Mikail

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Mikail (as) dört büyük melekten biri olup insan da dahil olmak üzere canlıların rızıkları, dolayısıyla yağmurların yağması ve bitkilerin gelişmesi gibi işlere nezaretle görevlidir. Hz. Mîkâil’in ismi hem Kur’an’da (tek yerde - Bakara 98) ve hadislerde geçmektedir. Bir rivayete göre yahudiler Hz. Cebrâil’i kendilerine düşman gördüklerini söylediklerinde “De ki: Kim Cebrâil’e düşman ise bilsin ki müminler için hidayet ve müjde olan Kur’an’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur. Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e, Mîkâil’e düşman olursa şüphesiz Allah da o kâfirlerin düşmanıdır” mealindeki Bakara suresinin 97. ve 98. inmiştir. Cebrâil ile Mîkâil’in Allah ile peygamberleri arasında elçilik yaptıkları, Mîkâil’in nübüvvetin ilk yıllarında Resûlullah’a vahiy getirdiği ama esas vazifesi vahiy getirmekten ibaret bulunan Cebrâil’in Resûl-i Ekrem’e daha yakın olduğu nakledilir. Mîkâil Kur’an’da doğrudan özel ismi zikredilen dört melekten biridir (diğerleri Cebrâil, Hârût ve Mârût). Hz. İsrâfil'nin sur üfleme görevinde sağında Cebrâil, solunda da Mîkâil bulunacaktır. Kur'an'da bahsi geçen ve Hz. İbrâhim’e oğlu ve torununun doğumunu müjdeleyen ve ardından Hz. Lût’u ziyaret edip azgınlaşan kavmini helâk eden bir grup elçi melek arasında Cebrâil, İsrâfil ve Azrâil ile birlikte Mîkâil’in de bulunduğu rivayet edilir. Bedir Gazvesi’nde müminlerin yardımına gelen melek ordusunun kumandanlarından birinin Mîkâil olduğu rivayet edilmiştir. Cebrâil ve Mîkâil’in Uhud günü beyaz elbiseli iki insan kıyafetinde Resûlullah’ın sağında ve solunda durup onu bütün güçleriyle korudukları da nakledilmektedir. Hz. Peygamber “Her peygamberin gök ehlinden iki, yer ehlinden iki veziri olur. Benim gök ehlinden vezirlerim Cebrâil ile Mîkâil, yer ehlinden vezirlerim de Ebû Bekir ile Ömer’dir” buyurmuştur.[1]

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti

  • Hz. Cebrail ve Hz. Mikâil Bedir ve Uhud gibi savaşlarda iki muhafız yaver hükmünde Efendimizin yanında bulundular.
  • Bediüzzaman “Yâ Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle!” mealinde dua ettiği söyler.
  • Melekler Allah'ın icraatına nezaretle görevlidir. Hz. Mikail de hayat dairesinde rahmetin en cem’iyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmaniyeye nezaretedip şuursuz şükürleri şuur ile temsil eder.
  • Hz. Mikail rezzakiyet arşının hamelesidir ve bir tarla hükmünde olan dünyaya ekilen tüm bitkilere nezaret eden çiftçi misal meleklerin başıdır ve onlara nezaret onun ibadetidir.
  • Bir görüşe göre Hz. Mikail'in kendi türünden yardımcıları vardır.

Diğer İsimleri

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler

Mikail'in İsmi Geçen Ayet

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

Meleklerin bir kısmı âbiddirler, diğer bir kısmının ubudiyetleri ameldedir. Melaike-i arziyenin amele kısmı bir nevi insan gibidir. Tabir caiz ise bir nevi çobanlık ederler, bir nevi de çiftçilik ederler. Yani rûy-i zemin, umumî bir mezraadır. İçindeki bütün hayvanatın taifelerine Hâlık-ı Zülcelal’in emriyle, izniyle, hesabıyla, havl ve kuvvetiyle bir melek-i müekkel nezaret eder. Ondan daha küçük her bir nevi hayvanata mahsus bir nevi çobanlık edecek bir melaike-i müekkel var.

Hem de rûy-i zemin bir tarladır, umum nebatat onun içinde ekilir. Umumuna Cenab-ı Hakk’ın namıyla, kuvvetiyle nezaret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı bir melek, bir taife-i mahsusaya nezaret etmekle Cenab-ı Hakk’a ibadet ve tesbih eden melekler var. Rezzakıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mikâil aleyhisselâm, şunların en büyük nâzırlarıdır.

Meleklerin çoban ve çiftçiler mesabesinde olanlarının insanlara müşabehetleri yoktur. Çünkü onların nezaretleri sırf Cenab-ı Hakk’ın hesabıyladır ve onun namıyla ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezaretleri, yalnız rububiyetin tecelliyatını, memur olduğu nevide müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütalaa etmek ve evamir-i İlahiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o nev’in ef’al-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir.

Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebatata nezaretleri, onların tesbihat-ı maneviyelerini melek lisanıyla temsil etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelal’e karşı takdim ettiği tahiyyat-ı maneviyelerini melek lisanıyla ilan etmek hem onlara verilen cihazatı, hüsn-ü istimal etmek ve bazı gayelere tevcih etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibarettir.

Melaikelerin şu hizmetleri, cüz-i ihtiyarîleriyle bir nevi kesbdir. Belki bir nevi ubudiyet ve ibadettir. Tasarruf-u hakikileri yoktur. Çünkü her şeyde Hâlık-ı külli şey’e has bir sikke vardır. Başkaları parmağını icada karıştıramaz. Demek, melaikelerin şu nevi amelleri ise onların ibadetidir. İnsan gibi âdetleri değildir.

(24. Söz)


Cinslerine göre kâinattaki mevcudatın envaına göre vazife-i ibadetleri tenevvü ediyor. Bir hükûmetin muhtelif dairelerde, muhtelif vazifedarları gibi saltanat-ı rububiyet dairelerinde vezaif-i ubudiyeti ve tesbihatı öyle tenevvü ediyor. Mesela Hazret-i Mikâil, yeryüzü tarlasında ekilen masnuat-ı İlahiyeye Cenab-ı Hakk’ın havliyle, kuvvetiyle, hesabıyla, emriyle bir nâzır-ı umumî hükmündedir. Tabir caiz ise umum çiftçi-misal melaikelerin reisidir. Hem Fâtır-ı Zülcelal’in izniyle, emriyle, kuvvetiyle, hikmetiyle umum hayvanatın manevî çobanlarının reisi, büyük bir melek-i müekkeli vardır.

İşte madem şu mevcudat-ı hariciyenin, her birisinin üstünde, birer melek-i müekkel var olmak lâzım gelir. Tâ ki o cismin gösterdiği vezaif-i ubudiyet ve hidemat-ı tesbihiyesini âlem-i melekûtta temsil etsin, dergâh-ı uluhiyete bilerek takdim etsin. Elbette Muhbir-i Sadık’ın rivayet ettiği, melaikeler hakkındaki suretler gayet münasiptir ve makuldür.

(29. Söz)


“Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrail aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor? Yoksa aveneleri mi kabzediyorlar?” Bu hususta üç meslek var:

Birinci Meslek: Azrail aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz, çünkü nuranidir. Nurani bir şey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuraninin temessülatı, o nurani zatın hâssasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin âyinelerdeki misalleri, güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi; melaike gibi ruhanîlerin dahi âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri onların aynılarıdır, hâssalarını gösterirler. Fakat âyinelerin kabiliyetine göre temessül ediyorlar.

Nasıl ki Hazret-i Cebrail aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve arş-ı a’zam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her yerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş.

İşte şu mesleğe göre; kabz-ı ruh vaktinde, insanın âyinesine temessül eden melekü’l-mevtin insanî ve cüz’î bir misali, Hazret-i Musa aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm ve celalli ve hiddetli bir zatın tokadına maruz olmak ve o misalî melekü’l-mevtin libası hükmündeki suret-i misaliyesindeki gözünü çıkarmak; ne muhaldir ne fevkalâdedir ne de gayr-ı makuldür.

İkinci Meslek odur ki: Hazret-i Cebrail, Mikâil, Azrail gibi melaike-i izam, birer nâzır-ı umumî hükmünde; kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda aveneleri vardır. Ve o muavinler, enva-ı mahlukata göre ayrı ayrıdırlar. Sulehanın (Hâşiye[2]) ervahını kabzeden başkadır; ehl-i şakavetin ervahını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki

وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا

وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا

âyeti işaret ediyor ki: “Kabz-ı ervah eden, taife taifedir.”

Bu mesleğe göre; Hazret-i Musa aleyhisselâm, Hazret-i Azrail aleyhisselâma değil belki Azrail’in bir avenesinin misalî cesedine, fıtrî celaletine ve hulkî celadetine ve Cenab-ı Hakk’ın yanında nazdar olmasına binaen, ona bir tokat aşk etmek gayet makuldür. (Hâşiye[3])

(28. Mektup)


Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ahval ve evsafı, siyer ve tarih suretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsaf ve ahval-i galibi, beşeriyetine bakar. Halbuki o Zat-ı Mübarek’in şahs-ı manevîsi ve mahiyet-i kudsiyesi o derece yüksek ve nuranidir ki siyer ve tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor, o yüksek kıymete muvafık düşmüyor.

Çünkü اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca her gün, hattâ şimdi de bütün ümmetinin ibadetleri kadar bir azîm ibadet sahife-i kemalâtına ilâve oluyor. Nihayetsiz rahmet-i İlahiyeye, nihayetsiz bir surette, nihayetsiz bir istidat ile mazhar olduğu gibi her gün hadsiz ümmetinin hadsiz duasına mazhar oluyor. Ve şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı kâinat’ın tercümanı ve sevgilisi olan o Zat-ı Mübarek’in tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemalâtı, siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve etvara sığışmaz.

Mesela Hazret-i Cebrail ve Mikâil, iki muhafız yaver hükmünde Gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir Zat-ı Mübarek; çarşı içinde, bedevî bir Arapla at mübayaasında münazaa etmek, bir tek şahit olan Huzeyme’yi şahit göstermekle görünen etvarı içinde sığışmaz.

İşte yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsaf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nurani şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer. Şu sırrı izah için şu temsili dinle:

Mesela, bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür. Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir. Şimdi o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da o çekirdek ve yumurtanın âdi küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten, büyük ve âlî sıfatları ve keyfiyetleri var.

Şimdi o çekirdek ve o yumurtanın evsafını, ağaç ve kuşun evsafıyla rabtedip bahsetmekte lâzım gelir ki her vakit akl-ı beşer, başını çekirdekten ağaca kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin. Tâ işittiği evsafı onun aklı kabul edebilsin. Yoksa “Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım.” ve “Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır.” dese tekzip ve inkâra sapacak.

İşte bunun gibi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın beşeriyeti; o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise Şecere-i Tûba gibi ve cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir.

Onun için çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zatı düşündüğü vakit, Refref’e binip Cebrail’i arkada bırakıp Kab-ı Kavseyn’e koşup giden Zat-ı Nuranisine, hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmaresi inanmayacak.

(19. Mektup)


Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– Aşere-i Mübeşşere’den, İran fatihi Sa’d İbn-i Ebî Vakkas haber veriyor ki: “Gazve-i Uhud’da, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın iki tarafında, iki beyaz libaslı, ona nöbettar gibi muhafız suretinde gördük. İkisi de anlaşıldı ki meleklerdir. Ve Hazret-i Cebrail ile Mikâil olduğunu anladık.” Acaba böyle bir kahraman-ı İslâm gördük dese görmemek mümkün müdür?

(19. Mektup)


Birisi: Bir gün bir duada “Yâ Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle!” mealinde duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit gayet tatlı ve tesellidar ve sevimli bir halet hissettim. Elhamdülillah, dedim. Azrail’i cidden sevmeye başladım.

...

Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebat-ı Rabbaniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail (as) ve zîhayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Hâlık’a mahsus olan icraat-ı İlahiyeyi yalnız temsil edip ubudiyetkârane nezaret eden İsrafil (as) ve Azrail (as) ve hayat dairesinde rahmetin en cem’iyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmaniyeye nezaretle beraber, şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (as) gibi meleklerin pek acib mahiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i rububiyetin muktezasıdır.

(11. Şua)


اِعْلَمْ Bil ey birader! Nasıl ki insanların bazıları, bazı hayvanların harekâtını tanzime nazır olup çobanlık eder. Ve onları bir nevi himaye ve muhafaza eder. Bazı insanlar da, bir kısım hububatın ekilmesini tanzim ve bir nevi tertibini sağlayıp onlara nezaretle çiftçilik eder.

Aynen öyle de: Bazı melaikeler vardır ki, hayvanatın bir nev'ine çoban olup, yeryüzü mer'asında onların harekâtını tanzim ederler. Fakat melaikenin nezareti, insanınki gibi değildir. Belki onların nezaret ve çobanlığı ise, sırf ve yalnız Allah hesabınadır. Ve onun ismi ve havl ve emriyledir. Belki de onların nezareti, yalnız tecelliyat-ı Rububiyeti o nev'de müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini onda mütalaa etmek ve evamir-i İlahiyeyi o nev'e ilham edip, o nev'in ef'al-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir.

Melaikelerin bir kısmı da, nebatattan bir nev'e nâzır olup, ruy-i zemin tarlasında Allah'ın izniyle, emriyle, ismiyle ve havliyle o nev'in intişarına müekkeldir. Belki de onun bu nezareti o nebatın tesbihat ve tahiyyatını Fâtırının barigahında temsil ve ilan etmekle beraber, o nev'e mevhub olan cihazları hüsn-ü istimal etmeleri için bir nevi tanzim ile himaye etmektir.

Demek melaikenin hizmeti, hakikî bir tasarruf değil, belki bir nevi kesbdir. Zira her şeyde Hâlık-ı Küll-ü Şey'e mahsus bir sikke vardır; Ve o şeyde başkasının müdahelesine mecal yoktur. Hem melaikenin o hizmeti, insanınki gibi âdetleri olmayıp, ubudiyet ve ibadetleridir.

İşte Rezzakiyet arşının hamelesi olan Mikail'in (A.S.) yeryüzü tarlasındaki nebatât ecnasına olan nezareti de, onun ubudiyetidir. Hem yine onun taht-ı emrinde, Allah'ın kuvvetiyle, havliyle, emriyle ve ismiyle her nevi nebat'a mahsus nâzırları vardır.. Ve hakeza hayvanat nazırlarını da bunlara kıyas et!

Eğer şu ulvî manayı derketmek istersen; yeryüzünü dikkatle temaşa ette, Fâtır-ı Hakîm, onu hayvanat ve nebatata nasıl vasi' bir mezraa ve azîm bir mer'a yapmış olduğunu gör! Sonra Fatır-ı Kadir ve Alimin hikmetiyle, acib bir intizamla ruy-i zemine yayılmış olan nebatata nazar et ve onların tohumlarının etrafa bir taksim-i garib içinde tevzilerine dikkat et!.. Meselâ, bazı nebatat tohumlarının, hususan dikenli otların kıldan kanatçıklarla techiz edilip, onunla havada uçarak muayyen menbetlerine gitmeleri gibi...

Hem ruy-i zeminde gayet garib bir tarzda, acib bir taksim ile serpilmiş olan enva-i hayvanata nazar et, gör ki; nasıl Hakîm ve Kerim olan Hâlıklarının inayetiyle hüsn-ü intizam içinde yeryüzü mer'asında koşuşmaktadırlar.

جَلَّ جَلَالُهُ وَلَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

(Nur (Mesnevi (Badıllı)))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

İlgili Resimler/Fotoğraflar

İlgili Maddeler

  • Melek: İsrafil gibi Allah’ın emirlerine tam itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlıklara verilen ad.
  • Cebrail: Hz. Mikail ile beraber Peygamberimize nöbettar gibi muhafızlık yapan büyük melek
  • Mukarrebin Melekler: İçinde Mikail'in de olduğu Allah'a en yakın melekler

Kaynakça

  1. https://islamansiklopedisi.org.tr/mikail
  2. Bizde “Seyda” lakabıyla meşhur bir veliyy-i azîm, sekeratta iken, ervah-ı evliyanın kabzına müekkel melekü’l-mevt gelmiş. Seyda bağırarak demiş ki: “Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için talebe-i ulûmun kabz-ı ervahına müekkel mahsus taife ruhumu kabzetsin!” diye dergâh-ı İlahiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak’aya şahit olmuşlar.
  3. Hattâ memleketimizde gayet cesur bir adam, sekerat vaktinde melekü’l-mevti görmüş. Demiş: “Beni yatak içinde yakalıyorsun!” Kalkmış atına binmiş, kılıncını eline almış, ona meydan okumuş. Merdane, at üstünde vefat etmiş.