Hud 108

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Hud 107Hud SuresiHud 109: Sonraki Ayet

Meali: 108- Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler)bitmez, tükenmez bir lütuftur.

{104-108. âyetlerde sayılı müddetin sona ermesiyle gelecek olan kıyamet gününden ve bunu takip edecek olan ahiret hallerinden bahsedildiği için, buradaki gökler ve yerden maksat dünyanın değil, ahiretin gökleri ve yeridir. Çünkü İbrahim sûresinin 48. âyetinde, "O gün yer başka bir yer ile, gökler de (başka göklerle) değiştirilir" buyurulmuştur.}

Kur'an'daki Yeri: 12. Cüz, 232. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine dair parçayı aldığını ve ramazanın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim, hayretle dedi: “Bu hem Sabri’nin hem Risale-i Nur’un bir kerametidir.”

Bu âyetteki esrarlı muvazene-i Kur’aniyeyi düşünürken Sure-i Hud’daki فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا fıkrasına karşı وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ deki muvazene hatıra geldi ve bildirdi ki: Nasıl ki bu ikinci âyet ve birinci fıkra Risale-i Nur’un mesleğine, şakirdlerine tam tamına manen ve cifirce bakıyor. Öyle de فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا فَفِى النَّارِ لَهُمْ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَ شَهٖيقٌ âyeti dahi Risale-i Nur’un muarızlarına ve düşmanlarına ve onların cereyanlarının mebdeine ve faaliyet devresine ve müntehasına cifir ile tevafuk ile işaret eder. Şöyle ki:

يُرٖيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ gibi âyetlerin bahsinde Birinci Şuâ’da yedi sekiz âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri bin üç yüz on altı ve yedi (1316-1317) tarihi ki Kur’an’a karşı olan sû-i kasdın mebdeidir. فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا cifirce aynı tarihi gösteriyor. Eğer şeddeli “mim” iki “mim” sayılsa bin üç yüz elli yedi (1357), eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” sayılsa bin üç yüz kırk yedi (1347) ki bu asrın tâğiyane faaliyet tarihidir. Her iki şeddeli ikişer sayılsa bin üç yüz seksen yedi (1387) ki لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ dehşetli bir cereyanın müntehası tarihi olmak ihtimali var.

فَفِى النَّارِ لَهُمْ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَ شَهٖيقٌ ise bin üç yüz altmış bir (1361), eğer فَفِى النَّارِ deki okunmayan ى sayılmazsa bin üç yüz elli bir (1351) tarihini, eğer şeddeli “nun” asıl itibarıyla bir “lâm” bir “nun” sayılsa yine bin üç yüz otuz bir (1331) tarihini ve Harb-i Umumî âfetinin feryad u fîzar içindeki yangınını göstererek cehennem ateşinde zefir ve şehîk eden ehl-i şakavetin azabını haber verip ehl-i imanı fitnelere düşüren şakîlerin hem dünyada hem âhirette cezalarına işaret eder.

Aynen öyle de bu asra da zahiren bakan, esrarlı olan Sure-i وَ السَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ den şu âyetin اِنَّ الَّذٖينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرٖيقِ ifadesi gibi hem İstanbul’un iki harîk-ı kebiri hem Harb-i Umumî’nin dehşetli yangınını cehennem azabı gibi o fitnenin bir cezasıdır diye işaret eder.

Elhasıl: Bu âyet her asra baktığı gibi bu asra daha ziyade nazar-ı dikkati celbetmek için cifirce bu asrın üç dört devresinin tarihlerine ve hâdiselerine işaret ve manasının suretiyle ve tarz-ı ifadesiyle iki cereyanın keyfiyetlerine ve vaziyetlerine îma eder.

Sabri’nin mektubu yolda iken ve gelmeden evvel o mektubun manevî tesiri ile bu âyeti ve اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetiyle beraber düşünürken hatırıma geldi. Risale-i Nur bu derece kuvvetli işaret-i Kur’aniyeye ve şakirdleri bu kadar kıymetli beşaret-i Furkaniyeye ve aktabların iltifatına mazhariyetin sırrı ve hikmeti, musibetin azameti ve dehşetidir ki hiçbir eserin mazhar olmadığı bir kudsî takdir ve tahsin almış.

Demek, ehemmiyet onun fevkalâde büyüklüğünden değil belki musibetin fevkalâde dehşetine ve tahribatına karşı mücahedesi cüz’î ve az olduğu halde gayet büyük öyle bir ehemmiyet kesbetmiş ki bu âyette işaret ve beşaret-i Kur’aniyede ifade eder ki Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler diye müjde veriyorlar. Evet, bazı vakit olur ki bir nefer gördüğü hizmet için bir müşirin fevkine çıkar, binler derece kıymet alır.

İhtar: Geçmiş ve gelecek âyetlerin işaretleri yalnız tevafukla değil belki her bir âyetin mana-yı küllîsindeki cüz’iyat-ı kesîresinden bir cüz’î ferdi Risale-i Nur olduğuna îmaen, münasebet-i maneviyeye göre cifrî ve ebcedî bir tevafukla o münasebeti teyiden ve ona binaen hususi ona bakar demektir.

(1. Şua)


Sure-i Hud’da فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ âyetinin iki satır sonra gelen وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ âyetidir. Şu âyetin şeddeli “mim” ve şeddeli “lâm” ve şeddeli “nun” ikişer sayılmak ve اَلْجَنَّةِ deki ة vakıfta olduğundan ه olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki (1352) olmakla tam tamına Resaili’n-Nur şakirdlerinin en meyusiyetli ve musibetli zamanları olan bin üç yüz elli iki tarihine tam tamına tevafukla o acınacak hallerinde kudsî ve semavî bir teselli, bir beşarettir. Ve âyetin münasebet-i maneviyesi bir iki risalede, yani Keramat-ı Aleviye’de ve Gavsiye’de beyan edilmiştir. وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا deki سُعِدُوا kelimesi فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ deki سَعٖيدٌ kelimesine Kur’an sahifesinde tam muvazi ve mukabil gelmesi, bu tevafuka bir letafet daha katar. Bu âyetin küllî ve çok geniş mana-yı kudsîsinin cüz’iyatından Risale-i Nur şakirdleri gibi teselliye çok muhtaç bir cüz’îsi bu asırda bin üç yüz elli ikide bulunduğuna tam tamına tevafukla işaret ederek başına parmak basıyor.

Eğer فَفِى الْجَنَّةِ kelimesinde vakfedilmezse ve خَالِدٖينَ kelimesiyle rabtedilse o vakit ة, ه olmaz. Fakat daha latîf tesellikâr bir tevafuk olur. Çünkü وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا kaide-i nahviyece mübtedadır. فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدٖينَ onun haberidir. Bu haber ise makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk dokuz (1349) adediyle, bin üç yüz kırk dokuz tarihinden beşaretle remzen haber verir. Ve o tarihte bulunan Kur’an hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı cennet ve ehl-i saadet olduğunu mana-yı işarîsiyle ve tevafuk-u cifrî ile ihbar eder. Ve bu tarihte Risale-i Nur şakirdleri Kur’an hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvürleri ve çok mühim risalelerin telifleri ve başlarına gelen şimdiki musibetin, düşmanları tarafından ihzaratı tezahür ettiğinden elbette bu tarihe müteveccih ve işarî, tesellikâr bir beşaret-i Kur’aniye en evvel onlara baktığını gösterir.

Evet فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدٖينَ de şeddeli “nun” bir “nun” sayılmak cihetiyle ت dört yüz, خ altı yüz, bin eder. İki ن yüz, bir ى iki ف bir ل iki yüz; diğer ل otuz, ikinci ى on, iki elif iki, bir ج üç, bir د dört, kırk dokuz eder ki yekûnü bin üç yüz kırk dokuz (1349) eder.

Bu müjde-i Kur’aniyenin binden bir vechi bize teması, bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta’da başımıza gelen bu hâdiseden bir ay evvel bir zata rüyada (ona) deniliyor ki:

“Resaili’n-Nur şakirdleri, iman ile kabre girecekler, imansız vefat etmezler.”

Biz o vakit o rüyaya çok sevindik. Demek o müjde, bu müjde-i Kur’aniyenin bir müjdecisi imiş. (Hâşiye[1])

(1. Şua)


Hem de Risale-i Nur’un aşikâr bir kerametindendir ki bin üç yüz elli dokuz (1359) sene-i hicrî ramazan-ı şerifin on veya on ikinci günlerinde –Allah rahmet etsin– vefat eden kardeşlerimizden Hatip Mehmed namındaki zat, Yirmi Altıncı Lem’a olan İhtiyarlar Risalesi’ni yazarken hasta olarak yazmaya kādir olmadığından ‌‌لَا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ kelime-i tevhidi yazarak bıraktığı, ziyaretine gelen diğer kardeşimiz ve faal arkadaşımız Feyzi Mehmed Efendi’ye ikmalini rica ederek dünyaya veda ve ebedî hayatına, inşâallah bu kelime-i tayyibe ile hayatının sonunu mühürleyerek imanlı olarak kabre girdiğini izhar ve Risale-i Nur’un talebelerine açık bir müjde ve tebşiratta bulunmuştur.

İşarat-ı Kur’aniyenin yirmi altıncı âyetinin فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدٖينَ sırrıyla “Risale-i Nur talebeleri, iman ile kabre gireceklerdir.” tebşiratının sıdkını gösteren bu açık kerametin ve tebşirat-ı azîmenin bütün kardeşlerimize tamim olunmasını, Risale-i Nur’un derece-i ulviyetini ve hâdimlerinin mükâfatlarının ne zaman ve ne suretle verilmekte olduğunu aynelyakîn bilinmek ve görülmek üzere, şu hakikat muvafık ise İşarat-ı Kur’aniye Risalesi’ne tahşiye olunmasını rica ederim, kıymetli Üstadım.

Risale-i Nur şakirdlerinden Ahmed Nazif Çelebi

(Kastamonu Lahikası)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Cihan saltanatından daha ziyade kıymettar bir müjde-i Kur’aniye, bir beşaret-i semaviye bu sahifede vardır.