Risale:Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları (Müdafaalar)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Müdafaa: Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944)Tüm MüdafaalarEmirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra): Sonraki Müdafaa

Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları

Hüsrev'in Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

3 Şubat 1944

Husrev'in Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde Söylediği İfadesidir.

Efendim.. Dinî eserlerini okuyup, yazmakla cidden istifade ettiğim Bediüzzaman Hazretleriyle uzun senelerden beri yakından alâkadarlığımı kesmiş değilim. Risale-i Nur nâmındaki eserlerinin hemen hemen hepsini de okumuş bulunuyorum. Barla'da, Isparta'da, Eskişehir Hapishanesinde kendisiyle beraber bulundum. Daha sonra da muhaberemi kesmedim. Kendim bu vatanın bir öz evladı ve bu Türk Milletinin bir ferdiyim. Dindarlık ve Müslümanlığın telkin ettiği faziletkârlığın hakikaten meftunuyum. İyi olmak ve iyilik edenleri sevmek ve iyi olanlarla arkadaşlık etmekle iftihar ederim. Daha bu gibi yüksek seciyeler arkasında koşan bir ferdim.

Oniki seneden daha evvel Hâlık'ımın lütfuyla Bediüzzaman Hazretlerine vâsıl olmuş ve eserlerini okumuşum. Müslümanlık dininin pek büyük kudsiyetine ve pek yüksek fazilet telkin ettiğine, o eserleri okumakla muttali' oldum.

Âsâr-ı Nur'un ve müellifinin bu milletin iki hayatlarının saadetlerine çalıştıklarına o kadar bâriz deliller gördüm ki, bu delâil karşısında hayran olmamak elden gelmiyor.

İşte gerek Eskişehir Mahkemesi ve gerekse Isparta Mahkemesi Kur'an'ın hakiki ve çok yüksek bir tefsiri olan bu Risalelerin okunup, yazılmasını men' etmedikleri halde bugün biz ittiham altından kurtulamıyoruz. Altı ay Eskişehir Mahkemesinde, aylardan beri de Isparta ve Denizli Mahkemelerinde sırf imânî olan bu eserlerle alâkamızı bırakmadığımızdan tutuluyoruz. Bu yüksek mahkemenin huzurunda, zannedildiğim gibi suçlu olarak değil, belki bir şâhid sıfatıyla hem burada, hem Isparta'da kerratla vâki suallere pek açık lisan ile cevab vermişim.

Sebeb-i ittihamım olarak ileri sürülen; evimde aramada bulunan Risale-i Nur'un bazılarında bugünün görüşüne uygun gelmeyen bir-iki cümle ile bazılarında imzalarımın bulunması ve Üstadım Bediüzzaman'a yazdığım eski-yeni mektuplarımın ele geçmiş olmasıdır. Te'lifleri eski olan yüzkırk küsur risalenin hepsi de Eskişehir Mahkemesi safahatından geçmiş risalelerdir. O mahkeme, şimdi, huzurunuzda bulunan beş-altı arkadaşımla bana 163. maddeye istinaden kanaat-ı vicdaniye üzerine ihtimal ile ceza verirken yüz küsur arkadaşımızı beraet ettirmişti. Halbuki bugün ittiham edilmek istenildiğimiz isnadlar o günde de vardı. "Tarikatçısınız, cem'iyetçisiniz, halkı hükümet aleyhine teşvik ediyorsunuz." denilmişti. Yüzyirmi suçlu ve yüzyirmi risale meydanda iken neticede Eskişehir Mahkemesinin bizi mahkum etmek için kanaat-ı vicdaniyeye müracaat etmesine hayret etmemek mümkün mü?

Üzücü ve yorucu pek çok mahrumiyetleri üzerinde yaşatan Birinci Harb-i Umumi, Milli Mücadele ve Eskişehir Vak'ası gibi elemli hâdiseler içinde tedavisine imkan bulamadığım bir hastalık son senelerde yedi sene beni evimde ikamete mecbur etti.

İki sene evvel üçüncü defa olarak orduya alındım. Bu kudsî vazifeyi, ilâhî bir fariza bildiğimden hastalıklı halimle vatanın muhafazası ve bu milletin bekası için bir buçuk sene daha askerlik ederek üsteğmenliğe terfi ettirilip terhis edildim. Eskişehir Mahkemesinin bugüne kadar aradan dokuz sene geçtiği halde hakkımda şimdiki yapılan isnâdattan hiçbirisi kaydedilmemiş ve edilmiyor. Memleketimde komşularımdan, askerlikte iki tugay, üç alay, dört tabur dahilinde bölük kumandanlığı, takım subaylığı, irtibat subaylığı ve mutemedlik gibi muhtelif vazifelerin ifasında arkadaşlık ettiğim birçok subaylardan hiç birisi, hakkımda menfi düşünceli olduğuma dair hiçbir ihbaratta bulunmamış. İttiham edildiğim maksadlara uygun ve beklenen hedeflere vasıl olacak ortada hiçbir şey yok. İşte, bir buçuk senelik askerlik hayatım, yedi senelik Isparta'daki yaşayışım ve el'an murakabeniz altında geçen hapishane hayatım... tertemiz.

Evet, ben, yüksek mahkemenize arz ediyorum ki: Bizler hakikaten ehl-i garazın kurbanı, bîgünah kimseleriz. Hem, içimizde esaretin acısını tatmış olanlar var. Millet ve hukümet mefhumunun ne demek olduğunu bilmiyor değiliz. Eski cezamıza yeni bir ceza daha ilave etmekle bizi daha çok ezmeyiniz. İşte Eskişehir Mahkemesinde söylediğim şu sözlerimi şimdi yüksek mahkemenizde de tekrar ediyorum: Bize, Üstadımız tarikat dersi vermiş değildir. Hem Üstadımız yalanı irtikab etmezler. Siyaseti çoktan terk ettiğini daha Isparta'da iken kerratla ağızlarından işittim. Hem de biz hiçbir cemaatin mensublarından değiliz. Ancak şu müslüman milletin dindar bir ferdiyiz.

Husrev

Hafız Ali’nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Denizli Hapishanesinde Mevkuf İken Vefat Eden Şehid, Merhum Hafız Ali'nin Denizli Mahkemesinde Söylediği İfadesidir.

Efendim.. Ben Isparta'da, hâkim ve müdde-i umumilikte hak ve hakikatın bütün bütün aksine olarak Risale-i Nur'a karşı asılsız bir ittiham gördüğümden Risale-i Nur'dan kaçmak değil, belki o ittihamdan çekinmek için sordukları suallere, "ben değilim" dedim. Hatta o müdde-i umumi, kanunsuz bana yemin vererek "Risale-i Nur'da yazılı Hafız Ali sen değil misin? dedi. Sükût edip yemin etmediğim halde; bura sorgu hakimliğinde hamiyet-i İslamiyeyi taşıyan âlî bir vicdan hissettiğimden adâlet ve hakikatın tecelli edeceğini ümid edip, "Risale-i Nur'da yazılı Hafız Ali benim" dedim. Ben, Risale-i Nur'u, hakâik-i imâniye ve Kur'âniye ve kevniyeyi kat'î bürhanlarla izah edip, insanların yüzünü âhirete çevirip, dünyadan ziyade âhireti sevdiren mukaddes bir eser olup binler menfaat görmüşüm.

Garâibdendir ki: Bu sır, iddianâmede keşf edilip "Dünyayı unutturacak derecede telkinat-ı dinîye verilmiş." diye yazılı olduğu halde; "Hem siyasi cem'iyetçi, hem tarikatçı, hem de halkı hükûmet aleyhine teşvik ediyorlar." diye olan ittihamlarla nasıl kâbil-i te'lifdir?.

Evet ben, Risale-i Nur'dan hemen ekser parçalarını anlayarak okuduğum gibi, Üstadım Said Nursî'nin dahi on iki seneye yakındır en gizli ve en ince esrarına kendimi vâkıf biliyorum... Ben, ne Risale-i Nur'da ve ne de Üstadımda emniyet ve âsâyişe zarar verecek bir emare ve bir meyl görmediğim gibi âsâyiş ve emniyetin temel taşlarını onlardan öğrendim. Müddet-i ömrümde mahkeme safahatını ancak bu def'a gördüğüm gibi, şu benim gibi suçlu olarak huzurunuzda bulunan Cemaat-ı Nuriye'nin de ifadelerinden, benim gibi olduklarını anladım.

İşte böyle sırf âhireti için, Kur'an'ın i'câz-ı ma'nevisinden gelen Risale-i Nur'u okuyup, kendi istifadesine çalışan bir ehl-i Kur'an'ı ve ehl-i ahireti cezalandıracak bir kanun tasavvur etmediğim gibi, ittiham edildiğim "siyasi cem'iyetçilik" ve "tarikatçılık" ve "halkı hükûmet aleyhine teşvik etmek" gibi suçlarla hiçbir alâkam olmadığımdan yüksek mahkemenizden beraetimi taleb ederim.

Şehid, merhum

Hafız Ali

Salahaddin Çelebi'nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

"Aslı Denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilmiş." 3 Haziran 944

Salahaddin Çelebi'nin Müdafaasıdır.

İsnad edilen mevhum suçların olmadığı mütehassıs hey'etin raporundan sarahaten anlaşılmıştır. Binâenaleyh huzurunuzda, vicdanıma göre suçlu değilim. Bir şahid sıfatıyla bulunuyorum ve söylüyorum.

Tarihten altı-yedi sene evvel İstanbul'da, ulemâdan eski fetva emini Ali Rıza ve Elmalılı Hamdi Efendi gibi meşhur âlimlerin bir musahabelerinde Bediüzzaman Üstadımın ilminin vehbî olduğunu, vaktiyle Anglikan kiliseleri başpiskoposunun ve Japonya'nın başkumandanının İslâm ulemâsından sorduğu suallere cevap veren ve bütün âlimleri ilmiyle teshir ve hayrette bırakan ve yirmi seneye yakın bir vakitten beri dünyayı terk eden bu şahsiyetten bahsetmeleri.. bende, muhitimizde olan bu zatı ziyaret etmek arzusunu uyandırdı.

Evet, zamanın sefahet ve eğlencelerine kapılmış, yirmibeş yaşında bir gençdim. İlk tahsilimden ve ebeveynimin terbiyesinden aldığım dini ferâizimi öğrenmek ve dînî akâidimi kuvvetlendirmek ve nefsimi ıslah etmek maksadıyla ve din serbestisini de bildiğimden muhitimizde bulunan bu yüksek âlimi fırsat bilerek ziyaret ettim. Hatta ikâmetgâhının önündeki karakolun nöbetçisinden sordum; bana kapısını gösterdi. Serbest girdim. Elini öptüm; hayır duasını taleb ile imânımı nasıl kurtarabilirim, tenvir ve irşad buyurmasını Allah rızası için yalvardım. Konuştuğunu zorla anladığımı hissedince bir defter çıkardı, imân ve âhirete aid veciz cümleler dolmuştu. Mütâlaa için müsaade istedim; harice vermiyordu. Nihayet ısrarlı ricalarımla iade etmek şartıyla almağa muvaffak oldum. Suretini çıkardım, iade ettim. İşte bu şekilde bir miktar Risale-i Nur, dünya ve âhiretimin selâmeti için kopya ettim. Bu ziyaretlerimde bana, ne cem'iyyetten, ne siyasetten ve ne de tarikattan bahsetmemiştir. Hatta dünyevî bir havadisi dahi söyletmedi. Daima "İmân ve âhiretinizi kurtarmağa çalışınız" buyurmuştur. Ve yanında beş dakikadan fazla durulmaması, kapıdaki i'lanında yazılı idi. Müddeti geçirilirse, "Sen, safâ geldin" diye savardı.

Kanaatime göre Risale-i Nur; Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden tereşşuh etmiş; esrar-ı Kur'aniye temsillerle, mantıkî, edebî, felsefi cümlelerle yazılmış; her sınıf ve her tabaka halka, hak ve hakikatı bir güneş gibi gösterdiğinden dikkatlice okuyan herhangi bir şahsın, bilhassa benim gibi bir mübtedinin câzibesine kapılmamasına imkan bırakmıyor. Çünkü; Risale-i Nur ifsad değil, ıslah ediyor. Denizli Hapishanesi buna bir numûne, müdür ve gardiyanları birer şahiddirler ki; Lisan-ı hâllerimizi gören en azılı mahkumlar, en mûnis insanlara dönmüşlerdi. Bir-iki adamı ödürenler şimdi tahta kurusunu öldürmekten korkuyorlar, gördüm.

Bendeniz, hayat-ı içtimaiyemde dinime, milletime, devletime nafi' değişiklikler gördüğümden, bana hocalık eden bu eserlerin müellifine altı-yedi sene zarfında, duasını taleb eder ve teşekkürü hâvi birkaç mektub ve bayram tebriği ve bu eseri okuyan bir-iki arkadaşımdan da mecazî ve remzî kelimeleri hâvi, şahsî bir-iki mektup alınmış ve yazılmıştır ki, bunlara cevaben yazılan mektublar karşılaştırıldığı vakit, hüsn-ü niyet lie safiyâne yazılmış, sırf kuvvetli bir imânın mahsulleri olduğu görülür. İddia makamının bahsettiği "motor" da mecazî bir kelimedir. Nefsime aid büyük hatalarım olduğundan, zahiren tatlı, ma'nen acı hallerden muhafaza için hem çocukluk, hem askerlik, hem mekteb arkadaşım İbrahim'den, "Dualarınız bereketiyle motoru sektesiz işletelim" demiştim. Vücudum nerede? Aranılan motor nerede?

Ma'mâfih : Muteber raporda da, mektupların tahlil ve tedkiki neticesi hüsn-ü niyetimi isbat etmiştir. Mütâlaa için bu eserden bir-iki arkadaşıma arzularıyla vermiş olsam bile, İslâmiyetin şeârinden olan, âyet ve hadisle sabit her müslümanın borcu olan bu gibi dîni eserleri isteyene vermekte mahzur değil; vermemeği günah, vermeği sevab bir hediyye-i İslâmiye biliyorum.

Arama zabtında gösterildği gibi, Ankara'da elim ile teslim ettiğim risale ve mektuplarda ne hükûmete ve ne devlete ve ne rejime ve ne de millete, aleyhde bir kelime dahi yoktur ve görmedim. Ve böyle bir eseri olduğunu da bilmiyorum. İsmini bile işitmediğim "Homa"da, tanımadığım birinde, bir müellifin bir eseri çıktı diye Ankara'da aynı müellifin diğer faydalı müellifâtını okuyan bir şahsı mes'ul etmek, elbette kanunî ve vicdanî olamaz. Teşkilat-ı Esasiye kanununun madde-i mahsusasında ve kanun-u medeninin esbab-ı mucibe lâhiyasında sarihdir ki: "Hükûmetin altı esasından biri de lâikliktir." "Hürriyet-i vicdan düstûruyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişilmemektir." Türk Ceza Kanunun 175/176. maddelerinde, "şahsın dinine, ibadetine hakaret ve tecavüz eden tecziye edileceği" kaydına istinaden, dininde serbest olan her şahsın ibadetini de icrada serbest olması gibi, dinini de öğrenmesi bir hakk-ı sarihidir. Kitab, mecmua ve yevmî gazetelerde dinî ve ahlâki yazılar, fikir serbestiyyetine ve vicdan hürriyetine istinaden yazılıyor. Kütüphanelerde muhtelif dinlere ve rejimlere zıd eserler dahi serbest olarak okuyucuya veriliyor.

Risale-i Nur müellifinin maddi bir menfaat gözetmeksizin Allah Celle rızası için beşeriyete, bilhassa İslâm câmiasına armağan olacak dînî ve ahlâki eserlerini okumağa başlarken küfr-ü meşkuk içinde boğuluyordum. Can kurtaran gibi Risale-i Nur imdadıma yetişip; elhamdülillah hem dünyamı, hem âhiretimi idâm-ı ebediden kurtardım. Bu sebeble yüksek mahkemeniz huzurunda Üstadıma teşekkür etmeği bir borç bilirim.

Netice : Ben, ne dînî hissiyatı tahrik ve ne de milletin ve devletin emniyetini ihlal edecek bir harekette bulunmadığım gibi, kimseyi de teşvik etmedim. Ve kimse de beni teşvik etmedi. Tarikat ve cem'iyyet yoktur. Bu hususun beyne'l-milel tanınmış ve ayrı ayrı meziyet ve kıymetleri hâiz olan... milletin ve maarifin iftihar ettiği güzîde şahıslardan müteşekkil bir âlî hey'etin verdiği ilmî raporda, Risale-i Nur'un ilmî ve vâkıfâne ve faideli eserlerini tasdik ettiğimden... iddia makamı, hükûmeti ve adliyeyi meşgul eden, Risale-i Nur'un millete ve hükûmete zararı olmayıp, bilakis faideli olduğunu tebarüz ve kaza-yı tefsirlerle izah ile beraetimizi taleb etmesini ümid ederken, maalesef hiç nazara almayarak mevkufiyetimizin devamına sebeb olan mahallî, nâkıs, gayr-i ilmî ehl-i vukuf raporlarına istinaden verdiği ilk iddiânâmenin aynını, son iddiânâmesinde de ısrar ve tatbikle suç isnad etmesiyle inkisar-ı hayale uğradım. Nefsini ıslaha ve beşeriyete faideli olmağa çalışan, necib milletimizin temiz nasiyeli bir genci olduğumu izah ve isbat ettim.

Mütehassıs ve selahiyetli ilim hey'etinin sarih kanaatı neticesinde elde edilen gayr-ı kabil redd-i delâil, nakıs raporları hükümsüz bırakmakta ve iddia makamının ileri sürdüğü indî ve hayalî tezi cerh ve nakz etmiştir.

Bütün isnadları red ediyorum. Hususiyeti olan ilmî tefsir ve kanaatleri hâvi raporun kabul-u tatbikini hürmetle taleb ve hürriyet-i şahsiyemin ve me'muriyet hukukumun ve müsadere edilen hususi kitab ve mektub ve not defterimin iadesiyle beraber beraetimi âlî mahkemedeki adâletin tecellisinden beklerim.

Ankara Gümrük Muhafaza Kursunda iken

tevkif edilen

Muhammed Salâhaddin Çelebî

Halil İbrahim'in Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Milaslı Halil İbrahim'in Mahkemede Söylediği İfadesidir.

Efendim.. Şu kısa ifademin zabta geçmesini rica ederim. Eskişehir hadisesinden evvel elime geçen ve o vak'ada çoğu alınmış ve geri kalan birkaç tanesini çok ısrarlı Ahmed Feyzi'nin aldığı ve bende kalıp bu def'a elinize geçen "Ondokuzuncu Mektub" namındaki mu'cizât-ı Peygamberiyye'den bâhis; Risale-i Nur'da cem'iyyet ve tarikata aid bir tek harf bile iddianâmelerde kayda geçmemiştir. Çünkü, böyle bir şey yoktur.

Dinimi öğrenmek ve imânımı takviye etmek ve ahlâkımı düzeltmek hususunda çok istifade ettiğim ve evvelce hesabı verilmiş bu eserler yüzünden mahkemeye sevk olunuyor ve hayat-ı içtimaiyedeki mevkiim sarsılıp, maddi çok zararlara uğruyorum.

Ben, ahlâkı ve iyiliği sever, ilmî ve ahlâkî ve dinî eserler okur, kendi halinde geçinir dindar bir insanım. Elhamdülillah hiçbir ahlâksızlığım ve kimseye tecavüzüm ve bir kimseyi incitmek yüzünden bir münazaamı hükûmet kaydetmemiştir. Bu gibi dürüstlüğe vesile olan ehl-i vukufun -hâşâ- "cem'iyyetçi, tarikatçı" namını taktığı Risale-i Nur mizanlarına medyûn ve şükrân olduğumu bilatereddüt, açıkça söylemekle müftehirim.

Muhterem Hey'et-i Hâkime!

Şurada şâhid bir dindar-ı İslâm sıfatıyla ve Türk kanununun iktizası sebebiyle derim ki : Risale-i Nur tarikat değil ki, tasavvuf olsun; dünyevi bir gayesi kayd edilmiyor ki, cem'iyyet olsun. Belki, siyasi ihtilaslardan men'eden bir hakikat-ı ilmiyedir. Ve bir hey'et-i ilmiye tedkik ederse anlaşılır ki: Şimdiye kadar yazılan eserlerin fevkindedir.

Ezcümle: Haklarında ehl-i vukufun bir tek harf bile kayd etmediği "Yirmibeşinci Söz" Kur'an'ın kelâmullah olduğunu öyle güzel isbat eder ve "Onuncu ve Yirmidokuzuncu Sözler" melâike ve âhiretin vücudlarını kör gözlere de gösterecek derecede isbat ve tavzih eder ve bunlara mümail "Otuzikinci Söz" ve diğerleri hakaik-ı İlâhiyye ve kevniyeyi öyle vazıh bir surette serd ve beyan ederler ki, en büyük bir âlim ile ve bir feylesof ile ve benim gibi bir ibtidâi tahsilli kimseler dahi onlardan çok müstefid olur. Ve hatta bin senedir çok itirazlara maruz olan "sevr ve hût" mes'elesinin akıllara hayret verecek derecede isbat ve izâh eyler ki; eğer bu gibi ilmî ve dinî eserleri okuyup dinini ve imânını takviye etmek, bir cezayı müstelzim ise maaliftihar kabul ediyorum.

Ölüm, Denizli Hapishanesinde de var, memleketimde aile ocağında da var olduğuna çok vakıalarla herkes gibi ben de şâhid ve kâniim. Ve eğer kanun-u adâlet hakkımızda tam tecelli ederse, vesile olanlara "Allah sizlerden razı olsun" derim.

Halil İbrahim


بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Bu Dahi Milaslı İbrahim'in İfadesidir.

Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Reisliğine

Muhterem efendim!

Umumumuz tarafından red edilen ve netice itibarıyla hükümsüz kalan Denizli ehl-i vukufunun raporunu nazar-ı itibara alan makam-ı iddia, cezamızı istemektedir. Mezkur raporun, hakkımda i'zam ettiği ve müderecatından ve kimler tarafından olduğunu bahsetmediği otuz kadar mektub, bu işle hiç alâkası olmayan ve herkesde bulunan akraba ve asker vesaire mektublarıdır. Ve yine "risaleler" diye i'zam ettiği ve münderecatında her iki raporda dahi bir tek kelime bile siyasetle alâkası görülmeyen ve ilk ifademde arzettiğim ve müteaddit defalar Isparta Mahkemesinin nazar-ı tedkikinden geçirilip iade edilen "Mu'cizât-ı Ahmediye" nam eserdir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir kanun bir tek hadise yüzünden hiçbir kimseyi iki def'a tecziye etmemiştir.

Muhterem Hey'et-i Hakime!

Gerek ilk zabıta tahkikatında ve gerek ilk sorguda ve bütün mahkeme safahatında, makam-ı iddianın memleketimden yaptırdığı ve mahkeme dosyasında mevcud son tahkikatında, ne bir cem'iyet ve ne bir kimseyi teşvik ve ne de devletin emniyetini ihlal edebilecek hiçbir ahvalim tesbit edilmiş değildir. Yalnız ortada şu var ki:

Dünya ile hiç alâkası olmayan ve maalesef kıymeti bilinemeyen ve yetmiş yaşında ve mübarek bir zat-ı âlî kadîrin kâmilen, hayrat ve fezâile ve saadet-i dâreyne sevkeden ve Risale-i Nur nâm-ı mübeccelini taşıyan ve Kur'an-ı Hakim'in mu'cizât-ı ma'neviyesinden süzülen bu asârını, bir hey'et-i ilmiye ve fenniye olan ve hakikat-ı hâle vakıf ve o ilimde ihtisas sahibleri bulunan Ankara ehl-i vukufunun, vukufâne, tedkiklerine müstenid tasdikleri ve sarahaten bildikleri ilmî ve dinî ve ahlâki eserler olduğunu ve bizlerin hüsn-ü niyet sahibleri olduğumuz, o fen adamlarının raporlarında zikr ve beyan edilmekte olduğundan şu masum vaziyetimizin bir an evvel takdirini mahkeme-i âliyenizin adâletine terkederek, hakikatın izharıyla beraetimizi taleb ederim.

Halil İbrahim

İhsan Sırrı'nın Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Kastamonulu İhsan Sırrı'nın Müdafaasıdır.

Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Reisliğine..

Dinî hissiyatı alet ederek, devletin emniyetini ihlâle ma'tuf cem'iyyete dahil olmak suçuyla mevkufen yüksek huzurunuza çıkarıldım. Makam-ı iddia tarafından geçenki celsede okunmuş olan ittihamnâme müfâdine nazaran bendenizin, cem'iyete dahil bulunmuş olduğum kabul olunarak Türk Ceza Kanununun 163. maddesi delâletiyle 313 ve 173. maddeleri hükümleriyle tecziye edilmekliğim taleb edilmiştir. İddiânâmede suç delilleri olarak ileri sürülen ve anâsır-ı cürmüyyeden ma'dûd bulunduğu beyan edilen ef'âli ve kanunî müstenidat ve müeyyidatı ber-vech-i âti arz ve izah eden işbu müdafaanâmemi hey'et-i ilmiyenize takdim ederken pek âşikâre olan ma'sumiyetimin enzar-ı adâletinizden devr edilmeyeceğine mutmain bulunuyorum.

Cumhuriyet müdde-i umumisi tarafından yapılan aramada eşyalarım arasında bulunmuş olan ve bundan üçbuçuk sene evvel Kastamonu'da kızkardeşim tarafından gönderilen mektubun bir tarafında yazılı Risale-i Nur eczalarının birisinden iktibas edilmiş olan vahdetü'l vücud akidesinin reddine müteallik ilmî ve hükmî hakâikı muhtevi bir yazı, suç delili gösterilmektedir.

Kur'an-ı Hakim'in i'cazını beyan ve ehâdis-i şerifenin ma'na ve medlûlünü isbat etmekte olan Risale-i Nur müellifatının, dinî hissiyatı aletle halkı hükûmet aleyhine teşvik değil, din ve ahlâk üzerinde irşadkâr hizmeti bulunduğu mütehassıs ilim hey'etinin raporuyla tesbit ve tebarüz ettirilmiştir.

Makam-ı iddianın, hakkımda tatbikini taleb ettiği ceza kanununun 163. maddesi : "Dini hissiyatı veya dinen mukaddes tanınan şeyleri alet ederek, devletin emniyetini ihlâl edebilecek harekete halkı teşvik ve bu babda cem'iyyet teşkil edenlerin mahkum edileceği ve böyle bir cem'iyete girenler 313. maddeye göre cezalandırılacağı" tasrih edilerek, devlet aleyhine kurulmuş bir cem'iyetin bütün şerâit ve delâili ile tahakkuk ve tesbit edilmiş olmasına işaret etmiştir. 313. madde ise: "Beş kişi veya daha ziyade kimsenin, adliye kuvveti veya âmmenin emniyet ve selâmeti aleyhine cürm işlemek kasdıyla bir cem'iyet teşkil eylediği takdirde, ceza tayin olunacağını" göstermektedir.

Hakkımda tatbiki istenilen bu maddeler hükmünün istimali için anasır-ı cürmüyyenin tekevvün etmiş ve maddi deliller ile tesbit edilmiş olması icab eder. Halbuki : Cürm vasfı verilmek istenilen ef'âlin; dinî, ahlâkî ve içtimaî birçok hakâiki gösteren Risale-i Nur nâm âsârdır ki, bunların kâffesinin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Reisliğinin tayin etmiş olduğu salahiyetli bir naibin nezaret ve murakabesinde teşekkül eden yüksek ilim sahibi, mütehassis şahsiyetlerin tedkiki neticesini bildiren raporda, davamızı teşkil eden hâdisede cem'iyet, tarikat kasdı olmadığı gibi hükûmetin siyasetini ilgilendirecek hiçbir fikir ve maksat bulunmadığı tebarüz ettirilmiştir.

Kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği.. ceza kanununun birinci maddesi ve cürümde kasdın bulunmaması keyfiyetinin cezayı kaldıracağı ceza kanunun beşinci maddesi, müeyyide-i kanuniyeden bulunmuş olması itibariyle hakkımda taayyün-ü ceza değil, beraetime hüküm ve tahliyemi te'min etmek şiar-ı adâlettir sanırım.

Dünya işleriyle alâkası bulunmadığı tahakkuk etmiş olan bazı kitabları sırf bir saika-i diyanetle okumaklığım, kanunen suç sayılamayacağı keyfiyeti, mevzuat-ı kanuniyeden bulunmuş olması itibariyle beraetime ve arama neticesinde alınmış olan şahsıma aid kitab, mektub vesairemin de ceza usulü kanununun 103. maddesi hükmüne tatbit edilmek suretiyle iadesine karar verilmesini, yüce hey'etinizin insaf ve adâletinden dilerim.

İhsan Sırrı

Ahmed Nazif’in Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

İnebolulu Ahmed Nazif Çelebi'nin Müdafaasıdır.

Muhterem Hey'et-i Hâkime!

İddia makamının hakkımda isnâdatı, evvel-ahir aleyhimde şiddet ve ehemmiyetini gerçi muhafaza etmekte ve müdde-i umûmilik, yüksek vazifesini hak ve adalet terazisiyle ölçmek şöyle dursun; sırf tek bir cepheden ve açık ve zahir olan adalet terazisinin bir kefesine bizi koymak suretiyle ölçmek, vazife-i asliyesi olan haklarımızı gözetmeyerek haksız ve delilsiz ve kanunlarda yeri olmayan en ufak sebepler ile büyük bir cürüm delili mahiyetini gösterip tecziyemi istemesi üzerine bu talebin yerinde olmadığını şöylece isbat ederim:

1: Otuzbeş-kırk sene evvel ilk mektep tahsili sıralarında herkes gibi bendeniz de, Bediüzzaman'ı gazetelerin uzun uzadıya sütunlarla, yazılarıyla sitayişkâr neşriyatlarından ismen ve gıyaben tanıdığımı ilk ve son ifadelerimde arz ettiğim halde bu ifademi makam-ı iddia, "kırk seneden beri tanıdığını itiraf etmiş." şeklinde hilaf-ı hakikat iddiada bulunması...

2:Risale-i Nur'dan dinî bir-iki eseri okumak, bir -iki ahbaba ve akrabasından birine kendi istekleriyle verilmesi İslâmiyetin şiarından iken ve hususiyle hiçbir suretle mahremiyeti dahi bulunmayan ve sırf dinî ve uhrevî olan ve kısm-ı külliyesi arabî ibareli ayet-i kerime ve salavat dularından ibaret bulunan ve bir kısmı Peygamber Aleyhissalatu Vesselam'ın mu'cizatlarından bahseden ve ne zamanımızla ve ne de dünyamızla hiç de alâkası bulunmayan birkaç dinî ve uhrevî eserin, arkasını dünyaya ve cephesini kabristana çevirmiş bir adamın elinde bulunmasıyla ne bir cem'iyyet ve ne de bir tarikat ve hatta bir teşvik mahiyetinde olamayacağı gibi bunlar yüksek bir ilim ve mütehassıs hey'et tarafından tedkik ve tahlil ettirilip böyle bir maksadın bulunmadığı ve masumiyetimiz tamamen ve resmen belirtildiği halde, makam-ı iddianın bunları hiç nazara almayıp ve artık kıymet-i kanuniyesi kalmamış olan eski ehl-i vukuf raporlarına göre ısrarla talepte bulunması...

3: "Risale-i Nur ve ondan ders alan biz şâkirdlerin değil dünya siyasetlerine belki, bütün dünyaya karşı da Risale-i Nur'u âlet edemeyiz." ilh. yazılı ve bize sorulmak istenilen menfur cürüm lekelerini ortadan kaldıran bir hakiki müdafaasına dair kaleme alınmış, Salahaddin Çelebi'nin şahsına ve dosyasına mahsus bir yazısını benim şahsıma aitmiş gibi hilaf olarak aleyhimde cürüm delili göstermesi...

4: İnebolu'nun yazlık umumi bir mesîresi olan ve İslam Tepesi eteklerinde ve belediye hududu dahilinde, âvâre mahallesi civarında, Ma'ruf Cami suyu menbaında, umum arasında bir tatil günü birkaç arkadaşımla tenezzühe gittiğimi, bir cürüm delili göstermek ve kanuna uydurmak kasdıyla "İslâm Dağı" şeklinde göstermesi acaba cem'iyyetçilik olur mu? Veyahud bir cürm sayılır mı? Tertemiz nasiyemize böyle çirkin isnâdâtla bir leke sürülmesi muvafık-ı adâlet midir?

Saniyen: Kendi dosyasına ait olmayan hakiki bir müdafaa şeklindeki bir yazı, cürm delili olabilir mi? Keza hür bir vatandaşın herhangi umumî bir mesîre mahallinde tatil günü tenezzühde bulunması ve o mahalde şarkı söylemek, eğlence yapmak, gazete okumak memnu' olmadığı gibi kitap ve mecmua okunması da elbette memnu' değildir ve olamaz. Farz-ı muhal okunmuş olsa dahi, madem bizden gizli bir teşekkül aranıyor. Böyle umumi bir mesîre mahallinde, yüzlerle halkın içinde iki-üç kişinin kitap okuması ve cem'iyet kurması gibi, hiçbir gizli topluluğun yeri olamaz ve imkânı da yoktur. Ve serâpa yalandan ibaret olan ve aleyhimde cürm delili aramakta ve suç göstermekte müsabakaları görülen İnebolu müdde-i umumisi ve zabıtasının ne derece şiddetle aleyhime hücum ettiklerini isbata kâfi gelecek olan ve ilişik bulunan İnebolu Hapishanesinde tekrar başımıza belalı işler çıkarmak istenirken tutulan zabıt varakasının da nazara alınmasını dilerim. Bu zabıt varakasının tutulmasını icab ettiren nokta:

Bizim buralara kadar uzun müddet süründürülmemize ve telafisi gayr-ı kâbil zararlar görmemize sebep olanların uydurdukları ve bazı alâkadarların tazyik edilerek "tevkif etmeyeceğiz vaadleriyle" aleyhimizde kasdî şahit gösterilmesi gibi; kanun adamlarının, kanunsuz hissiyatlarına kapılarak keyfi hareketlerini göstermekte ve nihayet bu yalanları yüksek mahkemenizin İnebolu'dan istinâbe suretiyle dinlenen şahitlerin ifadeleriyle sabit olmuştur ki; iddia makamı, bu açık hakkımızı da nazara almayarak eski teranesinde ısrar etmesi ve ilk tevkifimizle mahkemeye sevk edilmemize sebep gösterilen ve hakikattan çok uzak bulunan eski gayr-ı ilmî ehl-i vukuf raporlarını, yüksek mahkemenizin isabetli ve adâletli kararlarıyla Ankara'da müteşekkil yüksekk bir ilim ve mütehassıs ehl-i vukuf tarafından verilen ve hakikatı aydınlatan raporuyla bir kıymet-i kanuniyesi kalmayan eski raporlara ısrarlı istinadıyla, aleyhimde cürm delili göstermesi gibi hakikattan çok uzak ve sırf keyfi ve indî denecek kadar sarih ve gelişigüzel talep ve iddialarının varid ve yerinde olmadığından, iddia makamının aleyhimdeki evvel ve ahir kanunî olmayan ve delilsiz bulunan mevhum bütün iddialarının reddiyle Ankara hey'et-i ilmiyesi tarafından verilen ve yüksek mahkeme huzurunun okuyup, makam-ı iddianın da kabul edip itiraz edemediği son hak ve hakikatı bâriz bir şekilde aydınlatan ve masumiyetimi bütün vuzuhuyla isbat eden adâletli raporlarına göre incelenerek, masumiyet ve beraetine hükmedilmesine ve İnebolu Zabıtasınca üç kat'i zabıt varakasıyla tesbit edilen ve ekserisi matbu ve hiçbir suretle mahrem olmayan dinî kitaplarımla hususî defter ve evraklarımız ve maa-muhafaza bir adet yazı makinemin ve askerî selahiyetle üzerinde bulundurduğum bir adet maa-teferruatı ve muhafaza tabancamın iadesine ve kanunî bütün haklarımın iade ve muhafazasına hüküm ve karar verilmesini selahiyetli bu yüksek mahkemenizin temiz vicdanlı, âdil hakimlerinden diliyoruz.

Ahmed Nazif Çelebi

Emin Efendi’nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

İstanbullu Emin Efendi'nin Müdafaasıdır.

Makam-ı iddia tarafından dosyamda birtakım muhabere evrakı bulunduğundan bahisle "Mevhum cem'iyetin nâşiri ve mühim unsurlarından" diye ittiham ediliyorum. Bu ittihama delâil-i kanuniye olmadığı gibi suçsuz bulunduğumu ber-vech-i zir, arz ve izah eylerim.

1-Buradaki zevatı, hemşerilerimden maadasını tanımam. Gerek Bediüzzaman'a gerek başkasına bu mevzu dahilinde hiçbir mektubum yoktur. Dosyalar tedkik edilirse hakikat tezahür eder.

2-"Dosyadaki muhabere mektupları" dediği, bu işle alâkası olmayan şuradan-buradan gelmiş şahsıma ve eski mahkememe ait birtakım muhabere evrakını polisin evimi aramada evden aldığını anladım. Bunlar ise hâl-i hazır mahkemeyi alâkadar etmez. Bir kere tetkikini rica ediyorum. Yalnız, dosyamda Seyyid Şefik, Mustafa Hemdem, Şemseddin Yeşil ile bendeniz'e hitaben yazılmış Bediüzzaman'ın iki mektubu vardır. Bunlar da dua ve senâdan ibarettir. Ve bir de hemşerim Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin Çelebi ve Muallim İhsan Ertem tarafından yazılmış bir mektup vardır ki, bunlar da hemşerilik gayretiyle yazılmıştır.

3-"Nâşirlik" cihetine gelince: Yalnız Seyyid Şefik ve Şemseddin Yeşil ve Muhammed Öğüdçü ve Mustafa Hemdem gibi dört ilim adamına kitap vermekliğim iddiâ ediliyorsa, bu zevatın istemeleriyle ve müellif ve memur ve vaiz olmalarıyla verilmiştir. Koca İstanbul'da yalnız bu dört adama dini kitap vermek, bu iddiânın butlanına kifayet eder. Eğer makam-ı iddianın, iddiâları gibi nâşirlik vesaire gibi bir maksad-ı mahsus takip etseydim, İstanbul gibi bir milyonu mütecaviz bir şehr-i azimde belki bu eserlerden binler kişide çıkması lâzımdı. Gerek polis tarafından evvelce yapılan tahkikat ve gerekse yüksek mahkeme tarafından İstanbul'a gönderilen talimatnâme ile yapılan tahkikat bunu isbat eder.

4-Makam-ı iddiânın, bendenizi "Bu mevhum cem'iyetin mühim unsurlarından" diye tavsifine gelince: 941 senesinden beri İstanbul'da oturduğuma nazaran, vâz-ı kanunun cem'iyetçilik tavsifine göre, benim de İstanbul'da cem'iyet arkadaşlarımın bulunması icab ederdi. Eğer Bediüzzaman'ın eserini okuyan ve yazan her şahıs cem'iyetçi olması icab ediyorsa ve bu suretle telâkki ediliyorsa, bu eserlerin yirmi seneden beri mevkî-i intişarda bulunduğuna nazaran benim de mühim unsurlardan olmaklığım için, o eserleri okuyan binler adamlarla münasebetdar ve yirmi seneden beri bu eserlerle meşgul olmaklığım icab ederdi. Halbuki: İlk defa bu eserleri 940 senesinde İnebolu'da gördüğüm ve yazdığım, dosyamda mevcut kitapların altındaki tarih ve imza ile sabittir.

Muhterem Hâkim Bey!

Ben de Harb-i Umumi ve Milli Mücadele'de yıllarla çalışmış ve istiklal-i milliye, kanımla iltihak şerefini kazanmışım. Bu eserleri okuyup yazmaklığım bir hüsn-ü niyetten ve dini bir gayeden başka birşey değildir. Ankara'da teşekkül eden mütehassıs muhterem ehl-i vukuf heyeti de bunun "hüsn-ü niyetten başka birşey olmadığını" tebarüz ettirmiştir. Ve Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla da din ve vicdan mukaddes tanınmaktadır.

Muhterem Hey'et-i Hâkime! Sırası gelmiş iken şurada şunu da arz edeyim ki:

1335 senesi bidayetinde henüz Milli Mücadele başlamadan düşman işgal orduları İstanbul'da iken herkes istikbalden ümidini kesip, yeis halinde ve bir kısım İstanbul ulemâsı da kürsülerde işgal ordularına dua ve senâ ettikleri bir zamanda, Bediüzzaman hiçbir zaman buna tenezzül etmemiş, bilakis "Hutuvat" nam eserleriyle düşman ordularına hücum etmiş ve tehlikelere ehemmiyet vermeyerek tab' edip neşretmiş. Ulemâyı, İngiliz desiselerden kurtarmış. Ankara kumandanları onları okuyup, Mustafa Kemal o eser sahibini taltif etmek için Ankara'ya celbetmiş. Bediüzzaman o eserinde "Yakında Anadolu'da İstiklal ordusu çıkacak, galebe edecek." diye müjdelemiştir. O zaman matbu', saha-yı intişara çıkardığı "Sünuhat" ve "Hutuvat-ı Sitte" namındaki risaleleri tedkik buyurulursa, kendilerin ne dereceye kadar yüksek bir vatanperver ve İslâmcı olduğu tezahür eder.

Dokuz aydan beri bu yanlış telâkkiden dolayı ailemi perişan bırakarak hapishanede inlemekteyim. Mağduriyetimin ve efrad-ı ailemin perişaniyetini, devama mahal kalmamak üzere beraaten tahliyemi ve dosyam içinde mevcut şahsıma ait evrakımın tarafıma iadesine karar verilmesini yüksek vicdanınızdan beklerim. 3/6/944

İstanbullu Emin Uzun

Çaycı Emin'in Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Çaycı Emin'in İfadesidir.

Onsekiz seneden beri Kastamonu'dayım. Dokuz nüfus aile efradımın nafakasını kahvecilikle te'min ve uğraşıyorum. Bundan altı sene evvel bir gün polis kısm-ı siyasî komiseri beni çağırdı; "İşlek olmadığı zamanlar, polis dairesi karşısında misafir Bediüzzaman Hoca Efendi'nin arasına hizmetine bakıver" dedi. Karakola da emir verdi. Aynı zamanda belediye tarafından Bediüzzaman'a tahsis edilen ayda üç lirayı almak için merkez marifetiyle mutemed tayin edildim. Hizmetinde bulunduğumdan tevkifime kadar kendisinden ne tarikat ve ne cem'iyyet diye birşey duymadım. Yanında üç-beş kişi gibi hiçbir toplantı görmedim ve duymadım. Hatta sabahtan öğleye kadar kapısı kilitli bulunurdu. Kimse ile görüşüp konuşmazdı. Öğleden ikindiye kadar lazım gelen hizmetini yapardım. Tekrar kapısını kapatırdı. Ertesi gün öğleye kadar aynı şekilde kimseyi kabul etmezdi.

Bu arzettiğim hakikatı Kastamonu halkından sorabilirsiniz. Ben, bugün bunları söylemezsem yarın Cenab-ı Hak büyük mahkemede heybet ve azametiyle benden soracaktır. Ondokuz gün mütemadiyen tehdit ve tazyik ile ifademizi aldılar. Evim arandığında iki Kur'an-ı Kerim'den başka birşey çıkmamıştır. Ne yeni ve ne de eski yazıları okuyup yazmam yoktur. Türk milletinin namuslu bir ferdiyim. Türküm, İranlı değilim. Babamla kardaşımın, Türk ordusunda şehid olduklarını isbad edebilirim. Binâen, mağduriyetimi mûcib olan mevkufiyetimin kaldırılmasını dilerim. Ondokuz gün polisin hakkımızda yaptığı çok ince tahkikat neticesinde bir-iki ziyaretçiden ve bir hizmetçiden başka alâkadar şahısların bulunmadığı, böyle bir cem'iyetin olmadığına hiç şüphesiz büyük bir delildir.

Çaycı Emin

Hilmi Bey’in Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Kastamonulu Hilmî Bey'in Bir İfadesidir.

Said Nursî'nin Risale-i Nur'un da ne siyasî cem'iyet ve ne de ders-i tarikat bilmiyorum. Böyle birşey ondan işitmedim. Sekiz senedenberi görüşürüm; ne rejim, ne hükûmet ve ne de siyasete dair birşey kendisinden işitmedim. Ve bizi de, böyle birşey söylediğimiz zaman şiddetle te'dib ve tekdir ederdi. "Dünya işini isteyen, benim yanıma gelmesin." der idi. Hoca Efendi'nin eserlerini ıslâh-ı nefs için okudum. Bu eserler, sırf imân ve Kur'an ve namazdan bahseder. Evimin aranmasında, ne mektub ve ne de Risale çıkmamıştır.. beraetimi isterim.

Hilmî

Mehmet Feyzi’nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Kastamonulu Mehmed Feyzi'nin İfadesidir.

"Birinci, ikinci celselerde mahkemede söylenmiştir."

Efendim.. Yed'inde beşyüzseksen cild kitab-ı ilmiye ve diniye bulunduğu resmen sabit olan bir insanın, ilme ne kadar müştak ve hakikata ne kadar âşık olduğuna başka bir delile lûzum yoktur. Böyle bir insanın, yakınında bulunan bir din âliminin ilminden alâkasız kalması elbette düşünülemez.

Milletin saadet ve selâmetini yegane hedef tanır, dünyevî hiçbir emel taşımaz muhterem bir zatın hizmetini edişim ve füyûzat-ı ilmiyesinden istifade etmek kasdını güdüşüm, büyük bir cürm telâkki edilmiş. Ben, Risale-i Nur müellifini beş senedir tanırım. Üç senedir mütemadiyen hakâik-ı imâniye ve Kur'aniyeyi ders almak için yanına gittim. Ve eserlerinin ekserisini okudum. Ve ne eserlerinde ve ne kendi fikirlerinde, bize isnad edilen tarikat ve cem'iyetle alâkadar bir emare bile görmedim. Ben yüksek seciyeli Türk milletinin bir ferdi ve bu vatanın bir evladıyım. Hey'et-i hâkimenin huzurunda asla yalana tenezzül etmem. Hem kendimi huzurunuzda bir suçlu olarak değil, belki sadık bir şahid olarak biliyorum. Yemin ederim ki, isnad edilen cem'iyet ve tarikatla alâkadarlık yoktur.

2-İddiânâmede bir taraftan târik-i dünyalığım zikredilirken, diğer taraftan bir cem'iyetin baş unsurlarından olduğum zikredilmektedir. Dindar bir adamın hedefi siyaset olamaz. Ben "Ulü'l-emr" âyetinin hakikatını biliyorum. Dindar bir adamdan hıyanet beklenemez.

3-Risale-i Nur Müellifine hizmet meselesine gelince : İlminden çok istifade ettiğim bu zata hizmeti maaliftihar yaptığımı burada da tekrar ederim. Bundan pişman değilim.

4-Dilimi Kürdçeye çevirmekliğim ise: Çok gariptir. İnsan, lehçesini değiştirebilir mi? Benim küçükten beri lisanımın bu tarzda olduğuna bütün Kastamonulular şahittir.

5-Hele sakal meselesi: Büsbütün acib bir ittihamdır. Resul-ü Ekrem Aleyhissalatu Vesselam'ın bir sünnetini genç yaşımda tatbik edişimi cürm sebebi addetmek, akidem ve hürriyetime karışmaktan başka ne ile izah edilebilir. Hem, ahirete meylimin dünya siyasetine sebep gösterilmesi.. artık heyet-i hâkimenin takdirine bırakıyorum. Tarikatçılık, cem'iyetçilik yapmışız da Kastamonu gibi dindar bir memlekette iki hizmetçi ile iki ilim heveslisini mi kandırabilmişiz? Ben, Üstadımın evine zabıtanın gözü önünde gidiyordum. Polis dairesi tam karşımızda bize bakıyordu. Polis dairesinden dinlense konuşulan işitilirdi. Bir cem'iyetin serkâtibi olarak işlerini senelerle çevirmiş olan bir insanın uzun müddet zabıtanın gözü önünde irtikab-ı cürümden çekinmemesine imkân var mıdır?

6-İddiânâmede : Risale-i Nur dairesinin dostlarına, şakirdlerine ve haslarına gibi teşkilatta mevki sahibi olan ... ve bu teşkilatta mevki almış olan mensubiyetine yapılan mahrem ve yarı mahrem ve açık tebligata müteallik tahriri işlerini idare ettiğimden bahsolunmaktadır.

Elcevap: İddianâmede iddiâ edildiği gibi ortada bir teşkilat yok ki, ben bunları idare edeyim. Bu tabirler, müellifin sırf Allah rızasını hedef yaparak dindaşlarına Risale-i Nur ile vazife ittihaz eden zevatın derece-i sa'ylerine kullandığı tabirlerdir.

7-"Risale-i Nur dairesi" gibi tabirlerden adeta bir siyasi teşekkül tevehhüm olunmuş. Halbuki bundan maksad, ne tarikattır ve ne cemi'yettir. Bu tabirlerden murad: Hakâik-ı imaniyelerini Risale-i Nur ile itmam etmek hevesine düşmüş bir kısım ehl-i imandır.

"Risale-i Nur'a şakird olmak" da : Sadece o kitapları okumaktan ibarettir ki, bu bir vazife-i diyanettir. İşte cem'iyet, cem'iyet diye en edna alakalılar da dahil olduğu halde bir cem'iyet-i siyasiye müntesibi olarak toplanılan vatandaşların kâffesi şimdi buradadır. Bu eserlerle dinin etrafında toplanmaktan ve bu yolda Risale-i Nur ile hakikata hizmet etmekten başka bir çehre, bir tavır görüyorsanız ona göre hükmünüzü veriniz. İlm-i din siyasete âlet olamaz.Hulâsa olarak: Cem'iyet ve tarîkat ile alâkamız yoktur. Şayet bu halis ve her türlü riyadan âzâde vaziyetim bir ceza görmekliğime sebep teşkil edecekse: حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ den başka elimden ne gelir.

Mehmed Feyzi

Sadık Bey’in Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Taşköprülü Sadık Bey'in Müdafaasıdır.

-Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Riyasetine-

1-Üstadım Bediüzzaman Said Nursî'yi mukaddes ve hak dinimizi nurlandıran ve ebede kadar nurlandıracak olan Kur'an-ı Azimüşşan'ı tefsir ve teşrih eden bir din âlimi olarak biliyorum ve tanıyorum. Kanunda musarrih din hürriyetinden ferden istifade ederek, dînî ve imânî ve ahlâkî ve içtimâî bilgilerimi kuvvetlendimek ve bilmediklerimi öğrenmek gayesiyle ilk ve hazırlık tahkikatlarında isimlerini söylediğim, Üstadımın Risale-i Nur adlı eserlerini okudum ve bir-ikisini de yazdım. Yazıp, okuduğumdan dolayı suçlandırılmak istenildiğim bu dinî kitaplarda cumhuriyet rejimi aleyhinde bir bahse tesadüf etmediğim gibi; "memleket âsâyişini ihlal yolunda teşekkülüne uğraşıldığı" makam-ı iddiâca serd ve iddiâ edilen "tarikatçılık" ve "cem'iyetçilik" hakkında veya "dinî mukaddesatı âlet ederek, devletin emniyetini ihlal edecek" tarzda hiçbir îmâya dahi muttali' olmadım. Ve böyle bir mevzua dair hocamı ziyaretimde bir söz ve bir fikir dahi duymadım ve hissetmedim.

2-İddiânâmede "mektup" diye vasıflandırılmak istenilen yazılı kâğıt, posta veya elden gönderilmiş mektup olmayıp, yazdığım risale için yazılmış ve o risaleye melfuf takrizdir ve şahsîdir. Bazı şahısların diğerlerine yazdığı şahsî mektupları ve safdilâne indî mütalaaları veya rüya tabirlerinin, Risale-i Nurla ve benimle ne dereceye kadar alâkalı olacağını ve bahusus "Kızıl İ'caz" namında mantıka dair eseri ile şark ve garpta ilm-i mantıkın me'hazi olan İbn-i Sinaları geride bırakan ve Risale-i Nur ile İslâm âleminde eserleri menba-ı ilim olan Fahri Râzî, Sekkâkî, Seyyid Şerif Cürcâni ve Taftazânî gibi ilm-i beyan ve akâid ulemâlarına tefevvuk eden bir âlimin eserlerini okumanın ne dereceye kadar bir suç teşkil edeceğini düşünemiyorum. Gençlik sarhoşluğunda sermaye-i hayatımı, dünya ve âhiretime faydasız derecede israf ile geçirmiş ve bazı uygunsuz ahval, bende maraz bir ibtila halini almıştı. Ancak bu dînî ve imânî ve ahlâkî ve içtimâî eserleri okumuş olmaklığımdır ki, tehzib-i ahlak yoluna dönebilmişimdir.

3-Köyüm, kaza merkezine beş kilometredir. Köy işleriyle meşgul olmadığım zamanlarımı kasabada geçiririm. İsnad edilen mevhum "cem'iyetcilik" ve "tarikatçılık" ve "tahrikçiliğin" mevcut olmadığının isbatına başlıca delil: Kastamonu vâlisinin bizzat Taşköprü'ye gelerek hakkımda icra ettiği tahkikatta, bu cem'iyetin mevcudiyetine veya herhangi bir propagandacılığına delalat edecek en küçük bir emare bulunmaması ve benim de Risale-i Nur'u okumaklığımdan başka isnad edilen mevhum suça taallük edecek bir hareketim kaydedilmemesidir.

4-Mevzu-u dava olan hakikatın; makam-ı iddiânın iddiânâmesinin senedini teşkil eden o hakikatın vukufsuz, behresiz münekkidleri tarafından noksan zabıtnâmelere ve cesaret-i ilmiye ve medeniye sahibi olmadıklarından tarafgirâne mütalaalarına binâen tanzim ettikleri gayr-ı ilmî ehl-i vukufun raporlarına değil, ancak ve ancak o hakikat üzerinde salahiyet-i ilmiyesi müsellem ve muhakkak ulemâdan müteşekkil ehl-i vukufun vereceği bitarafane raporla tecelli edeceğinin takdiri şüphesizdir. Ve bu hakikat da merkez-i hükümette salahiyetdar makamatın tensib ve tayini ile teşekkül eden ve beynelmilel tanınmış yüksek ilim adamlarından ve profesörlerinden müteşekkil ehl-i vukufun tedkikatıyla Risale-i Nur'un hazine-i Kur'an'dan aldığı kudsî ve ulvi felsefesinin ve beyanatının cerh edilmez bir hakikat olduğu tebarüz etmiştir.

Hulâsa: Artık makam-ı iddianın saded harici iddiâları mesnedsizdir, çürüktür. Yüksek ehl-i vukufun raporlarında bazı anlamamazlıklar ve sehivler varsa da, o da ilmîdir. Üstad bu sehivleri izah etmiştir. Ne iddiâ edilen cem'iyet mevcuttur ve ne de böyle bir cem'iyetin teşekkülüne uğraşan bir zümreye intisab ederek kavlen ve fiilen hizmetim sabit olmuştur. Ben şeceresi malum bir Türküm. Ecdadımın ve benim vatanıma hizmetimiz tarihen sabittir. Bu suçlardan beriyim, masumum.

Sadık Demirelli

Ahmed Feyzi’nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Ahmed Feyzi'nin Müdafaasıdır.

-Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Yüksek Riyasetine-

1-İddiâ makamı, bizi zorla cem'iyetçi yapıp bir kısım temiz ve fazilet âşığı vatandaşları her ne bahane olursa olsun tecziye ettirebilmek kasdıyla bir türlü cem'iyetçilik teranesini el'an bırakmıyor. Halbuki, ne safahat-ı mahkeme ve ne de vesâikin tedkiki, iddiâ makamının bu iddiasını haklı çıkaracak sarih ve müsbet hiçbir delil tesbit etmiş değildir. İddiâ makamının, vatandaşları mutlaka cezalandırabilmek arzusunun bir ifadesi olan bu son talebi, hiç olmazsa evrak-ı dâvânın layıkıyla tedkikinden mütehassıl ve bîtaraflıkla hazırlanmış bir kanaat olsa idi, bir derece isabetli olurdu. Halbuki, maalesef bu taleb: Evrak okunmadan, vatandaşların mukadderatı üzerinde durulmadan ve çok adlî hataları ve iltizamkarlıkları da muhtevi olarak serd edilmiştir.

Meselâ: İlk iddiânâmede şahsım için serde edilen birçok indî ittihamlar meyanında "195 parça kitabın yed'imde bulunması keyfiyetiyle" vardı ki, buna sorguya verdiğim ve bilahare iki def'a mahkeme-i âliyenize sunduğum itiraznâmede cevab verilmiş. Bunlar, kütübhanenin mevcudu olan mütenevvi dînî, ilmî, felsefî, fennî âsâr olduğu izah edilmiş. Ve hatta, bu âsârın bir listesi evrak arasında yoksa, bunların esâmisinin hakikatın tavazzuhu namına Aydın'dan sorulması taleb edilmişti. Fakat, hem de daktilo ile üç nüshası dâvâ evrakı arasında mevcud olan bu dilekçem okunmadığı için son talebde de yine aynı ittihamla karşılaşmış bulunuyorum. Vatandaşın mukadderatı üzerinde bu kadar lâubâliyâne kayıtsızlık, cidden şâyân-ı esef bir manzaradır.

2-Makam-ı iddiânın bizim vaziyetimizi anlamadığı ve anlamak istemediği mes'elelerden birisine, lâikliğin telakkîsi tarzında rastlanır. Memleketimizde en çok su-i tefsire ve su-i istimale uğrayan bu tabir, devlet rejiminin hakiki mahiyetini kavramayan bir takım sathî beyinler nazarında sadece dindarlık düşmanlığı ma'nâsına alınıyor. Fransızca'da "cismânî" demek olan bu tabir ruhânî, teokratik kelimesinin zıddıdır. Din ve mezheb, akide mes'elelerini, daha çok bîtaraf olması istenilen idare işlerine karıştırmamak demektir. Evet, yalnız idarecilikte dînî icabların dışında kalmak demek olan bu tabir, hiçbir zaman dini imha etmek, dinî hayatı baltalamak, dindarlığı ta'yib ve takbih ve tezyif ve tazyik etmek mânâsına gelmez. Bilakis, amelî mahiyette vicdan hürriyetlerine azâmî derecede yer vermek ve bu meyanda dînî serbestiyi de en yüksek derecede tanımak demektir.

Din vazifelerinin ifâsı, din hakikatlarının öğrenilmesi ve bu hakikatlara uygun kanaat ve imân taşınması ve bu kanaatların dindarlar arasında izharı gibi dînî hayatın tecelliyatı olan safhalar ise: Bu hürriyetin tezahür tarzlarıdır. Maalesef akidesizliği ve mâneviyatta mahrumiyet yegâne meziyet ve mazhar-ı mübahat bir irfan ve ilerilik nişanesi addeden ve sırf bir eser-i taklid olarak garbın eskimiş, çürümüş, iflasa uğramış ve ilmî sahada insanlık ve fazilet fikirlerini ifna suretiyle ruh-u insaniyeti yıkmış olan bayat bazı inkârî mesâlik-i felsefesini, hakikatin yegane tarz-ı ifadesi zanneden bir kısım sathi beyinler, dinî hayatın vatandaşta tecellisi, fıtrî ve zarurî olan bu muhtelif tezahürhlerini laiklik prensibine bir tecavüz ve taarruz telakki etmektedirler. Vatandaşın -mesela- malumat-ı diniyesini öğrenmek için cehdi ve bu uğurda hüsn-ü zan ettiği herhangi bir ilim menbaına müracat etmesi ile, dini esasları vesile ittihaz ederek siyaset propagandacılığı yapması ve iddia makamının her vesile ile belirttiğine göre "dini, hüküm halinde idareye sokmak için icra-yı faaliyet etmesi" başka başka şeylerdir. Birisi dînî hayatın ve memleketimizde temel hak olan vicdan hürriyetinin bin zarureti.. ve diğeri de, bir siyaset dalavereciliğidir. İşte iddiâ makamının bir türlü anlamak istemediği budur.

Makam-ı iddiâ, dini hakikatları öğrenmek için her nasılsa bir ilim menbaı etrafında toplanmış görünen saf vatandaşları, bazı şahsî ve samimi kanaat-ı diniye taşımalarından dolayı bir siyasi cem'iyet manasında görmek istiyor. Bu hayatı yaşayan biçareleri, "devletin laikliği ile muaraza ediyorlar, devletin bu prensibini yıkmak istiyorlar." şeklinde gösteriyor. Ve vatandaşın, yakın bir mâzide hakâik-i İslâmiyeyi Avrupa âlem-i Hıristiyanetine karşı müdafaa için seçilmiş yegane bir irfan menbanın ilminden hissemend olmasını bir türlü hazmedemiyor.

İşte bu haksız ve sakat görüşünün kurbanıyız. Ve bu görüşte ısrar eden bir sürü bîgünah vatandaşları haksız yere bu damga ile damgalayarak ceza görmelerini can-ı gönülden isteyen muhterem müdde-i umûmi, bu emelinin tahakkuku için en yüksek ilmî nüfûz ve üniversiteyi hâiz bir ilim ve ihtisas hey'etinin raporuna, devlet merkezinde en yüksek adlî makamının manevi mürakabesi altında red edilmez edilleye müsteniden yapılan esaslı inceleme neticesine de saygı göstermiyor. Bilakis şahsiyetleri meşhul ehemmiyetsizlikleri ve garazkârlıkları malûm eski ehl-i vukufun gayr-ı ilmî ve sırf hissî temayülatını tercih ediyor. Ve bu ilmî ve resmî ve en yüksek ehliyete malik hey'etin kanaatlarını yüksek mahkemenin takdir hakkına bir nevi müdahele telâkki ediyor. Kendi hissiyatının mürevvici olan diğerlerinin, bizim gizli bir teşekkül vücuda getirdiğimiz şeklindeki karar ve kanâatlarını, her nedense mahkemenin takdir hakkına müdahele saymıyor.

Adalet terazisinin bir tarafındaki hukuk, devlete addedilince artık diğer tarafta kalan fert için hiçbir hak tanımamak, bütün müzaheretleri devlet hesabına ve devlet lehine kullanmak ve bu durum sebebiyle hakkının müdafası güçleşmiş ferdi ve ona bağlı ailesinin mukadderatını kurban etmek, adaletten anlaşılan mânâ ve hikmet-i idare îcâbâtından mı oluyor?

Ahmed Feyzi Kul

Tahiri'nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Atabeyli Tâhirî'nin Müdafaasıdır

Efendim.. Ben, Isparta'nın Atabey nahiyesinden olduğum halde Bediüzzaman Hazretlerini, Kastamonu vilayetine gittikten sonra müteveffa kardeşim Hafız Ali delâletiyle beş sene evvel tanıdım. Ve nurlu eserlerinden bir kısmını okudum ve yazdım. O zamana kadar gafletle geçen gençliğimin sarhoşluğundan beni kurtarmağa pek büyük bir âmil olan Risale-i Nur'un müellifine karşı duyduğum bir iştiyakla kendisini ziyarete Kastamonu'ya kadar gittim. Kendilerini bizzat ziyaret ettim. Gerek Üstadım Bediüzzaman Hazretlerini ziyaretimde ve gerek eserleri olan Risale-i Nur'da ve gerekse Risale-i Nur'a talebe olanlardan, şimdi bize isnad edilen "halkı, hükûmet aleyhine teşvik etmek" veya "siyasi bir cem'iyet teşkil etmek" veyahut "tarikatçılık etmek" gibi suçlardan hiçbirisini ne işittim ve ne de görmüş değilim.

Ben; sâfi, temiz ruhlu arkadaşların âhiretlerine, imânlarına hizmet etmek maksadıyla "Hizbü'l-Kur'an" ile "Hizbü'n-Nuriye"yi parası ile şahsıma aid olmak üzere sevgili Üstadımın müsaadeleriyle tab' ettirdim. Daha sonra sevgili Üstadımın müsaadelerine bakmıyarak beşyüz adedini, bin lira mukabilinde "Ayetü'l-Kübra" risalesini mü'min kardaşlarımın istifadelerini daha kolayca te'min etmeleri için eski harfle tab'ında mahsur görmediğimden ve esasen o eser, sırf imânî ve uhrevî bulunduğundan tab' ettirmiştim. Her nasılsa tab' edilen nüshalarının tamamı sandığıyla beraber, biz hapse konulduktan sonra müdde-i umumilikçe Isparta İstasyonundan alınmış. Ve akrabamdan Kuleönü köyünden Hafız Mustafa'nın evine bıraktığım "Hizbü'n-Nuriye" klişeleri bulunmakla; ittiham evraklarımda yegâne suç âmilleri olarak aleyhimde gösterilmiştir.

Evet ben, yukarıda arz ettiğim gibi hayırhahlıktan başka, cemaatlarında ve risalelerinde ve Üstadlarında birşey görmedim. Bu zümre-i Nuriye'nin içine kendimi en sonra girmiş bir şakird biliyorum. Arkadaşlarıma iyilik etmekten başka bir gâye takib etmediğim şüphesiz şimdiye kadar anlaşılmış olduğu kanaatiyle şu ifademin, diğer kardaşlarım gibi hüsn-ü niyetle söylenmiş bir ifade olarak kabulünü yüksek mahkemenizden diler, beraetimi taleb ederim.

Atabeyli Tâhirî

Abdullah Efendi’nin Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Atabeyli Abdullah Efendi'nin İfadesidir.

Efendim.. Matbuat lisanıyla çok zaman evvel tanıdığım en yüksek ilme ve dine âşina Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, muhitimiz olan Isparta civarında sekiz-dokuz senelik geçirmiş olduğu müddet zarfındaki te'lifat-ı diniye ve imâniyeleri, güya bir medar-ı mes'uliyet zannıyla o zaman tevkif edilerek Eskişehir Mahkemesine sevk edilen Risale-i Nur Şakirdleri netice-i tahkikat ve tedikatta hem umumiyetle serbest bırakılmış ve hukuk-u hayat ve masumiyetleri temeyyüz ettirilmiş olmakla; işbu âsâr-ı Nuriye ve mesâil-i imâniye ve itikadiye, en kuvvetli ve bâriz delilleriyle memleketimizce rağbet-i umumiyeye mazhar olarak revaçda idi. Binâenaleyh Isparta Adliyesi tekrar iki-üç mahkeme aynı âsârı külliyetle tedkik ve tahkike koyulup, bir maksad-ı şahsiye ve siyasî bir emel bulunmamakla bütün eserler iade ve sahiblerinin serbestiyetleri te'min ettirilmişti.

İşbu Kur'an tefsirlerini okumaklığım ve müellifine beş-altı senelik yakînen alâkadarlığım güya medar-ı mes'uliyet gibi evimin aranmasında bulunan ve geçmiş zamana aid olup, altmış sene evvel vefat etmiş muhitimiz din âlimlerinden Osman Hâlidi'nin bazı vekâyi-i itikadiyye-i mugayyebesini ve vesâyâsını, Üstadım Said Nursî Hazretlerine arz ve istizahta bulunduğumu gösteren bir mektub müsveddesi yüzünden "emniyet-i umumiyeyi ve asâyişi ihlâl ve tarikatçılık gütmek" emeline tam zıt olduğu halde, müma-ileyhe sırf intisabım yüzünden Isparta Sorgusuna verdiğim açıkça hakikat-bin ifadâtımla müdde-i umumiliğe sevk edildim. Tehdid-âmiz hitabelerine cevaben:

Asr-ı hazırımızda terakkiyat-ı fünûniyenin ve tahavvülat-ı beşeriyenin dehşetli feyzanları karşısında ve hususiyle Balkan Umumi Seferlik ve Milli Mücadele Harblerinden mütevellid ve müterakim yaralarımı ve kısmen mühmel kalmış olan mesâil-i imâniye ve diniye noksanlarımı ancak ve ancak bu mübarek eserlerle tedavi ve ikmal edebildiğimi ve keza ruh ve kalbimin muhtaç olduğu gıda-yı mânevisini bu kıymettar eserlerle te'min edebildiğimi ve milliyet ayrılığı ile beraber Türk lisanıyla meydana getirilen bu fevkalâde olan işbu te'lifatına, milliyetim namına medyûn-u şükran olduğumu o makama belirttim.

Şayed, bu hâlim bir cürm ise, tevkifime rıza gösterdim. Tam sekiz aydan beri tevkifim devam etmekte olup, hak ve hakikatı gören gözler ve konuşan diller, elbette ve elbette bugün değilse yarın konuşup hem de göreceği pek zahir ve çok yakın bir adâlet-i ilâhiyeyi kemal-i itmi'nan ile arz ederim.

Atabeyli Abdullah

Mustafa Çavuş'un Müdafaasıdır[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Sav Karyesinden Mustafa Çavuş'un İfadesidir.

Muhterem Hey'et-i Hâkime!

İddiâm: Ben, üçyüzkırkbir senesinden tâ ellibir-elliiki senelerine kadar zamanın vaziyetine göre... hayat-ı içtimaiye ile alâkadar olarak hâlim devam etmekte iken, mezkur senelerin sonlarında Cenâb-ı Hak'kın bizlere şefkat tokadı olarak gösterdiği bir-iki sene devam eden hastalığa dûçar oldum. O hastalığın izharıyla, içine dalmış olduğum dünyanın sefahetli hallerinden rücu' ettim. O hastalık içinde iken Cenab-ı Hak'ka verdiğim sözü yerine getirmek için dört seneden beri Cenab-ı Hak'kın rahmetiyle Risale-i Nur'u okuyup, yazdım.

Yine Cenab-ı Hak'kın fazl ü kereminde, Risale-i Nur'un kerametiyle bizlere ihsan edilen bereket ile mülkümüzden gelen hasılat bize kâfi geliyordu. Şimdi ise, evimin taharrisinde bulunan bir "Hizbü'l-Kur'an" ve bir "Hizbü'n-Nuriye" yüzünden el'an mevkuf bulunuyorum. Ben, bu kitablarımın içinde bizlere isnad edilen suçlardan hiçbir şey görmedim ve yoktur. Hem, bizlere isnad edilen suçlar dünya ile alâkadardır. Bizler ise, dünyadan daha ziyade âhiretle alâkadarız.

Netice itibarıyla, suçsuz olarak dokuz aydan beri devam eden mevkufiyetime nihayet verilerek, beraetime karar verilmesini dilerim efendim.

Mustafa Yıldız

Önceki Müdafaa: Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944)Tüm MüdafaalarEmirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra): Sonraki Müdafaa