Karakavak Tepesi

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Karakavak tepesi Barla’da Çam Dağları’na giderken 15 dakikalık mesafede Barla’nın hemen üstünde bulunan ve eteğinden soğuk bir su çıkan (şimdi kesilmiştir) bir tepe ve etrafındaki mevkiidir. Bediüzzaman'ın Barla'dayken gittiği mekanlardandır. İlk talebelerinden Refet Barutçu Üstadı ilk olarak burada ziyaret etmiştir. Sözler kitabında 17. Söz’de “Barla Yaylası Tepelicede Çam, Katran, Ardıç, Karakavak Meyvesi Hakkında Yazılan Farisî Beyitler”de bahsi geçer.[1][2] Türkiye'de doğal olarak bulunan bir kavak türü olan kara kavak ağaçları çokça bulunduğu için bu mevki bu şekilde adlandırılmış olabilir.

Bilgiler[değiştir]

İnşa/Kuruluş Tarihi: -

Niteliği: Tepe

Yüzölçümü (km2):

Diğer İsimleri:

Kıta: Asya

Ülke: Türkiye

Vilayet/Eyalet: Isparta

İlçe/Kasaba: Barla

Mahalle/Köy: -

Harita konumu:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Barla Yaylası Çam, Katran, Ardıç, Karakavağın Bir Meyvesidir

(Makam münasebetiyle buraya alınmış, On Birinci Mektup’un bir parçasıdır.)

Bir vakit esaretimde dağ başında azametli çam ve katran ve ardıç ağaçlarının heybet-nüma suretlerini, hayret-feza vaziyetlerini temaşa ederken pek latîf bir rüzgâr esti. O vaziyeti pek muhteşem ve şirin, velvele-âlûd bir zelzele-i raks-nüma, bir tesbihat-ı cezbe-eda suretine çevirdiğinden eğlence temaşası, nazar-ı ibrete ve sem’-i hikmete döndü. Birden Ahmed-i Cezerî’nin Kürtçe şu fıkrası:

هَرْكَسْ بِتَمَاشَاگَهِ حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاىْ تَشْبٖيهِ نِگَارَانْ بِجَمَالَاتَه دِنَازِنْ

hatırıma geldi. Kalbim, ibret manalarını ifade için şöyle ağladı:

يَا رَبْ هَرْ حَىْ بِتَمَاشَاگَهِ صُنْعِ تُو زِهَرْجَاىْ بَتَازٖى

زِنِشٖيبُ اَزْ فِرَازٖى مَانَنْدِ دَلَّالَانْ بِنِدَاءِ بِاٰوَازٖى

دَمْ دَمْ زِجَمَالِ نَقْشِ تُو دَرْ رَقْصْ بَازٖى

زِكَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ بِگَازٖى

زِشٖيرٖينٖى اٰوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازٖى

اَزْوَىْ رَقْصَ اٰمَدْ جَذْبَه خَازٖى

اَزٖينْ اٰثَارِ رَحْمَتْ يَافْتْ هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبٖيحُ نَمَازٖى

اٖيسْتَادَسْتْ هَرْ يَكٖى بَرْ سَنْگِ بَالَا سَرْفِرَازٖى

دِرَازْ كَرْدَسْتْ دَسْتْهَارَا بَدَرْگَاهِ اِلٰهٖى هَمْ چُو شَهْبَازٖى

بِجُنْبٖيدَسْتْ زُلْفْهَارَا بَشَوْقْ اَنْگٖيزِ شَهْنَازٖى

بَبَالَا مٖيزَنَنْدْ اَزْ پَرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ عِشْقْ بَازٖى

مٖيدِهَدْ هُوشَه گِرٖينْهَاىِ دَرٖينْهَاىِ زَوَالٖى اَزْ حُبِّ مَجَازٖى

بَرْ سَرِ مَحْمُودْهَا نَغْمَهَاىِ حُزْنْ اَنْگٖيزِ اَيَازٖى

مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلٖى اَزْ حُزْنْ اَنْگٖيزِ نَوَازٖى

رُوحَه مٖى اٰيَدْ اَزُو زَمْزَمَۀِ نَازُ نِيَازٖى

قَلْبْ مٖيخٰوانَدْ اَزٖينْ اٰيَاتْهَا سِرِّ تَوْحٖيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ اِعْجَازٖى

نَفْسْ مٖيخٰواهَدْ دَرْ اٖينْ وَلْوَلَهَا زَلْزَلَهَا ذَوْقِ بَاقٖى دَرْ فَنَاىِ دُنْيَا بَازٖى

عَقْلْ مٖيبٖينَدْ اَزٖينْ زَمْزَمَهَا دَمْدَمَهَا نَظْمِ خِلْقَتْ نَقْشِ حِكْمَتْ كَنْزِ رَازٖى

اٰرْزُو مٖيدَارَدْ هَوَا اَزٖينْ هَمْهَمَهَا هَوْهَوَهَا مَرْگِ خُودْ دَرْ تَرْكِ اَذْوَاقِ مَجَازٖى

خَيَالْ بٖينَدْ اَزٖينْ اَشْجَارْ مَلَائِكْ رَا جَسَدْ اٰمَدْ سَمَاوٖى بَاهَزَارَانْ نَىْ

اَزٖينْ نَيْهَا شُنٖيدَتْ هُوشْ سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ

وَرَقْهَارَا زَبَانْ دَارَنْدْ هَمَه هُو هُو ذِكْرْ اٰرَنْدْ بَدَرْ مَعْنَاىِ حَىُّ حَىْ

چُو لَا اِلٰهَ اِلَّا هُو بَرَابَرْ مٖيزَنَدْ هَرْ شَىْ

دَمَادَمْ جُويَدَنْدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ گُويَدَنْدْ يَا حَىْ بَرَابَرْ مٖيزَنَنْدْ اَللّٰهْ

فَيَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيُّومِ

حَيَاتٖى دِهْ بَاٖينْ قَلْبِ پَرٖيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَاٖينْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا اٰمٖينْ

Barla yaylası Tepelice’de çam, katran, ardıç, karakavak meyvesi hakkında yazılan Farisî beyitlerin manası:

هَرْكَسْ بِتَمَاشَاگَهِ حُسْنَاتَه زِهَرْ جَاىْ تَشْبٖيهِ نِگَارَانْ بِجَمَالَاتَه دِنَازِنْ

Hatırıma geldi. Kalbim dahi ibret manalarını ifade için şöyle ağladı:

Yani senin temaşageh-i hüsnüne, herkes her yerden koşup gelmiş. Senin cemalinle nazdarlık ediyorlar.

يَا رَبْ هَرْ حَىْ بِتَمَاشَاگَهِ صُنْعِ تُو زِهَرْجَاىْ بَتَازٖى

Her zîhayat, senin temaşageh-i sanatın olan zemin yüzüne her yerden çıkıp bakıyorlar.

زِنِشٖيبُ اَزْ فِرَازٖى مَانَنْدِ دَلَّالَانْ بِنِدَاءِ بِاٰوَازٖى

Aşağıdan, yukarıdan dellâllar gibi çıkıp bağırıyorlar.

دَمْ دَمْ زِجَمَالِ نَقْشِ تُو (نُسْخَه: زِهَوَاىِ شَوْقِ تُو) دَرْ رَقْص بَازٖى

Senin cemal-i nakşından keyiflenip o dellâl-misal ağaçlar oynuyorlar.

زِكَمَالِ صُنْعِ تُو خُوشْ خُوشْ بِگَازٖى

Senin kemal-i sanatından neşelenip güzel güzel sadâ veriyorlar.

زِشٖيرٖينٖى اٰوَازِ خُودْ هَىْ هَىْ دِنَازٖى

Güya sadâlarının tatlılığı, onları da neşelendirip nâzeninane bir naz ettiriyor.

اَزْوَىْ رَقْصَه اٰمَدْ جَذْبَه خَازٖى

İşte ondandır ki şu ağaçlar raksa gelmiş, cezbe istiyorlar.

اَزٖينْ اٰثَارِ رَحْمَتْ يَافْتْ هَرْ حَىْ دَرْسِ تَسْبٖيحُ نَمَازٖى

Şu rahmet-i İlahiyenin âsârıyladır ki her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazın dersini alıyorlar.

اٖيسْتَادَسْتْ هَرْ يَكٖى بَرْ سَنْگِ بَالَا سَرْفِرَازٖى

Ders aldıktan sonra her bir ağaç, yüksek bir taş üstünde arşa başını kaldırıp durmuşlar.

دِرَازْ كَرْدَسْتْ دَسْتْهَارَا بَدَرْگَاهِ اِلٰهٖى هَمْ چُو شَهْبَازٖى

Her birisi, yüzler ellerini Şehbaz-ı Kalender (Hâşiye[3]) gibi dergâh-ı İlahîye uzatıp muhteşem bir ibadet vaziyetini almışlar.

بِجُنْبٖيدَسْتْ زُلْفْهَارَا بَشَوْقْ اَنْگٖيزِ شَهْنَازٖى

(Hâşiye[4])

Oynattırıyorlar, zülüfvari küçük dallarını ve onunla, temaşa edenlere de latîf şevklerini ve ulvi zevklerini ihtar ediyorlar.

بَبَالَا مٖيزَنَنْدْ اَزْ پَرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ عِشْقْ بَازٖى

Aşkın “Hây Hûy” perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sadâ veriyorlar. (Nüsha[5])

مٖيدِهَدْ هُوشَه گِرٖينْهَاىِ دَرٖينْهَاىِ زَوَالٖى اَزْ حُبِّ مَجَازٖى

Fikre şu vaziyetten şöyle bir mana geliyor: Mecazî muhabbetlerin zeval elemiyle gelen ağlayış hem derinden derine hazîn bir enîni ihtar ediyorlar.

بَرْ سَرِ مَحْمُودْهَا نَغْمَهَاىِ حُزْنْ اَنْگٖيزِ اَيَازٖى

Mahmudların, yani Sultan Mahmud gibi mahbubundan ayrılmış bütün âşıkların başlarında, hüzün-âlûd mahbublarının nağmesinin tarzını işittiriyorlar.

مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلٖى اَزْ حُزْنْ اَنْگٖيزِ نَوَازٖى

Dünyevî sadâların ve sözlerin dinlemesinden kesilmiş olan ölmüşlere; ezelî nağmeleri, hüzün-engiz sadâları işittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar.

رُوحَه مٖى اٰيَدْ اَزُو زَمْزَمَۀِ نَازُ نِيَازٖى

Ruh ise şu vaziyetten şöyle anladı ki eşya, tesbihat ile Sâni’-i Zülcelal’in tecelliyat-ı esmasına mukabele edip bir naz niyaz zemzemesidir, geliyor.

قَلْبْ مٖيخٰوانَدْ اَزٖينْ اٰيَاتْهَا سِرِّ تَوْحٖيدْ زِعُلُوِّ نَظْمِ اِعْجَازٖى

Kalp ise şu her biri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan sırr-ı tevhidi, bu i’cazın ulüvv-ü nazmından okuyor. Yani, hilkatlerinde o derece hârika bir intizam, bir sanat, bir hikmet vardır ki bütün esbab-ı kâinat birer fâil-i muhtar farz edilse ve toplansalar taklit edemezler.

نَفْسْ مٖيخٰواهَدْ دَرْ اٖينْ وَلْوَلَهَا زَلْزَلَهَا ذَوْقِ بَاقٖى دَرْ فَنَاىِ دُنْيَا بَازٖى

Nefis ise şu vaziyeti gördükçe, bütün rûy-i zemin, velvele-âlûd bir zelzele-i firakta yuvarlanıyor gibi gördü, bir zevk-i bâki aradı. “Dünya-perestliğin terkinde bulacaksın.” manasını aldı.

عَقْلْ مٖيبٖينَدْ اَزٖينْ زَمْزَمَهَا دَمْدَمَهَا نَظْمِ خِلْقَتْ نَقْشِ حِكْمَتْ كَنْزِ رَازٖى

Akıl ise şu zemzeme-i hayvan ve eşcardan ve demdeme-i nebat ve havadan gayet manidar bir intizam-ı hilkat, bir nakş-ı hikmet, bir hazine-i esrar buluyor. Her şey, çok cihetlerle Sâni’-i Zülcelal’i tesbih ettiğini anlıyor.

اٰرْزُو مٖيدَارَدْ هَوَا اَزٖينْ هَمْهَمَهَا هَوْهَوَهَا مَرْگِ خُودْ دَرْ تَرْكِ اَذْوَاقِ مَجَازٖى

Heva-yı nefis ise şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki bütün ezvak-ı mecazîyi ona unutturup o heva-yı nefsin hayatı olan zevk-i mecazîyi terk etmekle bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor.

خَيَالْ بٖينَدْ اَزٖينْ اَشْجَارْ مَلَائِكْ رَا جَسَدْ اٰمَدْ سَمَاوٖى بَاهَزَارَانْ نَىْ

Hayal ise görüyor, güya şu ağaçların müekkel melaikeleri içlerine girip her bir dalında çok neyler takılan ağaçları ceset olarak giymişler. Güya Sultan-ı Sermedî, binler ney sadâsıyla muhteşem bir resm-i küşadda onlara onları giydirmiş ki o ağaçlar camid, şuursuz cisim gibi değil belki gayet şuurkârane manidar vaziyetleri gösteriyorlar.

اَزٖينْ نَيْهَا شُنٖيدَتْ هُوشْ سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ

İşte o neyler; semavî, ulvi bir musikîden geliyor gibi safi ve müessirdirler. Fikir, o neylerden başta Mevlana Celaleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârane teşekkiyat-ı firakı işitmiyor. Belki Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a karşı takdim edilen teşekkürat-ı Rahmaniyeyi ve tahmidat-ı Rabbaniyeyi işitiyor.

وَرَقْهَارَا زَبَانْ دَارَنْدْ هَمَه هُو هُو ذِكْرْ اٰرَنْدْ بَدَرْ مَعْنَاىِ حَىُّ حَىْ

Madem ağaçlar, birer ceset oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek her biri, binler dilleriyle havanın dokunmasıyla “Hû Hû” zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyatıyla Sâni’inin Hayy-ı Kayyum olduğunu ilan ediyorlar.

چُو لَا اِلٰهَ اِلَّا هُو بَرَابَرْ مٖيزَنَدْ هَرْ شَىْ

Çünkü bütün eşya لَا اِلٰهَ اِلَّا هُو deyip kâinatın azîm halka-i zikrinde beraber zikrederek çalışıyorlar.

دَمَادَمْ جُويَدَنْدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ گُويَدَنْدْ يَا حَىْ بَرَابَرْ مٖيزَنَنْدْ اَللّٰهْ

Vakit be-vakit lisan-ı istidat ile Cenab-ı Hak’tan hukuk-u hayatını “Yâ Hak” deyip hazine-i rahmetten istiyorlar. Baştan başa da hayata mazhariyetleri lisanıyla “Yâ Hay” ismini zikrediyorlar.

فَيَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِحَقِّ اِسْمِ حَىِّ قَيُّومِ

حَيَاتٖى دِهْ بَاٖينْ قَلْبِ پَرٖيشَانْ رَا اِسْتِقَامَتْ دِهْ بَاٖينْ عَقْلِ مُشَوَّشْ رَا اٰمٖينْ

Bir vakit Barla’da Çam Dağı’nda yüksek bir mevkide, gecede semanın yüzüne baktım. Gelecek fıkralar, birden hutur etti. Yıldızların lisan-ı hal ile konuşmalarını hayalen işittim gibi bu yazıldı. Nazım ve şiir bilmediğim için şiir kaidesine girmedi. Tahattur olduğu gibi yazılmış.

Dördüncü Mektup ile Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı’nın âhirinden alınmıştır.

(17. Söz)


Barla Yaylası, Tepelice’de çam, katran, karakavağın bir meyvesi olup Sözler mecmuasına yazıldığı için buraya yazılmamıştır.

(11. Mektup)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Nur talebesi Refet Kavukçu'nun Karakavak Bölgesine dair bir çizimi

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Refet Barutçu: Bediüzzaman'ın ilk talebelerinden olup Üstadı ilk olarak burada ziyaret etmiştir.

Kaynakça[değiştir]

  1. https://sorularlarisale.com/taniyanlarin-dilinden/tevfik-demirel
  2. https://www.youtube.com/watch?v=B-9EuBeqS9c
  3. Şehbaz-ı Kalender, meşhur bir kahramandır ki Şeyh-i Geylanî’nin irşadıyla dergâh-ı İlahîye iltica edip mertebe-i velayete çıkmıştır.
  4. Şehnaz-ı Çelkezî, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.
  5. Şu nüsha, mezaristandaki ardıç ağacına bakar:
    بَبَالَا مٖيزَنَنْدْ اَزْ پَرْدَه هَاىِ هَاىِ هُوىِ چَرْخِ بَازٖى § مُرْدَهَارَا نَغْمَهَاىِ اَزَلٖى اَزْ حُزْنْ اَنْگٖيزِ نَوَازٖى