Yusuf Aykut: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
 
1. satır: 1. satır:
[[Kategori:Şahıs]]
[[Kategori:Şahıs]]
[[Kategori:Eksik]]
[[Kategori:Eksik]]
'''Yusuf Aykut''' Bediüzzaman'ın ve nur talebelerinin Denizli mahkemesi davası için oluşturulan ikinci bilirkişi heyeti üyelerindedir. Risalelerde bilirkişi raporunda adını Feylesof Yusuf olarak imzalaması bahsi geçer. Denizli Mahkemesi için ilk bilirkişi heyeti iki lise öğretmeninden oluşturulmuş ve bu heyet talimat alarak son derece taraflı ve menfi bir rapor hazırlamıştır. Üstad hz. bu heyete itiraz etmiş, itirazı kabul edilmiş ve mesele Ankara ağır ceza mahkemesine sevk edilmişti. Ankara 1. Ağır ceza reisi Emin Böke’nin başkanlığında Ankara Diyanet İşleri Müşavere Heyeti azasından ders-i âmm ve profesör Yusuf Ziya Yörükan, Ankara Dil-Tarih Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Lugal ve Türk Tarih Kurumu ve Türk-İslâm Kitapları Derleme Heyeti üyesi Yusuf Aykut'tan oluşan ikinci bir heyet oluşturuldu. Bu heyetin tüm risale ve mektupları titizlikle inceleyerek hazırladığı rapor büyük ölçüde müspetti. Bediüzzaman sadece ufak bazı hatalarına cevap verdi. Denizli Ağır ceza mahkemesi bu raporu da göz önünde tutarak beraat kararı verdi.
'''Yusuf Aykut''' Bediüzzaman'ın ve nur talebelerinin Denizli mahkemesi davası için oluşturulan ikinci bilirkişi heyeti üyelerindedir. Risalelerde bilirkişi raporunda adını Feylesof Yusuf olarak imzalaması bahsi geçer. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Maarif dairesine (Milli Eğitim Bakanlığına) mensup ehemmiyetli iki maddî filozoftan” birisidir. Denizli Mahkemesi için ilk bilirkişi heyeti iki lise öğretmeninden oluşturulmuş ve bu heyet talimat alarak son derece taraflı ve menfi bir rapor hazırlamıştır. Üstad hz. bu heyete itiraz etmiş, itirazı kabul edilmiş ve mesele Ankara ağır ceza mahkemesine sevk edilmişti. Ankara 1. Ağır ceza reisi Emin Böke’nin başkanlığında Ankara Diyanet İşleri Müşavere Heyeti azasından ders-i âmm ve profesör Yusuf Ziya Yörükan, Ankara Dil-Tarih Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Lugal ve Türk Tarih Kurumu ve Türk-İslâm Kitapları Derleme Heyeti üyesi Yusuf Aykut'tan oluşan ikinci bir heyet oluşturuldu. Bu heyetin tüm risale ve mektupları titizlikle inceleyerek hazırladığı rapor büyük ölçüde müspetti. Bediüzzaman sadece ufak bazı hatalarına cevap verdi. Denizli Ağır ceza mahkemesi bu raporu da göz önünde tutarak beraat kararı verdi.


==Şahsi Bilgiler==
==Şahsi Bilgiler==

04.33, 11 Mayıs 2021 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

Yusuf Aykut Bediüzzaman'ın ve nur talebelerinin Denizli mahkemesi davası için oluşturulan ikinci bilirkişi heyeti üyelerindedir. Risalelerde bilirkişi raporunda adını Feylesof Yusuf olarak imzalaması bahsi geçer. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Maarif dairesine (Milli Eğitim Bakanlığına) mensup ehemmiyetli iki maddî filozoftan” birisidir. Denizli Mahkemesi için ilk bilirkişi heyeti iki lise öğretmeninden oluşturulmuş ve bu heyet talimat alarak son derece taraflı ve menfi bir rapor hazırlamıştır. Üstad hz. bu heyete itiraz etmiş, itirazı kabul edilmiş ve mesele Ankara ağır ceza mahkemesine sevk edilmişti. Ankara 1. Ağır ceza reisi Emin Böke’nin başkanlığında Ankara Diyanet İşleri Müşavere Heyeti azasından ders-i âmm ve profesör Yusuf Ziya Yörükan, Ankara Dil-Tarih Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Lugal ve Türk Tarih Kurumu ve Türk-İslâm Kitapları Derleme Heyeti üyesi Yusuf Aykut'tan oluşan ikinci bir heyet oluşturuldu. Bu heyetin tüm risale ve mektupları titizlikle inceleyerek hazırladığı rapor büyük ölçüde müspetti. Bediüzzaman sadece ufak bazı hatalarına cevap verdi. Denizli Ağır ceza mahkemesi bu raporu da göz önünde tutarak beraat kararı verdi.

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri:

Doğum Yeri ve Tarihi:

Vefat Yeri ve Tarihi:

Kabrinin Yeri:

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Şahitler ifadelerinde, maznunlara atıf ve isnad olunan suçu işledikleri hakkında adem-i malûmat beyan etmişler; bilhassa Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden Emin Büke’nin riyaseti altında ehl-i vukuf intihab olunan Ankara Diyanet İşleri Müşavere Heyeti azasından ders-i âmm ve profesör Yusuf Ziya Yörükhan ve Ankara Dil-Tarih Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Lügal ve Türk Tarih Kurumu ve Türk-İslâm Kitapları Derleme Heyeti azasından Yusuf Aykut tarafından tanzim kılınan evrak arasında mevcud raporlarında: Said Nursî’nin yegân yegân tetkik olunan risale ve kitaplarında halkı; dini ve mukaddesatı âlet ederek devletin emniyetini ihlâle teşvik etmek veya cemiyet kurmak kasdında olduğunu gösterir bir sarahat, emare olmayıp kendisini yegane âlim mahiyetinde göstermeye meraklı bir tavır takındığı…

(Emirdağ Lahikası-1)


Hem o ehl-i vukuf, bütün kardeşlerimizi ve beni tam tebrie edip derler: “Said’in âlimane ve vâkıfane eserlerine iman ve âhiretleri için bağlanmışlar; hiçbir cihette hükûmete karşı bir sû-i kasdlarına dair bir sarahat ve bir emare, ne muhaberelerinde ve ne de kitap ve risalelerinde bulmadık.” diye o heyetin ittifakıyla karar verip biri feylesof Necati, biri Yusuf Ziya (âlim), biri de feylesof Yusuf namlarında imza etmişler.

(Şualar, 13. Şua

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Ankara Ehl-i Vukufunun İttifakla Verdikleri Raporun Suretidir

Dolu bulunan cem’an beş sandık kitap, tarafımızdan açılarak okundu. (Hâşiye[1]) Said Nursî tarafından telif edilen basılmış, basılmamış Risale-i Nur eczaları ve Risale-i Nur’a ekli Said Nursî ile bazı şakirdleri tarafından yazılmış kısmen ilmî ve dinî mektuplarla, şakirdlerin birbiriyle ve Said Nursî ile âdi muhabere mektupları ve klişeler, inceleme mevzuu salahiyetimiz dâhilinde görülerek incelendi. Bunların mahiyetini belirtmek için bu risale ve mektupları iki nev’e ayırmak gerektir:

Risaleler: Bir âyetin tefsiri ve bir hadîsin şerhi maksadıyla yazılmış olanlarıyla; din, iman, Allah, Peygamber, Kur’an ve âhiret akidelerini ve ibarelerini açıkça anlatmak için temsillerle yazılmış ilmî görüşleri ve ihtiyarlarla gençlere hitap eden ahlâkî öğütler ve kısmen hayat tecrübesinden alınmış ibretli vak’alar ve esnafa ait faydalı menkıbeleri ihtiva eden, mevcudun yüzde doksanını teşkil eden risalelerdir ki –bunlarda– bütün bu risalelerde müellif hem samimi hem hasbî ve hem de ilim yolundan ve dinî esaslardan hiç ayrılmamıştır. Bunlarda dini âlet etmek ve cemiyet teşkil etmekle emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarîhtir.

Şakirdlerin birbiriyle ve Said Nursî ile âdi muhabere mektupları da bu nevidendirler.

1- Said Nursî, İstanbul’da iken kazandığı ehemmiyetli şan ve şerefin, kalın bir uykudan ibaret sakîl bir rüya, muvakkat bir sersemlik olduğunu söyler. Ve İstanbul’da bir iki sene gafletle siyasete karıştığından bunu dünyanın ölümü diye tasvir eder. Bu münasebetle “Eski Said” “Yeni Said” diye iki şahsiyet bulunduğunu ve bu şahsiyetlerin birbirinden ayrı olduklarını söyler. Sonra dokuz adet birincide, yirmi kadar risale bulunan mecmuasının sonunda, Isparta’da Risale-i Nur şakirdlerine yazılan mektubun içinde, siyasete tenezzülün hata olduğunu söyler.

2- Said Nursî’nin en mühim kitabı olan Hüccetü’l-Bâliğa adlı kitabın bir münâcat kısmında: “Bu dünya fânidir. En büyük dava, bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa davayı kaybeder. Hakiki dava budur. Bunun haricindeki davalara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar, selâmet-i kalbini kaybeder.” der.

3- Yirmi Altıncı Lem’a’da “İhtiyar dünyada, benim hakiki vazifem, neşr-i esrar-ı Kur’aniyedir.” (Sahife: 45). Bu memleketle, hamiyet-i İslâmiye noktasından alâkadarım. Yoksa benim ne hanem var ne evladım.” (Sahife: 59).

4- Yirmi Birinci Lem’a’da kardeşlerine verdiği öğütlerden birinci düstur: “Amelinizde rıza-i İlahî olacak, maddî menfaat fikri olmayacak.” Bu yazılarda: “Ben sofi değilim.” “Mesleğimiz tarîkat değildir” (Sahife: 8). “Hubb-u câh ve nazarı kendine celbetmek, ruhî bir marazdır. Buna gizli bir şirk denir.” “Eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı makam bir olurdu, o makama çok namzetler olurdu. Mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz…”

(Emirdağ Lahikası-1)


بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Ben muhterem ehl-i vukufun raporunu hakkımızda adâlet ve hakkaniyet noktasında, onlara bütün ruhumla teşekkür ediyorum. Onların yüz risâleden fazla kitapları, kısa bir zamanda tetkik etmeleri cihetiyle, elbette ba’zı noksanları bulunur. Ben de, o zatların raporlarına bir yardım niyetiyle birkaç noktasını îzah edeceğim. Onları tenkid etmiyorum, belki tetkiklerine yardım ediyorum. Hatta bana verdikleri cezbe ve arasıra ihtilâl-i ruhiyi, kemâl-i memnuniyetle kabul ediyorum.

Fakat bu kadar var ki, onların tasdikiyle de, gâyet vâkıfane ilmi eserler ki, yüz yirmi yedi risâledir. Bunları en meşhur ulemâlar ve âkiller hayretler ve takdirler ile karşılıyorlar. Değil bir meczub, belki en meşhur muhakkik ulemâlar, fikren o dereceye yetişemiyorlar. Demek ne benim ve ne de başkasının değil, belki Kur’ân-ı Azimuşşanın hakîkatlarıdırlar. Biz de kaleme almışız.

Fakat şahsım hakkındaki cezbe ve ihtilâl-i ruhiyi, bu noktadan kabul ediyorum. Çünkü ben şimdiki insanların çoklarını divâne görüyorum. Benim aklım, onların akıllarının cinsinden değildir. Ya ben divâneyim, ya onlar divânedirler. Elbette onlar çokluk olmasından cinnet-i muvakkata ve ara sıra meczubiyet, benim hakkım oluyor.

Bununla beraber, yüksek ehl-i vukufun insaflı raporları gelinceye kadar, bizim medâr-ı ittihamımız olan, hissiyat-ı dîniyyeyi âlet edip, emniyet-i dâhiliyeyi ihlâl etmek teşviki ve cem’iyyet kurmak ve tarikat gütmek esaslarını red ettikleri ve risâlelerde ve mektuplarda buna dâir hiçbir emâre bulunmadığına, müttefikan karar vermeleri, cumhuriyet hükümetinin adliyesinin bu ilmî hey'etinin, dünyaca yüksek kıymetlerini ve hakîkatı hiçbir şeye feda etmediklerini gösterdiğinden, ruh-u canımızla onlara hem teşekkür, hem duâ ediyoruz.

Raporun birkaç cümlelerine bir küçük îzahtır:

Meşihat ve adliyenin yanması münâsebetiyle, bir sözüme yanlış ma’na verilmiş. Şöyle ki; bundan on dokuz sene evvel, haksız bir sûrette İstanbul'a menfi olarak perîşan bir sûrette gönderildiğim vakit, bir zaman meşihattaki Dârü’l-Hikmette bulunduğumdan meşihatı sordum, ne haldedir? Dediler: “Büyük kızların lisesi olmuş.” Ben de hiddet ettim. Bir bedduâ ettim. Hem dedim: “Yâ Rabbi meşihatı kurtar.” O gece kısmen yandı.

Ben de o münâsebetle dedim; ba’zan ateş temizlik yapıyor. Bu fakîr millete beş milyon zarar veren adliyenin yanması da, belki inşâallah bir temizliktir. O zarar telâfi edilir, dediğim halde, zararımıza bir rıza ma’nası verilmiş.

Hem bundan otuz sene evvel, matbû lemaât nâmındaki eserimde, ma’nevî bir meclis-i ruhânide, rüya gibi bir vakıada, ruhâniler benden sual sormuşlar. Ben de cevap vermiştim.

Ezcümle: “Eski harb-i umûmîde mağlubiyetinizin hikmeti nedir?” Ben de bir cevap vermişim.

Yirmi sene o hadiseden sonra, aynen öyle bir halde ben soruyorum: “Neden bizim hükümet galib tarafını tutmadı, ta ki Arabistanı, Hindistanı, Afrikayı kurtarsın” Bana o rüya gibi vakıada cevap verdiler ki: “Senin eskiden verdiğin cevabın sana cevaptır.” “Yâni eğer galib tarafı tutulsa idi, şimdi Avrupaya pek yakın olan bu civarda, kolayca tatbik edilen yeni îcadlar, Haremeyn-i Şerifeyn gibi yerlerde dahi, müşkilatlar içinde tatbika çalışmak ihtimaline binâen, Kader-i İlâhî mağlubiyetimize fetva verdiği gibi, galip tarafını tutturmadı.” diye gâyet müteessirâne yazıldığı halde, zararımıza, mağlubiyetimize bir rıza gösterir gibi bir ibare zan edilmiş.

Bir de cifir ve ebced hesapları, değil yalnız Muhyiddin-i Arab gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemâların, husûsan ehl-i keşfin mabeyninde câri, bir medâr-ı istihrac-ı esrardır.

Kur’ân-ı Azimüşşanın sûreleri başındaki mukattaât-ı hurufun, bu hesap ile münâsebeti bulunduğunu, bu Hadîs-i Şerif isbat ediyor:

Bir zaman yahudi ulemâsından bir kısmı, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma demişler: “Senin ümmetin müddeti azdır ki

işâret ediyor.” Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki;”

gibi daha çok var.” onlar bu cevaptan sonra susmuşlar. Demek işârât-ı Kur'âniyenin cifir ile münâsebeti var. Mâdem Kur'ân'ın işârâtı çok tarzlarda, çok cihetlerle oluyor ve var ve muhakkaktır ve belağat noktasında işârâtıyla çok hakaiki ve ahkâmı ifade ediyor. Hadsiz tefsirler ve muhtelif on iki mezheb, onun işârâtını nazara almışlar.

Elbette muntazam kâideleri bulunan ve riyazi hesap nev'inde işârâtı ile gaybî haberleri, onun i'cazının yüksek makamına yakışır. Ve Risâle-i Nur'un mahrem cüzleri, o işârâtı kaydetmesiyle, hem Kur'âna hizmet, hem Risâle-i Nur Kur'ânın bir hakîkatı ve ma’nevî bir mu'cizesi olduğunu isbat etmek cihetiyle, ehl-i vukufun takdirine layıkdır.

Hem, bir da’vaya, bin emâre hükmünde, bin işâret bulunsa, o da’va sarahat-ı kat'iye derecesinde sübut bulduğu cihetinde, o istihraclara Risâle-i Nur'un verdiği ehemmiyet, ihtilâl-i ruhî değil, belki tam bir inkişâfât-ı ruhiye eseri olabilir.

Bir de cezbeye bir emâre “kendimi bir mezartaşı gördüğüm beyân edilmiş” Ben bu muhterem zatların bu acelelik ile hükümlerine, otuz sene evvel söylediğim bu fıkrayı tekrar ediyorum:

Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde Said'den yetmiş dokuz emvat bâ-âsam âlâma.

Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş. Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâm'a. Mezar taşımla pür-emvat enîndar o mezârımla Revânım sâha-i ukba-yı ferdâma. Yakînim var ki: İstikbâl semavâtı, zemîn-i Asya bâhem olur teslim, yed-i beyza-yı İslâm'a.

Zîra yemin-i yümn-i îmandır

Verir emn-ü eman ile enâma...

Hem cezbeye bir emâre olarak, kedisinin “Ya Rahîm” dediğini işitmesini beyân etmişler. Buna cevaben lâtif bir vakıa beyân ediyorum. Bir vakit “Kedilere ne için mübârek denilmiş, halbuki insana karşı sadakatı yok, bir canavar görünüyorlar.” dediğim gecesinde, kedi yavrusundan birisi, yastığıma gelip ağzını kulağıma yapıştırdı. “Ya Rahîm, Ya Rahîm,” deyip taifesine karşı tahkirimi yüzüme vurdu. Ma’nen “biz her iyiliği Rahîm'den biliyoruz. İt gibi esbâba perestiş etmiyoruz. Onun için bize mübârek, onlara pis denilmiş.” diye hatırıma geldi.

Sabahleyin bana hizmet eden Hafız Tevfik, Süleyman, Abdullah Çavuş, Merhum Hafız Ahmed, ve merhum Mustafa Çavuş, daha başkaları yanıma geldiler. Vakıayı söyledim. Abdurrahîm nâmını alan bir yaşındaki o kediyi okşadım. Onlar aynen benim gibi, “Ya Rahîm, Ya Rahîm”i Abdurrahim'den işittiler. Sonra başka kedilere baktık. Onların da mırmırları, dikkatle dinlenilse “Ya Rahîm”dir. Fakat Abdurrahim gibi sâfî değildirler.

Yalnız bir noktada, Risâle-i Nur'a bir haksızlık olduğu cihetle, hatırlatmak lazımdır. Şöyle ki:

Muhterem ehl-i vukufun yüz yirmi yedi ilmi risâleleri tam takdir ile, vâkıfane olduğunu beyân ettikleri yerde, yalnız üç küçük mahrem risâleleri, gayr-i ilmi ve şaşırtıcı ve normal olmadığı bir halde olmasına mukabil tutmaları, Risâle-i Nur'un yüz yirmi yedi risâlesini, onlarca musaddak yüksek kıymetlerine ve binler hakîkatlerine karşı üç ve dört risâlenin onlarca şaşırtıcı üç dört mes'eleleri mukabil tutulmaz diye, o zatlara hatırlatıyorum.

Hem bir kardeşimizin bir hadisin hükmüyle ve Mevlânâ Hâlid'in hayatı, dört cihetle bu biçâre Said'in hayatıyla tevâfuk etmesiyle, “Risâle-i Nur dahi, Mevlânâ Halid gibi müceddiddir.” diye beyânı benim benliğime ve şahsıma verilmiş. Halbuki: Ben bütün arkadaşlarımı işhâd ediyorum ki, ben benlik peşinde koşmuyorum. Ve reddediyorum. Ve bana, şahsıma karşı ziyâde hüsn-ü zan edenleri men'edip, hatırlarını çok def’a kırıyorum.

(Teşekkürün Bir Tetimmesidir)

Muhterem ehl-i vukufun raporunda, medâr-ı nazar ve i’tirâz edilmiş “Risâle-i Nur'un şâkirtleri, ehl-i Cennet olacakları ve îmanla kabre girecekleri” cümlesine “Aşere-i Mübeşşere'den başka şahsıyla, ismiyle bu fazilete kimse yetişemez” diye, bir nev'i i’tirâza karşı deriz: Bu mes'elede şahıs ismiyle tayin edilmemiş, yalnız kuvvetli işâretler ile

gibi âyetlerin îman ve amel-i salih sâhipleri ehl-i Cennettir dedikleri misillü, Risâle-i Nur'un şeytanları dahi susturan îman-ı tahkiki dersini alan şâkirdleri, îman ile kabre gireceklerine kuvvetli emâreler ile hükmedilse; elbette medâr-ı i’tirâz olamaz.

Hem o zatlar acelelik cihetiyle, Risâle-i Nur'a âid kerâmetleri bana isnad oluyor diye, medâr-ı tenkid ederek demişler: Bir veli kerâmet da’va etmez.

Elcevab: O pekçok hadiseler kerâmetler değil, belki ikramlardır. İkram ise izharları bir şükürdür. Hem onlar benim değil. Ve benim hiç bir cihetle o kerâmetlere liyâkatım olmadığını, bütün kardeşlerime mükerreren söylemişim ve yazmışım. Belki binden ziyâde o vakıalar, Kur’ânın bir mu'cize-i ma’nevîyesi olan Risâle-i Nur'un makbuliyetine dâir, Kur’ân'ın i'caz-ı ma’nevîsinden tereşşuh etmiş Risâle-i Nur'un, ikram nev'inden kerâmetleridir. Benim ne haddim var ki, onlara sâhip çıkayım.

Said Nursî

(Siracünnur, Denizli Müdafaanamesi)


Denizli mahkemesi, ehl-i vukuf raporunda: “Evet, Said Nursî’de bir enerji vardır fakat bu enerjisini, tarîkat veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiş, Kur’an hakikatlerini beyan ve dine hizmete sarf ettiği kanaatine varılmıştır.” denilmektedir.

(Sözler, Konferans)


Benim hakkımda evham edenlere deyiniz ki: Biz, hizmet ettiğimiz bu adamın yirmi senelik hayatının bütün mahrem ve gayr-ı mahrem mektuplarını ve kitaplarını ve esrarını hükûmet şiddetli taharriyatla elde etti. Dokuz ay hem Isparta hem Denizli hem Ankara adliyeleri tetkikten sonra, bir tek gün cezayı, bir tek talebesine vermeyi mûcib bir madde –beş sandık kitaplarında ve evraklarında– bulunmadı ki hem Ankara Ehl-i Vukufu hem Denizli Mahkemesi ittifakla beraetine karar verdiler.

(Emirdağ Lahikası-1)


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bir cilve-i inayet-i Rabbaniye ve bir himayet-i hıfz-ı İlahiyedir ki Ankara’da ehl-i vukuf heyeti, Risale-i Nur’un hakikatlerine karşı mağlup olup şiddetli tenkit ve itirazın çok esbabı var iken âdeta beraetine karar verdiklerini işittim. Halbuki mahremlerin şedit ifadeleri ve müdafaatın dokunaklı meydan okumaları ve Maarif Vekili’nin dehşetli hücumu ve ehl-i vukufun heyetinde Maarif Dairesine mensup ehemmiyetli iki maddî feylesofların ve yeni icadlara taraftar büyük bir âlimin bulunması ve bir seneden beri gizli zındıka komitesi aleyhimize Halk Fırkasını ve Maarif’i sevk etmesi cihetiyle, ehl-i vukufun pek şiddetli itirazları ve bizi ağır cezalarla ittiham etmelerini beklerken, himayet ve inayet-i Rahmaniye imdada yetişip onlara Risale-i Nur’un yüksek makamını göstererek, şiddetli tenkitlerden vazgeçirmiş.

Hattâ bizi cezalardan kurtarmak fikriyle ve Eskişehir Meselesi ve 31 Mart hâdise-i meşhuresiyle beni sâbıkalı bir mücrim-i siyasî nazarıyla baktırmamak ve sırf din ve iman için hareket ettiğimizi ve siyaset fikri bulunmadığını göstermek fikriyle demişler ki: “Said Nursî, eskiden beri ara sıra peygambere verasetlik davasında bulunur. Kur’an ve iman hizmetinde müceddidlik tavrını alır, yani bazen bir nevi cezbeye mağlup olup meczubane hareket eder.”

İşte bu fıkra ile feylesofların dinsizce tabirler ile kim olursa olsun din lehinde kuvvetli hareket edenlere: Vazifesi, müceddidlik irsiyetiyle yapıyor diye hem bir kısım kardeşlerimizin haddimden çok ziyade hüsn-ü zanlarını tenkit etmek hem bana bir cezbe isnad ile şiddetlerimde beni siyasetten ve cezadan tebrie etmek ve bize muarız ve düşman olanlarını bir derece okşamak ve işarat-ı Kur’aniye ve keramat-ı Aleviye ve Gavsiye hakikat ve kuvvetli olduklarını göstermek ve herkese kıyasen bende dahi bulunması tahminlerince muhakkak olan hubb-u câh ve enaniyet ve hodfüruşluğu kırmak için o dinsizce, feylesofane tabirini istimal etmişler.

O tabire karşı, Risale-i Nur baştan nihayetine kadar güneş gibi bir cevaptır. Ve mesleğimiz, terk-i enaniyet ve uhuvvet olmasından, bizde hodfüruşane şatahat bulunmadığından, Yeni Said’in Risale-i Nur zamanındaki mahviyetkârane hayatı ve mübarek kardeşlerinin ifratkârane hüsn-ü zanlarını hatıra bakmayarak mükerrer derslerle ta’dil etmesi, o tabir ile işmam edilen manayı tam çürütüyor, izale eder.

(Şualar, 13. Şua

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Denizli Hapsi
  • Emin Böke: Bediüzzaman'ın ve nur talebelerinin Denizli mahkemesi davası için riyaseti altında bilirkişi heyeti oluşturulan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi hakimi.
  • Yusuf Ziya Yörükan: Emin Böke riyasetinde oluşturulan Ehli Vukufun üyesi
  • Necati Lugal: Emin Böke riyasetinde oluşturulan Ehli Vukufun üyesi

Kaynakça[değiştir]

  1. Ehl-i vukuf raporundaki tenkit kısmı, mahkemede kat’î cevapları verildiğinden ve müdafaatımın âhirinde yazıldığından, burada yazılmadı. Zaten o tenkitler, üç dört risalede yalnız on cüz’î meseledir. Hem siyasî değil, ilmîdirler. Hem o itirazlar, sehiv ve hata olduğu, senetlerle mahkemede ispat edilmiştir.