Kategori:Altından Irmaklar Akan Cennetler Ayetleri

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
06.40, 11 Ağustos 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 47203 numaralı sürüm

Bu kategoride içinde ahirette mükafat olarak verilecek "Altından Irmaklar Akan Cennetler" ve benzeri ifadeler geçen ayetler listelenmiştir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Saadet-i ebediye iki kısımdır:

Birinci ve en birinci kısmı: Allah’ın rızasına, lütfuna, tecellisine, kurbiyetine mazhar olmaktır.

İkinci kısmı ise: Saadet-i cismaniyedir. Bunun esasları; mesken, ekl, nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre saadet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kısım saadeti ikmal ve itmam eden, hulûd ve devamdır. Çünkü saadet devam etmezse zıddına inkılab eder.

Birinci kısım saadetin aksamı, tafsilden müstağnidir veya gayr-ı kabildir.

İkinci kısım saadetin aksamı ise: Evet “mesken”in en latîfi, en cazibedar şekli; etraf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen, bağ ve bahçelerle muhat, altında sular, nehirler akan kasır ve köşklerdir. Evet, camid kalpleri aşk ve şevkle ihya eden, sönmüş olan ruhları şen ve şâd eden, şairlere sermaye olarak şairane teşbihleri, temsilleri, üslupları ilham eden; sular ile hadravat ve nebatattır.

Saadetin ikinci esası olan “ekl” ise me’kûlat (yiyecek) kuvvet verdiği cihetle en iyisi, en lezizi, me’luf olan kısımdır. Yani insana garib, vahşi olmayan şeylerdir. Çünkü ülfetle, o nimetin derece-i kıymeti bilinir; lezzet verdiği cihetle de lezzetin en büyük lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Ve keza ekl lezzetini ikmal eden esbabdan biri de o rızkın kendi amelinin ücreti olduğunu bilmektir; ikinci bir sebep de o rızkın menbaının daima göz önünde hazır bulunmasıdır ki kalbi mutmain olsun, rızık için telaş etmesin.

Saadetin esaslarından “nikâh” ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latîfi, en şefiki; “kısm-ı sânî” ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin arızalardan hâlî olmasıdır.

...

اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى: İnsanın ihtiyacat-ı zaruriyesi içinde en evvel lâzım olan, mekân ve meskendir. Mekânın en güzeli, nebatat ve eşcara müştemil olan yerlerdir. Ve en latîfi, nebatları arasında suların mecrası olan bahçelerdir. Ve en kâmil kısmı, ağaçlarının arasından akan nehirlerinin çoklukla bulunmasıdır. Kur’an-ı Kerîm bu kısma تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesiyle işaret etmiştir.

Meskenden sonra insanın en fazla muhtaç olduğu; cismanî lezzetlerden yiyecek, içecektir. Bu kısma da جَنَّة , نَهْر kelimeleriyle işaret edilmiştir. Sonra rızkın en ekmeli, me’luf olan kısımdır ki derece-i kıymeti bilinsin. Meyvelerin lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Lezzetin en safisi, hazır ve yakın olanıdır ve en lezizi, amelinin ücreti olduğunu bilmektir. Kur’an-ı Kerîm bu kısma da كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ cümlesiyle işaret etmiştir.

...

اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ: Bu âyetten maksat, mükâfattan neş’et eden neşeli lezzet ve sürurdur. Bu maksadın takviyesine işaret eden kayıtlar:

1- اَنَّ nin tekidi.

2- ل ın ihtisası.

3- لَهُمْ ün takdimi.

4- “Cennet”in cem’iyle tenkiri.

5- “Cereyan”ın zikri.

6- تَحْتَ ile beraber مِنْ in zikri.

7- “Nehir” tabiriyle tarifidir.

Bu kayıtların o maksadın tahakkukuna çalıştıklarına bir parça izahat vereceğiz. Şöyle ki:

Pek büyük bir şey tebşir edildiği zaman, akıl tereddüt eder, inanamaz; inandırmak için tekide ihtiyaç olur. Ve keza neşe ve sürur makamları, evhamdan hâlî olmalıdır. Çünkü edna bir vehimle, sürur zâil olur. Buna binaen burada o büyük tebşirat اَنَّ ile tekid edilmiştir ki hem akıl inansın hem o süruru izale edecek hiçbir evham kalmasın. Ve keza bu tebşiratın yalnız bir vaadden ibaret olmayıp bir hakikat olduğuna işarettir.

İhtisası ifade eden لَهُمْ deki ل tebşir edilen şeyin onlara mahsus ve onların mülkü ve onların fazlî istihkakları olduğuna delâlet eder ki lezzetleri tamam, sürurları müzdad olsun. Ve illâ bir padişah, bir fakiri misafir ederse madem o misafirlik ve o sohbet ebedî değildir, kıymeti yoktur.

لَهُمْ ün takdimi hasrı ifade ettiğinden, beyne’n-nâs cennetin onlara tahsis kılındığına ve dolayısıyla ehl-i nârın da perişan hallerini onların gözleri önüne götürmeye sebep olduğuna delâlet eder. Ve bu itibarla cennetin lezzeti artar ve kıymeti tezahür eder.

Cennetin cem’i, cennetlerin taaddüdüne ve amellere göre cennetin mertebelerine işarettir. Ve keza cennetin her bir cüzü, cennet gibi bir cennet olduğuna ve her bir mü’mine düşen kısım, büyüklüğüne nazaran tam bir cennet gibi göründüğüne işarettir.

Cennetin tenkiri ise güzelliğinin kabil-i tarif ve tavsif olmadığına veya sâmi’lerin iştiha ve istihsanlarının fevkalâdeliğine işarettir.

تَجْرٖى: Bahçelerin en güzeli, içinde suyu bulunanlardır. Bunların da en güzeli, içlerinden suları akanlardır. Bunların da en iyisi, akıntısı devamlı olanlardır. İşte cereyanın sîga-i muzari kıyafetinde zikredilmesi, o cereyanları tasvir etmekle devamlı olduğuna işarettir.

مِنْ تَحْتِهَا: Hadravat (yeşillik) ve nebatat içinde cereyan eden suların en iyisi; nebean suretiyle bahçenin içinden çıkmakla yüksek köşklerin altından kendine mahsus terennümatıyla geçen, eşcar ve nebatata dağılan sulardır. مِنْ تَحْتِهَا kelimesi, bu kısım sulara işarettir.

الْاَنْهَارُ: Suların çokluğu, bahçelere daha ziyade menfaat, revnak ve güzellik verir. Kezalik küçük küçük arklardan tecemmu eden nehirler, daha güzel manzaraları teşkil eder. Bilhassa suları berrak, zülâl, tatlı, soğuk olursa fevkalâde bir kıymet, bir lezzet veriyor. İşte الْاَنْهَارُ kelimesi cem’iyle, tarifiyle, maddesiyle bu çeşit sulara işaret eder.

(İşarat-ül İ'caz)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünya, âlem-i âhirete bir fihriste hükmündedir. Bu fihristede âlem-i âhiretin mühim meselelerine olan işaretlerden biri, cismanî olan rızıklardaki lezzetlerdir. Bu fâni, rezil, zelil dünyada bu kadar nimetleri ihsas ve ifaza etmek için insanın vücudunda yaratılan havass, hissiyat, cihazat, aza gibi âlât ve edevatından anlaşılır ki âlem-i âhirette de تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ kasırların altında, ebediyete lâyık cismanî ziyafetler olacaktır.

(Onuncu Risale, Mesnevi-i N.)