A'raf 204
Önceki Ayet: A'raf 203 ← A'raf Suresi → A'raf 205: Sonraki Ayet
Meali: 204- Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.
{Gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında Kur'an okunurken, onun manalarını iyice anlamak, öğütlerinden faydalanmak ve davranışları ona göre ayarlamak için bütün dikkatleri ona vermek ve sükût etmek gerekir.}
Kur'an'daki Yeri: 9. Cüz, 175. Sayfa
Tilavet Notları:
Diğer Notlar:
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]
Amma Sure-i Kaf’ın âyeti ise ondaki îcaz pek acib ve mu’cizanedir. Çünkü kâfirin pek müthiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehşetli inkılabatında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim hâdisata birer birer parmak basıyor. Şimşek gibi fikri, onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamanı, hazır bir sahife gibi nazara gösterir. Zikredilmeyen hâdisatı hayale havale edip ulvi bir selasetle beyan eder.
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Elimizdeki saatin (iç kısmı,) âlât ve çarkların tezelzül ve ızdırabları cihetiyle nasıl ki gayr-ı sabittir, öyle de; bir saat-i kübra olan dünya dahi, zâhirî sabitiyeti içinde gayr-ı sabit ve lerzedardır.
Evet dünyaya zaman girmesiyle, gece ve gündüz, o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki mil hükmündedir. Seneler ise, dakikaları sayan bir ibre, asırlar dahi saatleri sayan birer iğnedirler.
Hem dünyaya mekân dercedilmesiyle, cevv-i hava sür'at-i tagayyür ve tahavvül ve tezelzülüyle ayrı bir tarzda saniyelerin ibresi hükmündedir. Küre-i arz dahi nebatat ve hayvanatın mevt ve hayatları cihetiyle; yüzünün daimî surette tebeddül etmesi, dakikaları sayan bir mil gibidir. Hem küre-i arzın karnındaki zelzeleler ve neticesinde dağların fışkırması, saatleri sayan ağırca hareketli bir mil hükmündedir. Kezalik, sema yüzü harekât-ı ecram ve kuyruklu yıldızların zuhuru ve küsufatın vuku'u ve şehabların akmasıyla, haftalık saatin günlerini sayan bir mil gibidir.
İşte, şu yedi rükün üzerine mebni olan dünya, hakikatta fani, hâlik, lerzedar ve su gibi akıcı iken, lâkin gafletle sureten tecemmüd ederek, fikr-i tabiatla tekeddür edip âhiretin yüzüne karşı bir hicab olmuş. Felsefe-i sakime ve medeniyet-i sefihe de, onun şu cümudiyet ve küdûretini daha da arttırmışlardır.
Amma Kur'an-ı Hakîm, dünyayı kendi ayatıyla; atılmış pamuk gibi hallac edip cümudiyetini eritiyor. Ve şulepâş beyyinatıyla onun kudûretini izale edip şeffaflaştırıyor. Ve nur-efşan neyyiratıyla fikr-i tabiatı eritip âhiret yüzünden perdeyi kaldırıyor. Hem belâgatkâr na'yeleriyle, dünyanın ebediyet-i mevhumesini yırtıp atıyor. Hem ra'd-misal sayhalarıyla, fikr-i tabiattan doğan gafleti parça parça ediyor.
İşte mütezelzile olan dünyanın hakikatı, mezkûr lisan-ı haliyle şu âyeti okuyor:
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
(Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı))
İşte medeniyet-i sefihe-i dâllenin şakirdleri ve felsefe-i sakime-i mudıllenin talebeleri, gayet acib ihtiraslar ve pek garib firavunluklarla sarhoş oldukları halde, gelip müslümanları ecnebi âdetlerinin ittibaına ve envar-ı İslâmiye ile içinde şuur ve iş'ar lemaan eden şeair-i İslâmiyenin terkine davet ediyorlar.
Fakat Kur'anın şâkirdleri ise, onlara karşı şöyle mukabelede bulunurlar: Ey dalaletpişe gafiller! Eğer siz dünyadan zeval ve mevti kaldırmak ve insandan acz ve fakrı gidermek iktidarında iseniz, dine ve dinin şeairine karşı istiğna gösteriniz.
Yoksa şu dört tane ra'dların na'raları arasında ve dinin şeairiyle birlikte lüzumunu en yüksek ses ile ilan eden bu tekvinî âyetler ortasında, sinek vızıltısı gibi de olmayan vesvese ve demdemenizi kesiniz, susunuz.
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
(Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı))
Nasıl ki elimizdeki saatin dış yüzü sabit ve sâkin gibi ise de, fakat içindeki âlât ve çarkların ızdırab ve deprenişleriyle gayr-ı sabittir.
Öyle de; Cenab-ı Hakk'ın bir saat-i kübrası olan dünya dahi öyle mütezelziledir. Evet dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki mil hükmündedir. Seneler ise dakikaları sayan bir ibredir. Asırlar da saatleri sayan bir ibre gibidir.
Hem dünyaya mekân dercedildiği için, cevv-i hava sür'at-i tagayyür ve tahavvül ve tezelzülüyle, başka bir tarzda o saatin saniyelerini sayan bir mil gibidir. Küre-i arz dahi, yüzünün nebatî ve hayvanî mevt ve hayatlarıyla daimî surette tebeddül etmesiyle, dakikaları sayan bir mil tarzında olduğu gibi; küre-i arz karnındaki inkılabattan gelen zelzelelerle ve o zelzeleden neş'et eden dağların hurucuyla, saatleri sayan bir mil mesabesindedir.
Hem sema mekânı dahi, ecramların harekâtı ve kuyruklu yıldızların ve küsûfâtın ve şahabların zuhurlarıyla, haftalık bir saatin günlerini sayan bir mil gibidir.
İşte şu yedi erkân üzerine mebni olan dünya; esma-i ilahiyenin şuunatını ve kalem-i kader ve kudret'in kitabetini tavsif ettiği halde, hakikatta fanî, hâlik, zelzeleli ve akan su gibi gidicidir. Lâkin gaflet ile sureten tecemmüd edip, tabiat ile küdûret peyda ederek, âhiretin yüzüne karşı kalın bir perde olmuştur. Felsefe-i sakîme ve medeniyet-i sefihe dahi onun cümûdiyet ve küdûretini tedkikat-ı felsefiye ve mebahis-i tabiiye ile daha da ziyadeleştirmişlerdir.
Amma Kur'an-ı Hakîm ise, âyâtıyla dünyayı pamuk gibi hallaç ediyor.. ve beyyinatıyla şeffaflaştırıyor.. ve nur-efşan neyyiratıyla cümûdiyetini eritiyor. Ve sayahatıyla onun ebediyet-i mevhumesini yırtıyor. Ve ra'd-misal na'ralarıyla fikr-i tabiattan doğan gafleti parça parça ediyor.
İşte dünyanın şu zelzeleli olan hakikatı, lisan-ı haliyle şu âyeti okumaktadır:
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Bunun içindir ki; eşyanın mahiyetlerinden, hâsiyetlerinden tafsilli bahseden felsefeye mukabil, Kur'an onları icmalen geçiyor. Fakat mevcudatın evamir-i tekviniyeye olan imtisallerini ve Fâtırlarının esma ve ef'al ve şuûnuna olan delâletlerini ise, felsefenin icmal ve ihmal etmesine karşılık Kur'an-ı Hakîm, onları tafsilen beyan ediyor.
Elhasıl: Kur'an, kitab-ı kâinatın meanisinden ve esma ve şuûn-u İlahiyeye olan delâletlerinden bahsetmektedir. Felsefe ise, o kitab-ı kebirin yalnız hurufatının nakışlarından ve vaziyetlerinden ve birbiriyle olan münasebetlerinden bahseder. Zira kör olası felsefe, bilmiyor ki şu mevcudat, her birisi çok manalara delâlet eden birer kelimedir.
Eğer hikmet-i felsefiye ile hikmet-i Kur'aniyenin farklarını görmek istersen,
وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا
âyetinin beyanında yazılan Beşinci Ders'ten sonra gelen derse[1] müracaat et, gör.
(14. Reşha, Mesnevi-i N. (Badıllı))
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]
İlgili Maddeler[değiştir]
- ↑ Havale edilen o parça, münteşir Mesnevîlerdeki şu Ondördüncü Reşha'dan sonra gelen Beşinci Ders'in akibinde yoktur. Ancak sonradan elde ettiğimiz "Kur'an Yıldızlarının Envarından Bir Nur" adlı ve Şule'den sonra dercettiğimiz kısmen sonlarına doğru sahife: de mevcuddur. Ayrıca Nur'un İlk Kapısı'nın 13. Dersi, aynı mevzuda olduğu gibi, 12. Söz dahi, daha izahlı ve daha mütekâmil olarak aynı mevzu' hakkındadır. (Mütercim)
- A'raf Suresi
- Kur'an Kelimesi Geçen Ayetler
- Reşhalar'da (Mesnevi N.) Geçen Ayetler
- Şemme'de (Mesnevi N.) Geçen Ayetler
- Mesnevi-i Nuriye'de Geçen Ayetler
- 26. Mektup'ta Geçen Ayetler
- Mektubat'ta Geçen Ayetler
- Risale-i Nur'da Geçen Ayetler
- Sözler'de Geçen Ayetler
- Kur'an'daki Emirler ve Yasaklar
- A'raf Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri