Yuşa (as)
Hz. Yuşa Bin Nun (as) Hz. Musa'nın yardımcısı ve varisi olan ve İsrailoğullarına gönderilmiş bir peygamberdir. Hz. Mûsâ, Allah'ın emri üzerine İsrâiloğullarına vaad edilen topraklara girmelerini söylediğinde Yeşu (Yuşa) ile Kaleb dışındakiler ilâhî emre karşı çıkar. Hz. Musa kendisinden sonra İsrailoğullarının başına onun geçmesini ister ve vefatından sonra da geçer. Kehf suresinde geçen Hz. Musa ve Hızır kıssasında kendisinden Mûsâ’nın genç yardımcısı (fetâ) diye bahsedilen kişinin Yuşa b. Nun olduğu ifade edilir. Bu surede Hz. Mûsâ ile Hızır’ın buluştuğu bildirilen iki denizin birleştiği yerin (mecmau’l-bahreyn) neresi olduğu müfessirlere göre ihtilaflıdır ama coğrafi açıdan en makulu Sînâ yarımadasının Akabe ve Süveyş körfezlerinin birleştiği alt ucudur.[1]
İki denizin birleştiği yer, bir görüşe göre İstanbul boğazıdır. İstanbul Boğazının Karadeniz’e birleştiği noktada yer alan ve Boğaziçi’nin Çamlıca Tepesi’nden sonra en yüksek tepesi olan 201 metre rakımlı Yûşâ Tepesinde Hz. Yuşa'ya atfedilen bir kabir ve beraberinde mescid gibi müştemilat bulunan bir ziyaretgah mevcuttur. 16. yüzyılda Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin keşfettiği rivayet edilen bu kabrin gerçek mezar olmaktan ziyade bir makam olması daha muhtemeldir. Üstad Bediüzzaman eski Said'den Yeni Said'e geçiş aşamasında Seyid Şefik Efendi ile Yuşa Tepesi’nde inzivada iken Said Halim Paşa, Hazreti Üstad’a Van’da kurmak istediğin üniversiteyi İstanbul'da yapması için mal ve mülk vermek istediğinde Yuşa Tepesinde istihare etmiş ve 17. Söz'de geçen levhalar hutur etmiş ve Üstad teklifi reddetmiştir.[2]
Ahd-i Atik'in (Yahudilerin kutsal kitabına hıristiyanlarca verilen ad) 3 bölümünden (Tevrat, Peygamberler, Kitaplar) 2. bölümünün 1. kısmı Hz. Yuşa'ya (Yeşu) ayrılmış olup 24 babdan oluşur ve Hz. Mûsâ’nın vefatından sonra Yeşu liderliğindeki İsrâiloğulları’nın vaad edilen topraklara girişini ve o toprakların taksimatını anlatır.[3]
Bilgiler[değiştir]
Diğer İsimleri: Yeşu, Joshua (İngilizcede), Yuşa b. Nun
Doğum Yeri ve Tarihi: -
Annesi: -
Babası: -
Kardeşleri: -
Soyu: Hz. Yusuf'un oğlu Efraim’in soyundan gelir.
Vefat Yeri ve Tarihi:
Kabrinin Yeri: Timnath Serah, Filistin (bugünkü Kifl Hares)[4]
Harita Konumu: [1]
Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: -
Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: İsrailoğulları
Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]
Hz. Yuşa'nın ismi Kur'an'da açık şekilde geçmez ancak 2 yerde ona işaret bulunulduğu kabul edilir.
1) (Maide 23): Hz. Mûsâ, Allah'ın emri üzerine İsrâiloğullarına vaad edilen topraklara girmelerini söylediğinde Yeşu (Yuşa) ile Kaleb dışındakiler ilâhî emre karşı çıkar.
2) (Kehf 60, 62 ve 63): Hz. Musa ve Hızır kıssasında kendisinden Mûsâ’nın genç yardımcısı (fetâ) diye bahsedilen kişinin Yuşa b. Nun olduğu ifade edilir.
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]
Ana Madde: Yuşa Tepesi
Levhalar
Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazı’ndaki Yuşa Tepesi’nde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız, istihare edeyim.” Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Şiire benzer fakat şiir değiller. O mübarek hatıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi.
Yirmi Üçüncü Söz’ün âhirine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.
Birinci Levha
Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır.
Beni dünyaya çağırma * Ona geldim fena gördüm.
Demâ gaflet hicab oldu * Ve nur-u Hak nihan gördüm.
Bütün eşya-yı mevcudat * Birer fâni muzır gördüm.
Vücud desen onu giydim * Âh ademdi çok bela gördüm.
Hayat desen onu tattım * Azap-ender azap gördüm.
Akıl ayn-ı ikab oldu * Bekayı bir bela gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu * Kemal ayn-ı heba gördüm.
Amel ayn-ı riya oldu * Emel ayn-ı elem gördüm.
Visal nefs-i zeval oldu * Devayı ayn-ı dâ’ gördüm.
Bu envar zulümat oldu * Bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar na’y-ı mevt oldu * Bu ahyayı mevat gördüm.
Ulûm evhama kalboldu * Hikemde bin sekam gördüm.
Lezzet ayn-ı elem oldu * Vücudda bin adem gördüm.
Habib desen onu buldum * Âh firakta çok elem gördüm.
İkinci Levha
Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır.
Demâ gaflet zeval buldu * Ve nur-u Hak ayân gördüm.
Vücud bürhan-ı Zat oldu * Hayat mir’at-ı Hak’tır gör.
Akıl miftah-ı kenz oldu * Fena bab-ı bekadır gör.
Kemalin lem’ası söndü * Fakat şems-i Cemal var gör.
Zeval ayn-ı visal oldu * Elem ayn-ı lezzettir gör.
Ömür nefs-i amel oldu * Ebed ayn-ı ömürdür gör.
Zalâm zarf-ı ziya oldu * Bu mevtte hak hayat var gör.
Bütün eşya enis oldu * Bütün asvat zikirdir gör.
Bütün zerrat-ı mevcudat * Birer zâkir, müsebbih gör.
Fakrı kenz-i gına buldum * Aczde tam kuvvet var gör.
Eğer Allah’ı buldunsa * Bütün eşya senindir gör.
Eğer Mâlik-i Mülk’e memlûk isen * Onun mülkü senindir gör.
Eğer hodbin ve kendi nefsine mâlik isen * Bilâ-addin beladır gör,
Bilâ-haddin azaptır tat * Bilâ-gayet ağırdır gör.
Eğer hakiki abd-i hudâbin isen * Hudutsuz bir safadır gör,
Hesapsız bir sevap var tat * Nihayetsiz saadet gör.
(17. Söz)
Bir zaman ihtiyarlığımın mebdeinde, bir inziva arzusuyla, İstanbul’un boğaz tarafındaki Yuşa Tepesi’nde, yalnızlıkla ruhum bir istirahat aradı. Bir gün o yüksek tepede, daire-i ufka, etrafa baktım. Gayet hazîn ve rikkatli bir levha-i zeval ve firakı, ihtiyarlığın ihtarıyla gördüm. Şecere-i ömrümün kırk beşinci senesi olan kırk beşinci dalındaki yüksek makamından tâ hayatımın aşağı tabakalarına nazar gezdirdim. Gördüm ki o aşağıda, her bir dalında, her bir senenin zarfında sevdiklerimden ve alâkadarlarımdan ve tanıştıklarımdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gayet rikkatli bir manevî teessürat içinde, Fuzulî-i Bağdadî gibi müfarakat eden dostları düşünerek enîn edip:
Vaslını yâd eyledikçe ağlarım,
Tâ nefes var ise kuru cismimde feryat eylerim.
diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapısını aradım. Birden, âhirete iman nuru imdada yetişti. Hiç sönmez bir nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.
Hasbünallâhü ve ni'me'l vekîl’in mertebeleri hakkındadır.
Beş nüktedir. (Hâşiye: Ben bundan on üç sene evvel yüksek bir yer olan Yûşa‘ Tepesi’nden dünyâya baktım. Birbiri içindeki mevcûdâtın tabakâtına ve mehâsinine herkes gibi ben de meftûn idim. Âdetâ şedîd bir muhabbetle alâkadârdım. Hâlbuki, bu mevcûdâtın pek zâhir bir sûrette fenâ ve zevâlde yuvarlandıklarını aklen müşâhede ettim. Dehşetli bir elem ve firâk ve hadsiz firâklardan gelen bir zulmet hissettim. Birden حَسْبُنَا اللهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ âyeti otuz üç mertebesiyle imdâdıma yetişti. Ben de gelecek tarzda remizli okuyordum. Mağrible yatsı ortasında devâm ettiğim bu yedi cümle-i mübârekenin herbirisi birer lem‘a olarak Otuzbirinci Mektûb’un Lemeât’ına girecekti. Beş tanesi girdi. Bu ikisi kalmıştı. Onun için Dördüncü ve Beşinci Lem‘a’ların yerleri açık kalmıştı. Bunların biri حَسْبُنَا اللهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ diğeri لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِيِّ الْعَظ۪يمِ in merâtiblerine dâir olacaktı. Bu iki mübârek kelâmın merâtibleri ilimden ziyâde fikir ve zikir olduğundan Beşinci Bâb olarak Arabî zikredildi.)
(29. Lema)
Buraya kadar geçen hayatım bir vatan-perverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre Eski Said’i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli Yeni Said olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yuşa Tepesi’ne çekildim.
(14. Şua)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
İki üç defadır ehemmiyetli bir halet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul’da beni Yuşa Dağı’na çıkarıp İstanbul’un, Dârülhikmetin cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp hattâ İstanbul’da bulunan Nur’un birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman’ı dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almaya müsaade etmeyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acib inkılab-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddimatı bende başlamış. Ve üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum.
Demek, Nurlar ve kahraman şakirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zaten Nur’un her bir câmi’ cüzü ve sarsılmayan hâlis şakirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir.
Said Nursî
(14. Şua)
Aynen öyle de Üstadımıza hürmet dahi manevî bir hediye gibi olduğundan şiddetle nâsın hürmetinden ve elini öpmesinden kaçıyordu. Tarihçe-i Hayatı’nın ve İhtiyarlar Lem’ası’nın şehadetiyle, gençliğinde emsallerinin fevkinde olarak Siirt’in Tillo kasabasında inzivaya girmişti. Ağrı vilayetinde Şeyh Ahmed Hanî Hazretlerinin türbesine kapandı. Rusya’ya esir düştüğünde, doksan kadar esir zabit kendisinin dinî derslerini şevkle dinledikleri halde, üsera kampında Tatarların küçük hâlî bir camiinde bir yer bularak orada yalnızlığa çekildi. İstanbul’da Dârülhikmeti’l-İslâmiye azalığı gibi cazip ve şaşaalı bir hayat içinde iken Yuşa Tepesi’nde kimsesizliği tercih etti. Van’a döndüğünde pek çok eski ve yeni talebeleri arasında sürurlu bir ömrü istemeyerek Erek Dağı’ndaki bir mağaraya kapandı. En son defa, otuz senede gördüğü emsalsiz zulümlerin neticesi olarak hapishanelere gönderildiği zaman, kanunen tecrit müddeti on beş gün olmasına rağmen, yirmi ay ve hattâ bütün hapis müddetince tecrid-i mutlakta tutulduğu halde kimseye şekva etmedi.
İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]
İstanbul Beykoz'da Hz. Yuşa'ya ait olduğunu düşünülerek ziyaret edilen kabir (makam)
Hz. Yuşa'nın Kifl Hares'teki kabri
İlgili Maddeler[değiştir]
- Musa (as): Hz. Yuşa'nın yardımcısı ve varisi olduğu ulul azm peygamber.
- Yuşa Tepesi: İstanbul Beykoz'da kendisine atfedilen bir kabir bulunan tepe ve ziyaretgah.
- Hızır: Kehf suresinde Hz. Mûsâ, Hızır ve Hz. Yuşa'nın macerasından bahis geçer.