Risale:Bakara 8: Münafıklar Bahsi (İ.İ. Badıllı)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
09.17, 7 Şubat 2021 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 17017 numaralı sürüm
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

Önceki Risale: Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesiİşarat-ül İ'caz (Badıllı)Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması: Sonraki Risale

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالْيَوْمِ الاَخِرِ وَمَاهُمْ بِمُؤْمِنِينَ[değiştir]

Önceki ayetlerle münasebet[değiştir]

Bu ayetin, üstteki ayet ve ayetlerle münasebet ve diziliş vechi şöyledir: nasıl ki hükümde müştereklik noktasında aynı ma'nayı ifade eden müfredin müfrede atfedilmesi oluyor.. Ve maksadda ittihad etmelerinden dolayı cümlenin cümleye atfı yapılıyor.. Onun gibi, bazen kıssa ve hikayeler, garaz ve hedefte münasebettarlıkları olduğu için, bir kıssa başka bir kıssaya atfedilebiliyor. İşte burada da münafıkların kıssası, kâfirlerinkine atfedilmiş. Yani, münafıkların hallerini beyan eden "On iki ayet"in hülasası, kâfirlerin hallerini dile getiren iki ayetin meallerine atfedilmiştir.

Evet, vaktaki Tenzil, ذَلِكَ الْكِتَابُ diye o kitab-ı kerimin sena ve medhiyle iftitah eyledi. Sonra Kur'anın senasının semere ve meyvesi olarak mü'minlerin medhi onu izledi. Sonra, bunun arkasından mü'minlerin zıddı olan kâfirlerin zemmi geldi. Çünki:

اِنَّمَا اْلاَشْيَاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا

sırriyle, mü'minlerin değer ve kıymetleri bilinsin diye kâfirlerin bahsi istirdaf edilmiş, hemen arkasından gelmiştir. Daha sonra da, hikmet-i irşâdı tamamlamak ve üç kısım insanların (mü'min, kâfir, münafık) halini beyan etmek noktasında meseleyi tekmil etmek üzere münafıkların bahsi bunu ta'kip eylemesi görülmüştür.

Mühim bir Bahis -Müellif-

[s32] Eğer desen: Ne için Kur'an, kâfirlerin küfr-ü mahz olan küfürleri hakkında yalnız iki ayetle îcaz edip kısaca bitirdi. Amma münafıklar hakkında ise, on iki ayetle itnab eyleyip uzun söyledi?

Cevaben sana denilir ki: Onun böyle olması bazı hikmetli nükteler içindir.

Birinci Hikmetli Nükte: Düşman tanınmadığı ve bilinmediği müddetçe daha çok zararlı düşer. Şayet düşman muhannes olsa, yani gizli, örtülü ve içten karıştırıcı olsa; daha çok habis olur.. Ve eğer yalancı kezzab olsa, daha çok ifsadcı olur.. Ve eğer adüvv, dâhilî olsa, zararı daha çok büyük olur. Zira dâhilî düşman salabeti gevşetir, kuvveti dağıtır. Haricî düşman ise; dinin ve millî salabetin kuvvetlenmesine, toparlanmasına sebebiyet verir. Evet, nifâkın İslama yaptığı cinayet, verdiği zarar -maateessüf- pek büyüktür. Ve halen İslâm alemindeki şu müşevveşiyet ve karışıklıklar da hep nifâktan gelmiştir. İşte onun için Kur'an-ı Hakîm münafıkların aleyhinde, haddi mütecaviz olan kötülük ve şenaatlarının zararlarından çokça bahsetmiştir.

İkinci Nükte: Münafıkların mü'minlerle ihtilafları olduğu, yani içice ve beraberce yaşadıkları için; mü'minlerle yavaş-yavaş ünsiyet peyda ediyor ve azar azar imanla ülfete alışıyor. Ve peyderpey kendi amellerinin halini kötü görme ve hareketlerini şeni' bulma hali sebebiyle, durumlarından nefreti kesbetmeye başlayabilirler. Daha sonra, kelime-i tevhid olan لآاِلۤهَ اِلاَّ اللهُ kelamı lisanından kalbine doğru damlamaya başlayabilir. (Onun için, münafıkların sıfat ve tavsifatları bu gibi hikmetlerden dolayı çokça yada getirilmiştir.)

Üçüncü Nükte: Münafıkın, küfür üstünde ziyade gelen bir çok cinayetleri daha vardır. Mesela: İstihza, aldatma, tedlis, hile, yalancılık ve riyakârlık gibi...

Dördüncü Nükte: Münafıkların çoğu ehl-i kitaptan ve cerbeze-i vehmiyye ehlinden odukları için; hileci, dessas ve aldatıcı olup, şeytanî bir zekaya da sahib oluyorlar. Öyle ise: Kur'anın, haklarında itnab yapıp uzatması, belagatça en isabetli düşen bir iş olmuştur.

Cümle 1: İnsanlardan bazıları vardır[değiştir]

Şimdi ayetin tahlili

İşte bilmiş ol ki: وَمِنَ النَّاسِ kelamı, bir vecih ile مَنْ يَقُولُ deki مَنْ nin bir ön haberidir.

[s33] Eğer desen: Münafık'ın bir insan olduğu bedihîdir, açıktır. Neden ayet مِنَ النَّاسِ diye ta'rif eylemiş?..

Cevaben sana denilir ki: Evet, hüküm olunan şey, eğer bedihî ise, o halde o şeyin ve hükmün levazımından birisi maksûd ve garaz olur. İşte burada o levazımlardan birisi "Taaccüb"dür. Yani: O hükmün ve o şeyin acaibliğini izhardır. Güya ayet der ki: Rezil münafıkın bir insan olması ne kadar aciptir. Zira insan mükerremdir; onun şe'ni şunun gibi hıssetin, alçaklığın derekesine düşmek değildir. Evet, münafıklık insana yakışmaz.

[s34] Eğer desen: Ayet, ne için نَاسِ kelimesini مَنْ den önce zikretmiş?

Cevaben sana denilir ki: "Taaccüb" inşasının şe'ni "Sadaret" tir, ön doğuştur. Aynı zamanda mübtedâ sıfatı üzerinde nazarın temerküz etmiş olmasıdır ki, asıl garaz ve maksadın merci' ve menâtı da bu hususdur. Aksi halde nazar durup bekleyecek, sonra habere geçebilecektir.

Hem sonra, النَّاسِ tarzındaki ünvandan bazı letâifler de tereşşüh edip dışa sızmaktadır.

İşte Birincisi: Münafıkları "insanlar" umumiyeti içerisinde göstererek şahsen ta'yin etmemesi ve açığa çıkarıpta rüsvay etmemesi, belki النَّاسِ ünvanı altında setredip gizlemesi, mühim bir hikmet içindir. Bu hikmet ise, şunu îma ediyor ki: Peygamberin (A.S.M.) siyaset ve idaresinde en münasip düşen vaziyet, onları setretmek ve perdeyi yüzlerinden kaldırıp açmamaktadır. Zira eğer onları şahsen teşhis ve tayin edip izhar etmiş olsa idi, mü'minler dahi -kendi haklarında- vesveseye kapılabilirlerdi. ([1] ) Çünki, nefsin hile ve desiselerinden emin olunmaz. Vesvese ise korkuya, korku da riyaya, riya ise nifâka müncer olabilir, sürükleyebilirdi.

Hem eğer münafıkları ta'yin ederek, insanların içerisinde pis ve rezil olarak göstermiş olsaydı, denebilirdi ki; peygamber tereddüd içersindedir, etba'ına vüsûk ve itimadı yoktur. Hem bununla beraber, fesadın az bir bölümü de olsa; hicap ve perde altında kalırsa, yavaş yavaş sönmeye yüz tutar. Sahibi de o perde altında ve gizlilik arkasında kendini kurtarmaya çalışır. Ama eğer perde yırtılıp kalksa; Hadis-i Şerifte

اِذَا لَمْ تَسْتَحِ فَافْعَلْ مَاشِئْتَ

hükmüne([2]) binaen, o münafık "madem öyledir, ne olursa olsun" diyecek ve çekinmeden pisliği yaymaya başlayacaktır.

İkincisi: النَّاسِ ile ta'bir ve ifade edilmesinde şöyle işaret eder ki; nifâk'ın insanlığa çok münafi olan bir çok sıfatlarından kat-ı nazar, bunlardan en umumîsi olan insaniyet sıfatı dahi ona münafîdir, zıddır. Zira, insan mükerremdir; bu rezalet onun şanına yakışmaz.

Üçüncüsü: النَّاسِ kelimesinin bir remzi de; nifâk yalnız bir taifeye veya insanların bir tabakasına mahsus olan bir şey değildir, belki insan nev'i içerisinde -hangi taife olursa olsun- nifâkın bulunabileceğine işarettir.

Dördüncüsü: النَّاسِ şunu da telvih eder ki; nifâk, insan olan herkesin şeref ve haysiyetini ihlal eden rezil bir haldir. Öyle ise, herkesin gazab, öfke ve hiddeti nifâkın aleyhinde harekete geçmesi gerekmekte ve bütün insanların onu tahdid altında bulundurmağa teveccüh eylemesi lazım gelmektedir. Tâ ki, o zehir yayılma isti'dadını göstermesin. Nasıl ki bazen bir taifenin, bir cemaatin şeref ve haysiyetlerini haleldar eden bir ferdinin yaptığı şenaat ve kötü bir fiili, bütün o taife veya cemaatın gazab ve hiddetini heyecana getirdiği gibi...

Cümle 2: İman ettik derler[değiştir]

Şimdi مَنْ يَقُولُ آمَنَّا ya geçiyoruz.

[s35] Eğer desen: Neden ayet يَقُولُ diye müfred siğasını kullanmış, يَقُولُونَ dememiş?.. Lâkin آمَنَّا yi ise, cem' yapmış?. Halbuki ikisinin de mercii birdir. Yani نَاسِ dir?..

Cevaben sana denilir ki: Bunda latif bir zarafete işaret vardır. O da şudur ki; buradaki mütekellim-i maal-gayrın bir mütekellim-i vahde olduğunu izhar etmek içindir. Demek ki, burada يَقُولُ lafzı, sadece telaffuzda bir mütekellim-i vahdedir. آمَنَّا ise, hükümde mütekellim-i maalgayr olduğundan, aynen telaffuz edilmiştir. Sonra, bu آمَنَّا cem'i, münafıkların davalarından hikaye olduğu için; hikayenin suret ve şeklinde ise, hikaye edilenin آمَنَّا diye olan sözü iki vecihle reddedildiğine işaret olduğu gibi; hikaye edicinin hikayesi iki cihetle kuvvetlendiğine de işaret vardır. Zira ayet, يَقُولُ maddesiyle remzeder ki; onların sözleri, itikadlı olan fiillerinden gelen bir söz değildir. Belki de o sözü kalbleri ile değil, sadece ağızlarıyla konuşuyorlar. Hem yine يَقُولُ siğasıyla îma eder ki; onların durmadan kendilerini müdafaa etmeleri ve iddiakârlıkta bulunmaları vicdanî bir muharrikten değil, insanlara müraîlik yapmalarındandır.

Amma mazî siğasıyla آمَنَّا ile dava ettikleri şeyde, kendilerinden şöyle bir îma gelmektedir ki: "Bizler ehl-i kitap cemaatleri zaten evvelce iman etmişizdir; şimdi nasıl etmeyeceğiz?..

Hem آمَنَّا daki نَا lafzında da yine kendilerinden sezilip gelen bir îma vardır ki; lisan-ı halleri der: "Bizler hizipleşmiş, ayrı grup olarak teşekkül etmiş bir cemaatiz; tekzip eden ve edilen her hangi bir ferd gibi değiliz.

Cümle 3: Allaha ve ahiret gününe[değiştir]

Amma بِاللهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ cümlesi ise, bil ki: Tenzilin üslubu, hikaye edeni, ya da hikaye edeceği şeyin mealini, ya da sözünün hülasasını ele alarak, içinde tasarruf etme hakkına sahiptir.

İşte birinci hale göre: Onlar imanın rükünlerinden ilkini ve sonrakini zikrettiler. Tâ ki, (İlki Allah'a iman, sonraki de Ahirete iman) kuvvetliyi izhar ile sadakatlarını (!) ibraz eylesinler. Çünki, onlardan kabul edilebilecek en yakın olanı o iki rükün olduğu içindir. Hem birbirine yakınlıkları olduğu halde, بِاللهِ ile وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ deki بِ yi tekrar ederek, iman erkanının silsilesine işaret etmek istediler.

İkinci hale göre ise: O söz, Allahın kelamı olması hasebiyle; imanın yalnız iki kutbunun zikrinde şöyle bir işaret vardır ki: Onların bu kuvvetli olan iki kutba iman ettiklerini iddia etmeleri de, iman değildir. Zira, bu iki kutb-u imanîye olan imanları, istenilen vecihte gerçek bir iman değildir. Hem بِ yi iki defa tekrar etmekteki sebep, hakikî iman ile, onların imanları arasıda olan tefavütü, yani hakikî imandan uzaklığı göstermek içindir. Zira, Allah'a iman demek, onun şeksiz varlığı ve birliğine iman demektir. Keza, Ahiret gününe iman demek, -az üst tarafta geçtiği üzere- onun hakikatına ve bila şüphe geleceğine iman demektir.

Cümle 4: Onlar mümin değildirler[değiştir]

وَمَاهُمْ بِمُؤْمِنِين ye gelince,

[s36] Eğer desen: Neden Kur'an, ayetin arasında geçen آمَنَّا lafzına daha çok benzeyen وَ مَا آمَنُوا yi kullanmadı?

Cevaben sana denilir: Tâ ki, sureta bir tenakuzun varlığı tevehhüm edilmiş olmasın. Hem tâ ki, آمَنَّا nın zatına (kendisine) bir tekzip rücû' etmiş olmasın. Çünki آمَنَّا nın zahir inşaiyeti hasebiyle tekzip edilmekten men' olunma hali vardır. Belki tâ, nefy ve tekzib, آمَنَّا dan müstefad olan zımnî cümleye rucu' etsin. Zımnî cümle de şudur فَنَحْنُ مُؤْمِنُونَ (Bizler zaten iman etmişizdir.)

Ayrıca, وَمَاهُمْ بِمُؤْمِنِين yi ismî cümle ile zikretmesinde, onlardan imanın nefyi, yokluğu devamlı olduğuna delalet etmek içindir.

Son derece dakik bir nükte -Müellif-

[s37] Eğer desen: مَا-i nefy, cümlenin başında geldiği halde, neden devamlılığın nefyine delalet etmiyor?..

Cevaben sana denilir: Nefy, kesif ve katı olan harfin ma'nasıdır. Devamlılık ise, hafif olan heyetin (yani, ismî cümle heyetinin) ma'nası olur. Buna göre nefy işi, hüküme daha çok işleyen, nüfuz eden ve ona en yakın olan şeydir.

[s38] Eğer desen: وَمَاهُمْ بِمُؤْمِنِين deki مَا haberi üzerine بِ nin gelmesi nüktesi nedir, neye binaendir.?

Cevaben sana denilir: Bundaki ince nükte ise, tâ delalet etsin ki, onlar her ne kadar sureten iman etmiş olsalar da, hakikatte onlar imana ehil ve layık kişiler değildir.

Zira, مَا زَيْدٌ سَخِيًّا ile مَا زَيْدٌ بِسَخِىّ arasında fark vardır. Çünki bunların birincisinde; kişiliğinin havaîliğinden ötürü ma'nası şöyle: "Zeyd, ehli de olsa, kerimlerin nevinden de bulunsa, o bilfiil sahilik, cömertlik yapamaz."

Amma ikinci ibarenin ma'nası: "Zeyd, zatı itibarıyla bilfiil iyilik yapan bir kişi de olsa, semahata, âlicenablığa kabiliyetli değil, sahîlerin sınıfından da olamaz.

Önceki Risale: Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesiİşarat-ül İ'caz (Badıllı)Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması: Sonraki Risale

  1. Hazret-i Üstad olan Nur müellifinin İşarat-ül İ'caz Türkçe tercümesini yeni harfle ilk olarak tab' ve neşrettirirken, içindeki münafıklar bahsini çıkarttırıp neşrettirmemesi, bu hikmetten nâşî olabilir diye düşünüyoruz. -Mütercim-
  2. Haya etmediğin zaman, istediğini yap! Bu Hadis'in me'hazları için bak: R.N.K 2. baskı, sh: 812 Sıra No: 836 -Mütercim-