Celaleddin-i Suyuti

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Yazdırılabilir sürüm artık desteklenmiyor ve görüntü oluşturma hataları olabilir. Lütfen tarayıcı yer işaretlerinizi güncelleyin ve bunun yerine varsayılan tarayıcı yazdırma işlevini kullanın.

Celaleddin-i Suyuti ya da Süyûtî tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı âlimi olup uyanık iken çok defa sohbet-i nebeviyeye mazhar olan bir velidir. İbn Hacer el-Askalânî’den hemen sonraki dönemde hadis ilmini temsil eden birkaç önemli şahsiyetten biridir. Hac yolculuğu dışında Mısır’dan hiç ayrılmamıştır. Birçok tarikattan icâzet alıp hırka giyen Süyûtî tasavvufta Ehl-i sünnet’in yolundan ayrılmamıştır. Henüz otuz yaşına gelmeden eserleri Hindistan’tan Afrika’ya, Hicaz’dan Anadolu’ya ulaşacak kadar meşhur olmuştur.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Hudayrî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî eş-Şâfiî

Doğum Yeri ve Tarihi: Kahire, 1 Receb 849 (3 Ekim 1445)[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Ravza adası, Nil, Mısır, 19 Cemâziyelevvel 911 (18 Ekim 1505)[1]

Kabrinin Yeri: Babülkarafe, Mısır (Asyût’ta Süyûtî’ye nisbet edilen kabir muhtemelen dedesi Hümâmüddin’e aittir)

Eserleri[değiştir]

300 ila 500 eser telif etmiştir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hattâ Celaleddin-i Süyûtî gibi uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (asm) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahabeye yetişemiyorlar.

(Sözler, 27. Söz, Zeyl, 1. Hikmet)


Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm temessül edip yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyûtî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadîs-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler.

(Mektubat, 19. Mektup, 7. İşaret)


Beşinci çocuk: Âlem-i yakazada Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmla mükerrer surette müşerref olan Celaleddin-i Süyûtî ve asrın imamı, tahric ve tashih ile Mübarekü’l-Yemame ismiyle meşhur bir zatı, daha yeni dünyaya geldiği vakit, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına getirmişler. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona müteveccih olmuş. Çocuk tekellüme başlamış اَشْهَدُ اَنَّكَ رَسُولُ اللّٰهِ demiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm “Bârekellah” demiş. Çocuk ondan sonra büyüyünceye kadar daha konuşmamış. O çocuk, bu mu’cize-i Ahmediyeye ve “Bârekellah” dua-yı Nebevîsine mazhar olduğundan “Mübarekü’l-Yemame” ismiyle şöhret bulmuş.

(Mektubat, 19. Mektup, 13. İşaret, 8. Misal)


O şüpheli zatın, her ismin bir mertebe-i a’zamı olduğunu tezyif etmek niyetiyle mutasavvıfe-i mütefelsife fikridir demiş. Halbuki başta İmam-ı A’zam, İmam-ı Gazalî, Celaleddin-i Süyûtî, İmam-ı Rabbanî, Şah-ı Geylanî gibi sıddıkîn-i muhakkikîn, ism-i a’zamı ayrı ayrı görmüşler. İmam-ı A’zam demiş: “El-Adl, El-Hakem ism-i a’zamdır.” ve hâkeza. Her ne ise… Bu mesele bu kadar yeter.

(Barla Lahikası)


Aynen bu misal gibi: Bir peygamber, güneş gibi hakiki makamında iken o ispirtizmanın veyahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. Eğer konuşsa yüz derece muhalif olur. İspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o manevî güneşin kudsî mahiyetine hiçbir cihetle kıyas olamaz. Çünkü esfel-i safilîndeki bir cam parçası, manen a’lâ-yı illiyyînde olan o manevî güneşin hakikatini yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da hürmetsizlikten başka bir şey değildir. Ancak onun makamına karib olmak için Celaleddin-i Süyûtî ve bir kısım evliyalar gibi seyr ü sülûk ile terakki ederek o manevî güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nur’un ispat ettiği gibi Peygamber’in velayetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidatları derecesinde olur.

Fakat nübüvvet hakikati, velayetten ne derece yüksek ise ispirtizma vasıtasıyla veyahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi hiçbir cihette hakiki Peygamberle muhabereye yetişemeyeceğinden yeni ahkâm-ı şer’iyeye medar-ı ahkâm olamaz.

Evet, dinden gelmeyen belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da hem hilaf-ı hakikat hem hilaf-ı edep bir harekettir. Çünkü a’lâ-yı illiyyînde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilîn hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek, tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdeta bir padişahı, kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki Celaleddin-i Süyûtî, Celaleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbanî gibi zatların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zatlara yanaşmak ve istifade etmektir.

(Emirdağ Lahikası 2)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 İslam Ansiklopedisi, Celaleddin-i Suyuti maddesi