Risale:Tarihçe-i Hayatın Zeyli (Asar-ı Bediiyye)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Risale: Bediüzzaman'ın Tarihçe-i HayatıÂsâr-ı BediiyyeVukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap: Sonraki Risale

Tarihçe-i Hayatın Zeyli[değiştir]

Kaleme Alan Biraderzadesi Abdurrahman[değiştir]

"LEMEÂT" Divanın sahibi amcam Said-i Kürdî'nin tercüme-i hâlini muhtasaran müstakil bir risalede yazmıştım. Fakat iki buçuk senedenberi Dâr-ül Hikmet-il İslâmiyenin vazifesini ona yüklettirdiler. O da derdi: Ben bunu terk edeceğim. Fakat millete de bir hesab vermek isterim. Bendeniz de, amcamın Dârül-Hikmet-i İslâmiyedeki vazifesinden nasıl hesap vermek istediğine dair birkaç söz yazıyorum.

Bundan ikibuçuk sene evvel, ki 1334 senesi idi. Amcamın rızası olmadan Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'ye aza tayin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, on ay me'zunen vazifeye gitmedi. Hatta çok defalar istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat ahbabları bırakmadılar. Bunun üzerine vazifeye devam etti, ki bir buçuk sene oluyor. Bidayette haline dikkat ettim ki, zarûretten fazla kendine masarif yapmıyordu. Maişetçe neden bu kadar fena yaşıyorsun? diyenlere de cevaben derdi ki: "Ben sevâd-ı a'zama tabi' olmak isterim. Sevâd-ı a'zam ise bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tabi olmak istemem." Ve Dar-ül Hikmetten aldığı maaştan miktar-ı zarûreti ayırdıktan sonra mütebakisini bana vererek "hıfzet" derdi. Ben de o bir sene zarfındaki fazla kalmış olan paraları amcamın bana olan şefkatine, hem malı istihkâr etmesine itimaden haberi olmadan tamamen sarf ettim. Sonradan bana dedi ki: "Bu para bize helâl değildi. Millet malı idi, ne için sarf ettin?. Madem ki, öyledir, ben de seni vekil-i harçlıktan azl ile kendimi nasb ettim." Ondan sonra ayda bana yirmi banknot, kendisine de onbeş tefrik ederdi. Fakat başka masraflar da onun onbeşine dahil idi. Demek ayda on-oniki banknot kendisine kalırdı. Fazla kalan mütebaki paraları kendisi hıfzeyledi.

Bir müddet aradan geçti. Yeni kalbine geldiği hakâikten on iki te'lifatını din namına tab' ettirdi. Toplanan yediyüz kadar banknotları o te'lifatların masarıf-ı tab'iyesine verdi. Yalnız bir iki küçüğü müstesna olmak üzere, diğerleri meccanen etrafa dağıttırdı. Ne için sattırmadığını sual ettim. Dedi ki: "Maaştan bana kut-u lâyemut câizdir. Fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum."

Dar-ül Hikmet-il İslâmiyedeki hizmeti hep böyle teşebbüs-ü şahsiyle idi. Çünkü orada müştereken iş görmek için bazı maniler görüyordu. Zannımca kâri'ler de bunu bilirler ki; müşarün-ileyh kefenini boynuna takmış ve ölümü göze almıştır. Ve Dâr-ül Hikmet-i İslâmiyede demir gibi dayandı. Ecnebî te'siratı Dâr-ül Hikmeti kendine alet ettiremedi. Ve o yanlış fetvaya karşı dayandı, reddetti. İslâmiyet'e muzır bir cereyan ortaya atıldığı vakit, o cereyanı kırmak için küçük bir eserini neşrederdi. Hatta Anadolu'dan istediler, gitmedi. Demişti: "Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu'dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum."

Başka kitapları yanında bulundurmazdı. Ona derdik: "Ne için başka kitaplara bakmıyorsun?" Derdi: "Herşeyden zihnimi tecrid ile Kur'ân'dan fehmediyorum." Nakil etse, bazı mühim gördüğü mesaili yine tagayyürsüz kendi âsarından alır, tekrar eder. Derdik: "Ne için aynen böyle tekrar ediyorsun?" Derdi: "Hakikat usandırmaz libası değiştirmek istemem." Kendisine derdik: "Neden en ulvî hakâik-i diniye ile beraber bazı mesail-i siyasiyeyi de kitaplarında dercediyorsun?" Cevaben derdi ki: "Çocuğa ilacı içirmek için bir şekerleme gösterilir. Tâ ki, o da ağzını açar, ilacı o vasıta ile içirir. Efkar-ı amme de siyaset için ağzını açmış, ben de tiryakı içirmek için siyaseti de zikrettim." Fakat maatteessüf pek îcazkârâne söylediği için istifade umumi olmuyor. Hatta kendi kitaplarından aldığı bazı mesaili dahi aynen diğer eserlerinde zikrediyor. Başka müellifler gibi mânâ tekerrür ettikçe başka suret giydirmiyor. Demek bir buçuk sene me'zuniyetten sonra vazifesinde bulundu. Şimdi dahi başka yere gitmek için niyet etmiştir ve millete hitaben diyor ki :

"Ey Millet! Burada o kadar mâni çoktu ki, iş görmek pek müşküldü. Ben bu kadar yapabildim, beni helâl et!"

Hem kendisine derdik: "Neden bu kadar sarsıldınız?" Derdi : "Ben kendi âlamlarıma tahammül ettim. Fakat İslâmın âlâmından gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm'a indirilen her bir darbe en evvel kalbime indiğini hissediyordum. Onun için bu kadar sarsıldım. Fakat bir ışık görüyorum ki , o âlâmları unutturacak inşallah..."

Tesâdüf-ü garibedendir:

Lemeat kitabının tarihi, hilal yıldız çıktı ki; ﻧَﺠْﻢُ ﺍَﺩَﺏٍ ﻭُﻟِﺪَﻝِ ﻫِﻠﺎَﻟَﻲْ ﺭَﻣَﻀَﺎﻥَ hem de tesadüfi olarak kitabın âhirinde de hilâl yıldız gelmiş.. Tabiatı serbest bırakarak hiç nazım yapmadığı halde, bu kitap tamamen Sancak Marşının vezni gibidir ki, pek garib bir tesadüftür; Ramazandan bir kaç gün evvel bazı satırları nümune olarak yaptı, ahbablarına gösterdi. Biri müstesna kimse teşci' etmedi. Fakat bir arzu-yu musırraneye ittibaen, Lemeat'ı Ramazanın bidayetindeki hilâl vaktinde yapmaya başladı. Ve Ramazanın ahirindeki hilâlde bitirdi. Hem de derki: "Bu Ramazaniye kitabımı kim alsa, her kıt'asını dikkatle okumasa, lafz ve nazmın perişaniyetine bakıp mânasının anlamasına çalışmasa helâl etmem. Çirkin bir sadefte güzel bir cevher bulunabilir."

Kitabındaki tesadüfe dair konuşurken; semada hilâl yıldız, Sancak-ı İslâmın resmini tersim etti. Amucama dedim: "Kitabındaki tesadüf, sahife-i semada tanzir ediyor." Cevaben dedi: "Ben zaten tesadüf denilen şey'i kabul etmem. Herşeyde bir hikmet var. Hem tesadüf tekerrür etse, tesadüf olamaz. Bir kasdı ihsas eder. Kâinat birbiriyle münasebettardır. O dakik münasebatın mânâları var. Vâzıhan bilmediğimiz için tesadüfle tabir ediyoruz." İşte bütün bunlardan tefeü'l çıkıyor ki:

İ'lâ-yı Kelimetullahın bayrağı olan (Hilal yıldız Bayrağı) teâli edecek. Eski şevketini bulacak, İnşaallahü Teâla!..

Âsarı Hakkında Takrizen Küçük Amcam Böyle Söylemişti[değiştir]

Hakkın cevher-i âlisiyle elmas-ı hakikatten, şükuka karşı yapılmış olan bir seyf-i katı'dır.

Müzehheb basamaklı şu semavat-ı kemâlata, uruc etmek için hakkıyla bir nuranî mirkattır.

Küçük Biraderi Abdülmecid

Bendeniz de Âsarındaki Îcâz ve Metanetine Dair Takrizan Bu Sözleri Söylüyorum[değiştir]

Olmasaydı ger demir, mermer misal lafzı tamam

Ateş-i kuvvet mânâya dayanmazdı kelâm

Hakikatta çimenzar hakâiktır bu her dem

Ki olmuş cennet-i a'lâ-i Kur'ândan o mülhem

Bu bahr-i muhtelif elvân ve emvacın içinde

Gelen bâd-ı nesîmî kalb-i mecruha deva merhem

Buharâtı çıkar tâ ki semavat-ı ukula

Sehabatı bütün teşkil eder o hem zened berhem

Atar na'ra o rahmetli bulut şimşekleri saçar

Yakar kalbin zemininde bırakmaz şübhe u hem vehm

Yağan yağmurları, neşv ü nema ezhara verirler

Hakikattır ki onlarda birer dâne şifadır hem

Biraderzadesi Abdurrahman

Dar-ül Hikmet-ül İslâmiyede İken Tab' ve Neşrettiği Âsârı[değiştir]

1- İşârât-ül İ'câz Fi Mezann-il Îcâz

2- Nuktatun Min Nur-i Ma'rifetillah

3- Şuâatü Mârifetin Nebî

4- Lemeât

5- Tulûat

6- Sünûhat

7- Kızıl Îcâz

8- Rumûz

9- İşârat

10- Hutuvat-ı Sitte

11- Hakikat Çekirdekleri: (Birinci Cüz)

12- Hakikat Çekirdekleri: (İkinci Cüz)

Önceki Risale: Bediüzzaman'ın Tarihçe-i HayatıÂsâr-ı BediiyyeVukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap: Sonraki Risale