Ahmed Galib Keskin

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
19.39, 23 Ağustos 2021 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 20435 numaralı sürüm

Muallim Ahmed Galib Keskin Bediüzzaman Barla'ya geldiğinde öğretmenlik yapmaktaydı ve her iki eliyle de yazı yazabilme kabiliyetiyle Risale-i Nur'un tebyizinde çok hizmetleri olmuştur. Fransızca, Farsça, Arapça ve Kürtçe de bilen Ahmed Galib aynı zamanda hattat ve şair bir zattır. Bediüzzaman için bazı levhalar yazmıştır. Risale-i Nur'da Türkçe, Arapça ve Farsça manzumeleri vardır. [1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Ahmed Galib Kesgin

Doğum Yeri ve Tarihi: Ahlat, 8 Mart 1900[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: 14 Şubat 1940[1]

Kabrinin Yeri: Konya Musalla Mezarlığı[1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Bediüzzaman Barla'ya geldiğinde ziyaretine gidenlerden biridir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Sözler'in Tebyizinde Kıymettar Hizmeti Sebkat Eden Muallim Ahmed Galib'in Fıkrasıdır

“Elde Kur’an gibi bürhan-ı hakikat varken

Münkiri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?”

Sözün özdür ey can, tekellüf değil

Ledün ilminin zübde-i pâkidir

Bu, sümme’t-tedarik tasannuf değil

Bu bir hikmet-i nur-u irfandır

Ki ehva ve lağv ve tefelsüf değil

Müzekkî-i nefis ve musaffi-i ruh

Mürebbi-i dildir, tasavvuf değil

O Sözler bütün marifet şemsidir

Sözüm doğrudur, bir teellüf değil

İçin nurudur, lafza akseylemiş

Bir iki satırda teradüf değil

Mutabık lafızlar birbirine

Bu aslâ tasannu, tesadüf değil

Dizilmiş nizamla bütün harfleri

Tevafuktur, aslâ tehalüf değil

Bu bir cilve-i sırr-ı i’cazdır

Ki Kur’an’dandır, tecevvüf değil

Bu hüsn-ü tesadüf güzeldir güzel

Bu babda ne dense tezauf değil

Said-i Bedîüzzaman-ı Nursî

Beyanı bedî’dir, taattuf değil

Teselliye ermemiş elinde kalem

Eder arz-ı dîdar, taharrüf değil

İsabet buna savb-ı Hak’tan gelir

Bu kasdî değildir, tasarruf değil

Bunu görmeyen bed nazarlar için

Telehhüf derim ben, teessüf değil

Ki var manevî hayretim galiben

Beyanım bu yolda tazarruf değil

Tevafuk, sözünde ona çok mudur

Tefevvuk, onun için teşerrüf değil

Çok işte Hak onu muvaffak ede

Tevafuk, makam-ı tevakkuf değil!

Ahmed Galib

(Rahmetullahi aleyh)

Merhum Binbaşı Âsım Bey'in Fıkrasıdır

Kasem ederim, doğrudur sözü özüyle beraber

Bu hakikati kabul ve tasdik etmeyen bed-mâyeler

Kalır dalalet ve vâdi-i hüsranda nice seneler

Bunları irşad edip kurtarmaktır hüner

Hidayet erişse eğer, o vakit boyun eğer

Cümlenin ıslahını niyaz edip Hâlık’a yalvaralım

Hep envar-ı Kur’aniye olan Sözler’i okuyup anlatalım

Bu yolda bizler de feyz alıp dilşâd olalım

Fenayı bekaya tebdilde rıza-yı Bâri’ye kavuşalım

Sad-hezar tahsine lâyık bîbaha fıkra-i Galib

Bu hakikatleri söylemekle olur şüphesiz galip.

Binbaşı Âsım

(Rahmetullahi aleyh)

(Mektubat, 28. Mektup, 7. Mesele)


On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde; bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur’an tevafuk suretinde bulunduğu halde birbirine hat çektik, mecmuunda Muhammed lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur’an tevafukla beraber, mecmuunda lafzullah çıktı. Tevafukatta böyle bedî’ şeyler çok var.

Bu hâşiyenin mealini gözümüzle gördük.

Bekir, Tevfik, Süleyman, Galib, Said

(Mektubat, 28. Mektup, 7. Meselenin Hatimesi, Haşiye)


Muallim Galib’dir (rh). Evet bu zat, sadıkane ve takdirkârane, risalelerin tebyizinde çok hizmet etti ve hiçbir müşkülat karşısında zaaf göstermedi. Ekser günlerde geliyordu, kemal-i şevk ile dinliyordu ve istinsah ediyordu. Sonra kendine, otuz lira ücret mukabilinde umum Sözler’i ve Mektubat’ı yazdırdı. Onun maksadı, memleketinde neşretmek ve hem hemşehrilerini tenvir etmek idi. Sonra bazı düşünceler neticesinde risaleleri tasavvur ettiği gibi neşretmedi, sandığa bıraktı. Birden elîm bir hâdise yüzünden bir sene gam ve gussa çekti. Risalelerin neşri ile ona adâvet edecek resmî birkaç düşmanlara bedel, zalim insafsız çok düşmanları buldu; bir kısım dostlarını kaybetti.

(Lem'alar, 10. Lem'a, 12. Tokat)


Hâtimedeki Ahmed Galib Bey’in fıkrası hoştur. Bu fıkranın Hazret-i Kur’an’a ve mahzen-i esrar-ı İlahiyenin bir nevi nurlu reşehatı ve lemaatı olan Sözler’e nisbeti, güzelliğini artırmıştır. Allah bu gibi kardeşlerimizin adedini çok artırsın. Ve cümlesini, bu meyanda bu fakir-i pür-taksiri de muvaffakun bi’l-hayr buyursun, âmin!

...

Hulusi

(Barla Lahikası)


Ahmed Galib’in Sözler hakkında bir fıkrasıdır

Âdem-i ilm-i hakikattir sözün,

Tercüman-ı kenz-i vahdettir sözün.

Hazret-i Hak’tan atâ-yı mahzdır,

Neş’e-i Şît-i hüviyettir sözün.

Ders-i hikmetten bütün ulvi beyan,

Misl-i İdris, pür-hikmettir sözün.

Mevc-i tufan-ı dalaletten siper,

Keştî-i Nuh-u selâmettir sözün.

Sarsar-ı ilhaddan inkaz eden,

Şule-i Hûd-u hidayettir sözün.

Tezkiyet-bahş-ı kulûb-ü mü’minîn,

Salihdar-ı emanettir sözün.

Vahdetin esrarını ilan eden,

Ol Halil-veş asl-ı millettir sözün.

Bahş-ı zemzem eyler, ehl-i hayrata,

İsmail-i feyz-i hürmettir sözün.

Mahz-ı tahkiktir, hayalattan alâ,

Sırr-ı İshak-ı hakikattir sözün.

Zümre-i Tağut’u hep berbat eder,

Lût gibi rükn-ü salabettir sözün.

Hep kelâmullah-ı nâtık şerhidir.

Kenz-i i’caz-ı risalettir sözün.

Din-i hakkın neşr ü tamimi için

Fazl-ı İsrail-i kudrettir sözün.

Hak cemaliyle kemalin gösteren,

Hüsn-ü Yusuf’tan işarettir sözün.

Yokluk içre, varlığa kaim olan,

Sabr-ı Eyyüb-ü metanettir sözün.

Mülhid firavunları gark eyleyen,

Tûr-u Musa-i şeriattır sözün.

Serteser mizan-ı hikmetle rasîn,

Çün Şuayb-ı emn ü adalettir sözün.

Ehl-i idlâli eden zîr ü zeber,

Sanki Harun-u fesahattir sözün.

Asker-i Calut-u küfrü mahveder,

Savt-ı Davud-u hilafettir sözün.

Marifet-i takva ve hikmet mülküne,

Bir Süleyman-ı emarettir sözün.

Hasılı dertlilere derman eder,

Dest-i Lokman-ı hazakattir sözün.

Ba’s-ü ba’de’l-mevte kaim hüccetin,

Çün Üzeyr mazhariyettir sözün.

Söz değil, özdür bütün tibyanınız,

Vech-i Hakka hep işarettir sözün.

Lübb-ü lüb marifettir mâhasal,

Yüz yüze hakka itaattir sözün.

Ehl-i şevke âb-ı hayat bahşeden,

Hıdr-ı bahreyn-i velayettir sözün.

Bâr-ı sıkletten ukûlü kurtaran,

Nur-u İlyas-ı riyazettir sözün.

Kulluğun efdalini izhar eden,

Zülkifl-i ibadettir sözün.

Set çeker kâfir olan ye’cüclere,

Çünkü Zülkarneyn-i kudrettir sözün.

Sırr-ı tesbihatı telkin eyleyen,

Misl-i Yunus gavvas-ı hakikattir sözün.

Rahmet-i Rahman’ı hep tezkâr eder,

Hamd-i Zekeriyya-yı rahmettir sözün.

Tâb ile şerh-i kitab-ı Hak eder,

İlm-i Yahya-i verasettir sözün.

Mürdeyi ihya, körü bînâ eder,

Nefha-i İsa-yı fıtrattır sözün.

Müjde-peyma-yı kulûb-ü ehl-i hak,

Mâhî-i târîk-i fetrettir sözün.

Ahmed’in mi’racını eyler beyan,

Şerh-i ahkâm-ı nübüvvettir sözün.

Hak Teâlâ daima pür-nur ede,

Çünkü irfan-ı saadettir sözün.

Şan-ı Üstadda ne dersen Galiba,

Az ki bir îma-yı hayrettir sözün.

Ahmed Galib

Ahmed Galib’in Sözler hakkındaki Arabî fıkrasıdır

مُقٖيمُ السُّنَّةِ بِالْاِجْتِهَادِ ۞ قِوَامُ الدّٖينِ فٖى يَوْمِ الْفَسَادِ

سَلَلْتَ السَّيْفَ عَلَى الَّذٖينَ ضَلُّوا ۞ عَنِ الْحَقِّ وَ هُمْ اَهْلُ الْعِنَادِ

بَيَانُكَ كَانَ صَمْصَامًا شَدٖيدًا ۞ عَلٰى اَهْلِ الضَّلَالَةِ وَ الْاِرْتِدَادِ

وَ نَادَيْتَ الْجَوَانِبَ هَلْ اَجَابُوا ۞ اِلٰى نَهْجِ الْحَقٖيقَةِ وَ السَّدَادِ

اَجَابَ اَهْلُ قَلْبٍ طَائِعٖينَ ۞ وَ تَهْتَزُّ الْقُلُوبُ بِالْوَدَادِ

لَاَنْتَ دَعَوْتَهُمْ سِرًّا وَ جَهْرًا ۞ لَقَدْ جَاؤُكَ مِنْ اَقْصَى الْبِلَادِ

فَمَا اسْتَغْنَوْا عَنِ الْاٰيَاتِ طُرًّا ۞ لِاَنَّهُمْ اَتَوْكَ بِاِعْتِمَادٍ

رَاَوْ فٖى نُطْقِكُمْ نُورًا جَلِيًّا ۞ فَيَوْمًا بَعْدَ يَوْمٍ مُسْتَزَادٌ

فَتَحْتَ عَلَيْهِمْ اَبْوَابًا كَثٖيرًا ۞ مِنْ اَقْسَامِ الْعُلُومِ بِالرَّشَادِ

جَزَاكَ اللّٰهُ مِنْ خَيْرٍ كَثٖيرٍ ۞ وَ اَعْطَاكَ الصَّفَا فٖى كُلِّ وَادٍ

وَ يَحْفَظُ قَلْبَكُمْ مِنْ كُلِّ هَمٍّ ۞ وَ اٰثَارَكَ مِنْ طَوْرِ الْكَسَادِ

يُرَوِّجُ نُطْقَكُمْ فٖى سُوقِ حِكْمَةٍ ۞ بِاَنْوَارٍ اِلٰى يَوْمِ التَّنَادِ

اَلَا لَا تَرْتَعِبْ عَنْ دَعْوَةِ النَّاسِ ۞ فَبَشِّرْ قَلْبَهُمْ وَ اللّٰهُ هَادٖى

(Barla Lahikası)


Cümlesine ale’l-husus isimleri zikrolunan Galib, Hüsrev, Hâfız Ali, Süleyman Efendilere ve Nurların başkâtibi Şamlı Hâfız Tevfik, hasta olduğundan müteessir olduğum ve inşâallah iade-i âfiyet etmiş olan Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye ve sair mukarreblere selâm ve dualar ederim.

Hulusi

(Barla Lahikası)


Galib’in Farisî fıkrası. Keramat-ı Gavsiye münasebetiyle yazmış

كٖيسْتَمْ مَنْ چُو يَكٖى عَاجِز و بٖى تَاب و زَبُونْ § دِلْ حَزٖينْ سٖينَه پُرْ اٰلَام و سَرَمْ مَسْتِ جُنُونْ

اَزْ غَمِ فِرْقَتِ دِلْدَارْ بَسٖى پُويَنْدَمْ § كَسْ نَمٖى بُودْ دِلِ زَارِ مَرَا رَاهْنُمُونْ

سَالْهَا دَرْ اَلَمِ هَجْرْ پَرٖيشَانْ بُودَمْ § نَه يَكٖى يَارِ مُوَافِقْ نَه يَكٖى جَامِ سُكُونْ

رَاهِ بِهْبُودِئِ مَنْ گُمْ شُدَه بُودْ اٰنْ بَاٰنْ § دَرْ سَرَمْ شَوْقِ جُنُونْ بُودْ شَب و رُوزْ فُزُونْ

عَاقِبَتْ دَسْتِ قَضَا هَادِئِ بِهْبُودَمْ شُدْ § هِمَّتِ زُمْرَۀِ مَرْدَانِ خُدَا جِلْوَه نُمُونْ

چِه نَوَازِشْ كِه : دِلَمْ يَافْتَه دَرْ سَايَۀِ پٖيرْ § شُدَمْ اَلْحَاصِلْ اَزْ دَوْلَت و لُطْفَشْ مَاْمُونْ

بَخْتِ نَاسَازِ مَرَا سَازِئِ اِقْبَالْ رَسٖيدْ § دِلِ بٖيچَارَۀِ مَنْ شُدْ زِفُيُوضَشْ مَمْنُونْ

نٖيسْتْ عَجَبْ خَاكِ سِيَهْ لَعْل شَوَدْ دَرْ پٖيشَشْ § نُورِ حَقَّسْتْ هَمَانْ اٖينْ نَه فِسَانَه نَه فُسُونْ

دَرْ زَمٖينِ اَهْلِ حَقْ اَنْوَارِ تَجَلَّاىِ خُدَاسْتْ § پٖيشِشَانْ مَاضٖى و اٰتٖى هَمَه يَكْ نُقْطَۀِ نُونْ

اٰنْچِه مَاضٖيسْتْ بِخٰوانَنْد بَدِلْ هَمْچُو كِتَابْ § حَال و اٰتٖى هَمَه يَكْ شٖيوَه شَوَدْ كُفّ و كُمُونْ

دِلِ شَانْ اٰيٖينَۀِ اٰيَتِ لَوْحِ مَحْفُوظْ § زَانْ سَبَبْ نِهَانْ اَزْدِلِ شَانْ كُنْ فَيَكُونْ

اٰنْچِه دٖيدَنْد و بِگُويَنْدْ خُدَا اٰمُوزَدْ § اٰلَت و قُدْرَتِ حَقَّنْدْ مُكَمَّلْ مَوْزُونْ

هَانْ دَرْ نُسْخَۀِ تَوْرَاتْ ثَنَاىِ مَحْمُودْ § هَانْ دَرْ لَوْحِ زَبُورْ وَصْفِ مَسٖيحَا اَفْزُونْ

وَصْفِ اَصْحَابِ مُحَمَّدْ هَمَه دَرْ اِنْجٖيلَسْتْ § اٖينْ چِه بٖينِشْ هَمَه اَزْ وَحْىِ خُدَاىِ بٖيچُونْ

بَازْ دَرْ اَهْلِ وَلَايَتْ تُو بٖينٖى اٖينْ رَازْ § دَادَه اَزْ خَبَرِ اٰتٖى پَيَامِ مَقْرُونْ

خَبَرِ گُلْشَنٖى مٖى دَادْ جَلَالِ رُومٖى § شَيْخِ اَكْبَرْ خَبَرِ مِصْرٖى دِهَدْ اَمْرِ يَكُونْ

اَحْمَدِ جَامْ دِهَدْ اَزْ اَحْمَدِ فَارُوقٖى خَبَرْ § مَنْ كُدَامَشْ بِشُمَارَمْ كِه زِاَعْدَادْ فُزُونْ

هَرْ يَكٖى گُفْتَه خَبَرْ رَمْز و اِشَارَتْ كَرْدَنْدْ § پٖيشِيَانْ اَزْ پَسِيَانْ دَادَه نِشَانِ سَيَكُونْ

بَاخُصُوصْ مَرْدِ خُدَا حَضْرَتِ عَبْدُ الْقَادِرْ § غَوْثِ اَعْظَمْ قُطْبِ دَائِرَۀِ كُنْ فَيَكُونْ

پَسْ اِشَارَتْ دِهَدْ اَزْحَالَتِ اٰتِىِ جِهَانْ § هَرْ چِه دٖيدَسْتْ بِگُفْتَسْتْ بَيَانِ مَسْنُونْ

گُفْت دَرْ نَظْمِ تَجَلّٰى كِه شَوَمْ حِرْزِ مُرٖيدْ § اَزْشَرّ و فِتْنَه نِگَهْبَانِ مُرٖيدَمْ مَاْمُونْ

كَرْدَه اَزْ فِتْنَۀِ جَنگٖيز و هُلَاگُو اِخْبَارْ § بِنْگَرَدْ لٖيكْ رُمُوزِ سُخَنَشْ تَا بِكُنُونْ

خَبَرِ فِتْنَۀِ اٖينْ دَوْرِ زِنُطْقَشْ پَيْدَا § يَافْتَه اَزْ رَمْزِ اُو اَرْبَابِ يَقٖينْ سَرْ فُزُونْ

فِتْنَۀِ دَوْرِ كُنُونْ چُونْكِه زِحَدْ اَفْزُونَسْتْ § زِشِرَارِ شَرّ و فِتْنَه شُدَه جَيْحُونِ هَامُونْ

اَهْلِ دَانِشْ هَمَه سَرْ جَيْبِ قَبَا مٖيكَرْدَنْدْ § عَرْصَۀِ دٖينْ زِمَرْدَانْ شُدَه خَالٖى مَشْحُونْ

دٖيدَۀِ دَهْرْ نَدٖيدَسْتْ بَدٖينْ دَغْدَغَه هٖيچْ § مٖى رَوَدْ رُودِ فِرَاتْ خَلْق هَمَه تَشْنَه نُمُونْ

دَرْ هَمَه هٖيچْ عَصْر فِتْنَۀِ اٖينْ دَوْر نَبُودْ § اَكْثَرِ خَلْق شُدَه حَالِ زَمَانْرَا مَفْتُونْ

مُلْحِدَانْ رُوزُ شَبْ اٖيجَادِ فِتَنْ مٖى كَرْدَنْدْ § زَهْرِ خَنْد نَكُنَدْ بَلْكِه بِگِرْيَدْ مَجْنُونْ

بَرْ بَدٖينْ فِتْنَه و شَرْ حَضْرَتِ اُسْتَادِ سَعٖيدْ § جَبْهَه بِگِرِفْتْ خُوشَا مَرْدِ سَعَادَتْمَقْرُونْ

تٖيغِ سَرْ تٖيزْ شُدَه دَرْ كَفِ اُو چُونْكِه قَلَمْ § كِلْكِ اُو زُمْرَۀِ اِلْحَادْ هَمَه كَرْدَه زَبُونْ

هَيْبَتِ دٖينْ زِگُفْتَارِ خُوشَشْ پَيْدَا شُدْ § هَرْكِه اٖينْ نُورْ نَبٖينَدْ شَوَدْ اِذْعَانَشْ دُونْ

كِلْكِ اُسْتَادْ اَزْ لَدُنْ بَسْطِ حَقَائِقْ مٖيكَرْدْ § تَا اَبَدْ اَزْ فَيْضِ عَيَانَشْ هَمَه جَانْ نُورِ عُيُونْ

بِفَرْمُودْ مَگَرْ حَضْرَتِ غَوْثْ § دَرْحَقِّ حَضْرَتِ اُسْتَادْ شَوَدْ اَصْلِ مُتُونْ ( لَا تَخَفْ قُلْهُ )

حَبَّذَا رَمْزِ كِه گُفْتْ حَضْرَتِ عَبْدُ الْقَادِرْ § نِعْمَ ذَا نُطْقِ كِه كَرْدَسْتْ سَعٖيدْ سَعْدِ نُمُونْ

اٰنْ كِه دٖيدَسْتْ پَسَنْدَسْت بَيَانْ مٖى كَرْدَسْتْ § حَقْ پَسَنْدَسْت شَوَدْ تَشْنَۀِ فَيْضَشْ اَفْزُونْ

بَعْد زٖينْ غَالِبِ بٖيچَارَه دُعَا مٖى گُويٖيمْ § بَادْ رَاضٖى زِسَعٖيدْ ذَاتِ خُدَاىِ بٖيچُونْ

هِمَّتَشْ عَالٖى و فَيْضَشْ هَمَه اَعْلَا بَادَا § بِدِهَدْ حَضْرَتِ حَقْ نَشْئَۀِ غَيْرِ مَمْنُونْ

تَا فَلَكْ دَائِر و اٖينْ اَرْضْ هَمٖى شُدْ سَائِرْ § عَظَّمَ اللهُ لَهُ الْاَجْرَ وَ قَرَّتْهُ عُيُونْ

غَالِبْ

(Barla Lahikası)


Sâniyen: Bu defa bize yazdığın Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) Risalesi çok hârika düşmüş. Kim ona bakıyor, bir zevk-i hakiki hisseder. Demek oluyor ki manevî hâlis samimi hisler, maddî nakışlar suretinde kendini hissettiriyor. Bu sırra ben muttali olduğum vakit, kardeşim Galib dahi aynı hisse iştirak etti. Evet, bunun altında manevî tebessüm var diye senin hattını kendi hattına tercihle mukabele etti.

...

Kardeşimiz Ali Efendi’ye dahi çok selâm ve dua ediyorum. İnşâallah tam Hüsrev’e lâyık bir kardeş oluyor. Sair kardeşlere seni tevkil ediyorum, selâm ve dua ediyorum. Bu eyyam-ı mübarekede bana dua etsinler. Galib der: “Hüsrev’le manevî bir irtibat hissediyorum.” Çok selâm ediyor. Ve bilhassa saatçi Lütfü Efendi’ye pek çok selâm ve dua ederim. Cenab-ı Hak ona, o bana yazdığı Pencere Risalesi’nin hurufu adedince ruhuna rahmet, kalbine nur, aklına hakikat, malına bereket ihsan eylesin, âmin âmin âmin! Maksadım, ona o risaleyi yazdırmak, onu has talebeler dairesine idhal etmekti. Yoksa ona o zahmeti vermezdim.

(Barla Lahikası)


Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Dördüncü Kısmı hem uzundur hem bir tek nüshadır. Bu defa gönderemedim. O kısım doğrudan doğruya i’caz-ı Kur’an’ın bir âyinesidir ve çok da mühimdir. Otuz sekiz sahifedir. Başta Sabri, Süleyman, Hüsrev, Bekir, Tevfik, Galib sizlere selâm ederler.

(Barla Lahikası)


İşte kendi hattıma mukabil, sana iki nükte söyledim. İnşâallah başka bir vakit senin hatırın için büyük zahmet çekip birkaç satır yazacağım. Galib Bey’in iki eli var; sağ elini bana vermiş, benim hesabıma yazıyor, sol eli de kendine kalmış. Bu mektup o iki el ile yazılmıştır.

Hazır Mesud, Galib ve Süleyman Efendiler, Mustafa Çavuş, Abdullah Çavuş selâm ediyorlar. Ben de başta Hüsrev, Bekir Bey umum kardeşlerimize selâm ediyorum. Bilhassa kayınpederiniz Hacı İbrahim Bey’e ve muhtereme hemşireme ve mübarek Bedreddin’e çok dua ediyorum.

(Barla Lahikası)


Sen benimle ne kadar konuşmayı arzu ediyorsan belki ondan ziyade ben arzu ediyorum. Fakat maatteessüf müteaddid esbab tahtında sıkıntılı bir vaziyetteyim. Hattâ bir iki saatte bulduğum bir fırsat, yedi sekiz mektubu yazmaya çalışıyorum. Ara sıra benim yanıma gelen Galib dahi men’edildi. Yalnız bîçare Şamlı kaldı, o da her vakit gelemiyor.

(Barla Lahikası)


Kardeşlerim, size latîf bir hikâye:

Bir zaman Barla’da bir zat, ağaçtan bir kutuda cevizli bir tatlı bana göndermişti. Mukabilini verdiğim o bir buçuk kilo lokmalardan her gün altışar tane ben kendim yerdim ve bazen o kadar ve daha ziyade başkalara teberrük olarak verirdim. Sıddık Süleyman bu hâdiseyi belki tahattur eder. Bir aydan ziyade devam etti. Sonra merhum Galib Bey ile hesap ettik, onun beş altı misli bereket, içinde olduğuna kanaatimiz geldi. Ben o vakit dedim: “Bu zatta ehemmiyetli bir bereket, bir ihlas var.” Şimdi tahmin ve tahattur ediyorum ki o zat Hacı Hâfız imiş. O acib bereketin şimdi sırrı çıkmış. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

(Kastamonu Lahikası)


Şâyan-ı Hayret Bir Tefe’ül ve Mühim Bir İhbar-ı Gaybî

Sabri, Süleyman, Bekir, Galib ve Tevfik’in fıkrasıdır. Hem Hüsrev, Hâfız Ali ve Re’fet ve Âsım’ın ve Kuleönü’nden Mustafaların fıkrasıdır.

Latîf ve müjdeli bir tefe’ül: Üstad, Galib ve Süleyman, Ümmi Sinan divanında mesleğimize ve Sözler’e dair tefe’ül edildi, şu beyitler çıktı. Baktık “Sözler” lafzı, bütün divanında yalnız bu kafiyelerde görünüyor. Demek Sözler “hak söz” hem “nur söz” oluyor.

Derim ki yardımcım Allah

Şefaatçim Resulullah

Ki bürhanım Kitabullah

Budur bendeki hak söz

Senin kapında kul çoktur

Hesabı, haddi hiç yoktur

Velâkin bir dahi yoktur

Sinan-ı Ümmi gibi nur söz

(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem'a)


İşte hocamızın bu macera-yı hayatiyesi gösteriyor ki Hazret-i Şeyh’in müteveccih olduğu ve ehemmiyetle bahsettiği ve istikbalde gelecek müridi bu olmak için kuvvetli bir ihtimaldir. Hazret-i Şeyh’in vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufu ehl-i velayetçe kabul edilen üç evliya-yı azîmenin en a’zamı, o Hazret-i Gavs-ı Geylanî’dir. Ve demiş:

اَفَلَتْ شُمُوسُ الْاَوَّلٖينَ وَ شَمْسُنَا اَبَدًا عَلٰى فَلَكِ الْعُلٰى لَا تَغْرُبُ

fıkrasıyla ba’de’l-memat dua ve himmetiyle müridlerinin arkasında ve önünde bulunmasıyla, böyle hârika keramet-i acibe ile meşhur bir zat, elbette böyle bir zamanda kıymettar bir hizmet-i Kur’aniye bir müridinin vasıtasıyla olacağını onun görmesi ve göstermesi şe’nindendir. Hazret-i Şeyh’in bahsettiği ehemmiyetli müridi ve talebesi ve himaye-gerdesi olan şahıs; binden sonra, on dördüncü asırda geleceğine bir îmadır.

Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re’fet, Ali, Ahmed Hüsrev, Mustafa Efendi, Rüşdü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühdü, Bekir Bey, Lütfü, Mustafa, Mustafa, Mesud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza (r. aleyhim)

(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem'a)


Şeyh Sa’dî-i Şirazî’nin “Bostan”ından Sözler hakkında ben, Hâfız Hâlid, Galib, Süleyman niyet edip açtık. Tefe’ül bu çıktı:

نِگَرْ تَا گُلِسْتَان مَعْنَا شُگُفْت § بَرُو هٖيچْ بُلْبُلْ چُنٖينْ خُوشْ نَگُفْت

عَجَبْ گَرْ بِمٖيرَدْ چُنٖينْ بُلْبُلٖى § كِه اَزْ اُسْتُخٰوانَشْ نَرُويَدْ گُلٖى

Meali: Yani “Gel, bak, güller bağı şeklinde hakikat gülleri açılmış. Böyle hakikat bahçesinde hiçbir bülbül, böyle şirin, hoş nağme etmemiştir. Nasıl oluyor ki böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açılmasın.”

Bu meal, maksadımıza o kadar yakındır ki tabire lüzum yoktur. Yalnız gülistanımız; ebedî Kur’an cennetindendir, ondan gelmiştir.

Mehmed Tevfik, Galib, Süleyman, Hâfız Hâlid, Said (ra)

(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 1,3 Isparta kahramanları, Himmet Koçoğlu