Sabri Arseven

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
16.58, 17 Şubat 2018 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 7458 numaralı sürüm

Hulusi-yi Sani Sabri’nin dahi On Dokuzuncu Mektup gibi bir sülüs-ü Mektubat’ın yazılmasına sebep, onun samimi ve ciddi iştiyakı olmasıdır.

Hulusi Ağabey'in Yazdığı Mektuplar[değiştir]

(Şualar, 11. Şua, 11. Mesele)












































































Bediüzzaman'ın Yazdığı Mektuplar[değiştir]

Hulusi Bey ve Sabri Efendi’nin mektuplarında Risale-i Nur hakkındaki fıkralarının, bir mektup suretinde Risale-i Nur eczaları içinde idhal edilmesinin beş sebebi var:

Birincisi[değiştir]

Hulusi ise âhirdeki Sözler’in ve ekser Mektubat’ın yazılmasına onun gayreti ve ciddiyeti en mühim sebep olması. Ve Sabri’nin dahi On Dokuzuncu Mektup gibi bir sülüs-ü Mektubat’ın yazılmasına sebep, onun samimi ve ciddi iştiyakı olmasıdır.

İkinci Sebep[değiştir]

Bu iki zat bilmiyorlardı ki bir vakit şu fıkralar neşredilecek. Bilmedikleri için gayet samimi, tasannusuz, hâlisane ve derece-i zevklerini ve o hakaike karşı şevklerini ifade etmek için hususi bir surette yazmışlar. Onun için o takdiratları takriz nevinden değil, doğrudan doğruya mübalağasız bir surette, gördükleri ve zevk ettikleri hakikati ifade etmeleridir.

Üçüncü Sebep[değiştir]

Bu iki zat hakiki talebelerimden ve ciddi arkadaşlarımdan. Ve hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hâssası var ki bu iki zat, üçünde de birinciliği kazanmışlar.

Birinci Hâssa[değiştir]

Bana mensup her şeye malları gibi tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta cesetleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakiki manevî vereselerdir.

İkinci Hâssa[değiştir]

Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.

Üçüncü Hâssa[değiştir]

Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’aniyeden aldığım ilaçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilaçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.

Dördüncü Sebep[değiştir]

Hulusi Bey; benim yegâne manevî evladım ve medar-ı tesellim ve hakiki vârisim ve bir deha-yı nurani sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulusi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim hizmeti, onun gibi îfaya başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı manevî bana muhatap olmuşçasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilatım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur.

Demek oluyor ki bu şahsı Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’an ve imanda bir talebe, bir muîn tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.

Sabri ise fıtraten bende mevcud has bir nişan var. Bütün gezdiğim yerde kimsede görmedim. Sabri’de aynı nişan-ı fıtrî var. Bütün talebelerim içinde, karabet-i nesliyeden daha ziyade bir karabet kendinde hissetmiş. Ve şu havalide en az ümit ettiğim ve o da geç uyandığı halde en ileri gittiği bir işarettir ki o da bir Hulusi-i Sânî’dir, müntehabdır. Cenab-ı Hak tarafından bana talebe ve hizmet-i Kur’an’da arkadaş tayin edilmiştir.

Beşinci Sebep[değiştir]

Ben kendi şahsıma ait takdirat ve medhi kabul etmem. Çünkü manen büyük zarar gördüm. Onun için şahsıma karşı takdirat, fahir ve gurura medar olduğu için şiddetle nefret edip korkuyorum. Fakat Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı ve hizmetkârı olmaklığım cihetinden ve o vazife-i kudsiye noktasında takdirat ve medih bana ait olmayıp nurlu Sözler’e ve belki doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Kur’aniyeye ait olduğu için onu müftehirane değil, Cenab-ı Hakk’a karşı müteşekkirane kabul ediyorum.

İşte bu iki şahıs, bu hakikati herkesten ziyade anladıkları için onlar bilmeyerek vicdanlarının sevkiyle yazdıkları takdirat ve medihlerini, Risale-i Nur eczaları içinde dercedilmeye sebep olmuştur.

Cenab-ı Hak bunların emsalini ziyade etsin ve onları da muvaffak etsin ve tarîk-ı haktan ayırmasın, âmin!

اَللّٰهُمَّ وَفِّقْنَا وَ اِيَّاهُمَا وَ اَمْثَالَهُمَا مِنْ اِخْوَانِنَا لِخِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ وَ الْاٖيمَانِ كَمَا تُحِبُّ وَ تَرْضٰى بِحَقِّ مَنْ اَنْزَلْتَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنَ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَتَمُّ التَّسْلٖيمَاتِ مَا اخْتَلَفَ الْمَلَوَانِ وَ مَا دَارَ الْقَمَرَانِ

Said Nursî

(Barla Lahikası, Mukaddime)