden haşyet duymaları her şeyi görüşlerinde Allah'tan gaib ve gafil oluşlarındandır.

Eğer her şeyde Allah'ı görmüş olsalardı hiçbir şeyden yabancılık duymazlardı.

116. Hikmet[değiştir]

أمرَكَ في هذهِ الدَّارِ بالنَّظَرِ في مُكَوَّناتِهِ ، سَيَكْشِفُ لك في تلكَ الدَّارِ عَنْ كَمالِ ذاتِهِ

Bu dünyada işin, kâinata bakmaktır.

Âhirette onun zâtının kemâli sana açıklanacaktır.

117. Hikmet[değiştir]

عَلِمَ مِنْكَ أنَّكَ لا تَصْبِرُ عَنْهُ ، فأشْهَدَكَ ما بَرَزَ مِنْهُ

Hak Teâlâ murakabesiz sabredemiyeceğini bildiği için ancak kendinden zuhur eden eserleri sana göstermiştir.

118. Hikmet[değiştir]

لمَّا عَلِمَ الحقُّ منك وجودَ الملَلِ لوَّنَ لك الطاعاتِ ، و علم ما فيك من وجودِ الشَّرَهِ فَحَجَرَها عليك في بعض الأوقات ؛ ليكونَ هَمُّكَ إقامةَ الصَّلاةِ لا وجودَ الصَّلاةِ ، فما كُلُّ مُصَلِّ مُقيمٌ

Hak Teâlâ, yaradılışında usanç olduğunu bildiğinden tâatleri çeşitli kıldı ve sende düşkünlük bulunduğundarı bazı vakitlerde tâati yasak eyledi. Ta ki namazı namaz kılmak için değil bütün kasdın namazı yerine getirmek için olsun.

119. Hikmet[değiştir]

الصَّلاةُ ظُهرةٌ للقلوب مِنْ أددْناسِ الذنوبِ ، و استِفْتاحٌ لبابِ الغُيُوبِ

Namaz, kalbler için günahların kirinden temizlenmedir.

120. Hikmet[değiştir]

الصلاةُ محلُّ المناجاةِ ، و معْدِنُ المُصافاةِ ، تَتَّسِعُ فيها مياديينُ الأسرارِ ، و تُششْرِقُ فيها شوارِقُ الأنوارِ. عَلِمَ وجودَ الضَّعْف منك فقلّلَ أعْدادَها ، و علم احتياجَكَ إلى فضْلِهِ فكَثَّرَ أمْدادَها.

Namaz Allah'a yalvarışın yeri ve halis sevginin madenidir. Esrarın meydanları namazda genişler ve nurların ışıkları onda parıldar.

121. Hikmet[değiştir]

متى طَلَبتَ عِوَضاً على عملٍ طُولِبْتَ بُوجودِ الصِّدْقِ فيه ، و يكْفي المُريبَ وِجْدانُ السَّلامَةِ

Allah'a karşı yaptığın iyi bir iş için karşılık ister isen Allahu Teâlâ yaptığın işte doğruluk ister.

Şüphesi olanın selâmette bulunuşu kendisine kâfidir.

122. Hikmet[değiştir]

لا تطْلبْ عِوَضاً على عَمَلٍ لَسْتَلَهُ فا عِلاً ، يَكْفي مِنَ الجَزَاءِ لك على العمل أنْ كانَ لهُ قابِلاً

İşlemediğin bir iş için karşılık isteme. Kabul edilecek olursa bu kabul işin mükâfatı olarak kifâyet eder.

123. Hikmet[değiştir]

إذا أرَادَ أنْ يُظْهِرَ فَضْلَهُ عليك ، خلق وو نسبَ إليكَ

Allahu Teâlâ senin üzerinde ihsanını göstermek dilerse ihsanını yaratarak sana nisbet eder.

124. Hikmet[değiştir]

لا نِهَايةَ لمذامِّكَ إنْ أرْجَعَكَ إلَيْكَ ، و لا تَفْرُغُ مداءِحُكَ إنْ أظْهَرَ جُودَهُ عَلَيْكَ

Eğer seni yine sana döndürecek olursa kötü işlerinin nihâyeti yoktur.

Eğer ihsanını üzerinde izhar edib açıklarsa senin senâ ve sitayişlerin bitmez ve tükenmez olur.

125. Hikmet[değiştir]

كُنْ بأوْصَافِ ربُوبِيَّتِهِ مُتَعَلِّقاً ، و بأوْصَافِ عُبُودِيَّتِكَ مُتَحَقِّقَاً

Hakk’ın Rububiyetinin vasıflariyle müteaâlik ve kendi ubudiyetinin vasıflariyle mütehakkik ol.

126. Hikmet[değiştir]

منعَكَ أنْ تدَّعيَ ما ليس لك ممَّا للمَخْلُوقينَ ، أفَيُبِيحُ لك أنْ تَدَّعيَ وَصْفَهَ و هو ربُّ العالمينَ ؟

O Senin olmayıp da mahluklara ait bulunan bir şeyi iddia etmekten seni nehyeylemiştir.

O bütün âlemin Rabbi olduğu hâlde kendine has bir vasfını iddia etmekliğin sana mubah olabilir mi?

127. Hikmet[değiştir]

كيف تُخْرَقُ لك العَواءِدُ ؟ و أننتَ لم تَخْرِقْ من نَفْسِكَ العَواءِدَ.

Sen kendi nefsinin âdetlerini değiştirmeyince senin için âdetler nasıl değiştirilebilir?

128. Hikmet[değiştir]

ما الشَّأْنُ وُجودَ الطَّلَبِ ، إنما الشَّأْنُ أن تُرْزَقَ حُسْنَ الأدَبِ

İstekler insan için şan değildir. Şan ancak sana edeb güzelliğinin kısmet oluşudur.

129. Hikmet[değiştir]

ما ظلب لك شيءٌ مثلُ الاضْطِؤارِ ، و لا أسْرَعَ بالمواهِبِ إليك مثل الذِّلَّةِ و الافْتِقارِ

Allah senin için çaresizlik gibi çetin bir şey istememiştir.

Sana vereceği nimetlerini de yoksulluk ve iftikar gibi daha çabuk bağışlamamıştır.

130. Hikmet[değiştir]

لو أنَّكَ لا تَصِلُ إليهِ إلاَّ بعدَ فَنَاءِ مسَاويكَ ، و محْوِ دعاوك ، لم تصلْ إليه ابداً. و لكنْ إذا أرادَ أنْ يوصِلَكَ إليهِ غَطَّى وصْفكَ بوصْفِهِ ونَعَتَكَ بنَعْتِكَ إليه بما منه إليك لا بما منك إليهِ

Eğer sen kötülüklerinin ve davalarının mahiv ve ifnasiyle ona dahil olamaz isen hiçbir zaman vâsıl olamazsın.

Lâkin seni kendine vâsıl etmek isterse kendi vasfı ile senin vasfını örter, senden ona değil ondan sana gelen feyiz ve vâridat ile seni vâsıl eyler.

131. Hikmet[değiştir]

لو لا جَمِيلُ سِتْرِهِ لمْ يَكُنْ عَمَلٌ للقَبولِ

Eğer Allahu Teâlâ'nın güzel örtüsü ile örtülmemiş olsaydı hiçbir iş kabule lâyık olmazdı.

132. Hikmet[değiştir]

أنت إلى حِلْمِهِ إذا أطَعْتَهُ أحْوَجُ منك إلى حِلْمِهِ إذا عَصَيْتهُ

Sen isyanında Allah'ın hilmi ne muhtaç oluşundan ziyâde itâatinde hilmine muhtaç bulunmaktasın.

133. Hikmet[değiştir]

السِّتْرُ على قِسْمينِ : سِتْرِعنْ المعْصيَةِ ، و سِتْر فيها. فالعامَّةُ يطْلُبُونَ من اﷲ تعلى السِّتْر فيها خشْيَةَ سُقُوطِ مرْتَبَنِهم عِنْدَالخلْقِ ، والخاصَّةُ يَطْلُبُونَ مِنَ اﷲ السِّتْر عنها خشْيَةَ سُقُوطِهم من نظَرَ الملِكِ الحقِّ.

Setr örtülmek iki kısım üzerinedir. Biri mâsiyetten örtülmek ve diğeri masiyette örtülmektir.

Halkın avam kısmı mâsiyette örtülmek isterler ki, halk kendilerini gördüğü zaman onların nazarından düşmemeyi düşünürler.

Havastan olanlar ise mâsiyetten örtülmek isterler ki, asla mâsiytte bulunamasınlar ve mâsiyette bulunup da Hakk’ın nazarından düşmesinler.

134. Hikmet[değiştir]

من أكرمكَ فإنَّما أكرمَ فيكَ جَمِيلَ سِتْرِهِ ، فالحَمْدُ لمنْ ستركَ ، ليس الحمْدُ لمنْ أكرَمَكَ وشَكَرَكَ.

Sana kim ikram ederse ancak Allah'ın seni saran güzel örtüsüne ikram ediyor demektir.

Şu hâlde hamd ve senâ seni örtenedir, sana ikram edene değildir.

135. Hikmet[değiştir]

ما صَحِبَكَ إلَّا مَنْ صَحِبَكَ و هو بعيْبِكَ عَلِيمٌ ، و ليس ذلك إلَّ موْلاكَ الكَريم. خيْر مَن تصْحَبُ مَن تطْلُبُكَ لا لسيْءٍ يَعُودُ مِنْكَ إليهِ.

Seninle her kim sohbet edecek olursa herhâlde aybının yâni gizli kalan kötülüğünün bilicisidir.

Bu ise ancak kerim olan Mevlânın sıfatıdır.

136. Hikmet[değiştir]

Eğer yakînin nuru sana işrak etmiş olsaydı âhireti oraya göçüp gitmekten önce sana daha yakın görürdüm ve dünyanın görünüşteki güzellikleri üzerinde güneşin tutkunluğu gibi fâniliğin tutkunluğu âşikâr olduğunu görmüş olurdun.

137. Hikmet[değiştir]

ما حجبَكَ عنِ اﷲ وجودُ موْجُوودٍ معهُ ، وولكنْ حجبك عنه تَوَهُّمُ موْجُوودٍ معهُ.

Allah ile beraber bir varın var oluşu: Seni Allah'tan perdelemiştir.

Lâkin Allah ile beraber bir varın var oluşu tevehhümü O’nu senden perdelemiştir.

138. Hikmet[değiştir]

لو لا ظُهُورُه في المكوَّناتِ ما وَقَعَ عليها وجودُ إبْصَارِ. لو ظَهَرَتْ صِفَاتُهُ ، اَمحلَّتْ مكوَّنَاتُه

O, mükevvenat içinde zuhur etmemiş olsaydı gözlerin bakışları bunların üzerine düşmezdi.

Eğer sıfatları açıklanmış olsaydı kâinât mahvolur, bir hiçten ibaret kalırdı.

139. Hikmet[değiştir]

أظْهرَ كُلَّ شيءٍ لأنَّه البلطِنُ ، وطَوَى وجودَ كُلِّ شيءٍ لأنَّه الظاهرُ.

Bâtın olduğu için her şeyi izhar eyledi ve zâhir olduğu için her şeyi dürüp bükerek gizledi.

140. Hikmet[değiştir]

أباحَ لك أن تنْظُرَ ما في المكوَّناتِ ، و ما أَذِنَ لك أَنْ تَقِفَ مع ذواتِ المكوَّناتِ قُلِ انظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ فتحَ لك بابَ الأفْهامِ ، و لم تقُلْ انظروا السَّمَاوَاتِ ؛ لِءَلَّا يدُلَّكَ على وجودِ الأجرامِ

Mükkevvenata bakmayı sana mubah eyledi. Mükevvenatın zâtlariyle beraber durub kalmaya izin vermedi. Semavata bakınız neler var demekle anlayış kapısını açtı. Yoksa semavatın kılıklarını sana göstermek için Semavata bakın demedi.

141. Hikmet[değiştir]

الأكوانُ ثابِتَةٌ بإثْباتِهِ ، وممْحوَّةٌ بأحَدِيَّةِ ذَاتِهِ

Ekvan onun isbatiyle sabit ve zâtın ehâdiyyetiyle mahvolmuş bir hâldedir.

Ekvan kendi zatında sırf yokluktan ibarettir.

142. Hikmet[değiştir]

النّاسُ يَمْدَحُونَكَ لما يظنُّنَه فيكَ ، فكن أنت ذاماً لنفسِكَ لما تَعْلمُهُ منها

Nas sende iyilik bulunduğunu zannettikleri için seni medhederler.

Sen nefsinde ne olduğunu bildiğinden nefsini zemmedici ol.

143. Hikmet[değiştir]

المؤْمنُ إذا مُدِحَ استحيا من اﷲ أن يُثْني عليه بوصفٍ لا يشهدُهُ من نفسِهِ

Hakiki imanlı bir zât medhedilirse kendi nefsinde olmadığını bildiği bir sıfattan dolayı övüldüğü için Hak Teâlâ'dan utanmaya başlar.

144. Hikmet[değiştir]

أجهلُ النَّاسِ مَنْ تركَ يقينَ ما عنده لظَنِّ ما عند النَّاسِ

Nasın en cahili yakîn ile bildiğini halkın zanniyle bildiklerine terk eden kimsedir.

Münacat Kısmı[değiştir]

...

ماذا وجد من فقدك وما الذي فقد من وجدك لقد خاب

من رضى دونك بدلاً. ولقد خسر من بغي عنك متحولاً

“Ey Allah Teâlâ’m! Seni kaybeden neyi bulmuştur? Seni bulan neyi kaybetmiştir? Seni bırakıp Senden başkasına razı olan kimse, mahrum kalmıştır. Senden yüz çevirerek başkasına yönelen hüsrana uğramıştır.”

...

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem üstadlarımdan Mevlana Celaleddin’in nefsine dediği gibi dedim:

اُو گُفْتْ اَلَسْتُ و تُو گُفْتٖى بَلٰى شُكْرِ بَلٰى چٖيسْتْ كَشٖيدَنْ بَلَا §

سِرِّ بَلَا چٖيسْتْ كِه يَعْنٖى مَنَمْ حَلْقَه زَنِ دَرْگَهِ فَقْر و فَنَا

O vakit nefsim dahi: “Evet, evet acz ve tevekkül ile, fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ الْاٖيمَانِ وَ الْاِسْلَامِ” dedi. Meşhur Hikem-i Atâiye’nin şu fıkrası:

مَاذَا وَجَدَ مَنْ فَقَدَهُ § وَ مَاذَا فَقَدَ مَنْ وَجَدَهُ

Yani “Cenab-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?”

Yani “Onu bulan her şeyi bulur; Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına bela bulur.” ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve طُوبٰى لِلْغُرَبَاءِ hadîsinin sırrını anladım, şükrettim.

(Mektubat, 6. Mektup)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 İslam ansiklopedisi, El-Hikemü’l-Âtâiyye maddesi
  2. http://www.muhammedikul.com/archive/index.php/t-186.html