Vezirzade Mustafa

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
22.53, 13 Şubat 2018 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 7411 numaralı sürüm

Vezirzade Mustafa ümmi ve kalemsiz olduğu halde iman hizmetinde bulunmuş bir nur talebesiydi. Geçimini köylerde seyyar manifaturacılık yaparak temin ederdi. Ticaret için gittiği köylerde Nur postacılığı da yapardı. Hafız Ali’den aldığı risaleleri yükünün arasına saklardı. Böylelikle hem köylere uğrayıp ticaretini yapardı hem de Barla’ya gittiğinde risaleleri Üstad hazretleri’ne teslim ederdi. Aynı şekilde Üstad hazretleri’nin verdiği risale ve mektupları da getirip Hafız Ali’ye teslim ederdi.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Vezirzade Küçük Mustafa

Doğum Yeri ve Tarihi: İslamköy, 1902[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: İslamköy, 1936[1]

Kabrinin Yeri: İslamköy köy mezarlığı[1]

Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı[değiştir]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Bundan bir buçuk sene evvel, ticaret için iki günlük mesafede olan bir köye gitmiştim. O esnada dünyanın içyüzü bana göründü. Hem fâni hem zindan hükmünde olduğundan bir nefret geldi. Bana bu fâni dünyadan, bâki bir âleme yol gösterecek bir üstad, Cenab-ı Hak’tan istedim ve dedim ki: “Öyle bir üstada rast gelsem söz veriyorum ki ona tam hizmetkâr olacağım.”

İşte ben bu halde ve bu niyazda iken, o gece gayet şirin ve güzel, bilmediğim bir şehirde gayet güzel, dünyada misli bulunmaz ziynetli bir at üstünde, siz Üstadımı ona binmiş, garptan şarka doğru beş altı metre yüksekte, şehrin üstünde uçarken selâmınıza durduk. Selâmınızı aldık. O esnada uyandım. Şehadet getirdim. Şükrettim ki istediğim üstadı bulacağım. İki ay sonra ziyaretinize geldim. (Barla Lahikası)

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Vezirzade Mustafa’nın fıkrasıdır

Aziz, kıymettar Üstadım!

Hesapsız hamd ve şükür ol Hâlık-ı Mennan Hazretlerine ki ben ümmi olduğum halde, hissiyat ve emellerimi, şu fâni ve âfil olan hayat-ı dünyadan tecrit ile Risale-i Nur talebeleri içine girdim ve hizbü’l-Kur’an âlimlerine arkadaş oldum. Hizmet-i neşriyede ve ilimde onlara yetişemiyorum fakat inşâallah irtibat ve muhabbet ve ihlasta yetişmeye çalışacağım. Ve dua ile onların kalemlerine yardım ediyorum. Risale-i Nur’a karşı hissiyatımı, ümmiliğim münasebetiyle yalnız rüyalarımla arz ediyorum.

Bu defa rüyada Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretlerini gördüğüm vakit, Sure-i Hacc’ın nihayetinde مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهٖٓ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَزٖيزٌ … الخ okuyarak ve Şah-ı Geylanî kuddise sırruhu Hazretlerini gördüğüm vakit, Sure-i Nur’da لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ âyetini kıraat ederek nevmden bîdar oldum. Ve anladım ki bu âhirde sünnet-i seniyeye dair mühim bir risale yazıldığı için Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın makbulü olmuş ki rüyamda müşerref oldum. Ve o âyet Risale-i Nur’un hülâsasını ifade ettiği gibi ehl-i gafleti şiddetli tehdit eder. Şah-ı Geylanî’yi gördüğümün sebebi, Risale-i Nur’un talebelerinin kudsî bir üstadı, beni de şakird kabul ettiğine dair bir işaret anladım ve bu âyetler havsalamın haricinde olduğu halde, o kudsî zatların hürmetine, kuvve-i hâfızamda her zaman okur ve bir genişlik hasıl olurdu.

Diğer bir rüyamda pek geniş bir daire, temelleri henüz inşa ediliyor görmüştüm. Bu defa o büyük bina ikmal edilmiş, içine girdiğimde sağ cihetini cami-i şerif olarak gördüm. Ve namaz kıldıktan sonra, bütün yazılan Risale-i Nur’u bana verdiler. Ben de yalnız bir adedini orada okunmak üzere verdim. Binanın en yüksek ve ortasında bir dikmesinin değişmesi için ellerinde demir vinç ile çalışanlar üç kişi idiler, gördüm. Tabirini siz Üstadıma havale ediyorum.

Ümmi talebeniz Mustafa

(Barla Lahikası)


Vezirzade Küçük Mustafa’nın fıkrasıdır

Ey sevgili Üstadımız, ey Nurların mazharı ve nâşiri!

Cenab-ı Hak sizi bu memlekete göndermiş tâ ki dalalete giden ruhlar, senin neşrettiğin Nurlarla kurtulsun. Cenab-ı Hakk’a gece ve gündüz secde-i şükran etsek bu nimetlerin şükrünü ödeyemeyeceğiz.

Ey Üstadım, ben ümmiyim. Sair kardeşlerim gibi malûmatlı değilim ki Risale-i Nur’a karşı hissiyatımı dilim ile ifade edeyim. Fakat inşâallah sadakatte ve muhabbette ve irtibat-ı ruhîde kardeşlerime yetişmeye çalışacağım. Uyanık âleminde ifade-i meram edemeyen dilime bedel, uyku âleminde ruhumun diliyle, mahiyetini anlamadığım ve size karşı merbutiyetime delâlet eden bir iki vak’ayı arz edeceğim:

Birincisi: Bundan bir buçuk sene evvel, ticaret için iki günlük mesafede olan bir köye gitmiştim. O esnada dünyanın içyüzü bana göründü. Hem fâni hem zindan hükmünde olduğundan bir nefret geldi. Bana bu fâni dünyadan, bâki bir âleme yol gösterecek bir üstad, Cenab-ı Hak’tan istedim ve dedim ki: “Öyle bir üstada rast gelsem söz veriyorum ki ona tam hizmetkâr olacağım.”

İşte ben bu halde ve bu niyazda iken, o gece gayet şirin ve güzel, bilmediğim bir şehirde gayet güzel, dünyada misli bulunmaz ziynetli bir at üstünde, siz Üstadımı ona binmiş, garptan şarka doğru beş altı metre yüksekte, şehrin üstünde uçarken selâmınıza durduk. Selâmınızı aldık. O esnada uyandım. Şehadet getirdim. Şükrettim ki istediğim üstadı bulacağım. İki ay sonra ziyaretinize geldim.

İkinci Vakıa: Rüyada bir şehirde gayet kesretli askerler ve cephane görüyorum. Biz de güya o askerlerdeniz. Dedim: “Yâ Rabbi bu askerlerin kumandanı kimdir?” Niyaz ettiğim vakit karşımızda yüksek bir saray zuhur etti. O sarayın içerisine girdim ki kumandanı göreyim. Baktım ki parlak bir çay akıyor. O çayı takip ettim. Baktım, şubelere ayrılıyor. Devam ettim. Tâ menbaına kadar gittim. O askerlerin kumandanı, o suların sahibini buldum. Yani Üstadımızı, iki adamla başında namaz kılarken gördüm. Ben de o sudan abdest aldım. Namaza dâhil oldum. Kalbimin hareketiyle, dilimin şehadetiyle uyandım. Cenab-ı Hakk’a şükrettim ki Üstadımızı bize gösterdi.

Hizmetkâr ve talebeniz Mustafa

(Barla Lahikası)


Vezirzade Mustafa’nın fıkrasıdır

Üstadım!

Beş vakit namazdan sonra, hakk-ı fâzılanelerinize duacıyım ve duanızı rica ediyorum. Mesleğinize ve neşrettiğiniz Risale-i Nur’a karşı hissiyatımı, dilimle beyan edemiyorum. Ben ümmiyim, sair kardeşlerim gibi ifade-i meram edemem. Fakat felillahi’l-hamd, kalp ve ruhum Risale-i Nur’un tesiratıyla intibaha gelmişler. Kalbimin intibahını rüyalarımla anlıyorum. Zaten bu gaflet ve zulmet zamanının yakaza âlemini, ağır bir uyku âlemi ve uyku âlemini ise bir derece yakaza âlemi görüyorum. Onun için siz Üstadıma karşı rüyalarımla size arz ediyorum.

İşte bir rüyamın hülâsası şudur ki: Bir camide sizinle beraber bulunuyoruz. Avlusunda bazı talebe arkadaşlarımla temizlik yapıyoruz. Bir otomobil zuhur etti. Mescidin yakınında duruyor. İçinde Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bulunuyor. Sonra bir dere açıldı, fâsıla verdi. Tabirini siz Üstadıma havale ediyorum.

Yalnız ben bundan hissediyorum ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesini ihyaya çalışan ve neşreden Risale-i Nur, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın takdir ve tahsinine mazhar olmuş ki imdad-ı ruhanî ile camimiz olan bu vilayete manevî teşrif etti. Fakat ehl-i dalalet desiseleriyle, sünnet-i seniye hizmetkârlarını müşevveş ediyorlar. Üstadlarıyla görüşmemek için maniler teşkil ediyorlar.

İkinci rüyamın hülâsası şudur ki: Bir mezaristanın nihayetlerinde kesretli harmancıların buğday savurduğunu ve ileride iki kapılı muhkem bir kale gibi yapılmış bir saray içinde Hazret-i Gavs-ı Geylanî oturmuş, gayet kalabalık insanlar varmış, gördüm. Ziyaret ettim.

Tabirini siz Üstadıma havale edip fakat bundan hissediyorum ki mezaristan geçmiş zamandır. O harmanlardaki kesretli buğdayları savuran, bu zamandaki Risale-i Nur’un nâşirleri ve talebeleridir ki ruhların manevî rızkını yetiştiriyorlar. Hakikat tanelerini evham ve hayalat samanlarından tasfiye ediyorlar. Bu talebelerin üstadının en mühim bir üstadı olan Hazret-i Gavs-ı Geylanî, muhkem kale gibi bir sarayda oturduğunu ve onlara üstadlık ettiğini ve o etrafındaki kalabalık da ve kendi fazla meşguliyeti, keramet-i Gavsiyesiyle izhar ettiği gibi Risale-i Nur talebelerine karşı himmet ve duasıyla fazla meşgul olduğunu fehmediyorum.

Ümmi talebeniz Mustafa

(Barla Lahikası)


Arkadaşlarımızdan –Allah rahmet etsin– iki genç vardı. Biri İlamalı Sabri, diğeri İslâmköylü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terk eden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymettar bir hizmette ve âhirete nâfi’ bir vaziyette bulundular. İnşâallah iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhati için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibarıyla beddua olmuş. İnşâallah o duam, sıhhat-i uhreviye için kabul olunmuştur.

İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kâr buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip gaflet ve sefahete atılsaydılar, ölüm de onları tarassud edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.

(Lem'alar, 25. Lem'a, 13. Deva)


Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]