Bakara 2

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Bakara 1Bakara SuresiBakara 3: Sonraki Ayet

Meali: 2- O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

Kur'an'daki Yeri: 1. Cüz, 1. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Mesela

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

Şu dört cümlenin her birisinin iki manası var. Bir mana ile öteki cümlelere delildir. Diğer mana ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’cazî hasıl olur. İşaratü’l-İ’caz’da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki bir nakş-ı nazmî-i i’cazî teşkil eder. On Üçüncü Söz’de beyan edildiği gibi güya ekser âyât-ı Kur’aniyenin her birisi ekser âyâtın her birisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki onlara münasebatın hutut-u maneviyesini uzatıyor. Birer nakş-ı i’cazî nescediyor. İşte İşaratü’l-İ’caz, baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir.

(25. Söz)


Kur’an-ı Hakîm’in cümleleri, kelimeleri birbirine bakar. Bazı olur bir kelime, on yere bakar; onda, on nükte-i belâgat, on münasebet bulunuyor. Nasıl ki İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirde, Fatiha’nın bazı cümleleri içinde ve

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ

cümleleri içinde, şu nüktelerden bazı numuneleri göstermişiz.

(19. Mektup)


Sâniyen: Kur’an’da esas maksatları ve anâsır-ı asliyesi dört hakikattir: Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalettir.

Çünkü vaktâ kâinat sahrasında benî-Âdem bir acib ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden sefer edip vücud ve hayat sahrasında yürüyüşüyle istikbalin yüksek dağlarına azîmetle oradaki bağlarına gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilafet-i zemine mazhariyet noktasında ve sair zîhayata tasarrufatı cihetinde rûy-i zeminde ekser eşyanın nev-i beşerle münasebatı iktizasıyla heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev-i beşerle ciddi alâkadar oluyor. Benî-Âdem bir tek taife iken yüz binler taifelere karışmasında kâinat, zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasında bakıyor. Güya hilkat-i kâinat hükûmeti; o hükûmetin zabıta memuru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantık ve sorgucu olarak o misafir kafileye gönderip ondan sual edip soruyor ki:

“Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz ve ne yapacaksınız? Ve her şeye karışıyor ve bazen karıştırıyorsunuz. Sultanınız ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevap versin.”

O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdem’den Muhammedü’l-Hâşimî sallallahu aleyhi ve sellem, emsalleri olan ulü’l-azm peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı ve Kur’an’ın lisanıyla dedi ki:

“Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücuda girdik, varlık nurunu bulduk. Her bir taifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem taifesi ise bir emanet-i kübra rütbesi ve hilafet-i zemin vazifesiyle sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i kâinata gönderilmişiz. Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haşir yolu ile saadet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz. Ve bizim re’sü’l-malımız olan istidatlarımızın çekirdeklerini sümbüllendirmeye, iman ve Kur’an’la inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz. İşte o kafilenin reisi ve hatibi benim. İşte elimdeki bu fermanı; manevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor. İşte o menşur u ferman, ezel ve ebed Sultanı’nın kelâmıdır. Ve emirleri ve konuşmaları olduğuna delil-i kat’î, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle.”

Evet, en müşkül en umumî ve bütün mevcudata sorulan bu üç dört gayet acib suale tam doğru ve mükemmel cevap veren yalnız ve yalnız Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’dır ki başında ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ fermanıyla ilan edilmiş.

(Emirdağ Lahikası 2)


(İşarat-ül İ'caz tefsirinde Bakara Suresinin 1.-3. ayetlerinin tefsirine mahsus kısmın tamamına buradan erişebilirsiniz)

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

Arkadaş! Kelâmların hüsnünü artıran ve güzelliğini fazlaca parlatan belâgatın esaslarından biri de şudur ki: Bir havuzu doldurmak için etrafından süzülen sular gibi beliğ kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayıtların, heyetlerin tamamen o kelâmın takip ettiği esas maksada nâzır olmakla onun takviyesine hizmet etmeleri, belâgat mezhebinde lâzımdır.

Birinci Misal: وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyet-i kerîme nazar-ı dikkate alınırsa görülür ki: Bu kelâmdaki maksat ve esas, “pek az bir azap ile fazla korkutmak”tır. Ve bu kelâmda olan mezkûr kelimeler ve kayıtlar, tamamen o maksadı takviye için çalışıyorlar.

Ezcümle: Şek ve ihtimali ifade eden اِنْ şartiye olup azabın azlığına ve ehemmiyetsizliğine işarettir.

Ve keza نَفْحَةٌ sîgasıyla ve tenviniyle, azabın ehemmiyetsizliğine îmadır.

Ve keza مَسَّ kelimesi, azabın şedit olmadığına işarettir.

Ve keza teb’izi ifade eden مِنْ ve şiddeti gösteren نَكَالْ kelimesine bedel, hiffeti îma eden عَذَابِ kelimesi ve رَبِّ kelimesinden îma edilen şefkat, hepsi de azabın kıllet ve ehemmiyetsizliğine işaret etmekle, şu şiiri lisan-ı halleriyle temessül ediyorlar:

عِبَارَاتُنَا شَتّٰى وَحُسْنُكَ وَاحِدٌ وَكُلٌّ اِلٰى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشٖيرُ

Yani “İbarelerimiz ayrı ayrı ise de hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne işaret ediyorlar.”

İkinci Misal:

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

olan âyet-i kerîmedir. Bu âyette maksad-ı esas, “Kur’an’ın yüksekliğini göstermek”tir. Ve bu maksadı takviye eden الٓمٓ ، ذٰلِكَ ، الْكِتَاب ، لَا رَيْبَ فٖيهِ kayıtlarıdır. Evet bu kayıtlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine işaret etmekle beraber, o maksadın takviyesine koşuyorlar.

Ezcümle: الٓمٓ kasem olduğu cihetle Kur’an’ın azametine ve altında müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de davanın ispatına işaret eder.

Ve keza ذٰلِكَ zat ile sıfâtı gösteren bir işaret olması itibarıyla hem Kur’an’ın azametine hem azameti ispat eden sıfât-ı kemaliyeye işaret eder.

Ve keza ذٰلِكَ işaret-i hissiyeye mahsus iken işaret-i akliyede kullanılması, tazim ve ehemmiyeti ifade ettiği gibi makul olan Kur’an’ı mahsûs suretinde göstermesi, Kur’an’ı ezhan ve enzarın nazar-ı dikkatine arz etmekle, tesettürü icab eden hile, zafiyet ve sair çirkin şeylerden münezzeh olduğunu izhar ve itiraf ettirmektir.

Ve keza ذٰلِكَ nin ل vasıtasıyla ifade ettiği bu’d, Kur’an’ın kemaline delâlet eden ulüvv-ü rütbesine işarettir.

Ve keza الْكِتَاب deki اَلْ hasr-ı örfîyi ifade ettiğinden, Kur’an’ın azametine ve başka kitapların mehasinini cem’etmekle onların fevkinde olduğuna işarettir.

Ve keza الْكِتَاب tabiri, ehl-i kıraat ve kitabetten olmayan bir ümminin mahsulü olmadığına işarettir.

Ve keza لَا رَيْبَ فٖيهِ zamirinin her iki ihtimaline binaen Kur’an’ın kemalini ispat veya tekid eder. Ve keza istiğrakı ifade eden لَا Kur’an’ın her köşesinde rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen şek ve şüpheleri def’ ile Kur’an’ın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilan eder. Ve lisan-ı haliyle şu şiiri okur: وَكَمْ مِنْ عَائِبٍ قَوْلًا صَحٖيحًا وَاٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّقٖيمِ Yani “Kur’an’da ta’yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur’an gibi sahih kavilleri ta’yib etmek ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor.” Ve keza zarfiyeti ifade eden فٖى tabiri, Kur’an’ın sathına ve zahirine konan şek ve şüphe varsa içerisindeki hakaik ile def’edilebileceğine işarettir.

Arkadaş! Tahlil vasıtasıyla terkibin kıymetini ve küll ile cüzler arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misallerdeki kuyud ve hey’ata dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgatı ve kevser-i fesahati doyuncaya kadar iç “Elhamdülillah!” de.

2. Sual

Sual: الٓمٓ ۞ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ âyet-i kerîmesinin cümleleri, atıf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binaendir?

Cevap: O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zira o cümlelerin her birisi, arkadaşlarına hem babadır hem oğul. Yani hem delildir hem neticedir.

Evet الٓمٓ lisan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur hem mu’ciz olduğunu ilan eder.

ذٰلِكَ الْكِتَابُ hem bütün kitaplara faik olduğunu tasrih eder hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder.

لَا رَيْبَ فٖيهِ hem Kur’an’ın şek ve şüphe yeri olmadığını tasrih eder hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder.

هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ hem tarîk-ı müstakimi irae etmekle muvazzaf olduğunu gösterir hem mücessem bir nur-u hidayet olduğunu ilan eder.

İşte bu cümlelerden her birisi, ifade ettiği birinci manasıyla arkadaşlarına delil olduğu gibi ikinci manasıyla da onlara neticedir.

Sonra bu âyetin şu cümleleri arasında i’caza menba, belâgata medar olan on iki münasebet, alâka ve bağlılık vardır. Bunlardan misal olarak üç taneyi zikir, ötekileri de sana havale ederim.

1- الٓمٓ bütün muarızları, muarazaya davet eder. Öyle ise en yüksek bir kitaptır. Öyle ise bir yakîn sadefidir. Zira kitabın kemali, yakîn iledir. Öyle ise nev-i beşer için mücessem bir hidayettir.

2- ذٰلِكَ الْكِتَابُ yani emsaline tefevvuk etmiştir. Öyle ise müstesnadır. Çünkü şek ve şüphe yeri değildir. Çünkü müttakilere doğru yolu gösterir. Öyle ise mu’cizdir.

3- هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ yani tarîk-ı müstakime irşad eder. Öyle ise yakîniyattandır. Öyle ise mümtazdır. Öyle ise mu’cizdir.

Ey arkadaş! Şu هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir:

1- Bu cümlede “mübteda” mahzuftur. Bu hazf, cümleyi teşkil eden “mübteda” ile “haber” arasındaki ittihat öyle bir dereceye varmış ki sanki “mübteda” hazfolmayıp haberin içerisine girmiş. Haricen ikisi müttehid oldukları gibi zihnen de müttehid olduklarına işarettir.

2- هَادٖى yerinde هُدًى yani ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur’an’ın husule geldiğine işarettir.

3- هُدًى deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki hidayet-i Kur’an öyle ince bir dereceye varmıştır ki hakikati idrak edilemez ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki ihatası ilmen kabil değildir. Çünkü “marife”nin zıddı olan “nekre” ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş’et eder. Buna binaendir ki “Tenkir, bazen tahkiri bazen tazimi ifade eder.” denilmiştir.

4- Müteaddid kelimelere bedel ism-i fâil sîgasıyla ihtiyar edilen مُتَّقٖينَ kelimesi ile yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu gibi hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir.

3. Sual

Sual: Gayet mahdud, az birkaç noktadan beşerin tâkatinden hariç denilen i’cazın doğması ihtimali var mıdır?

Cevap: Maddî ve manevî her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve tesiri vardır. Evet in’ikas sırrıyla, üç şeyin hüsnü içtima ederse beş olur. Beş içtima ederse on olur. On içtima ederse kırk olur. Çünkü her şeyde bir nevi in’ikas ve bir nevi temessül vardır. Nasıl ki birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik iki üç nükte veya iki üç hüsün içtima ettikleri zaman pek çok nükteler, pek çok hüsünler tevellüd eder.

Bu sırra binaendir ki her hüsün sahibinin ve her bir sahib-i kemalin emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki içtimaları zamanında hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar.

4. Sual

Sual: Belâgat ve hidayetten maksat, hakikati vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak iken müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilafat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir?

Cevap: Malûmdur ki Kur’an-ı Azîmüşşan yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir.

Binaenaleyh herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’an’ın hakaikinden hisse alabilir ve hissedardır.

Halbuki nev-i beşer derece itibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyil, istihsan, lezzet, tabiat itibarıyla birbirine uymuyor. Mesela, bir taifenin istihsan ettiği bir şey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği bir şeyden, öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki Kur’an-ı Kerîm günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır ki herkes zevkine göre fehmetsin.

Hülâsa: Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz’etmiştir ki her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler.

Binaenaleyh ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafık ve belâgatın prensiplerine uygun ve ilm-i usûle mutabık olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir.

Bu nükteden anlaşıldı ki Kur’an’ın i’caz vecihlerinden biri odur ki nazmı, öyle bir üsluptadır ki bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.

(Bakara 1.-3. Ayetler, İşarat-ül İ'caz)


Sual: Ribh fiili hakikaten münafıkların fiili olduğu halde, bu cümlede ticarete isnad edilmiş olduğu neye işarettir?

Cevap: Onların bu ticaretlerinde, ne eczasında ve ne ahvalinde ve ne vesaitinde ne cüz’î ve ne küllî bir fayda bulunmadığına işarettir. Evet bazı ticaretlerde matlub kâr olmasa da ahvalinde veya vesaitinde az çok bir fayda olabilir. Bu ticaret ise şerr-i mahzdır, faydalardan mahrum bir zarardır.

وَمَا كَانُوا مُهْتَدٖينَ Yani “Re’sü’l-mallarını zayi etmekle hüsrana maruz kaldıkları gibi yollarını da kaybetmişlerdir.” Bu cümlede surenin başındaki هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ cümlesine gizli bir remiz vardır ki Kur’an-ı Kerim, hidayeti vermemiş değildir. Hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.

(Bakara 16. Ayet, İşarat-ül İ'caz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]