Şerafeddin Dağıstani

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Şeyh Şerafeddin Dağıstani aslen Dağıstanlı olup Türkiye'ye hicret etmiş mühim bir şeyh ve mürşid ve Nakşî evliyasından cazibedar bir zattır. Dağıstan'daki gençlik yıllarında Şeyh Ebu Ahmed es-Suğuri’nin gözetiminde Nakşbendi tarikatı seyr ü sülukunu tamamladı. Rusların zulmünden kurtulmak için ailesiyle Anadolu'ya hicret etti. Osmanlı devleti himayesinde bugünkü adıyla Güneyköy olan Reşadiye'ye yerleştirildiler. Buraya yıllar önce gelmiş olan amcası Şeyh Muhammed-ül Medeni'nin yanında tahsilini tamamladı ve amcasıyla beraber Güneyköy'de hem Nakşi tarikatı dairesinde hem de dini ilimlerde birçok kişiye ve özellikle talebelere yönelik irşad faaliyetinde bulundu. II. Abdülhamid döneminde danışmanlık ve Şeyhülislamlık yaptı, Kurtuluş Savaşında müritleriyle Yunanlara karşı gösterdiği mücadele nedeniyle TBMM kararıyla "Hizmet Berâtı" verildi.[1]. Şeyh Şerâfeddin 1935'de Menemen Hadisesi bahanesiyle 8 müridiyle beraber Eskişehir hapsine konuldu. Burada Bediüzzaman da 120 talebesiyle beraber mevkuf bulunuyordu. Şeyh Şerâfeddin Bediüzzaman'a Nur talebeleri aracılığıyla hapse atılmalarının hikmetini sordu. Bediüzzaman'ın cevabı “Biz Hz. Yusuf (a.s.)’ın derecesi olan “Suskunluk Orucu” makamına ermek üzere bu medrese-i Yusûfîyye’deyiz” oldu. Şeyh Şerafeddin dört ay mütemadiyen Risale-i Nur’un elli altmış şakirdleri içinde celbkârane sohbet edip onları irşad halkasına katmaya çalıştı ama yalnızca bir-iki şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar.[2][3]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Şerâfeddin Zeynel Abidin Dağıstanî

Doğum Yeri ve Tarihi: Dağıstan’ın Temirhan-şura vilayeti, Gunip kazasının Kikuni köyü, 1875 (Hicrî 1292)[3]

Vefat Yeri ve Tarihi: 15 Ağustos 1936 (Hicrî 27 Cemaziyelevvel 1355)[3]

Kabrinin Yeri: Yalova Güneyköy mezarlığı[3]

Harita Konumu: [1]

Eserleri[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

1935'de Menemen Hadisesi bahanesiyle 8 müridiyle beraber konulduğu Eskişehir hapsinde Bediüzzaman ile beraber bulunmuş, onunla haberleşmiş ama yüz yüze görüşmemiştir.[4]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Feyzi kardeşim!

Sen, Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede –Allah rahmet eylesin– mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur’un elli altmış şakirdleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur’un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirdlerin gayet keskin kalp basîreti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur’la hizmet ise imanı kurtarıyor, tarîkat ve şeyhlik ise velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velayet ise mü’minin cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.

İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalpleri görmüş ki benim gibi bîçare, günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müçtehidlere dahi tercih ettiler.

Bu hakikate binaen bu şehre bir kutub, bir gavs-ı a’zam gelse seni on günde velayet derecesine çıkaracağım dese sen, Risale-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.

(Kastamonu Lahikası)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Bir Düstur

Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur'un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur'un penceresinden ışık veren manevî güneşe bedel, bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.

Hem Risale-i Nur'un dairesindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve sahabenin sırr-ı veraset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkâranesini gösteren meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet ise; hariç dairelerde -o pedere ve o mürşide üç cihetle zarar vermek suretiyle- bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz. Bir tek peder yerine pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddid şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir. Daireye girmeden evvel bulduğu şeyhi, her ferd o şeyhini, mürşidini dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat şeyhi olmayan, daireye girdikten sonra ancak daire içinde mürşid arayabilir.

Hem Risale-i Nur'un velayet-i kübra olan sırr-ı veraset-i Nübüvvet feyzini veren ders-i hakaik dairesindeki ilm-i hakikat dahi, daire haricindeki tarîkatlara ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarîkatı yanlış anlayıp güzel rü'yalar, hayaller, nurlara ve zevklere mübtela ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola.

Bu dünya dâr-ül hizmettir. Külfet ve meşakkatle ücret ölçülür. Dâr-ül mükâfat değil. Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşf ü kerametteki ezvak ve envâra ehemmiyet vermiyorlar. Belki bazan kaçıyorlar, setrini istiyorlar.

Hem Risale-i Nur'un dairesi çok geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez; belki daha içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb ise hem dairede, hem hariçte olamaz.

Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, Risale-i Nur'un şakirdleriyle meşgul olmamalı. Çünki üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsızlar var; onları bırakıp bunlarla meşgul olmak, irşad değildir. Eğer bu şakirdleri severse, evvelâ daire içine girsin; o şakirdlere peder değil, belki kardeş olsun, fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun.

Hem bu hâdisede göründü ki, Risale-in Nur'a intisabın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiatı veren ve o yolda bütün âlem-i İslâm namına dinsizliğe karşı mücahede vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleğini terkedip başka mesleklere giremez.

Said-ün Nursî

(Latif Nükteler)


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Eski zamanda bir şeyhin müridleri pek çok olmasından, o memleketin hükûmeti siyasetçe telaş edip onun cemaatini dağıtmak istemiş. O zat, hükûmete demiş: “Benim yalnız bir buçuk müridim var, başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz.” O zat bir yerde çadır kurdu, kendi binler müridlerini oraya toplattı. O da emretti: “Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise ve emrimi kabul etse cennete gidecek.” Çadıra birer birer çağırdı. Gizli bir koyun kesti; güya has bir müridini kesti, cennete gönderdi. O kanı gören binler müridler daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar. Yalnız bir adam dedi: “Başım feda olsun.” Yanına gitti. Sonra bir kadın dahi gitti, başkalar dağıldılar. O zat hükûmet adamlarına dedi: “İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz.”

Cenab-ı Hakk’a yüz binler şükürler olsun ki Risale-i Nur, Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şakirdlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski şeyhin aksine olarak Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle o zayi olan bir buçuk adam yerine on bin ilâve oldu. İnşâallah, bu imtihanda dahi hem şark hem garbın kahramanlarının himmetleriyle, çokları kaybedilmeyecek ve bir giden yerine on girecek.

(Latif Nükteler)


Kardeşlerim!

Maatteessüf başımıza gelen bir şefkat tokatını, iki-üç gündür kat'î bir kanaatla anladım. Hattâ ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işaratından bir işareti bize bakıyor gibi fehmettim. O da şudur:

ﻓَﻠَﻤَّﺎ ﻧَﺴُﻮﺍ ﻣَﺎ ﺫُﻛِّﺮُﻭﺍ ... ﺍَﺧَﺬْﻧَﺎﻫُﻢْ

Yani: Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musibet altına aldık.

Evet en âhirde sırr-ı ihlasa dair bir risale bize yazdırıldı. Elhak gayet âlî ve nuranî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve onbinler kuvvetle ancak mukabele edilir hâdiselere ve musibetlere karşı o sırr-ı ihlas ile on adamla mukavemet ettirilebilir bir düstur-u kudsî idi. Fakat maatteessüf başta ben, biz o ihtar-ı manevî ile amel edemedik. Bu âyetin mana-yı işarîsiyle ve

ﺍَﺧَﺬْﻧَﺎﻫُﻢْ cifir tarihiyle 1352 eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. Bir kısmımız şefkat tokatına giriftar olduk. Bir kısmımız hakkında tokat değil, belki tokata maruz olan kardeşlerimize medar-ı teselli ve kendilerine medar-ı sevab ve istifade olmak için bu musibetin içine alındı.

Evet ihtilattan men' olunduğum için, üç aydan beri yeniden üç gündür ben kardeşlerimin dâhilî ahvaline de muttali' oldum. Hiç hatır u hayalime gelmez en hâlis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlasa münafî hareket vukua gelmişti. Ondan anladım ki;

ﻓَﻠَﻤَّﺎ ﻧَﺴُﻮﺍ ﻣَﺎ ﺫُﻛِّﺮُﻭﺍ ... ﺍَﺧَﺬْﻧَﺎﻫُﻢْ

âyetinin uzaktan uzağa bir mana-yı işarîsi bize de bakıyor. Ehl-i dalalet için nâzil olan bu âyet onlara azabdır, fakat bizim için terbiye-i nüfus ve keffaret-üz zünub ve tezyid-i derecat için şefkat tokatıdır.

Biz elimizdeki kıymetdar nimet-i İlahiyeyi tam takdir etmediğimizden tokat yediğimize bir delil şudur ki: En kudsî bir mücahede-i maneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı veraset-i nübüvvetle velayet-i kübranın feyzine mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan Risale-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur'aniyemize kanaat etmeyip, menfaati şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarîkat hevesinin birkaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa hem vahdetimizi bozacaktı, hem dört elifin tesanüdüyle 1111'den 4 kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâr ve bu gayet ağır hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenafür-ü kulûbe uğrayacaktı.

Gülistan sahibi Şeyh Sa'dî-i Şirazî naklediyor, der: "Ben bir ehl-i kalbi tekyede, seyr-i sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde medresede gördüm. "Ne için o feyizli tekkeyi terkedip bu medreseye geldin?" dedim. O dedi ki: "Orada yalnız herkes kendi nefsini -eğer muvaffak olursa- kurtarabilir. Burada ise bu âlî-himmet şahıslar, kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Ulüvv-ü cenab, ulüvv-ü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim."

Şeyh Sa'dî bu vakıayı, kısaca hülâsasını Gülistan'ında yazmıştır. Acaba talebelerin

ﻧَﺼَﺮَ ﻧَﺼَﺮُﻭﺍ ﻧَﺼَﺮَﺕْ gibi sarf ve nahvin küçücük mes'eleleri, tekyelerdeki virdlere racih gelirse.. Risale-i Nur'un

ﺍٓﻣَﻨْﺖُ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﻣَﻠَﺌِﻜَﺘِﻪِ ﻭَ ﻛُﺘُﺒِﻪِ ﻭَ ﺭُﺳُﻠِﻪِ ﻭَﺑِﺎﻟْﻴَﻮْﻡِ ﺍْﻟﺎٓﺧِﺮِ

deki hakaik-ı kudsiye-i imanîyi en kat'î ve vâzıh bir surette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylesofları susturup ders verirken; onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp veyahut kanaat etmeyip, tarîkat hevesiyle, Risale-i Nur'dan izin almayarak, kapanmış hangâhlara girmek ne derece yanlış olduğunu ve bizi bu şefkat tokatına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor.

Said-ün Nursî

(Latif Nükteler)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]