Bekir Dikmen

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Risalelerde Bekir Ağa olarak zikredilen, Gavs-ı Azam'ın tabiriyle Bekir Bey için Bekir Çelik sayfasına gidin

Bekir Dikmen ya da Bekir Bey Barla'da tüccarlık yaparken Bediüzzaman'a talebe olmuş, 1928 yılında 10. Sözü İstanbul'da matbaada Kur'an harfleriyle bastırarak Risale-i Nur'u ilk bastırma şerefine nail olmuş bir nur talebesidir. Üstad'ın baş ucuna astığı şecerenin kağıdını da temin etmiştir. Üstad'ın Barla'da kaldığı ev kardeşine ait olup masrafını deruhte edip satılmaktan men etmiş ve daha sonra bu ev ziyaretçilere açılmıştır. Bugün bir müze olarak ziyaret edilmektedir. Gavs-ı Azam'ın 800 sene önce işaret ettiği nur talebelerdendir.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Hacı Bekir, Bekir Ağa, Bekir Efendi

Doğum Yeri ve Tarihi: Barla, 01.07.1898 veya 1899[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: İstanbul, 21.09.1954[1]

Kabrinin Yeri: İstanbul Edirnekapı Şehitliği, Mezar no: 229, Ada 15.M.7[1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Barla'da tüccarlık yaparken Bediüzzaman ile tanışmış ve talebesi olmuştur.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Geçen sene Barlalı, İstanbul ticaretinde bulunan Bekir Efendi’nin şeriki Mehmed Efendi vasıtasıyla bir mektup aldım. Mektup hârika olarak bana göründü. Çünkü Hulusi Bey “Nuh Bey’le görüştüm.” diye o mektupta bana yazıyor. Aynı mektupta, kardeşim Abdülmecid de Molla Hamid’in selâm ve duasını bana yazıyor. Aynı mektupta Nurşin-i Süflâ’da Molla Abdülmecid’in yazısı ve imzası vardı. Fesübhanallah dedim. En ziyade sevdiğim bu insanların ayrı ayrı memlekette bulunmakla beraber, bir mektupta bunların içtimaları tevafuklu bir levha-i temaşadır.

(Barla Lahikası)


Risale-i Nur’un neşrine vasıta olan Üstadımız geldiği gün, Isparta’yı gayet hararetli ve yağmursuzluktan toz toprak içinde görmüş. Barla gibi bir yayladan gelip böyle bir yerde dayanamayacağım, diye telaş ediyordu. Üçüncü veya dördüncü günü bahçeleri kısmen gezdiği vakit, sebze ve ot ve çiçeklerin susuzluktan buruştuklarını görerek gayet müteessirane su istiyor, yağmur talep ediyordu. Arkadaşımız olan Bekir Bey’den –değirmenleri çeviren suyu göstererek– “Isparta’nın suyu bu kadar mı?” diye sormuştu. Bekir Bey cevap verdi: “Gölcük’ün suyu kesilmiş, gelmiyor. Isparta’nın dörtte birini sulayan bu sudan başka yoktur.” dedi.

Üstadımızın Isparta’da çok talebesi bulunduğundan ruhen yağmurun gelmesini istiyordu. Aynı günde öyle bir yağmur geldi ki elli seneden beri Isparta böyle bir hâdiseyi görmemiş. O yağmur yüzde doksan dokuz menfaat vermiştir. Bundan anlaşılıyor ki o tevafuk tesadüfî değil; bu rahmet, Isparta’ya rahmet olan Risale-i Nur’a bakıyor. Lillahi’l-hamd. Bu kerem-i İlahî neticesi olarak Üstadımız diyor ki “Isparta bana Barla’yı unutturdu. Unutamayacağım bir şey varsa o da –her yerde olduğu gibi– Barla’da bulunan ciddi dost ve talebelerimdir.”

Talebesi Mustafa, Talebesi Lütfü, Hizmetkârı Rüşdü, Hizmetkârı Hüsrev, Daimî Hizmetkârı Bekir Bey, Daimî Hizmetkârı Re’fet

(Barla Lahikası)


Süleyman Efendi, Mustafa Çavuş ve Bekir Bey’in bir fıkrasıdır

(Isparta’daki kardeşlerimizin fıkrasındaki davayı ispat eden kuvvetli iki delili gösteriyor.)

Re’fet Bey ve Hüsrev gibi kardeşlerimizin hârika bir surette yağan umumî yağmur içinde Risale-i Nur bereketine hususiyetle baktığına, bizim de kanaatimiz geliyor. Çünkü gözümüzle yağmur hâdisesini, hususi bir şekilde hizmet-i Kur’an ve Risale-i Nur’a baktığını iki suretle gördük.

...

Elhasıl: Isparta’daki kardeşlerimizin umumî rahmet içindeki Risale-i Nur’un bereketine dair dava ettikleri hususiyeti, bu iki kuvvetli delil ile tasdik ediyoruz.

Barla’da Şem’î, Mustafa Çavuş, Bekir Bey, Muhacir Hâfız Ahmed, Süleyman

(Barla Lahikası)


O sabah bu garib rüyayı Zühdü Efendi ve Hâfız Ahmed ağabeylerime söyledim. Hattâ o gün Hâfız Ahmed, Üstadımı ziyaret için iki bardak su ile beraber Isparta’ya gitmek istedi. Fakir de gittiğine memnun oldu. Rüyayı tenbih ettim çünkü o gece gördüm. Nitekim söylemiş. Fakat çok acıklı haberden o kadar müteessir oldum ki o zaman anladım, ruhumdaki sıkıntı bu imiş. (Hâşiye[2])

Lütfü

(Barla Lahikası)


Hattâ bu Süleyman ve Mustafa Çavuş, misafirlerim için çok hizmet ettikleri halde, hiçbir vakit hiçbir misafir bu iki zata bir hediye getirdiğini görmedim, bilmedim. Yalnız Bekir Bey bir defa Süleyman’ın küçük kızına birkaç meyve vermiş. Ona mukabil Süleyman –bildiğime göre– birkaç defa patlıcan, biber, kavun gibi sebzeler hediye edip ona göndermekle beraber, Bekir Bey buraya geldikçe onun hem başka misafirlerin hayvanatına saman, arpa verir.

(Barla Lahikası)


Sevgili Üstadım! Hâlık’ımdan ebediyen razı olmuşum. O da sizden ebediyen razı olsun. Maalesef ziyaretinizle müşerref olamıyorum. Buna bedel Bekir Bey’le takdim ettiğim ve arzu edilen şekilde yazamadığım İ’caz-ı Kur’an’ın sahifelerini açtıkça hakir talebenizin her sahifeye mukabil ellerinizden öpmekte olduğumu kabul buyurmanızı istirhamla, sıhhat ve selâmet ve muvaffakıyetiniz için dua ederek el ve ayaklarınızdan öperim, efendim hazretleri.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Talebeniz Ahmed Hüsrev

(Barla Lahikası)


Eğer zatınız hattı güzel bir zatı bulup size (kendinize) istinsah etsen çok iyi olur. Fakat tashihine dikkat edilsin. Bir iki defa, kardeşim Seyyid Şefik’in muavenetiyle mukabele edilsin. Sonra Bekir Efendi alsın. Kendine ve kayınpederine yazdırsın. Eğer zatınız öyle iyi bir kâtip bulamadın, aslı sana kalmak ve birkaç defa Bekir Efendi ile beraber okumak şartıyla Bekir Efendi’ye veya Mehmed Efendi veya Hâfız Hidayet Efendi gibi kıymetini takdir eden ve münasip gördüğün zatlara ver, kendilerine yazdırsınlar.

Haber almışım ki Arabî olarak eski huruf ile Matbaa-i Evkaf’ta tabedilmek izni varmış. Eğer Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle, Türkçe olarak eski hurufa müsaade-i resmî olduğu dakikada ve Bekir Efendi şu iki risaleyi Seyyid Şefik’in taht-ı nezaretinde tashihine gayet dikkat etmek şartıyla çabuk tabediniz. Tab masrafını da kesenizden sarf etmeye mecbur değilsiniz. Çünkü Haşir Söz’üne seksen banknotu sarf ettik, üç yüz banknotu kazandık.

Demek bunlar satılmayacak mallar değildir. Müslüman ruhları bunlara gıda gibi muhtaçtırlar. Yalnız iki yüze yakın aboneler bulunsa birisi tabedilse hem fiyatını çıkarabilir hem başka risalelerin de tabına medar olabilir. Halklardan sadaka kabul etmediğim gibi kitaplarıma da sadakalarla tabını kabul etmem. Yalnız gayretinizi ve himmetinizi Onuncu Söz gibi yalnız yanlışsız ve güzelce tabına ve matbaadaki tashihatına sarf ediniz. Ve birinci olarak tabettirdiğiniz risalenin masarif-i tabiyesi ne kadar ise bana bildiriniz. Ben borç eder, para gönderirim.

Eğer tabına muvaffak oldunuz, zatınız pederiniz gibi çok sevdiğiniz Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme ahalisine bir miktar nüsha gönderseniz çok iyi olur. Belki eski hediyelerinizden daha hayırlı hediye hükmüne geçecektir, inşâallah.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

(Barla Lahikası)


Muhterem Efendimiz! Bir hafta mukaddem, maddeten küçük ve manen büyük bir name-i mergubelerinizi, Bekir Bey vasıtasıyla bir ordu kuvvetinde aldım. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hesapsız hamd ve şükür olsun ki bizim gibi âciz, zayıf, fakir, kusurlu kullarını, hiçbir zaman maddî ve manevî takviye-i rahmetinden baîd tutmuyor. Esen rüzgârlar muvakkaten kapı ve pencerelerden girseler de o hanenin sahibi derhal kapatıyor ve ısıttırdığını gösteriyor. Gerçi çok okuyamıyorsak da yazıyı aynı vaziyette yazıyor. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

(Barla Lahikası)


Tahirî’nin Hizbü’l-Ekber ve Virdü’l-A’zam’ı tab için İstanbul’a gitmesini bütün ruhumuzla onu tebrik ve muvaffakıyetine dua ediyoruz. İstanbul’da Şefik’ten başka Risale-i Nur’la ciddi alâkadarlar çoktur fakat adreslerini bilmiyorum. Yalnız Barlalı Hacı Bekir ve İnebolulu icra dairesinde bulunan Hâfız Emin ve Güranlı Mehmed Efendi’yi de Şefik vasıtasıyla bulabilir. İstanbul dostları münasebetiyle, meşhur bir vaiz benim ile görüşmek için gelmiş, görüşemeden gitmiş. Bir zata yazılan bir mektubun sureti size gönderiliyor; belki oradaki bazı adamlar, bu adam gibi o hitaba muhtaçtırlar.

(Kastamonu Lahikası)


Nurların birinci medresesi olan ve ben ruhen çok alâkadar olduğum Barla’nın ehemmiyetli genç şakirdlerinden, aynen Denizli’den bana gelen Ahmed gibi Mehmed gibi bir Ahmed ve Mehmed buraya geldiler ki o eski zamanda en ziyade alâkadar olduğum ve bana sekiz sene sadakatle hizmet eden muhacir Hâfız Ahmed, Mustafa Çavuş hesabına merhum Mustafa Çavuş’un mahdumu Ahmed merhum pederi hesabına ve berber Mehmed ise kayınpederi merhum Muhacir Hâfız Ahmed bedeline ve Barla’daki Nur şakirdleri namına yanıma geldiler. Hakikaten ben Barla’ya ve o zamana gitmiş kadar sevindim. Mâşâallah Barla, birinci medrese-i Nuriye olduğunu hissetmeye başlamış. Ciddi bir intibah, bir alâkadarlık gösteriliyor. Hattâ eskiden Onuncu Söz’ü tabeden Hacı Bekir, benim orada oturduğum odayı, her bir masrafını deruhte edip satmaktan men’etmiş. Nur şakirdlerinin bir misafirhanesi hükmünde muhafaza edilmesini Barla’ya haber göndermiş.

(Emirdağ Lahikası-1)


Bekir Efendi’dir. Şimdi hazır olmadığı için ben, kardeşim Abdülmecid’e vekalet ettiğim gibi onun itimat ve sadakatine itimadım ve Şamlı Hâfız ve Süleyman Efendi gibi bütün has dostlarımın hükümlerine (bildiklerine) istinaden diyorum ki: Bekir Efendi, Onuncu Söz’ü tabetti. İ’caz-ı Kur’an’a dair Yirmi Beşinci Söz’ü yeni huruf çıkmadan tabetmek için ona gönderdik. Onuncu Söz’ün matbaa fiyatını gönderdiğimiz gibi onu da göndereceğiz diye yazdık. Bekir Efendi, benim fakr-ı halimi düşünüp matbaa fiyatı dört yüz banknot kadar olduğunu mülahaza ederek ve kendi kesesinden vermek, belki Hoca razı olmaz diye onun nefsi onu aldattı. Tabedilmedi. Hizmet-i Kur’aniyeye mühim bir zarar oldu. İki ay sonra dokuz yüz lira hırsızların eline geçti. Şefkatli ve şiddetli bir tokat yedi. İnşâallah ziyaa giden dokuz yüz lira, sadaka hükmüne geçti.

(Lem'alar, 10. Lem'a, 6. Tokat)


Said Nursî'yi iki üç vecihle gösterdiği gibi, medâr-ı imtiyazı olan ihlâsı imâ ederek ve hizmette ikinci olmak cihetiyle iki farkla مُخْلِصًا kelimesi Hulûsi Beye tevâfukla işaret ediyor. وَكُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ'de قَادِرٖى kelimesi üç fark ile üçüncü arkadaşı, takdir ve istihsan ile Hulûsi-i Sânî olan Sabri'ye (Hâşiye[3]) tevâfukla işaret ediyor. صَادِقًا kelimesiyle hârika bir sadâkatle mümtaz dördüncü arkadaşı olan Süleyman'a dört fark ile tevâfuk cihetiyle işaret ediyor. صَادِقًا kelimesindeki tenvin dahil edilse, hizmet-i sâdıkanede mümtaz olan Bekir Ağa'ya Bekir Bey ünvânıyla bir fark ile işaret eder. Mâdem bu beyt-i âhir, bu heyetin efrâdına bakar, bâzılarına sarâhate yakın işaret var; ötekilere ednâ bir imâ dahi kanaat verir ki, onlar dahi muraddır.

(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 8. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Bekir Bey'in yardımıyla İstanbul'da basılan Haşir Risalesinin kapağı

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 1,3 Isparta kahramanları, Himmet Koçoğlu
  2. Garib ve latîf bir tevafuktur ki Isparta’da cumartesi gecesinde başıma gelen gayet sıkıntılı bir hâdiseyi sekiz sene kemal-i sadakatle, hiç gücendirmeden bana hizmet eden Sıddık Süleyman aynı zamanda, benim gibi aynı sıkıntı çektiğinden ve sebebini de bilmediğinden Isparta’ya pazardan evvel geldi. Sıkıntısının manevî sebebini de anladı. Süleyman’ın ne kadar selim bir kalbi bulunduğu malûmdur. Hem aynı gecede, has talebelerin içinde letafet-i kalbiyle mümtaz Küçük Lütfü, bu fıkrada mezkûr rüyayı ve sıkıntıyı görüp aynı sıkıntıma iştirak ve az bir tabir ile aynı vaziyetimi müşahede ediyor.
    Elhasıl: Süleyman’ın selim kalbi, Lütfü’nün latîf ruhu imdadıma koşmak istemişler. Demek ki Risale-i Nur’un şakirdlerinin ruhları birbiriyle alâkadardır. Cesetleri müteaddiddir, ruhları müttehid hükmündedir. هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى
    Süleyman Rüşdü namındaki kardeşimiz, bu hâdise gecesinden evvel –sabahleyin– bana ve Bekir Bey’e dedi ki: “Ben bu gece bir rüya gördüm. Bu rüyada siz Üstadımı valinin makamında vali olarak gördüm. Etrafınızda hükûmet adamları bulunuyordu. Elinizde bulunan küçük bir kâğıda not yapmışsınız, nutuk söyleyecekmişsiniz. Sonra bir daha gördüm ki: Üstadım siz, Bekir Bey ve Hüsrev bir faytona binmişsiniz, hükûmetten eve geliyordunuz.” dedi. O sabahın akşamı, hükûmet dairesinde aynı hal vuku bulmuş, faytonda aynı adamlar bulunup selâmetle eve dönülmüştür. İsticvab makamında söylenen sözler tam yerinde olduğu için nutuk suretinde ona görünmüş. Hem Hâfız Ali –aynı gecede– bana olan hücumu ve sû-i kasdı kendine karşı görmüş. Sabahleyin başındaki kasketinin siperliğini dikmiş tâ hücumdan kurtulsun.
    Elhasıl: Risale-i Nur’un şakirdlerinin şahs-ı manevîsi kerametkârane bir hassasiyet gösteriyor ki Hâfız Ali ulvi sadakatiyle, birinci Süleyman selim kalbiyle, ikinci Süleyman Rüşdü müstakim aklıyla, Küçük Lütfü latîf nuruyla üstadlarının imdadına manen koşmuşlar, sıkıntısına iştirak ile tahfifine çalışmışlar.
    Said
  3. Sabri'nin hakiki ismi Muhammed Sabri'dir. Bu isim hesab-ı ebcedle tek bir fark ile Abdülkadirî olur. Demek ikinci Hulûsi, birinci Hulûsi gibi birincidir. Hem Hafız Ali (r.h.) ve Kuleönü'ndeki Mustafa'lar, hem de Zekâi ve Küçük Lütfü, onlar gibi işârât-ı Gavsiyede zâhirdir.