Hasan Feyzi Yüreğil

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Yazdırılabilir sürüm artık desteklenmiyor ve görüntü oluşturma hataları olabilir. Lütfen tarayıcı yer işaretlerinizi güncelleyin ve bunun yerine varsayılan tarayıcı yazdırma işlevini kullanın.

Hasan Feyzi Yüreğil Denizli'de Bediüzzaman'a talebe olmuş edib bir nur talebesi idi. 1943'te Üstad ve talebelerinin mahkeme için Denizli'ye geldiği duyulduğunda büyük bir alim gelmiş haberi şehre yayılır. Hasan Feyzi de Üstad'ı hapishaneden mahkemeye götürüp getirdikleri yolda durup her geçişlerinde selam verir. Melami tarikatı şeyhi iken vaktini tamamen Risale-i Nur hizmetine sarf etmiştir. Üstad onu "Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili" gibi vasıflarla anar. Risale-i Nur hakkındaki şiirleri çok tesirli, edibane ve içtendir. 1946 yılında Üstadı Emirdağ'da çok şiddetli şekilde zehirlediklerinde onun bedeline Hasan Feyzi Denizli'de vefat eder.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Denizli’nin Hüsrev’i

Doğum Yeri ve Tarihi: Yüreğil, Denizli, 1895[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Denizli, 1946[1]

Kabrinin Yeri: Denizli İlbade mezarlığı[1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

1943'te Üstad mahkeme için Denizli'ye geldiğinde tanır.

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Bediüzzaman ile Denizli hapishanesinden tahliye olduktan sonra görüşmüştür.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Denizli’nin bir Hüsrev’i Hasan Feyzi’nin uzunca, tafsilatlı bir mektubunu vasıtanızla aldım. Ve bildim ki nasıl bir dane, toprak altına konulur tâ çok daneleri sümbül versin, aynen öyle de şehit merhum Hâfız Ali o tarlada, toprak altına girdi, otuz kırk Hâfız Alileri sümbül verdi ve verecek kanaatim geldi.

...

Milaslı Halil İbrahim, hakikaten Risale-i Nur’un demir gibi metin ve sarsılmaz bir şakirdidir. O kasaba onunla iftihar etmeli. Hem o zatın hem Hasan Feyzi’nin haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zanları neticesinde yazdıkları parlak manzum iki parçayı; Risale-i Nur’a hitap ediyorlar ve benim ehemmiyetsiz şahsımı perde ve ârızî bir unvan olarak yapmışlar diye kabul ediyorum. Yoksa benim ne haddim var ki o meziyetlere sahip olayım. Hem ona hem Risale-i Nur’un avukatı Ahmed Feyzi’ye ve arkadaşlarına ve eski kahraman kardeşlerimizden Şefik’e çok selâm ve dua ediyoruz.


(Emirdağ Lahikası 1)


Bu defa şehit merhum Hâfız Ali’nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur’a karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi’nin edibane, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım

(Emirdağ Lahikası 1)


O (Bedîüzzaman), Nur’un hâdimidir. Eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekât ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bugün bir milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı Ömer’in (ra) dediği gibi: “Sırtıma fazla yük alırsam, nefs-i nâtıka-i kâinatın kalbi ve Allah’ın habibi Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım.” diyor. “Bütün eşya ve eflâki senin için yarattım habibim.” fermanına “Ben de senin için onların hepsini terk ve feda ettim.” diye verilen cevab-ı Hazret-i Risalet-penahî’ye ittiba ve imtisalen, o da dünya ve mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nâzeninini envar-ı Kur’aniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir.

İşte bunun için şimdi çektiği bütün zahmetler rahmet, yaptığı hizmetler hikmet olmuş. Celali yüzünden cemalini de gösterip âlem, bir gülzar-ı kemal bulmuştur.

“Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azap,

Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi.”

Niyazi-i Mısrî gibi diyen bu tercüman, her şeyi hoş görerek katreyi umman, âdemi insan ve nurunu âleme sultan eylemiştir.

Ona “Kürdî” denilmesi ve Kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali’de (ra) görülen يَا مُدْرِكًا kelimesinin hazf ve kalbiyle “Kürt” îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun manevî silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb’idini icab ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lakapla maruf ve meşhur olan bu zatın Risaletü’n-Nur’un tercümanı olduğunu sırf âleme ilan etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir. Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup hakiki hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mana ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum.

Âlem-i İslâmiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Şerifeyn’e asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk milletini onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mana ve mülahazalar olsa gerektir.

Âb-ı rûy-i Habib-i Ekrem için

Kerbelâ’da revan olan dem için

Şeb-i firkatte ağlayan göz için

Râh-ı aşkında sürünen yüz için

Risale-i Nur’a ve Üstada ve İslâm’a zafer ver yâ Rabbî! Âmin!

Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istikbali sönsün. İzzet ve ikbali ve şan ve şerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun.

Boyun bâlâ, gözün şehlâ, gören mecnun seni leyla

Sözün ferşte, gözün arşta, gönül meftun sana cânâ

Nikabın nur, nigâhın nur, kitabın nur senin ey nur

Bağın Nursî, huyun munis, özün İdris ferd-i yekta

Açılmış gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül

Yazılmış üstüne nurdan قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى

Sana canın feda etmez mi senden hem görenler hak

Sözün hak hem özün hak hem mesleğin hak hem makamın Kâbe-tül Ulyâ.

يُرٖيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Üstadım Efendim Hazretleri!

Ben, bu yazıları Risaletü’n-Nur’un eli ve kalemi ve dili ile bu hakir kalbime ondan sıçrayan küçük bir kıvılcım parçasıyla yazdım. Kabulünü ve imdat ve ilhamın kesilmemesini rica eder ve hürmetle ellerinizden öper ve dualarınızı beklerim efendim.

Duanıza muhtaç talebeniz Hasan Feyzi

(rahmetullahi aleyh)

(Emirdağ Lahikası 1)


Sâniyen: Denizli’nin Hüsrev’i Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur hakkında ve Risale-i Nur’un aslı ve esası ve madeni olan hakikat-i Kur’aniye ve sırr-ı iman ve nur-u Ahmedî tarifinde yazdığı manzum fıkrası, içinde tam bir samimiyet ve metin bir kanaat-i imaniye bulunduğundan hem her şeyi çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim, hususan muallim olduğu halde Risale-i Nur’un hakkaniyetini hem kendi namına hem etrafındaki rüfekasının şahs-ı manevîsi hesabına bir derece fevkalâde, hâlisane tarif etmesinden Sikke-i Tasdik-i Gaybî âhirinde, Lâhika’dan alınan parçaların sonunda yazılmasını hem ayrıca Lâhika’da da kaydedilmesini ve Halil İbrahim’in de son Risale-i Nur hakkındaki tavsifnamesini dahi bunun gibi Sikke-i Tasdik-i Gaybî’nin arkasında yazılmasını münasip gördük ve burada da öyle yaptık. Çünkü bu kadar kuvvetli ve samimi bir kanaat, Sikke-i Gaybî’deki îmalar nevinde hakkaniyetine bir îma, bir emare olabilir.

(Emirdağ Lahikası 1)


Sâniyen: Bu defa Hasan Feyzi’nin ve bir hafta evvel Halil İbrahim’in şahsıma karşı fevkalâde hüsn-ü zan ile mersiyeleri ve samimi ve hazîn vedanameleri, az ta’dil ile üç sebep için kabul edildi:

Birincisi: Onlar, şahsıma değil belki Kur’an ve imana ve Nurlara hâdimliğim ve o vazife-i kudsiyeye bakıp yazmışlar.

İkincisi: Onların ve onlar temsil ettikleri o civardaki hâlis kardeşlerimizin ve haddimin çok fevkindeki tarifatlarını, bir nevi samimi dua ve ulvi bir tefe’ül ve yüksek bir arzu-yu hayır ve istidatlarının ve itikadlarının ve Nurlara pek ciddi alâkalarının bir in’ikası olmasıdır.

Üçüncüsü: Ben onların nazarında Risale-i Nur ve şakirdlerdeki şahs-ı manevîsinin mümessili ve numunesi olmam cihetiyle, onların sebeb-i teşvikleri olan o hârika hüsn-ü zanlarını ve kuvve-i maneviyelerini kırmak, maslahat değildir. O ikisine ve arkadaşlarına hususan Ahmed Feyzi ve Denizli hapsindeki kardeşlerimize ve hakkımızda adalete çalışanlara binler selâm.

(Emirdağ Lahikası 1)


Kanaat-i kat’iyem geldi ki Hasan Feyzi, aynen şehit Hâfız Ali (rh) gibi benim musibetimin kısm-ı a’zamını kendine alıp manevî bir fedakârlık eylemiş. Hâfız Ali benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku, kuvvetli bir emaredir ki bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, manen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehirden, tesemmümden; onunki soğuktan gelmiştir.

(Emirdağ Lahikası 1)


Evvelen: لِكُلِّ مُصٖيبَةٍ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Risale-i Nur’un kahramanlarından ve Hâfız Ali’nin makamına geçen merhum Hasan Feyzi’nin vefatı; Denizli’ye, Risale-i Nur dairesine ve bu memlekete ve âlem-i İslâm’a büyük bir zayiattır. Fakat kendisi, pek samimi ve hâlis ve fevkalâde beyanatıyla ve dersleriyle, inşâallah kendi yerinde çok Hasan Feyzilerin yetişmesine bir zemin ihzar etmiş, sonra gitmiş. Aynen biraderzadem Abdurrahman gibi bir iki senede on sene kadar Nurlara kıymetli hizmet etti. Güya o da Abdurrahman da çabuk dünyadan gideceğiz diye on senelik vazifeyi bir iki senede gördüler.

Ben, merhum Hasan Feyzi’nin vefatını onun şahsı itibarıyla tebrik ediyorum ve Denizli’yi ve Nur dairesini ve bu memleketi cidden taziye ediyorum. Bu çeşit zülcenaheyn ve hakiki mü’min ve müdakkik bir âlim ve yüksek bir edib muallim ve tesirli bir vaiz ve müderrisi kaybettiği için büyük bir musibettir. Cenab-ı Hak, inşâallah Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahip ve nâşir çıkaracak. Bir tane toprak altına girer, vefat eder fakat yüz tane sümbülünde meydana geldiği gibi; rahmet-i İlahiyeden ümitvarız ki Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sümbül verecek. Çok Hasan Feyziler Nur dairesinde yetişecekler, vazifesini daha ziyade yapacaklar.

Sâniyen: Bu kahraman kardeşimizin, hayatta kaldığı gibi defter-i hasenatına her birimiz, manevî kazançlarımızı –umumda olduğu gibi hususi bir surette dahi– o kardeşimize hediye etmeliyiz. Ben kendim onu da Hâfız Ali, Hâfız Mehmed ve Savalı Ahmed ve Mehmed Zühdü’nün beşincisi olarak evliya-i azîmenin has dairesinde manevî kazançlarımı ona da bağışlamaya karar verdim.

O zatın ağır şerait altında Nurların intişarına büyük hizmetler eden Nur hakkındaki fıkraları, Lâhika’da olduğu gibi münasip gördüğünüz bazı mecmuaların âhirine de o tesirli mektuplarının birer tanesini ilhak ediniz. Nasıl ki Asâ-yı Musa ve Zülfikar’da yazılıyor tâ onun o canlı fıkraları, onun bedeline Nurlara hizmet etsin.

Hem benim bedelime onun küçücük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki akrabasına ve Denizli ve civarındaki büyük medrese-i Nuriyedeki refiklerine ve talebelerine ve Nur şakirdlerine taziyemizi tebliğ edip deyiniz ki: Ben bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım.

Hem size bundan evvel yazdığım mektuptaki şiddetli hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk etti ki o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başlamış. Hattâ o tesir, ihtiyarımı selbetmişti. Öleceğim diye hizmetçiye vasiyetimi söyledim. Demek ikinci bir ruhum hükmünde, Hasan Feyzi benim bedelime ölmüş ve ölüyor. Hattâ onun vefat mektubu, bütün bütün âdetime muhalif bir buçuk saat elimde iken açamıyordum. Her ne ise…

Bütün bu elîm acılara mukabil, inayet-i İlahiye imdada geldi hem kendimi hem onu hem Nurcuları mesrurane ruh u canımızla taziye içinde tebrik ettim. Bin bârekellah ve binler rahmetullah dedim, terhisini alkışladım.

Sâlisen: Merhum Hasan Feyzi’nin berzaha gitmesi ve vazifesi münhal kalması ve mekteplileri Nurlara sevk eden yüksek muallimlik ve mektep fünununda mütefenninlik sıfatları, çok mekteplilere bir parlak numune-i iktida olması cihetini teessüfle düşünürken; birden aynı sistemde hem muallim hem iki mahdumuyla Nurcu hem Hasan namında hem bu iki Hasanlar gibi müstesna ve fedakâr bir muallim olan Ahmed Fuad’ı Nur dairesine girmeye vesile bulunan Dadaylı Hâfız Hasan’ın üç seneden beri hiç mektubunu almadığım ve halini ve Nurlara devamını bilemediğim halde, bir mektubunu aldım. Dedim: Bir muallim Hasan gitti, yerine bir muallim Hasan ve çok fedakâr diğer bir muallim Ahmed geldi.

Aynı vakitte, hacca gidip yeni gelen Bolvadinli bir Hasan yanıma geldi. Nur dairesine girdi, risaleleri aldı, tenevvür etmeye başladı.

Üç dört saat sonra, Emirdağı’nın bir Hüsrev’i ve Feyzi’si, çok hayırlı olan tabip Hayri yanıma geldi. Dedi: “Buranın ehemmiyetli bir mektep muallimi Abdurrahman, bu muallim aynen Feyzi kadar Nur’a hizmet etti, Nurlara talebe olmak istiyor. Kabul etseniz Asâ-yı Musa’yı vereceğiz.” Dedim: Veriniz.

Hem o merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden kardeşimiz Mustafa Osman’ın o günde gelen mektubunu gördüm ki Kastamonu Lisesini kısmen bir cihette şereflendiren ve şimdi dârülfünunu nurlandırmaya çalışan mektepli Mustafa, Nur makinesi münasebetiyle Nurlara zarar gelmemek için matbuat kanununu hatırlatıp ihtiyatkârane muhaberesinden bahsediyor. (Hâşiye[2])

Ben dedim: Hadsiz şükür olsun ki bir muallim terhis edildi, onun bedeline iki Hasan ve iki Mustafa ve üç muallim ve bir çalışkan müteallim, vazifeleri içinde Denizli kahramanının vazifesini görüyorlar. İşte bu hal işaret eder ki: Nasıl Hâfız Ali gitti, Denizli onun yerine geldi, acısını unutturdu; öyle de bir Hasan Feyzi gitti, yerine bir dârülfünun gelecek, inşâallah acısını unutturacak.

Umum kardeşlerime selâm…

(Emirdağ Lahikası 1)


Muhterem efendim!

Mesmuatıma nazaran, Denizli’de bundan yetmiş seksen sene evvel büyük bir evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine: “Bugün Kürdistan’da bir evliya dünyaya geldi.” diye beşarette bulunmakla zat-ı devletlerini işaret buyurmuş. Ba’dehu Denizli’ye başka başka perdelerle teşrifiniz, o zatın ruhunu şâd u i’zaz için olduğunu telakki etmiştim. Ve az zaman sonra aynı isimde müteveffa Hasan Feyzi Efendi’nin Risale-i Nur’a hürmetle birinci Hasan Feyzi’ye imtisalen istikbal etmesi ve Nurlara taaşşukla idhal-i envar olması, bu kanaatimi kat kat ziyadeleştirdi. Şimdi de düşündüm: Birinci Hasan Feyzi’nin vefatından sonra “Said” yetişti ve namına baktığı ikinci Hasan Feyzi de vazifesini yaptı ve nurlara gark olarak ve yerine bırakacağı çok Hasan Feyzileri de vazife başına davet edip hayata veda etti.

Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’den tazarru ve niyaz eylerim ki Risale-i Nur’a ve Üstadımıza bu Hasan Feyzi’nin acısını unutturacak daha çok Hasan Feyziler ihsan buyursun ve onların başlarında Üstadımızı mesud ve bahtiyar ve muammer buyurmasını onun derya-i rahmetinden, fazlından, inayetinden ve ihsanından, ikramından, in’amından, eltafından ümitvar olup görmekliğimizi tazarru ve niyaz eylerim.

Günahkâr, âciz, kusurlu talebeniz Halil İbrahim

(rahmetullahi aleyhi ve alâ Hasan Feyzi)

(Emirdağ Lahikası 1)


Mekteb-i fünunda ve ulûm-u İslâmiyede gayet müdakkik ve kıdemli muallimlerden Hasan Feyzi’nin bir şiiri==

HAZRETİNİZE BURADAN AYRILIRKEN SÖYLEMİŞTİM

Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak

Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak

Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm

Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak

Yine göç var diye mecnuna haber verme sakın

Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak

Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek

Kapanıp Kâbe-i irfan, yine viran olacak

Haber aldım ki yarın yâd olacakmış bize yâr

Ne büyük yâre ki kimler buna derman olacak

Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim

İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak

O şifa-bahş olan envarını sen çeksen eğer

Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak

O temiz pâk nefesin, âb-ı hayatı bu çölün

Onu dûr etme ki her fert ona reyyan olacak

Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer

Küçücük zerre de olsa meh-i tâbân olacak

O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim

Bu küçük kalb-i hazînim yine handan olacak

Bab-ı feyzinden ırak olmayı aslâ çekemem

Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak

Nazarın erse garib başıma ey nur-u Hudâ

Bugün artık bu hakir bendede umman olacak

Bu anâsır, yüzüne her ne kadar çekse hicab

Yine haksın, buna şahit yine Kur’an olacak

Kab-ı Kavseyn’den alıp dersimi bildim ki ayân

O güzel Nur-u Bedî’, manevî sultan olacak

Sakınıp Feyzi-i bîçareye bahis açma bugün

Yeni baştan yine şeyda, yine giryan olacak.

Bîçare Talebeniz

Hasan Feyzi

(Tarihçe-i Hayat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

"Hazretlerinize Buradan Ayrılık Söylemiştim" başıklı manzumesinde geçen Bediüzzaman'ı uğurlayıp ayrıldığı Goncalı tren istasyonu

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 1,3 Isparta kahramanları, Himmet Koçoğlu
  2. Komünistliği, dinsizliği, anarşistliğin esaslarını neşreden bazı ceridelere matbuat kanunları ilişmediği halde, bu vatan ve milletin temel taşını muhafazaya pek tesirli bir surette hizmet eden Zülfikar ve Asâ-yı Musa mecmualarının makinelerine nasıl ilişebilir ve neden ilişirler? Hakikaten hayret ediyorum.