Teksir Makinesi

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
10.57, 20 Nisan 2020 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 8997 numaralı sürüm (→‎İlgili Maddeler)

1940'lı yıllara kadar yanızca elle çoğaltılan Risale-i Nur Ahmed Nazif Çelebi'nin İstanbul'dan bir teksir makinesi getirtmesiyle 1946 yılından itibaren İnebolu'daki evinin bir odasında teksir makinesiyle de çoğaltılmaya başlandı. İlk olarak 7. Şua çoğaltıldı. Üstad Hz. elle yazmaya göre Risaleleri çok daha hızlı çoğaltan bu makineden çok memnun kaldı. Daha sonra Tahiri Mutlu'nun vesileliğiyle Isparta Sav köyünde İbrahim Gül'ün evine de ikinci bir teksir makinesi konulup Risaleler çoğaltılmaya başlandı. Kastamonulu Ahmed Fuad Güven de bu makineler için büyük maddi fedakarlık yapmıştır. Daha sonra bu makine Isparta'ya Hüsrev ağabeyin evine taşındı. Hüsrev Altınbaşak'ın evi aranıp bu makineye ve basılan risalelere el konularak Afyon mahkemesinde suç iddiasına konu oldu. Daha sonra Abdülkadir Badıllı vesilesiyle Urfa'ya da bir adet teksir makinesi geldi.[1]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kanaatim geliyor ki bu sıralarda biz Zülfikar’ı ve Asâ-yı Musa’yı pek çok teksir etmeye mecbur olduğumuz hengâmda ve temiz olmayan matbaacılar dahi çekinmeleri aynı zamanda bu acib makine kolayca elimize verilmesi, o iki mecmuanın makbuliyetine bir işaret-i gaybiye ve inayet-i İlahiyenin bir hârika ikramıdır ve Nurların kerametidir.

Evet, bir âdi mektubum için “Kim yazmış?” diye sekiz defa bana resmen sıkıntı ve eziyet verildiği aynı zamanda, sekiz yüz sahifeyi bin beş yüz nüshaya ve bir milyon sahifelere çıkaran o makine, elbette gaybdan imdadımıza gelmiş Nurcu ve bin kalemli bir kâtiptir. Onun için bazı sahifeleri sönük çıksa zarar yoktur. Parlak kısmı, bize şimdilik yeter. İyi okunmayan kısmı ayrı yapılsın; sonra elmas kalemliler, her biri bir iki nüshayı ıslah etsin.

Bir zaman bir memlekete şimendifer geldiği vakit, arabacılar telaş edip dediler: “Bizim sanatımız bozuldu.” Halbuki şimendiferin gelmesiyle memlekette faaliyet çoğaldığından faytonculuğa iki kat ziyade ihtiyaç olmuş. İnşâallah onun gibi Nur yazıcıları değil tevakkuf belki daha ziyade yazı ile defter-i a’mallerine hasenat kaydedecekler.

(Emirdağ Lahikası-1)


Risale-i Nur, telifinden yirmi sene sonra, teksir makinesi ile neşredilmiş ve otuz sene sonra da matbaalarda basılmaya başlanmıştır. İnşâallah bir zaman gelecek, Risale-i Nur Külliyatı altınla yazılacak ve radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyeye çevirecektir.

(Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı)


Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraet kararı neticesi olarak Risale-i Nur, ekser vilayet, kasaba ve köylerde yayılmış ve Nur talebeleri kısa bir zamanda yüz binlerin fevkinde çoğalmıştır. Risaleler teksir ile neşre başlanmış ve kısa bir müddet içinde 1947 senesi sonlarında Üstad ve talebeleri üçüncü defa olarak tekrar hapse alınmıştır.

...

Tâ 1947 senesine kadar böyle devam etti. Yalnız faytonunu idare eden bir talebesi, yolda refakat eder, oturduğu zaman yalnız başına kalırdı. Kırlarda ekseriyetle tashihatla meşgul oluyordu. Bir müddet el yazılarını tashihle vakit geçirirdi.

Sonra Isparta ve İnebolu’daki fedakâr talebeleri, birer teksir makinesi elde ederek Nur mecmualarını çoğaltmaya başladılar. Üstad, bundan sonra tashih için kendisine gelen mecmuaları tashihe başladı. Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. “Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.” deyip Nur’a ait hizmeti, zamanın en büyük meselesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.

(Tarihçe-i Hayat, Emirdağ Hayatı)


Risale-i Nur’un teksir makinesiyle intişarı ve Anadolu’da Nurların gittikçe inkişafı karşısında bu imanî hizmeti durdurmak maksadıyla harekete geçen gizli dinsiz komiteler, hükûmete evham verdirerek aleyhte tahrikat yapıyorlar. Emirdağ, Isparta, Kastamonu, Konya, İnebolu, Safranbolu, Aydın gibi daha birçok vilayet, kasaba ve köylerdeki Nurcuların evlerinin aranmasına emir veriliyor. Nihayet 1947 senesinin son ayında Üstad Said Nursî ve on beş kadar Nur talebesi Emirdağ’dan alınarak Afyon’a getirilir ve sorgularını müteakip tevkif ediliyorlar. Ve diğer vilayetlerdeki Nur talebeleri de tevkif edilerek Afyon’a celbediliyor. Böylece Üçüncü Medrese-i Yusufiye hayatı başlıyor.

(Tarihçe-i Hayat, Afyon Hayatı)


Afyon hapsinden sonra hizmet-i Nuriye nasıl cereyan etti?

Isparta’da teksir makinesiyle Nur mecmualarının neşrine devam ediliyordu. Üstad, yine âdeti vechile tashihat ile meşguldü. Yalnız hapisten sonra hizmet-i Nuriye birkaç kısma inkısam etmişti yalnız teksir ile ve el yazısı ile neşre münhasır olmuyordu. Bu zamanlardaki hizmet safhaları şu suretle ifade olunabilir:

1- Muhtelif vilayet, kasaba ve köylerdeki Nur talebeleri, bulundukları muhitlerinde Nurları okumak, yazmak, okutmak ve neşrine çalışmak.

2- Isparta ve İnebolu’da, teksir makinesiyle Nur Risalelerinin mecmualar halinde teksiri ve etrafa neşri.

(Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)


Yedincisi: Biz ve umum Nur Risaleleri, Denizli ve Ankara Ağır Cezalarının ve Temyiz Mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektuplarımızı bize iade ettikleri ve Temyiz’in bozma kararında “Denizli beraetinde, faraza bir hata dahi olsa o beraet ve hüküm kat’iyet kesbetmiş, daha tekrar muhakeme edilmez.” dedikleri halde; ben Emirdağı’nda üç sene münzevi ve iki üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir olarak beş on dakika bazı dindar zatlardan başka zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektuptan başka göndermeyen ve kendi müftü kardeşine üç senede üç mektuptan başka yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden telifini bırakan, yalnız bütün ehl-i Kur’an ve imana menfaatli yirmi sahifelik iki nükte, biri Kur’an’daki tekrarların hikmetini, diğeri melekler hakkında bazı meselelerden başka hiçbir risale daha telif etmeyen, yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tabedilen Âyetü’l-Kübra’nın beş yüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, âlem-i İslâm’ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşir için teksirine izin vererek onların tashihleri ile meşgul olan ve kat’iyen hiçbir siyasetle alâkadar olmayan ve memleketine gitmek için resmen izin verildiği halde, bütün menfîlere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı bir gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnamedeki asılsız isnadlar ve yalan bahisler ve yanlış manalar ile o adamı suçlu yapmaya çalışanda –şimdilik söylemeyeceğim– dehşetli iki mana hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı muamelesi ispat ediyor.

(Tarihçe-i Hayat, Afyon Hayatı)


Ciddi bir meseleye vesile olabilecek bir latîfe: Dünkü gün sabahleyin bir dostumun damadı Mehmed yanıma geldi. Mesrurane, beşaretkârane dedi ki: “Senin bir kitabını Isparta’da tabetmişler, çoklar okuyorlar.” Ben dedim: “O, yasak olan tab değil belki müstensihle bazı nüshalar alınmış ki hükûmet ona bir şey demez.” Hem dedim: “Sakın bunu senin dostun olan iki münafığa söyleme. Onlar böyle bir şey arıyorlar ki bahane etsinler.” İşte kardeşlerim, bu adam çendan bir dostumun damadıdır, o münasebetle benim de ahbabım sayılır. Fakat berberlik münasebetiyle vicdansız muallim ve münafık müdürün dostudur. Orada kardeşlerimizden birisi bilmeyerek öyle söylemiş. İyi oldu ki en evvel geldi, bana haber verdi. Ben de tenbih ettim, fenalığın önü alındı. Ve teksir makinesi binler nüshaları bu perde altında neşretti.

(16. Lema, Haşiye)


Bir zaman Emirdağı’nda ikamete memur ve tek başıma bir menzilde âdeta bir haps-i münferid ve bana çok ağır gelen tarassudlar ve tahakkümler ile bana işkence vermelerinden hayattan usandım, hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh u canımla Denizli Hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim. Ve “Hapis ve kabir, bu tarz-ı hayata müreccahtır.” diye ya hapse veya kabre girmeye karar verirken, inayet-i İlahiye imdada yetişti; kalemleri teksir makinesi olan Medresetü’z-Zehra şakirdlerinin ellerine, yeni çıkan teksir makinesini verdi. Birden Nur’un kıymettar mecmualarından her tanesi, bir kalem ile beş yüz nüsha meydana geldi. Fütuhata başlamaları, o sıkıntılı hayatı bana sevdirdi “Hadsiz şükür olsun.” dedirtti.

(26. Lema, 15. Rica)


28. Teksir makinesiyle çoğaltılması ve alanların bulunduğu yerlere götürülmesi, gizli yapılmaktadır.

C: Bu ifadede bir dirhem doğruluk varsa, üç dirhem yanlış var. Evet insafsız gizli düşmanlarımız bahane bulmamak için dörtte bir gizli yapılmıştı. Yoksa şimdi buldukları bahane ile bizi daha evvelden adliyeye sürüklemeleri ihtimaline binaen bir parça gizli idi. Yoksa herbirisi üçyüz-dörtyüz sahifeli mecmualardan binbeşyüze yakın mikdarı memleketin her tarafına mümanaatsız gitmesi, bu hatayı tam gösterir.

(Şualar, 14. Şua, Hata-Savab Cedveli)


Râbian: Pek çok tecrübelerle ve hâdiselerle kat’î kanaat verecek bir tarzda, Risale-i Nur’un ağlamasıyla ya zemin titrer veya hava ağlar. Gözümüzle çok gördüğümüz ve kısmen mahkemede dahi ispat ettiğimiz gibi; tahminimce, bu kış emsalsiz bir tarzda yaz gibi –bidayette– gülmesi, Risale-i Nur’un perde altında teksir makinesiyle gülmesine ve intişarına tevafuku ve her tarafta taharri ve müsadere endişesiyle tevakkufla ağlamasına, birdenbire kış dehşetli hiddeti ve ağlamasıyla tetabuku, kuvvetli bir emaredir ki hakikat-i Kur’aniyenin bu asırda parlak bir mu’cize-i kübrasıdır, zemin ve kâinat onun ile alâkadar…

(Şualar, 14. Şua)


Gizli düşmanlar yanlış mana verdirmesin. Yoksa siyasete ve dünya asayişine temas cihetiyle değildir. Hem eski harf ile teksir makinesini bir bahane bulmasınlar. Mustafa Kemal’e karşı Nur’un tokadı ise (Hâşiye[2]) altı mahkeme ve Ankara makamatı bilmiş, ilişmemişler ve bize beraet verdiler ve Beşinci Şuâ ile beraber bütün kitaplarımızı iade ettiler. Hem onun fenalığını göstermek, ordunun kıymetini muhafaza etmek içindir. Bir şahsı sevmemesi, orduyu muhabbetkârane sena içindir.

(Şualar, 14. Şua)


Tahirî'nin Müdafaasıdır

...

İşte bu âlî mahkemenin Temyiz’in yüksek tasdikiyle kat’iyet kesbeden hükmüne istinaden, iki sene evvel İstanbul’dan teksir makinesi ve kâğıt alarak Isparta’ya getirdim.

Elinizde olan üç mecmuadan ikisini kardeşim Hüsrev Altınbaşak yazdı. Birisini de ben yazdım. Evvela “Zülfikar Mu’cizat-ı Kur’aniye ve Ahmediye” mecmuasını bastık. Bunu kısmen sattık. Hasıl olan parasından Asâ-yı Musa mecmuasının kâğıdını da satın aldım, getirdim. Sonra Asâ-yı Musa mecmuasını bastık, bunu da sattık. Sonra Siracünnur mecmuasının kâğıdını alıp bastık. Bu müddet bir sene devam etti.

Sonra, otuz kadar mecmua Eğirdir’e götürülürken yolda tutularak Eğirdir Adliyesine teslim edilmiş. Çok geçmeden Isparta Adliyesi marifetiyle Hüsrev Altınbaşak’ın evi taharri olunup hem teksir makinesi hem mecmualar müsadere edilerek bir sene evvel mahkemeye verilmiştik. Neticede yasak olmayan dinî eserler olmasından Hüsrev Altınbaşak’la bana ve diğer bir arkadaşımıza ruhsatsız kitap tabettiğimizden bir ay ceza verildi. Biz de temyiz ettik. Henüz Temyiz’den gelmeden Afyon Hapishanesine getirildim.

...

Hususan ittiham sebebinin birisi de: Isparta mahkemesi yakînen hakikate muttali olmasıyla, o cihetten bize ceza vermedikleri kitap bedelleridir ki bizim kitap bedelleriyle idare-i maişetimizi temine hiçbir cihetle ihtiyacımız olmamakla beraber, bu satılan mecmuaların bedellerinin teksir makinesine ve kâğıdının ve mürekkebinin karşılığına verilmiş olduğunu yüksek mahkemenize arz eder ve sırf Allah rızası için hüsn-ü niyetle yaptığımız bu hizmetin bir suç olmasına imkân olmamakla, yüksek mahkemenizden ve âlî vicdanlarınızdan Risale-i Nur eserlerinin iadesini talep ederim.

Mevkuf

Tahirî

(Şualar, 14. Şua)


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Tekrar mübarek ramazanınızı tebrik ederiz. İki kahraman kardeşin ve Mu’cizat-ı Ahmediye’de yedi çocuğun bir cihette bir sekizincisi hükmüne geçen Süleyman Rüşdü’nün mübarek kerîmesinin makine ile Zülfikar-ı Mu’cizat’a çalışmasını ve Hüsrev ve Tahirî’nin şirin ve dikkatli yazılarını teksir etmeye fedakârane deruhte etmelerini bütün ruh u canımızla onları tebrik ederek, şimdiye kadar pek fevkalâde Nurlara ettikleri kıymettar ve meyvedar sâbık hizmetlerine karşı, Risale-i Nur hesabına binler mâşâallah ve bârekellah ve veffekakümullah deriz. (Hâşiye[3])

(Emirdağ Lahikası 1)


Hem civarınızda hem memlekette bütün dost ve akrabalara selâmımı tebliğ ediniz. Şimdi Zülfikar-ı Mu’cizat ve Asâ-yı Musa mecmuaları teksir makinesiyle iki merkezde tabedilmesinden, sen bütün kuvvetinle ve tashih cihetinde güzel kalemin ile ve dikkatli ilmin ile tam alâkadar ol.

(Emirdağ Lahikası 1)


Safranbolu Eflani nahiyesi Mülayim köyünde mütekaid muallim bir kardeşimiz ve Nur’un has şakirdi, Nurların neşri ve tabı için âdeta sermayesinin kısm-ı a’zamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu hâlis ve has kardeşimizin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için bu işteki maslahatı da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahramanlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif ve refiklerine bu meseleyi havale ediyorum. Nur’un neşri için böyle çok büyük bir hayır ve sevaba mani olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği miktarı veyahut bir kısmını iki hisse ile biri büyük Isparta’nın, biri küçük Isparta’nın makinelerine verilsin. Onun istediği gibi ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nevinde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.

(Emirdağ Lahikası-1)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Isparta Sav köyünde Risale-i Nur'un çoğaltılması için kullanılmış teksir makinesi

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Ahmed Nazif Çelebi: Risale-i Nur'un teksir makinesi ile ilk defa neşri onun vesilesiyle İnebolu’da başlamıştır.
  • İbrahim Gül: 2 teksir makinesinden biri Sav köyünde onun evindeydi.
  • Mehmed Tahiri Mutlu: İkinci teksir makinesini İstanbul'dan alıp Isparta'ya getirdi ve teksir hizmetinde çalıştı.
  • Ahmed Hüsrev Altınbaşak: İkinci teksir makinesi Sav'dan sonra Isparta'da onun evinde çok nüshalar çoğalttı.
  • Ahmed Fuad Güven: Isparta ve İnebolu'daki makineler için maddi fedakarlık yapmıştır.

Kaynakça[değiştir]

  1. https://www.risaleajans.com/nur-alemi/bediuzzaman-teksir-makinesine-cok-memnun-oldu
  2. İddianamede yanlış bir mana verip Nur’un kerametlerinden tokat tarzındaki bir kısmını, medar-ı ittiham saymış. Güya Nurlara hücum zamanında gelen zelzele gibi belalar Nur’un tokatlarıdır. Hâşâ sümme hâşâ!.. Biz öyle dememişiz ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde hüccetleriyle demişiz ki: Nurlar makbul sadaka gibi belaların def’ine vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse Nurlar gizlenir, musibetler fırsat bulup başımıza geliyorlar.
    Evet, Nur’un binler şakirdlerinin tasdik ve müşahedeleriyle, yüzler vukuat ve hâdisat ile tesadüf ihtimali olmayan o hâdisatın tevafukları ve Kur’an’ın müteaddid işarat ve tevafukatıyla, hattâ mahkemelerde kısmen gösterildiği cihetle kat’î kanaatimiz var ki o tevafukat Risale-i Nur’un makbuliyetine bir ikram-ı İlahîdir ve Kur’an hesabına Nurlara bir nevi kerametlerdir.
  3. Latîf bir tevafuktur ki bir aydan beri burada hiç yağmur gelmiyordu ve kalbimiz dahi malûm taarruzdan Nurculara gelen füturdan ağlıyordu. Birden Hüsrev’in iki gün evvel makine müjdesi ve Nazif’in bugün tafsilli mektubu ve makinenin yazısının numunesi elime verildiği aynı zamanda –ve bana hizmet edenler– Eskişehir ezan-ı Muhammedîyi okumaya başlaması ve malûm çavuşa bana ihanet için emr-i cebrî veren adam tokat yediğini dedikleri aynı vakitte rahmet yağmuruyla çoktan ağlayan mahzun kalplerimizin büyük ferahlarına ve sevinç ve inşirahlarına tam tamına tevafuku ve tetabuku, inşâallah bir fâl-i hayırdır.