Edebü'd-Dünya Ve'd-Din

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
18.25, 10 Temmuz 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 45201 numaralı sürüm ("Kategori:Eser '''Edebü'd-Dünya Ve'd-Din''', İmam Ali Mâverdî'nin ahlaka dair bir eseridir ve Mâverdî’nin günümüze ulaşmış eserleri içinde en tanınmışlarından biridir. Müellifin fakih, kadı, mütefekkir ve edebiyatçı kişiliğinin zengin bir ürünü olup oldukça iyi hazırlanmış bir sistem içinde bütün teorik ve pratik ahlâk konularının öncelikle âyet ve hadisler ışığında ele alınmasına özen gösterilmiştir..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

Edebü'd-Dünya Ve'd-Din, İmam Ali Mâverdî'nin ahlaka dair bir eseridir ve Mâverdî’nin günümüze ulaşmış eserleri içinde en tanınmışlarından biridir. Müellifin fakih, kadı, mütefekkir ve edebiyatçı kişiliğinin zengin bir ürünü olup oldukça iyi hazırlanmış bir sistem içinde bütün teorik ve pratik ahlâk konularının öncelikle âyet ve hadisler ışığında ele alınmasına özen gösterilmiştir.[1]

Risale-i Nur'da bu eserden 2 alıntı vardır.

Bilgiler[değiştir]

Müellifi: İmam Ali Mâverdî

Diğer İsimleri: El-Buğyetü’l-'Ulyâ fî Edebü'd-Din Ve'd-Dünya (Muhtemelen eser ilk defa bu adla yazılmışken sonradan müstensihler tarafından Edebü'd-Dünya Ve'd-Din şeklinde kısaltılmış ve bu isimle şöhret bulmuştur)

Telif Yeri ve Tarihi: h. 429’da (m. 1038) Mâverdî’nin kadılığa getirilmesinden sonra.

Telif Dili: Arapça

Telifiyle İlgili Diğer Bilgiler:

İçeriği[değiştir]

(1) Akıl-hevâ çatışması, (2) İlim-din münasebeti, (3) Görev ve yükümlülükler, (4) İnsanın sosyal bir varlık olduğu ve tutarlı ve yaşanılabilir bir ahlâk anlayışı ve (5) Ahlâk eğitiminde iki yol ile fazilet ve rezîlet sayılan duygu ve davranışlar olmak üzere beş bölümden (bab) oluşur.[1]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.

Edebü’d-Din Ve’d-Dünya Risalesi’nde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve her şey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.”

Hazret-i İsa aleyhisselâm demiş ki: اِنَّ لِلّٰهِ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَ لَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ Yani “Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû-i edeptir, ubudiyete münafîdir.”

Madem hakikat budur, insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı.

Meşhurdur ki bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlup eden Celaleddin-i Harzemşah, harbe giderken vüzerası ve etbaı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galip edecek.” O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlup etmek onun vazifesidir.” İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

Evet, insanın elindeki cüz-i ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakk’a ait netaici düşünmemek gerektir. Mesela, kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit zayıfların kuvve-i maneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki Üstad-ı Mutlak, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ olan ferman-ı İlahîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü اِنَّكَ لَا تَهْدٖى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْدٖى مَنْ يَشَٓاءُ sırrıyla anlamış ki insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmazdı.

Öyle ise işte ey kardeşlerim! Siz de size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlık’ınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız!

(17. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit “Mesleğim haktır veya daha güzeldir.” demeye hakkın var. Fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir.” demeye hakkın yoktur.

وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلٖيلَةٌ § وَلٰكِنَّ عَيْنَ السُّخْطِ تُبْدِى الْمَسَاوِيَا

sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez.

(22. Mektup)


S- Tenkidi nasıl görüyorsun? Hususan umûr-u diniyede.

C- Tenkidin saiki, ya nefretin teşeffîsidir veya şefkatın tatminidir. Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi...

Sıhhat ve fesada muhtemel bir şeyde, kabule temayül ve tercih şefkatten; redde temayül ve tercih -vesvese olmazsa- nefretten geldiğine ayardır.

وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلٖيلَةٌ ٭ وَلٰكِنَّ عَيْنَ السُّخْطِ تُبْدِى الْمَسَاوِيَا *

Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i sâlihînin tenkidleri gibi.

(Tuluat)


Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin âdeta taksirattan takdis etsin.

Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de yüz tevil ile tevil ettirir. وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلٖيلَةٌ sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْسٖٓى اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّٖى dediği halde, nasıl nefse itimat edilebilir?

Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse o kusur, kusurluktan çıkar; itiraf etse affa müstahak olur.

(13. Lem'a)

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]