Mehmed Zübeyr Gündüzalp

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Zübeyr Gündüzalp Bediüzzaman'ın hayatının son 10 yılının büyük bir kısmında en yakın hizmetinde bulunmuş, manevi evladı, varisi ve en fedakar ve kahraman talebelerindendir. PTT memuru iken 24 yaşında Konya'da risaleleri tanıdı ve bundan 2 yıl sonra Üstad'ı Emirdağ'da ilk defa ziyarete gitti. Akabinde vefatına kadar aktif olarak iman hizmetinde bulundu. 1948’in son günlerinde Üstad ve nur talebeleri Afyon'da hapse atılınca Üstada yakın olmak için İnönü’ye telgraf çekip kendini ihbar etti ve Afyon hapishanesine alındı. Yanlışlıkla erken terhis edilince hapishane müdürüne giderek durumu izah etti ve tutukluluğunu devam ettirdi. Kasım 1950’de İman hakikatları, Risale-i nur ve müellifi Bediüzzaman hakkında Ankara Üniversitesinde profesörler, mebuslar, Pakistanlı misafirler ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda fakülte mescidinde gece yarısına kadar devam eden bir mecliste büyük bir alâka ve ehemmiyetle dinlenen bir konferans verdi. Bu kısım Sözler kitabının sonundadır. 26 Ağustos 1953'te PTT memurluğundan istifa ederek tüm vaktini iman-Kur'an hizmetine vakfetti ve ölene kadar bekar kaldı. 1960 yılında Bediüzzaman'ın vefatından sonra Risale-i Nur hizmetlerinin istikametle devam etmesi için çaba gösterdi. 1961'de 45 gün Nazilli'de kaldı ve burada Risalelerin farklı yerlerindeki hizmet düsturlarının bir araya toplandığı Hizmet Rehberi adlı küçük kitabı derledi. 1962 yılından 1971'de vefatına kadar çoğunlukla İstanbul Süleymaniye'de Kirazlı Mescit sokağındaki 46 Numara olarak bilinen medresede kaldı.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Ziver Gündüzalp (Üstad hz. adını Zübeyr olarak değiştirmişti)

Doğum Yeri ve Tarihi: Ermenek, Konya,1920[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2 Nisan 1971

Kabrinin Yeri: İstanbul Eyüp Sultan Mezarlığı

Harita Konumu: [1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

1944 yılında Konya'da PTT memuruyken Bediüzzaman ile münasebeti olan Sabri Halıcı vesilesiyle ilk defa Risale-i Nur ile tanıştı. Nur talebesi Rifat Filizer ile arkadaş olup nurları okumaya başladı.[1]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

İlk defa 1946 senesinde Emirdağ’ında Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini ziyaret etti.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Vasiyetnamemdir

Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!

Ecel gizli olmasından vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususi kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur Fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki (*[2]) kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zayıf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

(Emirdağ Lahikası 1)


…Hakiki fedakâr Zübeyr, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’dan o sistemde birisini isteyecektim…

(Emirdağ Lahikası 2)


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Bütün ruh u canımızla sizin faaliyetinizi ve muvaffakıyetinizi tebrik ediyoruz. Benim bütün elemlerime ve hastalıklarıma ilaç, Medresetü’z-Zehranın faaliyetinden ve muvaffakıyetinden ileri geliyor.

Sâniyen: Asâ-yı Musa’nın Arapçaya güzelce tercümesi için bir pusula yazmıştım. Bugün Ankara’ya giden Zübeyr ile Seyyid Salih’e gönderecektim. Hem Tarsus’ta mütekaid bir zabitin samimi bir mektubuyla Risale-i Nur’dan bazı kitabı istediğine dair mektubunu, onu da Ankara yoluyla size gönderecektim. Birden Antalya Elmalı’nın gayet hâlis Nurcuları namına hem kendisi haremiyle beraber Afyon’a kadar gelen ve orada Nurların neşrine vasıta olan İbrahim Efendi birden şimdi geldi, ben de onunla size gönderdim.

Umuma selâm…

(Emirdağ Lahikası 2)


Mahkememizin tehiriyle işlerin Ankara Mahkemesine havale edilmesinde çok hayır var. Şimdi hem Isparta Mahkemesi hem Van’da Molla Hamid’in ve Diyarbekir’de Mehmed Kaya’nın kitaplarının iadesi ve Afyon, hepsi Ankara’ya bakıyor. Ankara’da olacak hayırlı bir netice ile inşâallah her tarafta birden işlerimiz halledilmiş olacak. Hem böyle bir vakitte Nurlardaki hakaik-i imaniyeye, hususan Ankara’da nazarların çevrilmesi lâzımmış. İnşâallah bu meselemizin oraya gönderilmesi, mühim bir intibaha vesile olacak.

Kardeşiniz Zübeyr

(Emirdağ Lahikası 2)


...

Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun tâ ki bazı insafsız insanlar “Bu Said günde beş on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakikati izhar etmek münasip olur.

Şimdi manevî evlatlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.

Said Nursî

(Emirdağ Lahikası 2)


Sâniyen: Madem bayramlaşmamız mahkemenin muvakkat hapis menzilinde oldu, ben de bayram tatlısı olarak Konya kahramanı Zübeyr’in bana getirdiği zemzem ile Nurs karyesinin bence çok manidar balını gönderdim. Siz bal matarasına su koyun, karıştırınız. Sonra zemzemi içine bırakınız, kemal-i âfiyetle içiniz.

(Şualar, 14. Şua)


Sâniyen: Bu sırada hem Ehl-i Sünnet gazetesi hem buranın gazetesi hem Zübeyr’in hararetli mukabelesi, Nurlarla iştigalleri güzel bir ilanat hükmüne geçtiler. Benim bedelime, benim hoşuma giden bize dair bahislerine bakınız, bana bildiriniz.

(Şualar, 14. Şua)


Sâniyen: Zübeyr, bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine ve Ceylan, merhum biraderzadem Fuad bedeline verilmiş diye manevî ihtar aldım. Ben de burada işimi onlara bıraktım.

(Şualar, 14. Şua)


Zübeyr'in Müdafaasıdır

Afyon Ağır Ceza Hâkimliğine,

Gizli cemiyet kurmak ve devletin emniyetini bozmak suçuyla müttehem bulunmaktayım. Aşağıda arz edeceğim vecihle böyle bir suçu işlemediğime kat’î kanaatiniz geleceği için bu ittihamı daha şimdiden reddediyorum. Evet, Risale-i Nur talebesi olduğumu memnuniyetle ve ilan edercesine söyleyebilirim. İnkâr etmek, Risale-i Nur’un bana verdiği fazilet dersleriyle zıt olduğu için bu cürmü işlemem. Risale-i Nur’un okuyucusu olan bir kimse okuduğunu gizleyemez. Bilakis iftiharla bilâ-perva söylemekten çekinmez. Zira çekingenliği icab ettirecek hiçbir cümlesi veya kelimesi yoktur.

Risale-i Nur’un kıymetini kırk elli sahifelik bir formada belirtmeye çalışmıştım. Medhettim diyemem, çünkü kâinatın güneşi ve aklı olan ve bin üç yüz küsur seneden beri beşeriyeti tenvir ve irşad eden Kur’an-ı Hakîm’in hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur’un değil bütün külliyatını belki bir cüzünü bile sena etmeye muktedir değilim.

Yukarıda arz ettiğim gibi kıymetini belirtmeye çalıştığım eserlerde gizli cemiyete dair mevzular tesbit edilmiş ise zararlı eserleri tanıtmaya çalışmış suçuyla cezalandırınız. Fakat hârikulâde ve fevkalâde bir şekilde telif edilmiş olduğu ilmî şahsiyetler tarafından tasdik edilen ve bozulan bir cemiyeti ıslah etmek kudretini haiz olan ve yirminci asırdaki insanlara rehber olup dalaletten ve materyalizmin, maddiyyunluğun ve tabiat-perestliğin sürüklediği sefahet ve koyu fikir karanlığından kurtaran ve beşeriyete ebedî saadet ve selâmet çığırlarını Kur’an-ı Hakîm’in feyziyle açan ve nuruyla aşikâr bir şekilde gösteren Risale-i Nur Külliyatı’nda isnad edilen suça dair bahisler mevcud değil ise cezalandırılmaklığımın adalet esaslarına zıt olacağını, mahkemenizin de kabul edeceği kanaatindeyim.

Sorgu hâkimliğinde: “Sen Risale-i Nur’un talebesi imişsin?” denildi.

Bedîüzzaman Said Nursî gibi bir dâhînin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa iftiharla “Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.” derim.

Risale-i Nur’un emsalsiz müellifi Üstadım Bedîüzzaman Said Nursî, müteaddid defalar gizli düşmanları tarafından iftira edilerek mahkemeye verilmiş ve hepsinde de beraet etmiştir. Risale-i Nur Külliyatı profesör ve İslâm âlimlerinden müteşekkil bir heyet tarafından satırı satırına tetkik edilerek bu eserlerin fevkalâde bir vukufiyetle telif edildiği ve Kur’an-ı Hakîm’in hakiki bir tefsiri olduğunu bildiren raporlar verilmiştir. Hakikat böyle iken yine neden mahkemeye veriliyor? Bu husustaki kat’î kanaatimi şu şekilde arz ediyorum:

Risale-i Nur’u okuyan kimseler, bilhassa idrakli gençler, kuvvetli bir imana sahip oluyorlar. Sarsılmaz ve fedakâr bir dindar, bir vatan-perver oluyorlar. Yıpranmaz bir imanın bulunduğu bir yere, menfî bir ideolojinin aşıladığı ahlâksızlık ve sefahet giremez. Bu sarsılmaz imana sahip olanlar çoğaldıkça masonluğun ve komünizmin dairesi aslâ genişleyemiyor. Komünistlerin dayandığı materyalist (maddiyyun) felsefenin hak ve hakikat ile hiçbir ilgisi olmadığını, nazariyelerinin tamamen asılsız olduğunu Risale-i Nur Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri ile ve gayet kuvvetli bürhan ve hüccetlerle aklen, fikren ve mantıken ispat ediyor. O çürük fikir karanlıklarına düşenleri tenvir edip kurtarıyor. Yalnız gözünün görebildiği yere inanan maddecilere dahi Allah’ın varlığını, inkâr ve itiraz kabil olmayan kuvvetli delillerle ispat ediyor.

Bilhassa lise ve üniversite tahsil gençliğine bu hârika eserler orijinal ve çekici üslubu ve yüksek edebî sanatıyla kendini okutturuyor.

İşte bunun içindir ki komünist ve masonlar, kendi zehirli fikirlerinin yayılmasına Risale-i Nur’un kuvvetli bir mâni teşkil ettiğini biliyorlar. Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olmakla kuvvetli bir iman kaynağı olan Risale-i Nur’u ortadan kaldırmak veya okutmamak için çeşitli desiseler ve iftiralara başvuruyorlar. Şimdiye kadar isnad ettikleri yalanlardan hiçbir emare bulunmadığı halde, taarruzlarına devam ediyorlar.

Bunlardan anlaşılıyor ki bizi korkutmak ve Risale-i Nur’dan uzaklaştırmak ve diğer taraftan kendi zehirli neşriyatlarını önümüze sürmek; bu suretle millet ve gençliğimizde imanın yok olmasını ve ahlâk sukutunu temin ederek, hükûmetin kendi kendine çökmesine muvaffak olmak istiyorlar. Ve vatan ve milletimizi yabancı bir devlete devretmek emelini taşıyorlar.

Mahkeme heyetinin huzurunda bilâ-perva onlara söylüyorum: Onlar iyi bilsinler ve titresinler ki gürültüye pabuç bırakmıyoruz. Zira Risale-i Nur eserlerinde hak ve hakikati görmüş, öğrenmiş ve inanmışız. Türk gençliği uyumuyor. Bu kahraman İslâm Türk milleti başka bir devletin boyunduruğu altına giremez. Fedakâr Müslüman gençliği, sahip olduğu tahkikî iman kuvvetiyle vatanını sattırmaz. Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz. Onun içindir ki bizi insanlık seviye ve seciyesinde en yüksek mertebelere çıkaran ve her sahadaki terakkiyatımızı sağlayan ve biz gençlere din, vatan ve millet aşkını aşılayarak uğrunda bütün mevcudiyetimizi feda ettirecek hakiki bir dinperver olarak bizleri yetiştiren Risale-i Nur eserlerini okuyoruz ve okuyacağız.

Evvelce de arz ettiğim vecihle, Risale-i Nur’dan pek az okuduğum halde, pek fazla istifade ettim. Vatan ve millet ve bütün insanlıkça gayet azîm faydaları temin edecek olan bu çok nâfi’ eser külliyatını eğer servetim olsa idi neşrettirmek için hepsini sarf ederdim. Zira dinimin, vatan ve milletimin ebedî saadet ve selâmeti uğrunda bütün mevcudiyetimi feda etmeye hazırım.

Hem Risale-i Nur’a safdilane inanmamışım. Otuz üç âyât-ı Kur’aniye ve Hazret-i Ali (ra) ve Abdülkadir-i Geylanî (ra) Hazretleri, Risale-i Nur’un telif edilip bu asırdaki insanları irşad edeceğini gaybî bir surette bildiriyorlar. Bununla beraber, Risale-i Nur’dan okuduğum kitaplar, bu eser külliyatının hak ve hakikati öğreten ve beşeriyeti ıslah eden eserler olduğu kanaatini vermiştir.

Ruhumda büyük bir boşluk hissederek okuyacak kitap ararken, Risale-i Nur’u okuduğum zaman elimde olmayarak ondan ayrılamadım. Kalbimdeki o büyük ihtiyacı Risale-i Nur eserlerinin karşıladığını hissettim. İlmî ve imanî şüphelerden kurtaran aklî ve imanî ispatları onda buldum. Böylelikle vesveselerin verdiği sıkıntılardan kurtuldum. Bu hakikatlerden anladım ki Risale-i Nur, bu asrın insanları olan bizler için yazdırılmıştır.

Ahlâk, edep ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sahip olabilmek için kuvvetli bir imana sahip olmak lâzımdır. İman hakikatleri, Risale-i Nur’da gayet kuvvetli deliller ve açık misaller ile anlatıldığı için okudukça imanım kuvvetlenmiştir. Bu sayede dalalete düşmekten, en yüksek medeniyet esaslarını câmi’ hak ve hakikat olan dinimden dönüp kızıl ejderin hapı olmak felaketinden kurtuldum.

Bunun içindir ki okuyucularını birçok maddî ve manevî felaketlerden kurtaran ve bir üniversite mezunundan ziyade bir ilme sahip eden; İslâmiyet, vatan ve millet sevgisini aşılayan; Allah’a itaati, çalışkanlık ve merhameti öğreten Risale-i Nur’dan –kıymetini anlayan hiçbir fert– ne pahasına olursa olsun, ayrılmaz. Bu riyasız, has hürmet ve tazim; hiçbir kimsenin kalbinden çıkartılamaz.

Risale-i Nur, iddia makamınca muzır eserler diye tavsif ediliyor. Bu vicdansızlığı ve yalanı, şiddetle protesto ediyorum. Ve benim de teşvikatta bulunduğum iddia ediliyor. Evet bu doğrudur. Fakat diğer iftirayı işiten bütün münevverlerin kalpleri sızlamış ve hattâ ağlamış, dişleri gıcırdamıştır. Yirminci asır pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, ispatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. Muzır eserler olduğunun ispatını isteriz.

İftiraları yapan gizli düşmanların maksatlarından birisi de Risale-i Nur okuyucularının Kur’an’a hizmet uğrunda Müslümanlık bağları ile birbirlerine görülmemiş bir şekilde sarılmış olarak tezahür eden ve bunlardan başka bir maksada matuf olmayan, sadece hürmet, şefkat ve sevgisinin ifadesi olan tesanüdünü kırmak ise aldanıyorlar. Beyhude hiç uğraşmasınlar. Risale-i Nur’u okuyanların en gerisi, en âmîsi olan ben, onlara şöyle cevap veriyorum:

Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak biz yine birbirimizle beraberiz. Kâinatın kuvveti toplansa bizi yüksek üstad Said Nursî’den ve Risale-i Nur’dan ve bizi bizden ayıramazlar.

Zira biz Kur’an’a hizmet ediyoruz ve edeceğiz. Âhiret hakikatine inandığımız için manevî olan bu sevgi ve tesanüdümüzü elbette hiçbir kuvvet sökemeyecektir. Çünkü bütün Müslümanlar saadet-i ebediye makarrında toplanacaklardır.

Vatan ve milletimizin selâmeti namına mühim bir hakikati müsaadenizle arz ediyorum: Komünistlerin gizli planlarından birisi de halkı hükûmet aleyhine teşviktir.

Bedîüzzaman Said Nursî’yi hapse sokturmak ve eserlerini zararlı gibi göstermek için hükûmet erkânına uydurma ihbarlar yapılmakla beraber, hiçbir ferdin inanmadığı menfî propagandalar yapılıyor.

Bedîüzzaman Said Nursî’nin bu asırda nadir bir İslâm dâhîsi ve her bir cihette eşsiz bir şahsiyet olduğuna, bu millet senelerden beri o kadar inanmış ki hakiki olan bu kanaati hiçbir propaganda çürütemiyor ve çürütemez.

Büyük bir üstadın eserlerinden müstefid olmayı lütuf buyuran Cenab-ı Hakk’a hamd ü senalar ederim… İman, İslâmiyet dersi alarak büyük faydalara nâiliyetime sebep olan bir üstada, bütün ruh u canımla medyunum. Senelerden beri sıkıntılar içerisinde eser yazarak gençliğimizi komünizm yemi olmakla ebedî haps-i münferidliğe mahkûm edilmekten kurtaran bir müstakim üstad için senelerce dünya hapsinde kalmaya hazırım.

Yirmi seneden beri milyonlarla insana din, iman, İslâmiyet, fazilet dersi veren ve onları dinsizlikten muhafaza eden Kur’an tefsiri Risale-i Nur uğrunda idam edileceksem, sehpaya “Allah Allah yâ Resulallah!” sadâları ile koşarak gideceğim. Komünizme kapılıp dininden çıkan, ebedî felaketlere yuvarlanan ve vatan haini olarak kurşuna dizdirecek cürümlerden gençlerimizi koruyan Risale-i Nur uğrunda kurşunla öldürüleceksem, o kurşunlara çekinmeden göğsümü gereceğim. Üstadım Bedîüzzaman için hançerlerle parçalanırsam etrafa sıçrayacak kanlarımın “Risale-i Nur! Risale-i Nur!” yazmasını Rabb’imden niyaz ediyorum.

Muhterem Heyet-i Hâkime!

Risale-i Nur tahsili, hakikaten hârika ve orijinaldir, emsalsizdir. Herhangi bir tahsilde maddî menfaat ve bir mevki gaye edinilerek o tahsile devam edilir. Dersler ekseriyetle maddiyat ve şöhrete erişebilmek için belki de zoraki okunur. Risale-i Nur’un organize edilmemiş serbest bir üniversiteye benzeyen tahsiline eserleri okumak suretiyle devam edenler ise Kur’an ve imana hizmet etmekten başka herhangi dünyevî bir maksat taşımıyorlar.

Böyle olduğu halde ilmî, imanî ve ciddi eserler olan Risale-i Nur, o kadar büyük bir şevk ve aşkla ve o kadar sonsuz bir hazla okunuyor ki sadık okuyucularını defalarca okumak gibi kuvvetli bir arzuya sahip ediyor. Risale-i Nur’u yazıp okuyanlar, mahkeme kapılarında hayatları tehlikeye düştüğü halde, bu hârika eserleri okuduklarını itiraf ve okuyacaklarını ilan ediyorlar. İdam kararı verileceğini bilseler dahi bu sebatlarını izhar etmekten çekinmiyorlar. İşte Risale-i Nur’un birçok hârikalarından şu hususiyeti, sizlere şu kanaati veriyor: İtiraf edenler acaba canlarını yolda mı buldular?

Demek, Risale-i Nur’da ve Bedîüzzaman’da öyle yüksek bir hakikat var ki ve bunlarda zararlı bir şey yokmuş ki inkâr etmediler.

Tahsildeki talebeler otorite ve disiplinle idare edilerek okutturulur. Bedîüzzaman ise hiçbir kimseyi Risale-i Nur’a mecbur etmemiş. Fakat yüz binlerle okuyucunun çoğu onu görmeden ona sarsılmaz ve kopmaz bir bağla talebe olarak Risale-i Nur’dan derslerini alıyorlar.

İşte böyle hârikulâde bir tedris, yakın ve uzak tarihin hiçbir medresesinde görülmemiştir, hiçbir üniversitede rastlanmamıştır.

Sayın savcı “Bedîüzzaman’a olan hürmetin şekli diğer müfessirlerde görülemiyor.” dedi.

Doğrudur. Hürmet ve tazim büyüklük ve kemalâtın derecesine, minnet ve şükran da elde edilen istifadenin miktarına göre olduğuna nazaran, Bedîüzzaman’ın eserlerinden azîm faydalar elde ediliyor ki ona olan tazim ve minnettarlıklar da görülmemiş bir şekilde oluyor.

Yirminci asrın en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bedîüzzaman’ı komünist ve masonlar bizlere, bilhassa gençliğimize tanıtmamaya çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.

İşte bunun içindir ki Bedîüzzaman’a karşı olan fevkalâde bağlılık ve itimat sarsılmayacaktır.

Risale-i Nur’daki âyetler, Kur’an-ı Hakîm’in en büyük mu’cizesi olan hususiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir sanat ve maharetle Türkçemize tefsir edildiği için Risale-i Nur’u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor. Kendi istidatları nisbetinde gördükleri istifadeler karşısında ona bir kat daha sarılıyorlar. Liseliler, üniversiteliler, profesörler, doçentler, feylesoflar okuyorlar. Bu münevver sınıflar fevkalâde istifade ettikleri gibi Risale-i Nur’un hârikulâdeliğini ve telif sanatındaki üstünlüğünü tasdik edip hayretler içerisinde bütün külliyatı okumak iştiyakına sahip oluyorlar.

Bedîüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u her yeni tanıyan müdrik ve takdirkâr kimseler, daha evvel tanımadıklarına binler teessüf edip kaybettikleri zamanları telafi edebilmek için müsait vakitlerini boşa sarf etmeyerek, beş dakikalık bir zamana dahi ehemmiyet verip geceli gündüzlü Risale-i Nur’a çalışmaya başlıyorlar. Bu rağbet ve şiddetli alâka hiçbir psikolog, sosyolog ve feylesofun eserinde görülmemiştir. Onlardan ancak tahsilli kimseler istifade edebilmişlerdir. Bir ortaokul çocuğu veya okumasını bilen bir kadın, büyük bir feylesofun eserini okuduğu zaman istifade edememiştir. Fakat Risale-i Nur’dan herkes derecesine göre istifade etmektedir. Bunun için sizlerin Bedîüzzaman ve Risale-i Nur şakirdlerine vereceğiniz beraet kararını bütün bir millet bekleşiyor.

Eğer Said Nursî, talebelerine musibet zamanında sabır ve tahammül ve itidal telkin etmemiş olsa idi; gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettiği zaman topladığı talebeleri gibi hürmetkâr olan binler Risale-i Nur şakirdleri, Afyon tepelerine kuracakları çadırlar içerisinde, Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin beraet kararını bekleyeceklerdi.

Said Nursî ve Risale-i Nur şakirdlerinin çalışmalarını, kanun çerçevesine alınıp gizli cemiyet olduğu ispat edilemiyor. Neden ispat edilemiyor? Acaba vukuflu bir adliyeci olmakla baş müddeiumumîliğe kadar yükselen bir şahıs, bu ispatı kanunla yapmaktan âciz midir? Hayır, kat’iyen âciz değildir. Ortada gizli bir cemiyet diyecek bir teşkilat yoktur. Ve onun için cemiyetçilik ispat edilemiyor.

Savcının evvelen “Nur talebeleri bir cemiyet değildir.” diye kanun dairesindeki tam görüş ve isabetle verdiği hükmü, biraz sonra her nedense “Cemiyettir.” diye iddia etmesi bir tenakuzdur. Elbette hükümsüzdür. Heyet-i Hâkimenin gayet açık olan bu hakikati idrak ederek “Gizli cemiyet yoktur.” diye karar vereceğinden emin bulunmaktayız.

Sayın Hâkimler! Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş, haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.

İşte sizin vereceğiniz beraet kararı; İslâm gençliğinin, İslâm dünyasının bu dehşetli âfetten tesirli bir şekilde kurtulmasına sebep olacaktır. Ve beni Bedîüzzaman ve onun eserlerine kopmaz bir bağla bağlayan sâikten biri de budur.

Risale-i Nur’un serbestiyetine vereceğiniz beraet kararı, bütün Türk gençliğini ve bütün Müslümanları dinsizlik fecaatinden kurtaracaktır. Zira yüksek hakikatler hazinesi olan Risale-i Nur, hiç şeksiz ve şüphesiz elbette bir gün olup bütün dünya âleminde tanınacaktır.

Bu itibarla sizler insanlığın takdirine mazhar olacaksınız. Sizin vereceğiniz beraet kararı, hal ve istikbalde nesilleri minnettar ve müteşekkir edecek ve Risale-i Nur okunup azîm faydalara nâil olundukça takdirle yâd edileceksiniz.

Sakın zannetmeyiniz ki samimi olarak söylediğim bu sözlerimle riyakârlık yapılıyor. Aslâ ve kat’iyen! Çünkü Bedîüzzaman’ın mahkemesinde hiçbir kimseden korkmuyorum, çekinmiyorum.

Yalnız pek kısa olarak müsaadenizle şu kadarcık arz ediyorum ki savcı bu mübarek vatanda masonluk, komünistliği fevkalâde faikiyetle önlemek çaresi olan ve önlemekte olan Risale-i Nur’a ve müellifine ve okuyucularına öyle şenî’ ithamlarda bulunmakta devam eder ve o tamamen hatalı ithamlarından vazgeçmezse, hissiyata kapılarak aleyhtarlık ederse komünistlik ve farmasonluğu desteklemiş olur ve ithamlara hakiki hedef olan muzır dinsizlerin türemesine yardım etmiş olur.

TEMYİZ MAHKEMESİ LÂYİHASINDAN BİR PARÇADIR

Dinsiz komitelerin neşriyatlarının vesvese ve şüpheleri neticesinde yıkılan imanları Risale-i Nur eserleri ispatçılıkla imar ediyor.

İşte gençliğimizin Risale-i Nur’a elektriklenmiş gibi sarılmalarının en ince sır ve hikmetlerinden bir tanesi de budur: Senelerden beri feragat-i nefisle ve eşsiz bir fedakârlıkla ihtiyar, hasta ve fevkalâde ihtimama muhtaç bir çağda gizli düşmanları olan komünist ve masonların ve bunlara aldananların çeşitli işkencelerine karşı, tahammülün fevkinde sabrı ile Bedîüzzaman Said Nursî; din aleyhindeki birçok sinsi planları hakikatbîn nazarıyla, realist görüşüyle fark etmiş, dehşetli dessasane ve perdeli olan bu planları akîm bırakacak imanî eserleri telif etmiştir.

Fakat ne hazîn ve acıklı ve binler teessüflere şayeste bir vaziyettir ki bu İslâmiyet kahramanı ve hârikulâde büyük zat, yirmi beş senedir hapislerde, zindanlarda, tecrid-i mutlaklarda imha edilmeye çalışılmaktadır.

Komünistlerin ihanetiyle meydana gelen evhamın icab ve neticesi olan garazkârlıklarla Risale-i Nur müellifi cezalandırılsa dahi Risale-i Nur eserleri yine büyük bir iştiyak ve gittikçe artan bir alâka ile okunmakta devam edecektir.

Birinci ve en kuvvetli delili şudur ki: Yeni harf ile teksir edilebilen Asâ-yı Musa eserini okuyan gençler, Kur’an harfleri ile yazılmış mütebâki eserleri de okuyabilmek için kısa bir zamanda o yazıyı da öğreniyorlar. Bu şekilde birçok ilimlerin öğrenilmesine engel olan ve dinden imandan çıkarmak için telif edilen eserleri okumaya mecbur eden Kur’an hattını bilmemek gibi büyük bir seddi de yıkmış oluyorlar.

Bir milletin gençliği ne zaman Kur’an ve ondan lemean eden ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmiş ise o vakit o millet terakki ve teali etmeye başlamıştır. Gençlik, iman ve İslâmiyet ihtiyacıyla yanan ruhlarını Kur’an tefsiri Risale-i Nur’un füyuzat ve envarıyla doldurmaya başlamıştır. Böylelikle tahkikî bir imana sahip olacak gençliğimiz; dinsizliğe, komünistliğe karşı mücadele edip vatanlarını İslâm düşmanlarına aslâ sattırmayacaklardır.

Bunun için eğer komünistler mürekkep ve kâğıdı yok etmek imkânını da bulsalar benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup hakikat hazinesi olan Risale-i Nur’un neşri için mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız.

Evet, evet, evet. Binler defa evet!

Savcı iddianamesinde diyor ki: “Said Nursî eserleriyle üniversite gençlerini zehirlemiştir.” Biz de buna mukabil deriz ki: “Eğer Risale-i Nur bir zehir ise bizim bu zehirlere tonlarla, binlerce kilo ihtiyacımız vardır. Eğer çoklukla olduğu yeri biliyorsa bize tayyarelerle sevk etsin.”

Biz Risale-i Nur talebeleri; iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa hizmet-i Kur’aniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir lütf-u İlahî biliriz.

Afyon Hapsinde mevkuf

Konyalı

Zübeyr Gündüzalp

Not: Bu müdafaa ve Temyiz lâyihası Temyiz Mahkemesine gönderildikten sonra, Temyiz Reisliği Zübeyr’in hapisten tahliyesi için telgrafla emir vermiştir.

(Şualar, 14. Şua)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Teşrin-i sânî 1950’de Ankara Üniversitesinde, profesör ve mebuslarımız ve Pakistanlı misafirlerimiz ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda, fakülte mescidinde gece yarısına kadar devam eden bir mecliste verilen ve büyük bir alâka ve ehemmiyetle dinlenmiş olan bir konferanstır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ

İman ve İslâmiyet âb-ı hayatına susamış kıymetli kardeşlerim!

Evvela, itiraf edeyim ki bu konferansın verildiği kürsüde bulunmuş olmak itibarıyla sizlerden farkım yoktur. Sizin bir kardeşinizim. Hem bu konferans, benim çok muhtaç olduğum gayet nâfi’ bir dersimdir. Muhatap, kendimdir. Dersimi müzakere nevinden siz mübarek kardeşlerime okuyacağım. Kusurlar bendendir. Kemal ve güzellikler, istifade ettiğim Risale-i Nur eserlerine aittir. Bir mani başımıza gelmezse haftada bir defa olarak devam edeceğimiz dinî konferanslardan, bugün birincisi imana dairdir. Çünkü Bedîüzzaman Said Nursî’nin Birinci Millet Meclisinde beyan ettiği gibi “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır.” Bunun için biz de konferansımızın Kur’an, İman, Peygamberimiz Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz hakkında olmasını münasip gördük. İkincisi de inşâallah namaz ve ibadete ait olacaktır.

(Sözler, Konferans)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İman hizmetleriyle meşgul olmak için verdiği memuriyetten istifa dilekçesi (Metin: Hayati bir zaruretle istifa etmek zaruriyetindeyim. Kabulünü istirham eder idaremizden ve amirlerimden memnuniyetle ayrıldığımı hürmetlerimle arz ederim.)

Bediüzzaman'ın talebelerine verdiği vekaletname

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Konferans: Kasım 1950’de İman hakikatları, Risale-i nur ve müellifi Bediüzzaman hakkında Ankara Üniversitesinde verdiği ve Sözler kitabının sonunda yer alan parça.
  • Hizmet Rehberi: 1961'de 45 gün Nazilli'de kalarak Risalelerin farklı yerlerindeki hizmet düsturlarını bir araya getirerek derlediği küçük risale.
  • Sabri Halıcı: Kendisine Nurları ilk defa tanıtan nur talebesi.
  • Rıfat Filizer: Nurları tanıtmak için kendisiyle çok alakalanan Konyalı nur talebesi.

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor, Cilt: 1
  2. Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih.