Risale:Takriz ve Kasideler (Fihrist Risalesi)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Risale: Mesnevi-i Nuriye'nin FihristiFihrist Risalesi

RİSALE-İ NUR'UN EHEMMİYETLİ VE KAHRAMAN ŞAKİRDİ BİR KARDEŞİMİZİN TAKRİZİDİR[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهَ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyân'ın i'câz-ı mânevîsinden süzülen Risale-i Nur, şu dehşetli, görülmemiş asrın bid'akâr savletlerine karşı bir sedd-i Kur'ânî ve bir seyf-i imanî hâsiyetiyle, muannid küfr-u mutlakın mülevves teressübâtını yok ederek, zulümât ile dolu kalblere nûr ve imân aşıladığı, bedâhet derecesinde âşikâr olmakla beraber şu asırda ve tâ be-kıyâmet Kur'ân-ı Hakim'in elinde durer-i bâr-i seyf-i semâvidir.

Evet; o, âfâk-ı beşeriyete rûhaniyât ve melekûta inciler yağdırıyor ve o seyf-i muallâ öyle semâvi bir kılınçtır ki, Hâlık-ı kâinatın mevcudattaki esmâsının tecelliyatını inkâr eden, dumanlı, sarhoş, zehirlenmiş kafaları mânen uçuruyor.

RİSALE-İ NUR

Ey nûr-u dürer-i bâr-ı semâvî

Tılsım-küşa esrâr-ı semâvî

Tullâbına derman-ı tedâvî

Ev mahz-ı becâ, mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Ey Lütf-u muallâ-yı keramet

Ey mahz-ı kerem, mahz-ı hidayet

Ey sahil-güzâr-ı selâmet

Ey mahz-ı becâ mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Ey âyet-i Kur'ân ile müeyyed

Haydar ediyor hep seni te'yid

Ey Gavs ile Hakkâ ki müekked

Ey mahz-ı becâ mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Şâfi-i necâtdâr-ı âmân'sın

Sehnâme-i irfan-ı zamansın

Billûr-u hikem-şâh-ı beyânsın

Ey mahz-ı becâ mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Ey kenz-i keramet-i muallâ

Ey lem'a-i Kur'ân-ı mücellâ

Esmâ-i Hudâ sende tecellâ

Ey mahz-ı becâ mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Ey maden-i pürnûr-u şefaat

Sensin bize dâreynde saâdet

Tüllâbına berât-ı müebbed

Ey mahz-ı becâ mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Ey kân-ı kerem-i nûr-u cemâlin

Seyrangâh-ı ervah-ı kemâlin

Seyrab ediyor ruhları halin

Ey mahz-ı becâ mansur-u İlâhi

Sensin bize bir nur-u İlâhi

Bu ilham-ı semâvi olan ve kâinat âleminin tılsımlarının keşşafı olmak haysiyetiyle, esmâ-i İlâhiye'nin tecelliyatını ve sıfât-ı Rabbâninin cilvelerini keşfederek, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyân'ın esrar-ı kudsisini halleden ve mu'cizât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) ve ehâdis-i Nebeviyenin (A.S.M.) hikmetlerini şerheden Risale-i Nur, ins ve cin âlemlerine ve şu muzlim, dehşet-engiz asrın sakinlerine bir hediye-i Rahman, bir mucize-i Kur'ân, gönüllerde canân bir hutbe-i şâh-ı beyândır.

Şems-i Kur'ân'ın Risale-i Nur'un hakikat-ı menşurundaki lemeâtının elvânıyla hakâikının inkışafı, beşerin pek muhtaç olduğu, hastalığı halindeki kalb, ruh ve bütün letâifine bir tiryak hasiyetini taşıması itibariyle, sureten teâli ufuklarını araştıran zümrelere de bir âfitâb-ı feyyâz-ı semâvidir.

Risale-i Nur'un semâ-i mücellâsındaki hakikat yıldızlarını temâşa eden bahtiyarlar onun hizmet-i pâkinde, dâire-i kudsiyesinde muti sadık, fedakâr bir peyk haysiyetiyle bütün mevcudiyetlerini ona feda ediyorlar.

Fehm-i kasırânem ve idrak-ı âcizânemle Risale-i Nur'un medhini yapacak kudrette olmadığımı müdrikim. Nasıl yapabilirim ki, onun hakikatlarını medheden Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyandır. Haydar-ı Kerrâr-ı Şâh-ı Cihan'dır. Hazret-i Bâzü'l-Eşheb Gavsü's-Sekaleyn-i Âsumân'dır.

Ey nûr! Sana canân ile canım da fedadır

Firdevs-i muallâ diye ansak da sezâdır

Ey lutf-u Hudâ; zemzeme-i berk-i güzinin

Şâkirdine bir nûr; kâfire bir seyf-i Hudâ'dır.

Risale-i Nur, madem ki Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyân'ın i'câz-ı mânevîsinden süzüldü; elbette semâvidir. Öyleyse deriz:

Ey ilham-ı kudsî! Güneş mücellâ cisimlerde ma'kes bulur. Öyleyse, nüzulgâhın olan kalbler de senin gibi eşsizdir. Elbette sen verâset-i Nebeviyenin ayinedarlığına mazhar bir âyine-i mücellâdan in'ikas ettin.

Âlem-i İslâmın asırlardır beklediği, inşaallah elli sene sonra gelecek olan Mehdi-i Muntazır'ın değil, belki Müceddid-i Ekberin bir irtisamını senin sath-ı mücellanda görüyoruz. Sen öyle bir makam-ı Münevverden nev-i beşere ve afak-ı İslâmiyete tulû ettin ki, ey tuhfe-i İlâhi, senin güzel kokuların yetiştiğin hadîkanın misilsizliğine şahittir. Rayiha-i tayyibenin hâsiyeti âit olduğu çiçeği işmam eder. Mânâ işaretiyle parmağını ona uzatır. İşte sen de yetiştiğin bir kalb bahçesini seni görenlere temâşâ ettiriyorsun ki, şu dehşetli asırda, ey Risale-i Nur; bir vâris-i Peygamberîsin, bir dellâl-ı Kur'ân'sın, bir hâdim-i imansın. Bir vekîl-i Nebiyy-i Zî-şânsın.

Madem ki, âhirzamandaki o beklenilen zâtın üç vazifesinden en mühim, en kudsî, en azametli vazifesi imanı kurtarmaktır. O vazife ise Risale-i Nur ile tamamen yapılmıştır. Bu dâvânın şâhitleri milyonlardır.

Güneş harâretiyle, ziyasıyla, elvân-ı seb'asıyla güneştir. Biz bu güneşi gördük, gündüze erdik. Öyleyse, o ileride gelecek zâtın o iki vazifesi, güneşin, bulunduğumuz arz-ı medarımıza gelişiyle olacaktır. Geçmiş asırlardaki müceddidler de bu en mühim vazife ile müstahdem olmakla beraber, onlar imanın ve mârifetin neticelerinden, meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederek imanı kuvvetlendirmeye uğraşmışlardı. Fakat onların zamanında imanın esâsâtına ve köklerine hücum yoktu. Ve erkân-ı imaniye sarsılmıyordu. Şimdi ise imanın köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. Bu küllî tahribatı Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyân'ın mucize-i maneviyesinden tereşşuh eden Risale-i Nur tamamıyla önlediğinden ve hakâik-ı imâniyenin esaslarını kalblere yerleştirdiğinden, o beklenilen zâtın o mühim vazifesinin yapılmış olduğunu körler bile görmektedirler. O intizar edilen Zâtın nâşir-i efkârı Risale-i Nur olacak.

Tevafukat-ı latîfe Risale-i Nur'un silsile-i kerâmâtından olduğu cihetle, Beşinci Şuâ'nın On Dokuzuncu Meselesinde o Âl-i Beyt'ten olan Seyyid Zât-ı Muntazır'ın cümle-i vezâifinden olarak, 1. Siyaset âleminde, 2. Diyânet âleminde, 3. Saltanat âleminde, 4. Cihad âleminde olmak üzere icrâ ettiği vazife daireleri Risale-i Nur'un tarihçe-i hayatıyla tam müşâbeheti ve iltibassız tevafukâtı çok ehemmiyetlidir. Demek Nur Risaleleri o gelecek Zâtın bir müjdecisi, bir talebesidir. Çabuk gelen bir neferidir. Biz de o hayat-ı mübarekin dört ayrı safâhatında aynen bu daireleri müşâhede ediyoruz.

1. Siyaset âlemindeki safhayı mukaddeme-i meşrûtiyette İstanbul'a bir talebesinin gelmesiyle harb-i umuminin nihayetine kadar olan devrede aynen görüyoruz.

2. Diyanet âlemindeki tevafuk ise; İ'tilâf devletlerinin İstanbul'u işgali hengâmında ve en mağrur devrelerinde o şâkirdin "Hutuvat-ı Sitte" eseriyle o mağrur galiplerin hayasız yüzlerine -tehlike yüzde yüz olduğu halde- tükürüp, mânen tokatlaması üzerine o zamanki Ankara hükûmeti Risale-i Nur'un o şakirdini Ankara'ya dâvet etmişti. Orada dehşetli bir şahısta, Beşinci Şuâ'da beyan edilen işaretleri görerek, bütün bütün siyeseti ve dünyayı terkederek Van'da bir mağarada hayat-ı mübarekelerini ibadete hasrettikleri devreye aynen intibak ve tevafuk etmektedir.

3. Saltanat âlemindeki vazifeye gelince: Meşhur Şeyh Said hadisesinden sonra garba, menfaya gönderilerek Rahmet-i İlâhiye ile Risale-i Nur'un telifine zemin hazırlayıp, Risale-i Nur kemâl-i haşmetle envârını rûy-i zemine yaymaya başladığı zamandır ki, Hakâik-i imaniyenin ve Kur'ân'ın görülmemiş bir surette taarruza uğradığı bir devrede Risale-i Nur, hayrette kalmış, yollarını şaşırmış, imanları tezelzüle uğramış Müslümanlar için bir âb-ı hayat misaliyle, Hızır gibi, onların imdatlarına yetişmiş, onları hayretten kurtarmış; dehşetten sürura çıkarmış ve Risale-i Nur yüzbinler ve milyonlar gönülde "Üstadım, Üstadım" denilerek milyonlar kalblerde kurulan mânevî tahta oturmuş ve böylece Risale-i Nur kalblerin bir sultanı olmuştur. İşte bu safhada üçüncü vazifeye aynen tevafuk ederek, o hakikatı imzalamaktadırlar.

Kıymettâr bir mazrufun zarfının da kıymetli olması mazrufuna âit olmakla beraber, nasıl ki, muhteşem, münakkaş, müzeyyen bir sarayın ihtişamı nakışlarının güzelliği, tezyinatının müstesnâ oluşu bizzat mimarının ve ustasının maharet-i sanatın, liyakatını, iktidarını, zevk-i selimini irâe ederek lisan-ı beliğane ile, hüşyar olanlara gösterdiği gibi aynen öyle de; Risale-i Nur'un misilsiz, hakîmane, nazirsiz, beliğane, görülmemiş edibâne Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyân'ın i'câzkâr hakaikını, letâif-i esrarını, Kur'ân'ın icâzına tam muvafık bir surette tavsifat-ı şâhâne ve üslûb-u mümtazânesi ile en büyük üdebâyı, hukemâyı hayran ve şuarâ-yı benâmı haddelgaye istihsan ile huzur-u mânevîsinde ser-fürû ettirerek, en muannid dinsizleri, zındık feylesofları iskât ile dize getirmesi, teslime mecbur etmesi Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinin derece-i kemâlinin en kavi ve müstesnâ delilidir.

Silsile-i tevafukâtın halkâ-i nurâniyesinden olarak muntazır olunan gelecek o Zât-ı Ekmel'in bidayet-i hâlinde süfyâniler elinde esaretini, Selef keşfen beyan etmektedirler ki, Risale-i Nur tercümanının otuz küsur senelik esaret hayatını aynen göstermektedir. Demek Tercüman-ı Nur, ileride gelecek o Zâtın bir müjdecisi, bir talebesidir.

Ehl-i kalbin latif keşiflerinden birisi de; "O beklenilen Zât bir kitap yazacak. Geçmişte hiç kimse ona benzer bir kitap yazmamış olacak" denilmektedir. El-hak, Risale-i Nur bunun güneş gibi delilidir.

Evet, onun şakirdleri kat'iyen iman ediyorlar ki, şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir. Ve tâ bekıyâmet yazılmayacaktır.

Ehl-i keşf; "O nurun tercümanı olan Zât-ı Nurani, mescûni'n-nisâ, yani müteehhil olmayacak, ihtiyar yaşında olacak" diye bahsediyorlar. Bu tevafukun herhalde başka vecihle izah ve teviline lüzum yoktur. Mâziden, yani bulundukları zamandan istikbâle nazar eden ve bu zaman-ı hali tarassut eden ehl-i keşfin keşfe müstenid daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sözü onlara bırakıyoruz. İşte, Risale-i Nur'u yalnız ben methetmiyorum. Onu Hazret-i Kur'ân methediyor. Hazret-i Ali (R.A.) methediyor. Gavs-ı Âzam (R.A.) medhediyor. Hazret-i Murtaza (R.A.) Celcelûtiye'sinde Risale-i Nur'a "bedî" diyor. Şu halde elbette ki, o Bediüzzaman'dır, fahru'd-devrân'dır.

Risale-i Nur'un bütün hakikatlarını Risale-i Nur'un Tercüman-ı Pâk'ının bütün hayatları boyunca âdeta bir program hükmünde bütün o esasât-ı Kur'âniyeye tam bir intibak ile meşreb-i Pâk-i Muhammed'in (A.S.M.) nümune ve tecessüm etmiş misâli halinde o Nur Tercümanı, has Nur şakirdleri yle sünen-i Peygamberiyi (A.S.M.) görülmemiş zulümkâr bir asrın eşedd-i zulmüne ve işkencesine maruz kalarak,

تَخَلَّقُوا بِاَخْلاَقِ رَسُولُ اللّٰهِ

hadisinin mazhar-ı ekmeli halinde rû-nûma (gösterici) olmuş. Ve tereşşuhât-ı Kur'âniye olan telifâtla ve gerekse ef'âl ve harekâtlarıyla eşedd-i küfre karşı tam mukabele ve mücahede ederek, celâdet-i Haydarâneleriyle ve hârika şecaatleri ile, ellerinde, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyân'ın elmas kılıncı olan Risale-i Nuruyla küfr-ü mutlakı her yerde takip etmişler ve müthiş bir cemiyetin iman ve Kur'ân'a olan azgınca tecâvüzâtını önlemişler. Ve milyonlar insanların Risale-i Nur'la imamlarının takviyesine ömürlerini vakfetmişlerdir.

Birinci Şuâ hakikatlarında beyan edilen âyât-ı Kur'âniyenin bir kısım remizleri ve bazı işârât-ı Resûlullahın (A.S.M.) Risale-i Nur üzerinde toplanması; Hazret-i Ali'nin (R.A.) ve Gavs-ı Âzam'ın (R.A.) sarâhatli ve beşaretli haberlerinin ictimâı; erbâb-ı kalb ve ukûlde kat'iyen şüphe bırakmıyor ki ümmetin intizar ettiği zât geldiği zaman bir asır evvel yazılan bu Risale-i Nur'u kendine program ve nâşir-i efkâr yapacak.

Hem Risale-i Nur'un bu asırda ihsânı, rahmet-i İlahiyenin ezeli tecelliyâtının bir neticesidir. Her aklı olan ve kalbi tefessüh etmemiş olan anlar ki, o eserde bu kadar harikaların ictimaı tesâdüfi olmayıp, ancak dünyayı kaplayan ve ilim ve fenden gelen görülmemiş mütecaviz bir küfr-ü mutlakın ve dalâletin tahribâtını önlemek içindir ki o eser bu asırda ihsan edilmiştir.

Tarih ve içtimâiyat ilimlerine âşinâ olanlar bilirler ki, küre-i zemin böyle dehşetli bir asır yaşamamıştır. Madem ki tahribat çok dehşetlidir, şu halde o tahribatı önleyecek bir nurun gönderilmesi de rahmet-i İlâhiyenin muktezâsıdır ki, onunla o müthiş küfür ve dalâlet seli seddolunabilsin.

El-hak, Risale-i Nur tesis ettiği istihkâmat-ı Kur'âniye ile öyle bir sedd-i nurâni vücuda getirmiştir ki, zaman ve zemin boyunca beşerin bütün maddi ve mânevî ihtiyacatına kâfi ve vâfidir.

Bu izâhât ile anlaşılır ki, bu kadar ehemmiyetli vezâif-i kudsiye, ancak o âhirzamanda beklenilen Zâtın gelmesine bir zemin hazırlamak için Risale-i Nur, o zâttan bir asır evvel gelmiş olan bir müjdeci, bir liste, bir kudsi program, bir tâlimât mecmuasıdır.

KASİDE-İ NUR[değiştir]

RİSALE-İ NUR'A GEL

Eyyühel-ihvân, gel; envâra gel, imana gel!

Feth-i nusretle açılmış râyet-i Kur'ân'a gel.

Bak hidayet şemsinin envârına bir göz açıp

Külliyât-ı Nûr'u gör, ihsâna bak, Rahmân'a gel.

Perde-i zulumâtı yırtmış, arzı Pür-nûr eylemiş,

Cephe-i envâra gel, tılsım keş-i sultana gel.

Münkeşif sathında esrar, mün'akis bahrinde nûr

Ey saâdet dâisi, âyine-i Furkân'a gel.

Etme Kur'ân'ın ziyasından sakın kat-ı nazar

Sofra-i rahman açık, ikrâma gel, ihsana gel.

İştiyakın nûr için âsârı doldurmuş iken

Ebkem-ü lâl olma ey nûr bekleyen, iz'âna gel.

Ahd ü misakı ferâmuş eylemek lâyık değil.

Dâvet-i rahman budur, gel.. Ahd ile peymana gel.

Fehmine, idrakine asrın, bu nûr eyler hitâb

Kal'a-i emân budur, emâna gel, fermâna gel.

At nikâb-ı gafleti, seyret bu nur-u satveti

Secde-i rahmana gel, Firdevsi gör seyrâna gel.

İttihad-ı Ahmedi'dir (A.S.M.) çare-i emânımız bizim

Ey ehl-i Hak, gel! Hızb-ü Kur'ân-ı Azimüşşâna gel.

Savlet-i âdâya karşı kal'a-i Kur'ân'a gir.

Âşıkâne halka-i imana gel; merdâne gel.

Bir hakâik bahrinin şehnâme-i irfanı bu

Derde derman bekleyen; meydana gel, ummana gel.

Görmek istersen hakâik şemsinin elvânını

Ey delâil bekleyen! İz'ân budur; bürhana gel.

Cennet-i Adn'in, muallânın bu tûbâ Kevseri

Bâğ-ı Rıdvan isteyen! İn'âm budur, rıdvâna gel.

Münceli esmâ-i Hak sadrinde ol nur-u bahrinin

Ey tecelli bekleyen! İmâna gel, irfana gel.

Elhamdülillâh, nuriyle esrara olduk âşinâ

Ey fakirâ, nûra erdin, secde-i şükrâna gel.

Hayatını nura vakfeden

Muhammed

Bir Nur Talebesinin Takrizidir[değiştir]

EY RİSALE-İ NUR!

Senden doluyor vicdanlara hep hazz u sürur

Senden doğuyor kalblere her mânâ-yı huzur

Misbah-ı müeyyede kıldı seni Zât-ı Şekûr.

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Bu asırda ümmete bir ihsan-ı Hudâsın

Sen bu hüviyetle, evet, mahz-ı hüdâsın

Hak yola dâî ve dalâletten cüdâsın

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Mizacısın pür-nur "İnnâ a'taynâ" mağzının

Hem dahî miftahısın "İnnâ fetahnâ" remzinin

"Ve'd-duhâ"sısın gümansız Nübüvvet şemsinin

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Dense sezâdır ki, sana: Mir'ât-ı hakâik

Vechinde celî nice bin hikmetli dekâik

Rüşd menbai nutkundaki mânâ-yı rekâik

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Ey dürre-i kenz-i kemâl, rûyinde safâ var

Ey şu'le-i şems-i cemâl, sadrinde şifâ var

Elbette ki fasıka berkinde cefa var

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Şehbâl açarak seb'a semâvâtı gezersin

Bu kevn-ü mekândan nice esrarı süzersin

Şakirdlerini, dönerek irfanla bezersin

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Sihr ibtâlına lem-i asâ, sende göründü

Hem nefes-i feyz-i Mesîhâ, sende göründü

Bir cilve-i halk-ı azîmâ, sende göründü

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Cümle âyât-ı güzîn mâl olmuş sana

Onun için ehl-i İslâm ehil ve âl olmuş sana

Lütf-u Rabbâni meğer hoşça hal olmuş sana

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Revk-i hüsnün fürûğu arş-ı âlâdan mıdır?

Bu tecellî sana Sinâ-yı senâdan mıdır?

Füyuzun yoksa ol sırr-ı "ev-ednâ"dan mıdır?

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Yâ Rab! Bu hakîr Fehmi'yi hem-bezm-i visal et

Zümre-i nûra koy da onu hüsn-ü hisâl et

Cümlemizi ol Hazret-i Üstad'a Bilâl et

Nur-u ezelin mişkâtısın ey Risale-i Nur!

Burc-u ebedin mirsâdısın ey Risale-i Nur!

Abdurrahman Fehmi

Önceki Risale: Mesnevi-i Nuriye'nin FihristiFihrist Risalesi