Kasas 78: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 2 değişikliği gösterilmiyor)
1. satır: 1. satır:
[[Kategori:Kasas Suresi]]
[[Kategori:Kasas Suresi]]
[[Kategori:Onuncu Risale'de (Mesnevi N.) Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Şemme'de (Mesnevi N.) Geçen Ayetler]]
[[[Kategori:Onuncu Risale'de (Mesnevi N.) Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Mesnevi-i Nuriye'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Mesnevi-i Nuriye'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Kastamonu Lahikasında Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Kastamonu Lahikasında Geçen Ayetler]]
6. satır: 7. satır:
[[Kategori:Sözler'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:Sözler'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:23. Söz'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:23. Söz'de Geçen Ayetler]]
[[Kategori:İnnema Utituhu Ala İlm Ayetleri]]
''Önceki Ayet: [[Kasas 77]] ← [[Kuran:Kasas|Kasas Suresi]] → [[Kasas 79]]: Sonraki Ayet''
''Önceki Ayet: [[Kasas 77]] ← [[Kuran:Kasas|Kasas Suresi]] → [[Kasas 79]]: Sonraki Ayet''


45. satır: 47. satır:


==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
{{Arabi|اِعْلَمْ}} Ey câhil ve mağrur nefsim bil ki: Her bir makamın, her bir mertebenin bir gölgesi, belki üst üste müretteb çok gölgeleri bulunabilir. (Şu halde zıll ile aslı birbiriyle iltibas etmemek gerektir. Çünkü) zıll nerede, asıl nerede?
Evet acaba bir adam, bir padişahın serir-i saltanatının aksini kendi altındaki su içinde görse veyahut rüyasında kendini bir padişahın tahtına oturmuş görse, kendini padişah veya padişahla müsavi zannetmesi.. veyahut kendi su havzı içinde yıldızları müşahede etmekle, kendini yıldızlar arasında veya daha fevkinde seyran eden zatlar gibi zannetmesi hiç lâyık olur mu?
İşte aynen bu temsiller gibi, seyr-i melekûtîde ilmini ve aklını beraber götüren adam, gururdan gelen büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Zira onun ilmi; bir mertebe-i asliye sahibinin makamına terettüb eden çok gölgelerden birisi geçmesiyle, ondan bir zıll alması sebebiyle, kendini o asıl mertebenin sahibiyle mukayese etmesi tehlikesi vardır. Hem böylesi bir adam, ucbdan gelen gayet büyük bir hatanın da eşiğindedir. Çünkü kendisine verilen nimete karşı küfran ederek
{{Arabi|اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَي عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ}}
diyecek, (yani nefsine isnad ettiği o hal ve o şey, kendisi için bir fitne olduğu halde, ben kendi ilim ve iktidarımla buldum ve kazandım diyecektir.)
([[Risale:Zehre_(Mesnevi_Badıllı)#11._Parça|Zühre, Mesnevi-i N. (Badıllı)]])
----
{{Arabi|اِعْلَمْ}} Bil ey birader! Kerametin manası, istidracın manasından tamamen ayrı ve başkadır. Çünkü keramet, mu'cize gibi doğrudan doğruya Allah'ın fiilidir. Keramet ile müşerref olan zat ise, kerameti nefsinden değil, Cenab-ı Hak'tan geldiğini düşünür; ve kendisine en hayırlısını seçen bir hami ve rakibi var olduğunu bilmekle, mutmain olup, yakîn ve tevekkülü ziyadeleşir. Hem keramet sahibi zat, bazan Allah'ın izniyle kerametin tafsilatına şuuru erer, bazan da hiç ermez. Daha evlâ ve eslemi de bu ikinci kısmıdır.
Meselâ: Birisinin kalbindeki bir suali intak-ı bilhak nev'inden cevablandırması; veya yakaza halinde iken, gözüne temessül ettirmesiyle o adamın hidayetine ermesine vesile olur ki; o işde, Cenab-ı Hakk'ın kendi kulları için ne yaptığını bilmez. Amma istidrac ise, adam gaflet içerisinde iken, bazı eşya-yı gâibenin suretleri ona münkeşif olmasıdır. Yahut da insanlara garib gelen bazı şeyleri yapmasıdır. O ise bunları kendi nefsine ve iktidarına isnad ederek bu'du, enaniyeti ve gururu daha çok kabarır. Git gide Karun gibi,
[[Kasas 78|{{Arabi|اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلٰي عِلْمٍ}}]]
diyecek kadar ileri gider.
Bu mes'elede, safa-yı nefs ve ziya-yı kalbimle bana inkişaf eden şudur ki: Velayetin tabaka-i vustasında, ehl-i keramet ile ehl-i istidrac arasında iltibas yoktur ve olamaz. Amma fena-yı etemme mazhar velayetin tabaka-i ulyasından olan ehl-i velayet ise; Allah'ın izniyle, onlara münkeşif olan eşya-yı gaybiyeyi Allah namına işleyen havas ve duygularıyla görürler.<ref>{{Arabi|كُنْتُ سَمْعَهُ وَ بَصَرَهُ الخ}} Hadîs-i kudsînin sırrı buna işaret eder. -Müellif-</ref>
Demek ki fark, pek zâhirdir. Zira bu zatların zâhire tereşşuh eden bâtınlarının nuraniyeti; riyakârların ve kendi enaniyetine çağırıcıların karanlıklı vaziyetleri ile mültebis olmaktan çok yüksektirler.
([[Risale:Şemme_(Mesnevi_Badıllı)#89._Parça|Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı)]])


==İlgili Maddeler==
==İlgili Maddeler==

09.06, 28 Temmuz 2024 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

[[[Kategori:Onuncu Risale'de (Mesnevi N.) Geçen Ayetler]] Önceki Ayet: Kasas 77Kasas SuresiKasas 79: Sonraki Ayet

Meali: 78- Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).

Kur'an'daki Yeri: 20. Cüz, 394. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp kālen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese; o teshirin şükrünü eda ile beraber matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki iktidar-ı zatîsiyle onun öşr-i mi’şarına muvaffak olamaz. Yalnız bazı vakit lisan-ı hal duasıyla hasıl olan bir matlubunu yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Mesela, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte cây-ı dikkat zaaftaki bir kuvvet ve şâyan-ı temaşa bir cilve-i rahmet…

Nasıl ki nazdar bir çocuk ağlamasıyla ya istemesiyle ya hazîn haliyle matlublarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki o matlublardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ittiham etmek suretiyle ahmakane bir gurur ile “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum.” dese, elbette bir tokat yiyecektir.

İşte insan dahi Hâlık’ının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı nimet suretinde Karun gibi اِنَّمَٓا اُوتٖيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ yani “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım.” dese, elbette sille-i azaba kendini müstahak eder.

(23. Söz)


Kardeşlerim! Sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hâdisat-ı zamana baktım, kalbime böyle geldi:

Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi اِنَّمَٓا اُوتٖيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ deyip ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galip gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavî tokat yedi ki yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına verdi.

Avrupa zalim hükûmetleri zulümleriyle ve Sevr muahedesiyle âlem-i İslâm’a ve merkez-i hilafete ettikleri ihanete mukabil öyle bir mağlubiyet tokadını yediler ki dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azapta çırpınıyorlar.

Evet bu mağlubiyet, aynen zelzele gibi ihanetin cezasıdır. Burada çok zatlar kat’iyen hükmediyorlar ki: Risaletü’n-Nur’un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu vilayetleri sair yerlere nisbeten âfat-ı semaviyeden mahfuz kaldıklarının sebebi, Risaletü’n-Nur’un verdiği iman-ı tahkikî ve kuvvet-i itikadiyedir. Çünkü böyle âfatlar, zaaf-ı imandan neş’et eden hataların neticesidir. Hadîsçe, sadaka belayı def’ettiği gibi o kuvve-i imaniye dahi o âfata karşı derecesiyle mukabele ediyor.

(Kastamonu Lahikası)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Keramet ile istidrac manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu’cize gibi Allah’ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hâmi ve rakip olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin bazen Allah’ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazen olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.

İstidrac ise gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat bu istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki اِنَّمَٓا اُوتٖيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefis ve tenevvür-ü kalp neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrac ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam manasıyla fenaya mazhar olanlar ise onlara da Allah’ın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da o eşyayı fena fillah olan havaslarıyla görürler. Bunun istidracdan farkı pek zahirdir. Zira zahire çıkan bâtınlarının nuraniyeti, müraîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.

(Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

اِعْلَمْ Ey câhil ve mağrur nefsim bil ki: Her bir makamın, her bir mertebenin bir gölgesi, belki üst üste müretteb çok gölgeleri bulunabilir. (Şu halde zıll ile aslı birbiriyle iltibas etmemek gerektir. Çünkü) zıll nerede, asıl nerede?

Evet acaba bir adam, bir padişahın serir-i saltanatının aksini kendi altındaki su içinde görse veyahut rüyasında kendini bir padişahın tahtına oturmuş görse, kendini padişah veya padişahla müsavi zannetmesi.. veyahut kendi su havzı içinde yıldızları müşahede etmekle, kendini yıldızlar arasında veya daha fevkinde seyran eden zatlar gibi zannetmesi hiç lâyık olur mu?

İşte aynen bu temsiller gibi, seyr-i melekûtîde ilmini ve aklını beraber götüren adam, gururdan gelen büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Zira onun ilmi; bir mertebe-i asliye sahibinin makamına terettüb eden çok gölgelerden birisi geçmesiyle, ondan bir zıll alması sebebiyle, kendini o asıl mertebenin sahibiyle mukayese etmesi tehlikesi vardır. Hem böylesi bir adam, ucbdan gelen gayet büyük bir hatanın da eşiğindedir. Çünkü kendisine verilen nimete karşı küfran ederek

اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلَي عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ

diyecek, (yani nefsine isnad ettiği o hal ve o şey, kendisi için bir fitne olduğu halde, ben kendi ilim ve iktidarımla buldum ve kazandım diyecektir.)

(Zühre, Mesnevi-i N. (Badıllı))


اِعْلَمْ Bil ey birader! Kerametin manası, istidracın manasından tamamen ayrı ve başkadır. Çünkü keramet, mu'cize gibi doğrudan doğruya Allah'ın fiilidir. Keramet ile müşerref olan zat ise, kerameti nefsinden değil, Cenab-ı Hak'tan geldiğini düşünür; ve kendisine en hayırlısını seçen bir hami ve rakibi var olduğunu bilmekle, mutmain olup, yakîn ve tevekkülü ziyadeleşir. Hem keramet sahibi zat, bazan Allah'ın izniyle kerametin tafsilatına şuuru erer, bazan da hiç ermez. Daha evlâ ve eslemi de bu ikinci kısmıdır.

Meselâ: Birisinin kalbindeki bir suali intak-ı bilhak nev'inden cevablandırması; veya yakaza halinde iken, gözüne temessül ettirmesiyle o adamın hidayetine ermesine vesile olur ki; o işde, Cenab-ı Hakk'ın kendi kulları için ne yaptığını bilmez. Amma istidrac ise, adam gaflet içerisinde iken, bazı eşya-yı gâibenin suretleri ona münkeşif olmasıdır. Yahut da insanlara garib gelen bazı şeyleri yapmasıdır. O ise bunları kendi nefsine ve iktidarına isnad ederek bu'du, enaniyeti ve gururu daha çok kabarır. Git gide Karun gibi,

اِنَّمَا اُوتِيتُهُ عَلٰي عِلْمٍ

diyecek kadar ileri gider.

Bu mes'elede, safa-yı nefs ve ziya-yı kalbimle bana inkişaf eden şudur ki: Velayetin tabaka-i vustasında, ehl-i keramet ile ehl-i istidrac arasında iltibas yoktur ve olamaz. Amma fena-yı etemme mazhar velayetin tabaka-i ulyasından olan ehl-i velayet ise; Allah'ın izniyle, onlara münkeşif olan eşya-yı gaybiyeyi Allah namına işleyen havas ve duygularıyla görürler.[1]

Demek ki fark, pek zâhirdir. Zira bu zatların zâhire tereşşuh eden bâtınlarının nuraniyeti; riyakârların ve kendi enaniyetine çağırıcıların karanlıklı vaziyetleri ile mültebis olmaktan çok yüksektirler.

(Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı))

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. كُنْتُ سَمْعَهُ وَ بَصَرَهُ الخ Hadîs-i kudsînin sırrı buna işaret eder. -Müellif-